Id
stringlengths 0
7
| Tag
stringclasses 3
values | Title
stringlengths 1
235
| Summary
stringlengths 0
1.64k
⌀ | Text
stringlengths 10
301k
|
---|---|---|---|---|
173157 | haber | KCK nedir, neden kuruldu? | null | # KCK nedir, neden kuruldu?
## Taraf gazetesi yazarı Yıldıray Oğur, PKK'nın şehir yapılanması KCK'nın ne olduğunu, ne amaçla kurulduğunu, nasıl çalıştığını anlattı.
T24 - **Taraf gazetesi yazarı Yıldıray Oğur, PKK'nın şehir yapılanması KCK'nın ne olduğunu, ne amaçla kurulduğunu, nasıl çalıştığını anlattı.**Yıldıray Oğur'un Taraf'ta "10 soruda KCK" başlığıyla yayımlanan (6 Ekim 2011) yazısı şöyle:
10 soruda KCK
**Soru 1: İlk soru tabii ki KCK nedir?**
Rivayet muhtelif. En iyisi KCK Sözleşmesi’nden birkaç madde okumak:
*Madde 2-* Koma Ciwaken Kürdistan (Kürdistan Topluluklar Birliği) demokratik, toplumcu-konfederal bir sistemdir. Devlet olmayan örgütlenmiş, demokratik, siyasal ve toplumsal bir organizasyondur.
*Madde 3- *Amblemi, yirmi bir ışından oluşan sarı güneş içinde kırmızı yıldızdır. Bayrağı, yeşil zemin üzerinde, içinde kırmızı yıldızın yer aldığı yirmi bir ışınlı sarı güneşten oluşur. Ebadı ayrı bir yönetmelik ile belirlenir.
*Madde 15-* Yüksek Adalet Divanı: Kongra Gel tarafından KCK yurttaşları arasından seçilen yedi asil, dört yedek üyeden oluşur. KCK sözleşmesinin yargı alanında uygulanmasını sağlamak, sözleşmeye aykırılık durumlarını gidermekle görevlidir. KCK yargı sistemindeki tüm mahkemelerin en üst temyiz merciidir.
Göründüğü gibi KCK boyu yönetmelikle belirlenen bayrağı, Yargıtay’ı olan epeyce Türkiye Cumhuriyeti’ne benzeyen bir çeşit devlet modelidir. KCK Sözleşmesi de bu devletimsi yapının anayasasıdır.
**Soru 2: KCK ne zaman ve niye kuruldu?**
Savcılık iddianamesine göre 17 Mayıs 2005’te. PKK’nın KCK adlı bir yapıya dönüştürülmesi 2005 yıllarında Öcalan’ın, Murray Bookchin okumaları sonucu geliştirdiği devlet üstü konfederal model fikrinden ortaya çıkıyor. KCK Yürütme Konseyi’nin başında Murat Karayılan var. Aslında Öcalan’ın kafasındaki devletin başkanı Karayılan. Fakat Türkiye’de savcıların soruşturduğu KCK Türkiye Meclisi, yani KCK devletinin Türkiye şubesi.
**Soru 3: Peki PKK, BDP gibi yapılar varken neden KCK Türkiye Meclisi diye başka bir yapıya ihtiyaç duyuldu?**
Buna verilen birkaç cevap var. İlk cevap silahlı dağ kadrolarının ovadaki kadrolara olan güvensizlikleri yüzünden onları denetleyen bir ara yapı kurmak istemeleri. Sistemi çok iyi bilen bir ismin bana anlattığı (daha önce de yazdığım) neden ise daha açıklayıcı. KCK aslında 2000’lerin ortasında hapisten çıkan PKK’lıların siyaset yapmaları, örgüt içinde kalmaları, kendilerini kenara atılmış, unutulmuş hissetmemeleri için bizzat Öcalan tarafından bulunmuş bir siyasi istihdam formülü. O yüzden de KCK Türkiye Meclisi’nin tepesinde 2005’te cezaevinden çıkana kadar PKK’nın cezaevi sorumlusu olan Sabri Ok var.
**Soru 4: PKK-MİT görüşmelerinde sesini duyduğumuz Sabri Ok mu?**
Evet, aynen öyle. KCK soruşturması Nisan 2009’da başladı. MİT-PKK görüşmesinin konuşmalardan en erken 2009’un son ayı ya da 2010’un ilk aylarında yapıldığı anlaşılıyor. Yani BDP’li belediye başkanları elleri kelepçelenip KCK üyesi olarak tutuklanırken, aylar sonra o KCK yapılanmasının bir numarası Başbakanlık Müsteşarı Hakan Fidan ve MİT Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş’le müzakere masasına oturmuş. KCK davasında bu toplantı kaydından daha az samimi olan telefon görüşmeleri nedeniyle yüzlerce kişinin içeride olduğu düşünüldüğünde yeni MİT Müsteşarı ve eski Müsteşar Yardımcısı savcıların elinden ucuz kurtuldu denebilir.
**Soru 5: KCK soruşturmasında tutuklananlar neyle suçlanıyor?**
Bu soruya davanın bir numarası Sabri Ok’un neyle suçlandığına bakarak cevap verebiliriz. İddianameye göre Ok’un suçları şöyle: Devletin birliğini ve bütünlüğünü bozma, 2911 sayılı yasaya muhalefet (Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu), iş ve çalışma hürriyetini engelleme, eğitim ve öğretim engelleme suçlarını azmettirme. KCK davası iddianamesinde maktul yok. Silah yok, bomba yok. PKK’dan talimat almak, belediye başkanlarını yargılamak, işadamlarını örgüte bağışa zorlamak, İbrahim Tatlıses’in Avrupa’da konser yasağını belli bir bağış karşılığında kaldırmak gibi yarı mafyatik işler var.
**Soru 6: Peki bunlar suç değil mi?**
Evet suç. Ama mağdur edilenler şikâyetçi olursa. BDP’de siyaset yapan bir belediye başkanı siyaset yaptığı yerin İsveç Sosyal Demokrat Partisi olmadığının farkında olarak bu göreve talip oluyor. Şikâyetçi değilseler, onlara rağmen onlar için bu özgürleştirme faaliyeti biraz jakobence kaçıyor.
**Soru 7: Şu âna kadar kaç kişi KCK’dan gözaltına alındı ya da tutuklandı?**
BDP’lilere göre sayı üç binlerde. Soruşturmayı yürüten Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı’nın son gözaltılardan önceki açıklamasına göre ise Nisan 2009’dan bu yana KCK’dan 562 kişi gözaltına alındı, 403 kişi tutuklandı.
**Soru 8: Tam BDP Meclis’e girmişken bu KCK operasyonu neden şimdi oldu?**
MİT-PKK görüşmesinin ses kayıtlarında KCK operasyonlarından şikâyet eden Sabri Ok’a, MİT Müsteşarı Hakan Fidan da hak vermekte. KCK operasyonlarının arkasında devlet içinde Kürt meselesinin demokrasiyle çözülemeyeceğini düşünen bir görüş olduğu söyleniyor. Demokratik açılım için kaldırılan yol kontrollerini metropolleri bombayla doldurmak için kullanan PKK’nın savaş zihniyeti de bu görüşün devletteki diğer mutedil görüşleri bastırmasına neden olmakta. Başbakan’ın "Saldırılar durursa, operasyonlar da durur" açıklamasından sonra PKK, Antalya’da Jandarma taburuna canlı bombayla saldırdı. Ama bu operasyonların arkasında 9 ekim tarihi olabilir.
**Soru 9: 9 ekim nedir?**
9 Ekim 1998’de Öcalan, Suriye’den çıkarıldı. Kürt hareketi bunu 9 Ekim Uluslararası Komplosu olarak her yıl anıyor. Bu yıl ise Öcalan’ın avukatlarıyla görüştürülmemesini protesto için 9 ekimde Gemlik’te 100 bin kişilik bir yürüyüş planlanmaktaydı. Operasyon, ortamı epeyce gerecek bu eyleme karşı yapılmış olabilir.
**Soru 10- Peki bu son KCK operasyonu barış ümitlerini bitirdi mi?**
Nisan 2009’daki KCK operasyonunda daha önemli isimler, o kötü fotoğraf verilerek tutuklandıktan aylar sonra MİT ve PKK’nın masaya oturduğunu öğrendik. Ardından devlet KCK operasyonlarına rağmen Öcalan’la Barış Konseyi’nde anlaştı.
Barış ümidi hiç bitmez. Yeter ki birileri gerçekten onu istesin.
## Okuyucu Yorumları |
220606 | haber | Kediye tecavüz edildi! | null | ## İstanbul'da tecavüz edilen kedi, 'ishal oldu'denilerek taburcu edildi, olay kediyi besleyen mahalle sakinleri tarafından ortaya çıktı
İstanbul'un Bahçelievler İlçesi'nde mahalle sakinleri tarafından beslenen "Kartopu" adlı kediye tecavüz edildi. Kedi, götürüldüğü veteriner hekim tarafından, "hayvanın ishal olduğunu belirterek" taburcu edildi. Ancak, kedinin daha sonra götürüldüğü Yedikule Hayvan Barınağı’nda, "Kedinin cinsel istismara uğradığı, anüs ve vajinasının parçalandığı, kuyruğunun felç olduğu, idrar ve dışkısını tutamadığı" tespit edildi.
**Alaz Kuseyri** 'nin aksam.com.tr'de yer alan haberine göre, olay 2 Aralık günü ortaya çıktı. İstanbul’da avukatlık yapan Özen Baydoğan, Bahçelievler Çavuşpaşa’da sokakta yaşayan kediyi, arkadaşı G.G ile ortaklaşa beslemeye başladı.
Adını Kartopu koydukları hayvanın karnesini çıkartan ve düzenli şekilde ilgilenen arkadaşlar, Çavuşpaşa’da bulunan bir büfenin önünü mesken tutan kediyi iş yeri sahibine emanet etti. İş yerinin sahibi çift, kedinin "büfenin üst katında bakılmakta olduğunu" belirtmişti.
Yayla Mahallesi’ne bağlı bulunan Çavuşpaşa’da yaşayan G.G bir ay önce besleme yaptığı sırada kedinin poposununda bir ıslaklık fark etti. Büfe sahiplerine durumu sorduğunda "Neden böyle olduğunu bilmediklerini, veteriner hekimden ilaç temin edilirse kediyle ilgilenebilecekleri" cevabını aldı. G.G bunun üzerine Kartopu’nu mahallede bulunan veterinerlik kliniğine götürdü.
## 'İshal oldu' denilelerek taburcu edildi
Klinikte bulunan hekim, Kartopu’nun ishal olduğunu belirterek serum taktı ve reçete yazarak hayvanı taburcu etti. G.G ilaçları alarak iş saatlerinde verilmek üzere büfe sahiplerine götürdüğünde "Kartopu’nu oradan uzaklaştırmasının daha iyi olacağı, ilaçları da kendilerinin veremeyecekleri" yanıtını aldı.
G.G isimli vatandaş, olaydan şüphelenmeyerek büfe civarında kediyi beslemeye ve ilaç vermeye başladı. Hayvanın günden güne halsizleştiğini ve poposundaki kızarıklığın arttığı fark eden G.G, 2 Aralık’ta kediyi kanlar içinde buldu ve avukat Özen Baydoğan’ı aradı.
## Vajinası parçalandı, kuyruğu felç oldu
Baydoğan, G.G ile buluştuğunda Kartopu’nu Yedikule Hayvan Barınağı’na götürmeye karar verdi. Barınakta hekim kontrolünden geçen kedinin, "Cinsel istismara uğradığı, anüs ve vajinasının parçalandığı, kuyruğunun felç olduğu, idrar ve dışkısını tutamadığı" tespit edildi.
Aşılarını yaptırdıkları, sokakta besledikleri Kartopu’nun tecavüze uğradığı anlayan Özen Baydoğan ve G.G kedinin tedavi sürecini başlattı ve önceki gün Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundular. Şu an Kartopu’nun sahiplerinin tek isteği, savcılığın dava açması ve işlek caddede gerçekleştiğinden şüphelendikleri olayın fail ya da faillerinin bölgedeki MOBESE ve mağaza kameralarından tespit edilmesi.
## 'Bu fiiller suç sayılamayarak cezasız bırakılıyor'
İstanbul Barosu Hayvan Hakları Komisyonu Başkanı Avukat Hülya Yalçın, Kartopu’nun başına gelenlerin "Ne ilk ne de son olacağını" söyledi. Baroda "Hayvan Hakları ve Hukuk" dersi de veren Yalçın"Ülkemizde hayvana tecavüz vakaları son zamanlarda daha da arttı. Bunun en önemli sebebi, bu fiillerin suç sayılamayarak cezasız bırakılıyor olması" dedi.
Hayvana tecavüz vakalarının toplum açısından ‘komik’ olarak algılanmasının, toplumda da henüz bu anlamda korumaya yönelik bir bilinç düzeyinin gelişmemesinin çok tehlikeli olduğuna dikkat çeken Yalçın, sahipli bir kediye tecavüz fiilinin Türk Ceza Kanunu’nun 151. maddesine göre değerlendirilmesi gerektiği belirtti.
##
‘Hayvanları korumak için polisler görevlendirilmeli’
Yalçın, Akşam gazetesine şunları aktardı:
151. madde her ne kadar hayvanı "mal" olarak nitelese de somut olarak korunmasını sağlayabilecek az sayıda kanun hükmünden biridir. Burada her iki fıkra nedeniyle de yargılama yapılacaktır. Hem tahrip, bozma, kirletme hem değerinin azalmasına sebep olma fiilleri söz konusu.
Biz genellikle 2. fıkradan yola çıkmakla beraber, 1.fıkrada da malın tahribi, bozulması, kirletilmesi olarak geçen bölümün de etkin olması gerekiyor. Madem kanun hayvanı "mal" olarak niteliyor her iki fıkrayı da işletmek gerekli.
Bunun yanında genel olarak 5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanunundaki "yasaklar" ve "cezalar" bölümlerinin de mahkemece gözönüne alınarak ayrıca "idari para cezalarının" da uygulanmak üzere ilgili birime Mahkemece gönderilmesinin hükme bağlanması gerekli. Ama hepsinden daha önemlisi bu toplum artık "hayvanlara tecavüz edilmesinin" vahşi bir sapkınlık olduğunu, gülünecek, dalga geçilecek bir şey değil, aksine son derece ciddi bir sosyal yara olduğunu kabul etmek zorunda. Yasaları toplumsal eğilimler oluşturur zaman içinde.
Biz ne kadar yoğun mücadele edersek, yasalar da bu oranda değişime doğru gidecektir. Ayrıca, hayvanlar sadece vatandaşların mücadelesiyle korunamaz. Hayvanlara uygulanan şiddete dair sadece İstanbul Barosu’na her ay en az yüz şikâyet geliyor. Hayvan hakları konusunda duyarlı polis memurlarıyla birlikte çalışmak için Emniyet Müdürlüğü’ne başvurmayı düşünüyoruz. Özellikle turistler gördüklerinden çok şikayetçi.
Bizleri, polisleri arayıp destek istiyorlar. Yasal yetersizlikler yüzünden resmiyete intikal ettirilen olayların sayısı çok az. Hayvanlara tecavüz eden kişilerden ve ailelerinden korkuyorlar. Oysa hayvana tecavüz edenlerin, şiddet uygulayanların, insanlara neler yapabileceğini düşünmeleri lazım. Kimse adının geçmesini istemiyor. Böyle olunca da derine inilemiyor.
Beyoğlu Emniyet Müdürlüğü ile "Hayvan Polisi" oluşturmak için görüşmelerimiz oldu. Hayvan besleyen polis memuru arkadaşlar bu konuda çok duyarlılar. Bu polisler tespit edilip, özellikle hayvan hakları mücadelesinde görevlendirilebilir. Emniyet Müdürlüğü bünyesinde "Hayvan Polisi" adlı bir birim oluşturulursa bunun çok yararı olur.
## TCK 151. madde nedir?
- (1) Başkasının taşınır veya taşınmaz malını kısmen veya tamamen yıkan, tahrip eden, yok eden, bozan, kullanılamaz hâle getiren veya kirleten kişi, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan üç yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.
(2) Haklı bir neden olmaksızın, sahipli hayvanı öldüren, işe yaramayacak hâle getiren veya değerinin azalmasına neden olan kişi hakkında yukarıdaki fıkra hükmü uygulanır.
## Okuyucu Yorumları |
211793 | haber | 'Kekilli, dünyanın 15 önemli kadını arasında' | null | # 'Kekilli, dünyanın 15 önemli kadını arasında'
## Almanya'nın ünlü magazin dergisi Cover, önemüzdeki yıllarda dünyaya damgasını vuracak isimleri sıraladı
Almanya'da aylık yayımlanan kadın magazin dergisi Cover, dünyada önümüzdeki senelere damgasını vuracak 15 önemli kadını seçti.
Dergi Türk kökenli sinema oyuncusu Sibel Kekilli'yi 15 kadın arasında gösterdi.
Hürriyet'te yer alan habere göre, derginin eylül ayı başında piyasada olacak yeni sayısında siyaset, kültür, ekonomi, spor ve magazin dünyasından 15 önemli kadın tanıtıldı.
Aralarında İsveç'in müstakbel kraliçesi Victoria, Georgia May Jagger, Emma Stone gibi kadınların da bulunduğu listede Sibel Kekilli, "güzel ve tehlikeli" olarak tanıtılıyor.
## Okuyucu Yorumları |
207446 | haber | Kemal Gürüz: Ben neden içerideyim? | null | # Kemal Gürüz: Ben neden içerideyim?
## Eski YÖK Genel Başkanı Kemal Gürüz’ün, Sincan Cezaevi’ndeki ilk ziyaretçileri ise kardeşi Yüksel Gürüz ve eşi Güniz Gürüz oldu
Eski YÖK Başkanı Kemal Gürüz’ün tutuklanmasına yapılan itiraz reddedildi. Gürüz’ün avukatı aracılığıyla yaptığı itirazı değerlendiren 12. Ağır Ceza Mahkemesi, "Tutuklama kararı hukuka uygundur" dedi.
28 Şubat soruşturması kapsamında 25 Haziran’da tutuklanan eski YÖK Genel Başkanı Kemal Gürüz’ün, Sincan Cezaevi’ndeki ilk ziyaretçileri ise kardeşi Yüksel Gürüz ve eşi Güniz Gürüz oldu. Yüksel Gürüz, dün ağabeyini cezaevinde ziyaret ettikten sonra Hürriyet gazetesine şu açıklamayı yaptı:
##
Boğzaımdan geçmiyor
"Sağlığı iyi. Ancak ‘Burada olmayı hak edecek ne yaptım, neden içerdeyim, düşünüyorum yanıtını bulamıyorum, boğazımdan hiçbirşey geçmiyor’ diyor, bu ağrına gidiyor. Girdiğinden beri yemek yemekte zorlanıyor, ilaçlarını almıyor. Ama bize söz verdi, artık yemeğe başlayacak. Alışveriş yapabilmesi için gerekli parayı yatırdık. Sayılı giyecek bulundurabiliyor, ilgililere giyeceklerini teslim ettik. Kafasını dağıtması için iki tane de kitap bıraktık.
##
İki albayla birlikte kalıyor
İki emekli albay ile birlikte kalıyor. Cezaevi yönetimi, en üst biriminden infaz koruma memuruna kadar son derece nezaketle davranıyorlar. Çok sıkı güvenlik önlemleri vardı, ama biz de aynı nezaketle karşılandık. İlk ziyaretçileri yengem ve ben olduk. Oğlu da ABD’den döndü. O da ziyaretine gidecek. Davasıyla ilgili olarak, bize, ‘Ben kaçmadım, yurt dışından koşa koşa geldim. Burası benim ülkem. Bana yöneltilen üç soru var. Neden katsayı uyguladın, El Ezher’in denkliğini neden vermedin, yurt dışından usulsüz kararlarla öğrencileri neden geri çağırdın. Bu üç karar da YÖK genel kurulunun kararı, hiçbiri şahsi kararım değil.
##
Beni de mi tutuklayacaklar
BÇG’nin parçası olup olmadığımı sordular. BÇG şemasında yer alıyor muyum diye sordum. Hayır ama uygulamalarınız benziyor dediler’ bilgisini verdi. Ben de ağabeyime çok benziyorum, beni de mi tutuklayacaklar bu mantıkla?
## Hangi gereçeyle içeride?
Ağabeyimi hangi gerekçeyle içerde tuttuklarını anlayamıyoruz. Görevinden ayrıldığından beri yıllardır YÖK’e adımını atmadı. YÖK’e, onun döneminde görev yapan bir Allah’ın kulu bile kalmadı. Evi zaten arandı. Hangi belgeyi, nasıl yok edecek, hangi delili karartabilecek? Bugüne kadar inandığı değerleri savunmaktan ve yasaları uygulamaktan başka birşey yapmadı."
## Okuyucu Yorumları |
228074 | haber | Kepler, Dünya'ya en çok benzeyen gezegeni bulmuş olabilir | null | # Kepler, Dünya'ya en çok benzeyen gezegeni bulmuş olabilir
## Astronomi dünyası, Kepler teleskopu tarafından keşfedilen yeni bir yıldız sisteminin heyecanını yaşıyor
NASA’nın ‘gezegen avcısı’ Kepler teleskopu, Güneş Sistemi dışında üç Dünya benzeri gezegen keşfetti. Bilim insanları tarafından dün yapılan açıklamada, gezegenlerin yaşama olanak veren şartlara sahip olabileceği, hatta bugüne kadar keşfedilen ‘en Dünya benzeri’ gezegenin de bulunmuş olabileceği ifade edildi. Büyük miktarda su bulundurduğu düşünülen gezegenlerde yaşamın ne seviyede olabileceği merak konusu.
Astronomi dünyası, Kepler teleskopu tarafından keşfedilen yeni bir yıldız sisteminin heyecanını yaşıyor. Kepler-62 adı verilen yıldız sistemindeki üç gezegen, yıldızlarına olan konumları ve Dünya’ya olan benzerlikleriyle Dünya dışı yaşam olasılığı için de potansiyel içeriyor.
Space.com’un haberine göre, keşfedilen üç gezegenden en dikkat çekici olan, Dünya’dan 1.4 kat daha büyük olan Kepler-62f. Bu gezegenin komşusu ise Dünya’dan 1.6 kat büyük olan Kepler-62e. Bu iki gezegen, Güneş’ten biraz daha küçük ve sönük olan yıldızlarının ‘yaşanabilir alanı’ içinde yer alıyor. Bu alan, gezegenlerin su bulundurmalarını sağlayacak sıcaklıkta olmalarını sağlayan, yıldızlarından olan mesafeyi kapsıyor.
Kepler görevinde yer alan Bill Borucki, NASA’nın Ames Araştırma Merkezi’nde yaptığı açıklamada, ‘Kepler-62 yıldız sisteminde beş gezegen bulunduğunu, Kepler-62e ve 62f’nin yaşam için en büyük potansiyeli taşıdığını’ belirtti.
## Üçüncü bir dünya da olabilir
Kepler-62 yıldız sisteminde bulunan 62e ve 62f’nin dışında, bir başka yıldız sisteminde yaşam potansiyeli bulunan diğer bir gezegen daha tespit edildi.
Dünya’dan 1.7 kat daha büyük olan Kepler-69c, ‘bugüne kadar bir yıldızın yaşanabilir bölgesinde bulunan en küçük gezegen’ olarak tanımlandı. Gökbilimciler, 69c’nin, ‘en Dünya benzeri’ gezegen olabileceğini belirtti.
Kepler, Ocak ayında Dünya’dan 0.75 astronomik birim (AU) uzaklıkta, Dünya’dan 1.5 kat büyük bir süper-Dünya olan KOI 172.02 gezegenini keşfetmiş ve ‘en dünya benzeri gezegenin keşfedilmiş olabileceği’ ifade edilmişti.
Ancak Kepler-69 yıldızının Güneş’e benzerliği ve yıldızına konumu sebebiyle, Kepler-69c bu unvanı alabilir.
Space.com’a konuşan Borucki, "Güneş benzeri bir yıldızın yörüngesinde yer alan Dünya benzeri bir gezegen bulmaya çok yakınız" dedi.
Genel olarak, Kepler teleskopu, Kepler-62 yıldız sisteminde 5, Kepler-69 yıldız sisteminde 2 yeni gezegen keşfetti.
## Su dünyası mı?
NASA, Kepler-62 yıldız sisteminde yer alan üç gezegenin süper-Dünya (Dünya’dan biraz daha büyük olan yaşam potansiyeli bulunduran gezegenler) olmalarının yanı sıra, ‘okyanuslarla kaplı olabileceklerini’ de belirtti.
Gezegenlerin keşfi, dün NASA’nın düzenlediği basın konferansında açıklanandı. Borucki tarafından hazırlanan Kepler-62 hakkındaki Science dergisinde yer alırken, Kepler-69 yıldız sistemi hakkında çalışma yapan Bay Area Çevresel Araştırma Enstitüsü’nden Thomas Barclay’in makalesi de The Astrophysical Journal dergisinde yayımlandı.
## Yaşam ne düzeyde?
Kepler-62’de yer alan 5 gezegen, Dünya’dan yaklaşık 1.200 ışık yılı uzaklıktaki Çalgı (Lyra) takımyıldızında yer alıyor. Gezegenlerin büyüklükleri Dünya’ya oranla 0.54 ile 1.95 kat arasında değişiyor. Kepler-62e ve f yaşam potansiyeli taşırken, diğer üç gezegen yıldızlarına çok yakında bulundukları için yaşam bulundurabilmek adına çok sıcak bir yüzeye sahipler.
Kepler 62e ve f’de bir yıl sırasıyla 122 ve 267 günde tamamlanıyor. Kepler-62 yıldızı, Güneş’in sadece yüzde 20’si kadar parlak olsa da, yakınlıkları sayesinde 62e ve f’ye yeterli güneş ışığını ulaştırıyor.
Max Planck Astronomi Enstitüsü ve Harvard-Smithsonian Astrofizik Merkezi’nden Lisa Kaltenegger, yer aldığı çalışma hakkında, "Bu gezegenlerde yaşam olabilir, ancak bizimki gibi teknolojiye sahip olabilirler mi? Kepler 62e ve f’de yaşam suyun altında ve metallere, elektriğe ve metalurjiye erşimin çok zor olduğu bir halde olurdu" ifadesini kullandı.
Kaltenegger, "Yine de, bu gezegenler turuncu bir yıldızın etrafında dönen güzel gök cisimleri ve buradaki hayatın teknolojiye erişme isteğini görmek sürpriz verici olurdu" dedi.
Kepler-62e’nin, f’den daha sıcak olduğu düşünülürken, 62f’nin okyanuslarında donma yaşanmaması için bir sera etkisine ihtiyaç duyabileceği ifade edildi.
Araştırma ekibinde yer alan Harvard Üniversitesi’nden Dimitar Sasselov, "Kepler-62e çok bulutlu bir gökyüzüne sahip olabilir. Kutup bölgelerine kadar uzanan bu bulutlar sıcak ve nemli olmalı... Kepler-62f ise daha soğuk olmalı, yine de yaşama olanak verebilir" dedi.
Kepler-69c ise Dünya’dan yaklaşık 2.700 ışık yılı uzaklıkta yer alıyor.
## Gezegen avlamaya devam
‘Gezegen avcısı’ olarak adlandırılan 600 milyon dolar değerindeki Kepler teleskopu, Mart 2009’dan bu yana birçok önemli keşfe imza attı. Yıldızlarının önünden geçerlerken oluşturdukları küçük lekeden gezegenleri tespit eden Kepler, faaliyete geçtiği günden bu yana yaşam olasılığı sunabilecek 2.700’den fazla gezegen tespit etti.
Gök bilimciler, Kepler’in tespitlerinden bugüne kadar sadece 120 gezegenin varlığını teyit edebilmiş olsa da, toplam rakamın yüzde 90’ının yaşam potansiyeli bulunan gezegenlere işaret ettiğini düşünüyor.
Borucki, ‘Dünya’nın gerçek bir ikizini henüz bulamış olsalar da buna yaklaştıklatını, Kepler-69c’nin buna çok iyi bir örnek olduğunu’ söyledi.
Borucki, "Dünya’nın ikizini bulmak yolunca çok iyi bir ilerleme kaydediyoruz... Elimizde birçok güçlü aday var" dedi.
## Okuyucu Yorumları |
273829 | haber | Kılıçdaroğlu: IŞİD’e silah yardımına ilişkin belge mi istiyordun, işte belgeler! | null | # Kılıçdaroğlu: IŞİD’e silah yardımına ilişkin belge mi istiyordun, işte belgeler!
## 'Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık koltukları şu anda boş'
CHP Genel Başkanı **Kemal Kılıçdaroğlu**, IŞİD saldırıları altındaki Kobanê'ye destek amaçlı hükümete sundukları tezkere önerisine ilişkin olarak, "Bizim tezkere önerimiz millidir, yabancı asker de işgal de yok içerisinde" dedi. Kılıçdaroğlu, daha önce IŞİD'e silah yardımı yapmakla suçladığı hükümete ağır eleştiriler yönelterek, "IŞİD’e destek vermeyin dedik Ahmet Bey çıkıp 'bunu söylemek vatan hainliğidir' dedi. IŞİD’e destek verdiklerini bütün dünya biliyor. Belge mi istiyorsun sen" sözleri ile, "silahları götüren şoförlerin ve savcıların ifadeleri" dediği belgeleri açıkladı.
Kılıçdaroğlu, partisinin grup toplantısında konuştu.
**Kılıçdaroğlu'nun konuşmasından satırbaşları şöyle:**
Parlamentonun özellikle yürütme organının arka bahçesi haline gelmesi bizim kabul edeceğimiz bir uygulama değildir. Parlamento denetim yetkisini kullanmalıdır. İlk anayasada öngörülen temel maddelerden birisi egemenlik kayıtsız şartsız milletindir maddesidir.
Bizim kültürümüzde bizim tarihimizde kuruluşlumuzda iki temel öğe vardır. Parlamenter sistem ve bağımsız yargı. Bugün geldiğimiz noktada parlamenter sistem ile sorunu olan bir iktidar var. Parlamenter sistemi kaldıracağım diyor. Eğer yargı bir ülkede bağımsız ve tarafsızsa orada demokrasi var demektir. Yargının siyasi otoritenin arka bahçesine dönüşmesi en büyük darbeyi demokrasiye vurur. Yeni seçilen HSDYK üyelerine sesleniyorum: Yargıya güven duyulmasını sağlayacak olan sizlersiniz. Ben Ergenekon davası yargıçlarına "çocuklarınıza ileride benim babam yargıçtı diyecek bir mirası bile bırakmadınız" demiştim.
Parlamenter sisteme sahip çıkmak milli egemenliğe sahip çıkmak demektir. Bir ülkenin yönetim tarzını tarihi birikimi kültürü belirler. 200 yıllık parlamenter sistemi deneyimimiz var. 200 yılı bir anda silip atacağız yerine beyefendinin belirlediği yönetim şeklini getireceğiz öyle mi. Havuz medyasına seslenmiyorum onlar zaten havuzda kendi alemlerini yaşıyorlar. Bankadan paralar geliyor evler yalılar gidiyor.
TBMM’de denetim yetkisini kullana tek parti var. O da CHP’dir. Neden sadece CHP bunu yapıyor. İktidarın ezici bir gücü var. CHP’nin muhalefeti karşısında arada bir kaba güç gösterisi yapmaya kalkıyor. Bu bizim gücümüzü gösterir. Biz kaba güce karşı da direndik. Bütün kamu görevlilerine sesleniyorum hükümete yakın memur sendikalarına sesleniyorum bakın AKP’ye gözü kapalı oy verdiniz sizin hakkınızı biz savunduk. Eğer kim seni görevden alırsa bağımsız yargı seni haklı görüyorsa oturup kalkıp CHP’ye teşekkür edeceksin.
Özeleştirmelerin hukuka uygun şekilde yapılması gerekiyor. Bir yasa getirdiler ve özelleştirmelerle ilgili mahkemenin verdiği kararların uygulanmaması yönünde. Hani bu milletin anasına küfür eden birisi vardı ya onu korumak için getirdiler bunu.
"Özgürlüğün teminatı benim" diyor Ahmet Bey. Yeni Ahmet Bey. Peki vatandaşın hangi internet sitesine girdiğini neden merak ediyorsun. İnsanların hangi internet sitesine girdiği takip ederek vatandaşları fişleyecek. Sevgili yurttaşlarım senin özgürlük güvencen CHP’dir. Bunu için de Anayasa Mahkemesi’ne gittik ve AYM bizi haklı buldu ve iptal etti.
Ortadoğu'da yaşananları biliyoruz. Kan gövdeyi götürüyor. Hepimizin yüreği ağzında. Oysa 2002'de böyle bir olay yoktu. İktidarı devraldıklarında ne terör ne Ortadoğu bataklığı vardı. Huzurlu bir Türkiye vardı. Geldikleri nokta kan gölü bir Ortadoğu ve bunu Türkiye'ye ithal eden bir iktidar.
Bir tezkere getirdiler hayır dedik. Gerekçemiz çok açıktı. Sözcülerimiz çıktılar, TBMM kürsüsünde bunu açıkladılar. Şimdi hepimizin her gün televizyondan izlediği Kobani olayı var. Orada masumlar öldürülüyor. Biz bu olaya çözüm üretelim dedik. Kobani ile ilgili özel bir görüş kaleme aldık ve bunu ben bir basın toplantısında açıkladım. Pek çok kanaldan olumlu olumsuz tepkiler geldi. Olumsuz tepkiler için şunu söylemek isterim.
1. Kobani neden önemli? Bizim tezkeremizin ana amacı nedir? Bizim görüşün ana amacı nedir? Diyorlar ki Kobani'de siviller kalmadı, PKK unsurları var. Dünyadan haberi olmayanların söylemidir bu. 10 Ekim 2014, bundan dört gün önce BM Suriye özel temsilcisi dedi ki, "Çocuk ve yaşlı dahil yüzlerce sivilin kentin içinde olduğu, 10 ile 13 bin kişinin de Türkiye sınırı ile Kobani arasında olduğu biliniyor. BM diyor ki IŞİD'in eline geçerse Kobani Srebrenitza'ya benzer bir katliam yaşanabilir.
Orada yaşayanların akrabaları Türkiye'de... Eğer bir katliam olursa o katliama kayıtsız kalınmaz. Bosna Hersek'e başka yerlere de kayıtsız kalmadık. Buna da kayıtsız kalamayız. Kadın ve çocukların gözümüzün önünde öldürüldüğü bir dönemde sessiz kalırsak Türkiye büyük imaj kaybeder. Biz güçlü bir devletiz. İnsan hakları ihlallerine karşı sesimizi çıkarmak zorundayız.
2.'si, Kobani Türkiye'nin güvenliği açısından önemlidir. Eğer IŞİD KObani'yi alırsa 400 kilometrelik bir sınır komşumuz IŞİD olacak. Bir terör örgütüyle komşu olacağız. PKK terör örgütünü Kuzey Irak'ta neler yaptığı malum. Şimdi 400 Km'lik bir hat daha açılacak. Başta bunu engelleyemezseniz sonra hiç engelleyemezsiniz. Biz ülkemizi seviyoruz. Kan akmasın istiyoruz.
Bir başka önemli nokta... Kobani Suriye için de çok önemli. Biz Suriye'nin toprak bütünlüğünü savunmuyor muyuz? Irak'ı savunmuyor muyuz? BM kararlarında bu var mı, var... Eğer Suriye parçalanırsa IŞİD yerleşirse, o zaman terörle iç içe bir yapı ortaya çıkar. Suriye'deki kargaşa mutlaka Türkiye'ye de sıçrayacaktır.
Kobani Ortadoğu için de çok önemlidir. IŞİD terör örgütünün at koşturması kolay ve doğru bir iş mi? Buna hep beraber itiraz etmeliyiz. Biz öneride bulunduk olur veya olmaz. Ama önerimizin çok haklı olduğu ortaya çıktı ki, yukarıdan aşağıya kadar, Bremen mızıkacıları gibi bizim önerimizin yanlışlığını anlatmaya başladılar.
Terör kimden gelirse gelsin ona karşı durmak bir insanlık görevidir. İster IŞİD'den ister PKK'dan... Mücadele etmek bizim görevimizdir.
Bunu söyleyen bir kişinin kafasında demokrasinin D’si bile yoktur. Çünkü ben konuşunca rahatsız oluyor. Doğrulardan rahatsız oluyor. Benim konuşma gerekçem zaten senin rahatsız olman için, doğruları bulman için. Sevgili Peygamberimizin çok güzel bir sözü var bu konuda: İnsanı pişman eden kendi görüşlerindeki ısrarıdır. Akıllıya danışıp onu dinlemeyen pişman olur. Ben düşüncelerimi söylüyorum. Oturup bakarsın. Bunları yapmayın Türkiye zarar görür dedik ama yaptılar ve Reyhanlı’da Cilvegözü’nde vatandaşlarımız öldü.
IŞİD’e destek vermeyin dedik Ahmet Bey çıkıp "bu söylemek vatan hainliğidir" dedi. IŞİD’e destek verdiklerini bütün dünya biliyor. Belge mi istiyorsun sen işte silahları götüren şoförlerin ve savcıların ifadeleri.
Şimdi ben ona soruyorum kim vatanına ihanet ediyor sevgili Ahmet Bey. Efendim biz insani yardım malzemesi gönderdik diyorlar. Erdoğan Somali’ye gitti ve insani yardım malzemesi götürdü. Oraya bir sürü insan sanatçı götürdü. Maden insani yardım malzemesi götürüyorsan bu tırlara neden yasak geliyor. Yayınlanması yasak. Hani insani yardımdı. IŞİD’in elindeki silahlar Recep Tayyip Erdoğan’ın Davutoğlu marifetiyle gönderdiği silahlardır.
Herkes biliyor ama dertleri şu: Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları bunu öğrenmesin. IŞİD petrol satıyor günde 2 milyon dolarlık. Kime satıyor bunu. Ankara'da İstanbul’da Gaziantep’te IŞİD’e eleman devşiren ofisleri var. Konya Müftüsü şöyle diyor Ali Akpınar 4 gün önce: Konya’dan 100 kişi gidip IŞİD’e katıldı. Bombalama oldu bunlardan 10-15’i öldü. Bu militanlar giderken sen bir yerlerden armut mu topluyordun.
IŞİD’in hücreleri de var. Toplanıyorlar cenaze namazı kılıyorlar üniversitede öğrencilere saldırıyorlar. Yurtdışından gelip IŞİD’e katılanlar var. Bunların kendileri anlatıyorlar zaten. Biden’ın açıklamaları var en son. Özel bir görüşme olduğu için özür diledi. Yalan olduğu için dilemedi. IŞİD’e açıkça bu hükümetin desteği var.
## Okuyucu Yorumları |
207242 | haber | Kılıçdaroğlu: Erdoğan'ın uçak krizi konuşması çaresizlik ifade ediyor | null | # Kılıçdaroğlu: Erdoğan'ın uçak krizi konuşması çaresizlik ifade ediyor
## CHP lideri Kılıçdaroğlu, Suriye ile yaşanan uçak krizini ve AKP'nin dış politikasını değerlendirdi
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, AKP hükümetinin dış politakasının blöfe dayalı olduğunu söyledi. Kılıçdaroğlu, Mavi Marmara baskınıyla sarsılan Türkiye imajının Rumların Akdeniz’de petrol araması ve Suriye ile yaşadığımız uçak krizi ile gelinebilecek son noktaya geldiğine dikkat çekti. CHP lideri Erdoğan’ın uçak krizi sonrası yaptığı açıklamayı ise, ‘’ Sayın Başbakan'ın dün grupta yaptığı konuşma neydi? Bütün dünya izledi ne oldu orada? Bu konuşma bir çaresizlik ifade ediliyor’’ dedi
Kılıçdaroğlu, Ahmet Hakan'ın sunduğu tarafsız bölge programına konuk oldu. Kılıçdaroğlu, programda Metehan Demir, Fikret Bila, Faruk Mercan ve Deniz Zeyrek’in Suriye ile yaşanan uçak krizine dair sorularını yanıtladı
Kılıçdaroğlu, AKP hükümetinin dış politikasını eleştirdi. CHP lideri Başbakan Erdoğan'ın dış politikada tutamadapı birçok söze imza attığını ve bunların sonucunda Türkiye'nin bugünkü krizlere maruz kaldığını söyledi.
Kılıçdaroğlu, Rumların Akdeniz'de petrol arama çalışmalarını örnek göstererek, AKP'nin, ''Rumlar Akdeniz'de petrol araması yaparsa bunu savaş sebebi sayarız'' sözlerine değindi. CHP lideri Rumların AKP'nin bu tavrına ise, ''Türkler konuşur ama yapmaz'' sözleriyle karşılık verdiğine dikkat çekti.
**İşte Kılıçdaroğlu'nun açıklamalarından bazıları şöyle:**
## 'Dış politikamız blöf üzerine kurulu'
''Ben hiçbir zaman komşularımızla savaş edelim demedim. Bu ülkenin dış politikası blöf üzerine kurulu. Sayın Başbakan sadece bilgi sundu, öneriniz var mı diye sormadı. Orda yeni öğrendiğimiz bir şey hangi sahada hangi dakikada uçağımız neredeydi, bu noktada vuruldu. Sadece bazı telsiz seslerinin olduğu belirtildi. O da bize dinletilmedi. Sayın Davutoğlu Kıbrıs’ta bir İngiliz üssü olduğunu ve onlardan da yardım istendiğini söyledi.''
## 'Diplomatik ilişki böyle kurulmaz'
''Ben Başbakan olsaydım böyle bir tablo olmazdı. Bir ülkeyle böyle diplomatik ilişkiler kurulmaz. Eğer bir Başbakan bunu yapıyorsa dönüp kendisini sorgulaması lazım. Şimdi siz Esad'ın elini öyle güçlendirdiniz ki. Hani belasını arayan adam derler, geldiğimiz yaşadığımız nokta bu.''
## 'Mavi Marmara Türkiye'nin kırılma noktasıdır'
''Gazze'de Kızılay'ın tesisi var, yardım götürebiliyoruz. Neden böyle bir provokasyona Türkiye'yi alet ediyorsunuz. Gazze'ye kadar Türk gemilerinin Gazze'ye yardım götüreceğini ve Türk Donanmasının eşlik edeceğini söylediniz. Ben demedim mi eğer bunu yaparsanız alnından öpeceğim diye. Ama ne oldu uluslararası sularda gemiye çıkıldı ve vatandaşlarımız öldürüldü. Mavi Marmara olayı bana göre hükümetin temel kırılma noktasıdır''
## 'Erdoğan'ın konuşması çaresizlik ifade ediyor'
‘’Öyle laflar ettiler ki yani Suriye elini kaldırsa savaş ilan edeceğiz dediler. Sayın Başbakan sen şunu, şunu yaparım dedin. Sayın Başbakan'ın dün grupta yaptığı konuşma neydi? Bütün dünya izleri ne oldu orada? Bir çaresizlik ifade ediliyor orda bir çaresizlik. NATO ne yapacak orda? NATO'ya üye olmasaydık bile NATO aynı şeyi konuşacaktı.’’
## 'Demokrasi silahla gelmez'
'Türkiye hiç bir ülkenin içişlerine doğrudan müdahale etmesin. Bundan vazgeçsin. Biz bu tür olayları istemiyoruz. Kendi içlerinde sorun varsa sorunu çözerler. Esad'ın kendi ülkesinde demokrasi ve özgürlüklerden yana bir politika izlemediğini hepimiz biliyoruz. Ama unutmamamız gereken ortadoğu'nun denklemidir. Suriye tak başına Suriye değildir. Bu denklemde Rusya var. Esad gitsin diyorsunuz kim gelecek? Arap baharının yaşadığı hengi ülkeye demokrasi geldi? Bir Fransız gazeteci 1789 Fransız devriminin bile hala oturmadığını söyler.''
## Pilotlar uçaktan atladı mı?
''Sayın Başbakan Bir bot fotoğrafı gösterdi, bize bir postal fotoğrafı gösterildi. Diğer 3 postalın fotoğrafını görmedik. Bulunan bot sayısının 4'e yükseldiği söylendi. Eğer pilot kabinindeki koltuklar uçaktan fırlayıp ayrılıyorsa onun çakardığı bir ses var. Onu mutlaka radar tesbit eder. Bunu o zaman ne radar ve başka bir tesbit eder. Kokpitte bir maddenin eridiği ve o maddenin de füzeyle erimiş olabileceği söylendi''
## Okuyucu Yorumları |
200846 | haber | Kır polisi olarak görev yapacak Jandarma’ya Fransız tipi kıyafet geliyor | null | # Kır polisi olarak görev yapacak Jandarma’ya Fransız tipi kıyafet geliyor
## Jandarma’yı sivilleştirme sürecinde ilk adım kıyafetlerde atıldı
-
A
+
Jandarma’yı sivilleştirme sürecinde ilk adım kıyafetlerde atıldı. İçişleri Bakanlığı’na bağlanarak kır polisi olarak görev yapacak Jandarma’ya Fransız tipi kıyafet geliyor
Genelkurmay Başkanlığı’ndan tamamen ayrılacak olan Jandarma Genel Komutanlığı’nın sivilleşme sürecinde ilk adım kıyafetle başladı. İçişleri Bakanlığı’na bağlı iç güvenlik teşkilatına dönüştürülecek olan Jandarma’da, artık asker kıyafetleri yerine polislerinkine benzer koyu lacivert üniforma giyilecek. Jandarma Genel Komutanlığı tarafından bu hafta onaylanması beklenen yeni üniformaların esin kaynağı ise Fransız jandarmalarının giysileri.
Dicle Baştürk'ün Taraf'ta yayımlanan haberine göre, eğitim ve öğretimle askerî kânun ve nizamların kendisine verdiği görevler yönünden Genelkurmay’a, Emniyet ve asayiş görevlerinin ifası yönünden İçişleri Bakanlığı’na bağlı olan Jandarma’nın tamamen bakanlığa bağlanması amacıyla hazırlanan yasa tasarısı önümüzdeki günlerde Meclis’e sevk edilecek. Jandarma’nın tamamen emniyet teşkilatına bağlanmasını öngören mevzuat değişikliğinin ilk yansımasıysa kıyafetlerde olacak.
Askerî kıyafetlerden arınacak olan jandarmalar, polis teşkilatında giyilen sivil üniformalarla kuşanacak. Koyu lacivert olarak tasarlanan üç değişik sivil üniforma tasarımının bu hafta Jandarma Genel Komutanlığı’na sunulacağı öğrenildi. Fransız Jandarması’ndan ilham alınan yeni tasarımların Jandarma Genel Komutanlığı’nın Güvercinlik Lojistik Komutanlığı’na bağlı Dikimevi’nde yapılan hazırlıkları tamamlandı. Üniforma modelleri Jandarma Genel Komutanlığı tarafından onaylanmasının ardından basına tanıtılacak.
## Değişim, hükümetin AB’ye taahhüdü
Bakanlık’ça değiştirilecek olan mevzuata göre, yaklaşık 300 bin personele sahip olan Jandarma teşkilatı askerî görevlerinden tümüyle arındırılacak. Jandarmalar, emniyet teşkilatı gibi iç güvenlik teşkilatına dönüştürülecek. Jandarma Genel Komutanlığı’nda yaşanacak olan sivilleşme sürecinin dayanağı, hükümetin Avrupa Birliği’ne (AB) verdiği taahhüde dayanıyor. Resmi Gazete ’nin 31 Aralık 2008 tarihli mükerrer sayısında yayımlanan Ulusal Program’ın "Siyasi Kriterler" alt başlığında AB’ye verilen taahhütte, şu ifadeler yer alıyor: "İç güvenlik hizmetinin, hükümetin belirleyeceği politikalar doğrultusunda ve yine hükümetin denetim ve gözetiminde; ‘hukukun üstünlüğü’ ve ‘insan hak ve hürriyetleri’ çerçevesinde, kolluk kuvvetlerinin profesyonel ve uzmanlaşmış birimleri tarafından yerine getirilmesi esastır. Bu kapsamda, iç güvenlik yönetiminin koordinasyonunu ve sivil idarenin iç güvenlikle ilgili görev, yetki ve sorumluluklarını etkin olarak yerine getirmesini güçleştiren mevzuat hükümleri ve uygulamaları değiştirilecektir."
İçişleri Bakanlığı’na bağlı görev yapan polis teşkilatı iç güvenlikten sorumluyken, Jandarma’nın asayişin sağlanmasında Jandarma Genel Komutanlığı’na bağlı olarak faaliyet göstermesi iç güvenlikte çift başlılığa neden oluyordu.
## Okuyucu Yorumları |
229038 | haber | Kıvanç Tatlıtuğ'un sır gibi sakladığı kardeşi Melisa | null | # Kıvanç Tatlıtuğ'un sır gibi sakladığı kardeşi Melisa
## Aile ve özel hayatını her zaman gözden uzak yaşayan Kıvanç Tatlıtuğ'un kız kardeşi Melisa, ağabeyinin düğününde ortaya çıktı
Kıvanç Tatlıtuğ ile kardeşi Melisa’nın verdiği bu poz, sosyal medyanın en çok paylaşılan karelerinden oldu. Abileri Cem Tatlıtuğ’un düğününde çekilen fotoğraf, yakışıklı oyuncunun hayranlarından büyük ilgi gördü. Kendisi gibi sarışın olan kız kardeş Melisa'nın, Tatlıtuğ'a olan benzerliği dikkat çekti.
Kardeşinin çok güzel olduğuna dair sosyal medyada yorumlar alan Tatlıtuğ, mesaj yağmuruna tutuldu. Melisa'nın yapımcıların dikkatini ne zaman çekeceği merak konusu oldu.
## Okuyucu Yorumları |
206627 | haber | Kıyıda köşede kalan haberler: 'Eskort kızlar' | null | # Kıyıda köşede kalan haberler: 'Eskort kızlar'
## Kürşat Bumin: DGM adını taşıyan demokrasi düşmanı bir kurum, 40 yıldır ayakta değil mi?
**Kürşat Bumin**
(Yeni Şafak, 19 Haziran 2012)
## Kıyıda köşede kalan haberler: 'Eskort kızlar'
'Değişim' mi dersiniz 'dönüşüm' mü dersiniz her ne ise de gerçekten zor bir iş bu. Ülkedeki devletin ne zamandır başına buyruk bir hayat sürmesi, zihnindeki formata uymayan toplumu neredeyse 'olsa da olur olmasa da olur' kabilinden hiç mi hiç dikkate almaması cumhuriyetin (anayasaları ölçü alarak konuşacak olursak) 'Birinci'si gibi 'İkinci'si ve 'Üçüncü'nde de hakim anlayıştı.
Sonra bir şeyler oldu ve –yakın zamanda değil, çokça tekrarladığım gibi 'Milli Nizam'dan başlayan epeyce yönleriyle farklı bir siyasetin evrim geçirmesiyle- memleket ve toplum gibi 'Devlet'te de bir takım değişiklikler yaşanmaya başlandı. Bu değişimin olumlu yanlarına hatırlatmaya gerek yok, çünkü –gönlünde yatsın yatmasın- hemen herkesin az ya da çok hakkını teslim ettiği bir süreç bu. Bu süreçte değişiklik için el atılan birçok devletsel kurum –yalan değil- eskiye nazaran daha bir saydam, daha doğrusu daha bir görünür olmaya başladı. Bu sözlerimden 'pembe bir tablo' çizmekte olduğum sanılmasın, olduğu-olabildiği kadarından söz ediyorum. Yoksa, devletin hiçbir şeyi unutmayan ve yeni hiçbir şey öğrenmeyen inatçı hafızasının ürünü saydamlıktan, görünür olmaktan uzak pek çok kurum, düzenleme ve işleyiş hâlâ ayakta. Değişim-dönüşüm süreci derken bu yolda elde edilen olumlu gelişmelerin nedenini sadece kendimizde aramak gibi bir alışkanlığa da kapılmamalıyız. Doğru, 'Biz' bir ölçüde değiştik ama bu zaman zarfında 'Dünya'da da, yani 'Onlar'da da hayali bile imkansız değişiklikler yaşandı. Devletin son derece 'inatçı' hafızasından söz ettim. Bir örnek mi istiyorsunuz? Vereyim bir örnek o halde: Devletin 12 Mart'ta aklına gelen ve Anayasa'ya soktuğu Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) adını taşıyan demokrasi düşmanı bir kurum, 40 yıldır ayakta değil mi? Önüne çıkan 'komünist' ve 'mürteci'yi içeri tıkmak için icat edilmiş bu 'mahkemeler', geçen zaman içinde sadece isim değiştirip bu sefer 'terörist' peşine düştüler. Namık Kemal'in o güzel 'Barika-i hakikat, müsâdeme-i efkârdan doğar' vecizesi ile hayatında karşılaşmamış bir 'mahkeme' değil mi bunlar?
Birkaç yerde hatırlatıldı ama fazlasının zararı yok; Doğan Akın (T24) birkaç gün önce DGM heyetinin önüne çıkarılmış olan Fethullah Gülen'in savunmasıyla ilgili yayımladığı 'Sanık Fethullah Gülen'in savunmasından cemaate hatırlatmalar' başlıklı yazısı devletin 'inatçı hafızası' çerçevesinde çok yerinde bir örneği hatırlatıyordu. (Yeri gelmişken: Akın'ın söz konusu yazısına Nazlı Ilıcak'ın gösterdiği tepkiyi değerlendiren satırları da pek güzeldi doğrusu...)
Hatırlayanlarınız mutlaka vardır. 'Eski Rejim'de 'casusluk' hikayeleri çok tutulan, çok konuşulan bir konuydu. Dönemin MİT'i (eski adı ile 'Milli Emniyet') haliyle bu konu ile özellikle ilgileniyordu. 'Soğuk Savaş'ın adı ne kadar 'soğuk' olsa da, adı sonradan 'Terörle Mücadele Masası'na dönüştürülen 'Siyasi Şube' (bu 'dönüşümün' tek başına ne büyük şeyler ifade ettiğinin hatırlatılmasını Demokrat Yargı Derneği Eşbaşkanı Orhan Gazi Ertekin'e borçlu olduğumuzu unutmayalım.) ve dönemin MİT'i 'casuslukla savaşı' bayağı 'sıcak' yöntemlerle sürdürüyordu. 'Cadı Kazanı' nitelemesini hak eden bir dönem... Her taraf 'sovyet casusu' kaynıyordu... Kendi halinde ve kendi başına yaşayan taşra kentlerinde bu 'casus' lisedeki edebiyat öğretmeni de olabilirdi, işinin başındaki terzi ya da kunduracı da... . Önceden de bir kere değinmiştim: 'Komünizmle Mücadele Derneği' adını taşıyan ve medyada da hatırı sayılır 'üyesi'(!) bulunan 'derin devlet', bir taşra şehrinin kalesine devasa bir 'Kominizm her görüldüğü yerde ezilmelidir' (geceleri aydınlatılan) panosu bile astırmıştı. Yani bir bakıma 'komiler' de 'casus' olabilirdi! (Bu hatırlatmayı yaparken, değişim-dönüşüm sürecinde Doğan Akın'ın biraz önce sözünü ettiğim ikinci yazısının çağrıştırdığı dönemi ve de yine sözünü ettiğim derneğin kurucularını-yaşatanlarını da hepten unutmayalım derim.)
Nereden mi çıktı bu 'casusluk' konusu şimdi? Nereden çıkacak, İzmir'de soruşturması yürütülen 'eskort kızlar' gelişmesi dolayısıyla. Konuya ilişkin –hemen her gazetede yer alan- birbirinin neredeyse aynı haberin şu bölümünün tek başına durumu açıkladığını sanıyorum:
'Zanlıların sorguları sürerken, çetenin kurbanlarıyla tanışmak için ilginç bir yöntem de ortaya çıktığı öğrenildi. İddiaya göre çetenin lideri konumundaki işadamı B.Ö., ile üniversiteli N.K.(25), önce tuzaklarına düşürecekleri askeri biriminin sorumlularını belirliyor, ardından da eskort kızlardan biri, trafikte bu subayın otomobiline bilinçli olarak çarpıp maddi hasarlı kaza yapıyordu. Burada telefon alışverişiyle başlayan tanışmanın ardından birlikte oldukları subayların gizlice görüntülerini çekip şantaj yapıyorlardı. Üniversiteli N.K.'nin bu tür bağlantılarda, Türkiye'nin birçok ilindeki askeri birliklere rahatça girip çıktığı belirlendi.'
## İnanılır gibi değil, bir 'rüya' sanki bu!
Siz bakmayın alıntıladığım bu haberde 'üniversiteli N.K (25)'in adının geçmemesine; meraklıysanız N.K.'nin isim ve soyadını açıkça veren gazetelerimiz de mevcut.
Ne güzel bir 'casusluk' bu böyle... Subayın arabasına bilinçli olarak çarp, sonra ilişkiyi ilerlet, sonra da -tabiî ki- 'görüntüler' ve de sonuç olarak 'askeri sırlar' cepte!
Söz konusu soruşturmayı böylece verdiği için kınadığım gazetelerin isimlerini vermeyeceğim. Ama bu hikayenin bu kadar kolaylıkla alıcı bulabilmiş olması doğrusu beni bile şaşırtıyor... Dikkat ettim benim gibi köşecilerin de konuyla ilgilendikleri yok. Bu çerçevede konuyla sadece Cüneyt Özdemir'in köşesinde karşılaştım. Özdemir'in yazısında konuya ilişkin benim gözümden kaçan şu bilgiler de yer alıyordu.
'Casusluk şebekesi o kadar rahat çalışıyor ki eskort kızlar (sayılarının 52 olduğu söyleniyor) teğmen elbiseleriyle karargâhların içinde dolaşıyor. Müthiş bir film...'
Ama durun durun, affedersiniz, dikkatli okumadığım için yanılmışım galiba! Özdemir, 'eskort kızlar' hikayesini sanki benim gibi okumuyor!
Evet evet 'sanki'si filan yok hikayeye bayağı sarmış görünüyor...
Gördünüz mü durumu? Kendime bir genç 'yoldaş' bulduğumu sanıyorken yine yanılmışım!.. Ne yazık...
'Üniversiteli N.K. (25)'in yönetiminde subayların üzerine salınmış sayıları 52'yi bulan 'eskort kız', güzel –ve 'inatçı mı inatçı'- memleket doğrusu...
## Okuyucu Yorumları |
204587 | haber | Kocasını kabloyla boğarak öldüren kadın konuştu | null | # Kocasını kabloyla boğarak öldüren kadın konuştu
## Şiddet uygulayan eşini boğarak öldüren ancak mahkemenin nefs-i müdafaa diyerek ceza vermediği 24 yaşındaki Gülfidan Kuşoğlu anlattı
-
A
+
24 yaşındaki Balıkesir Üniversitesi El Sanatları mezunu Gülfidan Kuşoğlu, 10 ay evli kaldığı eşini, kendisine şiddet uyguladığı gerekçesiyle boğarak öldürdü ve 6 aylık hapsin ardından mehkeme tarafından ‘nefs-i müdafaa’ kararıyla serbest bırakıldı.
"Zamanı geri alabilsem keşke ama eşim yanımda olsa mıydı yine bunu bilmiyorum. Beraat kararına inanamadım, mahkeme çıkışı polis memurlarına birkaç defa sordum. Cezaevindeki arkadaşlarım da benim kadar şaşırdılar" diyen Gülfidan'ın Vatan gazetesinden
**Öznur Karslı** 'ya anlattıkları şöyle:## 'Macera avcısı' cinneti
Gülfidan, olayın yaşandığı 5 Kasım 2011 sabahını ise bazen yutkunarak, bazen susarak, bazen de avukatlarının yardımını alarak anlatmaya çalıştı. Her şeyin ‘Macera Avcısı’ adlı filmi izlerken olduğunu söyledi ve başladı anlatmaya, "Filmin sahnelerinden birinde aktör ormanda geziyordu, o sırada ağaçtan akrep düştü, aktör akrebi sırtından düşürmeye çalışırken akrep bu defa pantolonunun içine girdi. Aktör iç çamaşırını çıkarmak için hamle yaptığı sırada eşimin kıskançlık huyunu bildiğim için gözlerimi kapatarak sahnenin bitmesini bekledim. Gözümü açtığımda aktörün sadece üstü görünüyordu. Uğur, bir anda ‘Böyle şeylere bakmak çok mu hoşuna gidiyor, neden bakıyorsun, ben evde yokken sen böyle filmleri mi izliyorsun’ diyerek bağırmaya başladı. Hazırlanmamı istedi, ablasıyla beni köye göndereceğini söyledi, bir yandan da tekme ve yumrukla dövüyordu"
## 'Soyun ve çık'
Soba karıştırmaya yarayan ucu eğik bir sopa ile bana vurdu, çaresiz bir şekilde kapıdan dışarı çıkmaya çalışırken bana ‘üzerindeki elbiseleri ben aldım soyun’ dedi. Zorla çırılçıplak soydu ve o şekilde sokağa çıkarmak istedi. Karşı çıktım. Bu defa saçlarımdan sürükleyerek evin salonuna getirdi. 10 dakika boyunca dövdü. Sonra giyinmemi istedi. Elektrikli sobanın başına geçti. Sırtını koltuğa dayadı ve bir sigara yaktı.
## 'Cinayet anları'
Gördüğü işkenceler gözünün önünden gitmeyen Gülfidan, eşini öldürme anını ise şöyle anlattı: "Uğur’un sigarasını bitirdiğinde tekrar bana eziyet edeceği düşündüm. Elektrikli sobanın kablosunu prizden çıkardım, ani bir refleksle yerde oturan Uğur’un boynuna dolayıp tüm gücümle sıktım. Yaklaşık 2 dakika boyunca sıktım. Sonra Uğur’un ağzından ve burnundan salya akmaya başlayınca korktum, Uğur da o anda yüz üstü yere düştü. Uğur’u yana çevirdim.
Benden bir bardak su istedi, hemen getirdim. Suyu getirdiğimde Uğur’a ‘Sen benim sevgime ve namusuma inanamadın’ diye bağırıyordum. Bana ‘sus’ işareti yaptı. Kafasını sağa sola sallamaya başladı ve ‘Beni boğ, yoksa çok kötü olacak. İyi boğ ama’ dedi. Uğur’un bu sözünden sonra beni öldüreceğini düşündüm. İkinci kez hamle yaparak, Uğur’un boynundaki kabloyu tekrar elime doladım ve sıktım. Kendimden geçmiştim. Pişmanlık duydum yaptığımdan. Sonra Uğur’un nabzına baktım, kalp masajı yaptım. Ancak Uğur’un kesin olarak öldüğünü anlayınca evden çıktım ve ablam Meryem’e olayı anlattım. Sonra babam ve dayım beni alarak karakola götürdü."
## 'Çocukluk aşkımdı'
Gülfidan, eşinin ölümüyle sonuçlanan süreci şöyle anlatıyor, "Ben Balıkesir Üniversitesi El Sanatları Bölümü’nü bitirdim. Uğur ise ilkokul mezunuydu. Çocukluğumuzdan beri tanışıyoruz. Üniversiteye gitmeden 2 yıl önce flört etmeye başladık. Birbirimizi sevdiğimizi ailemizden sakladık. Üniversite bittikten sonra yani 10 ay önce kaçmaya karar verdik. Uğur beni kaçırdı ve hemen sonrasında da evlendik. Evliliğimizin 3 ayı güzel geçti ama daha sonra aşırı kıskançlığı şiddete dönüştü. Pencere bile açtırmıyordu. Hatta televizyona çıkan erkeklerden bile beni kıskanıyordu. Bu kıskançlığı 3 ay içinde şiddete dönüştü. Dövüyordu, tekme - tokat saldırıyordu, hakaret ediyordu, üzerimde sigara söndürüyordu."
## 'İlk işim üniversiteyi kazanmak'
Eşi Uğur’un ismini duyduğunda gözlerini yere düşürüyor. Yüksek sesle söylediği en net cümle ise "Pişmanım." Ellerini koyacak bir yer bulamıyor, sesi titriyor ancak her seferinde duyduğu pişmanlığı dile getirmeye çalışıyor. Sözleri boğazına diziliyor, karşısında oturan babasının gözlerine bakıyor.
## Okuyucu Yorumları |
231889 | haber | 'Gezi Parkı direnişçilerinin yarısı polis şiddeti olduğu için eyleme katıldı!' | null | # 'Gezi Parkı direnişçilerinin yarısı polis şiddeti olduğu için eyleme katıldı!'
## KONDA'nın anketine göre, Gezi Parkı direnişine katılanların yüzde 79'u hiçbir derneğe üye değil
KONDA Araştırma ve Danışmanlık Şirketi, Gezi Parkı direnişi üzerine yaptığı anketin sonuçlarını açıkladı. Ankete katılımcılarının yarısı "polis şiddeti"ne tepki için Park'a geldiklerini söyledi. Katılımcıların % 79'u hiçbir parti, kulüp ya da dernek üyesi olmadığını, % 69'u da, Gezi Parkı olayını sosyal medyadan duyduğunu cevapladı.
T24 yazarı **Bekir Ağırdır** 'ın Genel Müdürü olduğu KONDA, Gezi Parkı direnişine katılan 4411 kişi ile 6-7 Haziran'da görüştü.
## KONDA'nın yaptığı araştırmanın sonuçları
**İlk haberi hangi kaynaktan aldılar?**
Olaylarla ilgili ilk haberi, parkta bulunanların yüzde 15’i bir arkadaş veya tanıdığından ve **yüzde 70’i sosyal medyadan duymuş**. İlk olarak televizyondan duyanlar yüzde 7 oranında.
İlk haberi sosyal medyadan duyanların yaş ortalaması 26, televizyondan duyanların 40.
-
**Ne noktada gelmeye karar verdiler?**
Parktakilerin yarısı polisin şiddetini gördüğü noktada parka gelmeye karar vermiş.
| |
| 10,2 |
| 19,0 |
| 49,1 |
| 14,2 |
| 4,3 |
| 3,2 |
| 100,0 |
Üyeliği olmayan, örgütsüz olanların dörtte üçü polis şiddeti ve Başbakan'ın konuşmalarının ardından parka gelmiş.
Sade vatandaş olan gelen her on kişinin yedisi polis şiddetini, Erdoğan’ın açıklamalarını duyduktan sonra gelmiş.
Olaylar geçtikçe sade vatandaş olarak gelenler yüzde 85’ten yüzde 97’ye kadar çıkmış. Parktakilerin yüzde 47’sini sade vatandaş olup polis şiddetini gördüğü noktada gitmeye karar verenlerden oluşuyor.
**Ne zamandır, ne sıklıkta buradalar?**
Daha uzun süredir olanlar sivil toplumla daha tanışık: Başından beri sürekli orada olanların yüzde 26’sı, ilk defa gelenlerin yüzde 13’ü parti veya STK üyesi. Ağaçlar için orada olanlar daha ağırlıklı olarak örgütlerden.
| |
| % 26 |
| % 21 |
| % 18 |
| % 13 |
Parktakiler arasında kadınlar, siyasi katılımı olmayanlar, sade vatandaşlar 10 gün içinde artmış.
İlk defa gelenlerin yüzde 90’ı polis şiddetinden itibaren gelmeye karar vermiş.
Haberler parktakilerin arkadaşlarından, sosyal medyaya, orada da internet sitelerinde ve televizyona yayıldıkça, daha sonra gelenler artmış.
Başından parkta olanlarda daha önce eyleme katılma oranı yüzde 65 ve her yeni gelen grubun eyleme katılmışlığı daha az. İlk defa gelenlerin ancak yüzde 40’ı daha önce eyleme katılmış.
Yaş düştükçe, parka gelme sıklığı artıyor.
| |
| 55,6 |
| 44,4 |
| 100,0 |
**Sosyal medyada mesaj paylaştılar mı?**
Parkta bulunanların yüzde 85’i, sosyal medyada mesaj, fotoğraf, bilgi paylaşmış.
Parktakiler ne kadar erken gelmişlerde, sosyal medyada mesaj paylaşma oranları o kadar yüksek.
**Neden buradalar?**
Parkta bulunma sebebi, yüzde 58 oranında "özgürlüklerin kısıtlanmasına karşıtlık." Bunu yüzde 37 ile Ak Parti’ye ve politikalarına karşıtlık ve yüzde 30 ile Erdoğan’ın açıklamalarına, tavrına tepki takip ediyor.
Orada bulunma sebepleri arasında ağaçların sökülmesini gösterenler yüzde 20, yani her beş kişinin biri.
| |
| 58,1 |
| 37,2 |
| 30,3 |
| 20,4 |
| 19,5 |
| 8,0 |
| 4,6 |
| 100,0 |
**İnsan haklarına bakış**
En çok hakkı ihlal edildiği söylenenler "Azınlıklar ve ötekiler"
Yüzde 62, kendisini hakları ihlal edilen grubun içinde görüyor.
**Ne talep ediyorlar?**
| |
| 34,1 |
| 18,4 |
| 9,7 |
| 9,5 |
| 8,0 |
| 6,2 |
| 6,1 |
| 4,6 |
| 3,2 |
| 2,5 |
| 100,0 |
## Siyasi Katılım
**Oy vermişler miydi? Kime oy vermişlerdi?**
Parktaki her üç kişiden biri partisiz: 2011 seçimlerinde oy kullanmamış, boş oy vermiş veya yaşı tutmadığı için oy vermemiş.
"Bugün seçim olsa, oyunuzu kime verirdiniz?" sorusuna yüzde 28 oranında kararsız ve yüzde 18 oranında oy kullanmam diyen olması dikkat çekici. Yüzde 31 oranında CHP cevabı verilmiş.
Parkta bir oluşumu, grubu temsilen bulunanların yarısı partisiz.
**Siyasi parti ve STK’lara üyelik**
Ankete katılanların yüzde 79’u herhangi bir siyasi partiye, oluşuma veya dernek, vakıf, platform gibi sivil toplum kuruluşuna üye değil.
Parti veya STK’ya üye olanların yüzde 38’i, olmayanların yüzde 52’si oy konusunda kararsız veya oy vermek niyetinde değil.
**Eyleme katılım**
Eyleme gelen her altı kişiden biri hem parti / STK üyesi hem de daha önce eyleme katılmış ama her beş kişiden ikisinin ne üyeliği var ne de daha önce eyleme katılmış.
Parktakiler arasında daha önce eyleme katılmış olanların yüzde 47’si, katılmamış olanların ise yüzde 53’ü seçim için herhangi bir partinin adını söylemiyor.
Parkta olan ve daha önce bir örgüte üyeliği olmayanların yarıya yakını kendisini insan hakları ihlalinin bir parçası olarak görmüyormuş.
**Buraya neden geldiler? Sade vatandaş / oluşum**
Yüzde 94 "sade vatandaş" olarak buradayım demiş. Kalanlar ise bir grubu, oluşumu vs. temsilen orada.
Öğrencilerin yüzde 92'si sade vatandaş olarak parkta. Bir oluşumu temsilen gelenlerin yarısı öğrenci.
Bir oluşumu temsilen gelenlerin yarısı, oy vermeyen veya kararsız olanlar.
Parktaki her dört kişinin üçü sade vatandaş olarak gelmiş ve herhangi bir parti /STK üyeliği yok.
| |
| 93,6 |
| 6,4 |
| 100,0 |
## **Demografi**
** Cinsiyet**
Kadın – erkek eşit oranda
**Yaş**
Yaş ortalaması 28
Ankete katılanların yarısı 21-30 yaş arası. Yüzde 31’i 21-25 yaş arası, yüzde 20’si 26-30
**Eğitimleri**
Eğitim seviyesi Türkiye ortalamasının üzerinde. Yüzde 35 lise mezunu, yüzde 43 üniversite mezunu
Baba eğitim durumu da Türkiye’den farklı. Yüzde 33’ün babası üniversite mezunu, yüzde 28 lise mezunu
**Ne iş yapıyorlar?**
Parktakilerin üçte biri öğrenci, yarısı çalışıyor, altıda biri özel sektör çalışanı.
**Nerede doğdular?**
Yüzde 53 İstanbul doğumlu
** Gezi Parkı’na nerelerden geldiler?**
İstanbul’un Arnavutköy dışında bütün ilçelerinden katılım olmuş. İlk sırada Kadıköy, ikinci Şişli, üçüncü olarak da Beşiktaş var.
## Okuyucu Yorumları |
232613 | haber | KONSENSUS araştırma şirketinin 'bugün seçim olsa' anketi... | null | # KONSENSUS araştırma şirketinin 'bugün seçim olsa' anketi...
## KONSENSUS kamuoyu araştırma şirketi tarafından yapılan Haziran ayı anketine göre AKP'nin oyu yüzde 47.1
KONSENSUS kamuoyu araştırma şirketi tarafından, Genel Müdür Murat Sarı yönetiminde yapılan "Haziran Ayı Halkın Gündemi" araştırmasının sonuçları belli oldu.
**Haber3.com**'da yer alan habere göre, bin 500 kişiyle yapılan anketin sonuçlarına göre AKP'nin oy oranı yüzde 47 iken CHP'nin oylarını yükselttiği görüldü. Anket sonucuna göre en beğenilen lider Recep Tayyip Erdoğan...
**İşte KONSENSÜS araştırma şirketinin anket sonuçları :**
** Bugün seçim olsa**
AKP ...............% 47.1
CHP....................% 30.9
MHP....................% 14.6
BDP.......................% 4.6
Diğer.....................% 2.8
**En beğenilen siyasetçiler**
Recep Tayyip Erdoğan..............% 41.0
Mustafa Sarıgül.......................% 32.9
Kemal Kılıçdaroğlu...................% 27.1
Bülent Arınç............................. % 21.6
Devlet Bahçeli..........................% 18.9
**Bugün yerel seçim olsa**
AK Parti...............% 48.9
CHP.....................% 31.6
MHP.....................% 13.5
BDP.......................% 4.6
**Cumhurbaşkanı kim olsun?**
Abdullah Gül.......................% 34.4
Recep Tayyip Erdoğan.........% 26.7
Kemal Kılıçdaroğlu...............% 16.6
**Erdoğan Cumhurbaşkanı olursa yerine kim geçsin?**
Abdullah Gül......................% 24.7
Bülent Arınç........................% 15.7
Numan Kurtulmuş..............% 13.1
Ali Babacan.......................% 11.6
Ahmet Davutoğlu.................% 6.9
**Türk solunun lideri kim olsun?**
Mustafa Sarıgül..................% 30.9
Kemal Kılıçdaroğlu.............% 27.5
Deniz Baykal.......................% 4.2
## Okuyucu Yorumları |
209490 | haber | Kristen Stewart: Aldattım, üzgünüm | null | # Kristen Stewart: Aldattım, üzgünüm
## Alacakaranlık serisinin kahramanı Kristen Stewart'ın uzun süredir birlikte olduğu sevgilisi Robert Pattinson'ı aldattığı iddiaları doğrulandı
Oyuncu Kristen Stewart, Alacakaranlık serisindeki rol arkadaşı ve sevgilisi Robert Pattinson'ı ünlü yönetmen Rupert Sanders ile aldattığı iddialarına açıklama getirdi.
Stewart, People'a yaptığı açıklamada, "Robert'ı çok seviyorum, çok üzgünüm" diye konuştu.
22 yaşındaki Stewart ile 41 yaşındaki, evli ve iki çocuk babası Sanders'ı fotoğrafçılar yakaladı. 'Pamuk Prenses ve Avcı' filminde birlikte çalışan ikilinin fotoğrafları US Weekly dergisi tarafından yayımlandı. Stewart ve Sanders, park halindeki bir araçta öpüşürken fotoğraflandı.
Kristen Stewart'ın 3 yıldır birlikte olduğu Robert Pattinson ise konuyla ilgili açıklama yapmadı.
## Okuyucu Yorumları |
225850 | haber | Kronik hastalara emeklilik yolu | null | # Kronik hastalara emeklilik yolu
## 40 yıldır yürürlükte olan malulen emeklilik yönetmeliği sil baştan değişiyor
Malulen emeklilik yönetmeliğinin değiştirilmesi için çalışma başlatıldı. Böbrek nakli olanların mağduriyetinin ortadan kaldırılması planlanırken, birçok kronik hastalık da maluliyet kapsamına alınacak.
40 yıldır yürürlükte olan malulen emeklilik yönetmeliği sil baştan değişiyor.
Artık, organ nakli ve kronik hastalığı olanlar malulen emekli olabilecek.
Yeni düzenleme ile özellikle böbrek hastalarının mağduriyetinin ortadan kaldırılması planlanıyor. Böbrek nakli olanların maluliyet hakları geri alınmayacak.
Kalp, akciğer, karaciğer ve bağırsak nakli gibi hayati organ nakilleri sonrasına da maluliyet hakkı getirilecek ve aylıkları kesilmeyecek.
Yeni düzenleme ile, belirli oranda işgücü veya organ kaybına bağlı olarak tanınan emeklilik hakkının; şeker hastalığı, tüberküloz ve sara gibi pek çok kronik hastalığı olanları da kapsayacak şekilde genişletilmesi gündemde.
## Okuyucu Yorumları |
234723 | haber | Kültür Bakanlığı 'Gezi Parkı' için İdare Mahkemesi'ne başvurdu | null | # Kültür Bakanlığı 'Gezi Parkı' için İdare Mahkemesi'ne başvurdu
## Kültür ve Turizm Bakanlığı mahkemenin 'Gezi Parkı'yla ilgili yürütmeyi durdurma kararını Bölge İdare Mahkemesi’ne götürdü
Taksim Gezi Parkı'na yapılması planlanan Topçu Kışlası projesi için mahkeme yürütmeyi durdurma kararı vermesinin ardından, kışla yapımında ısrarcı olan Kültür ve Turizm Bakanlığı karşı bir hamle yaptı ve kararı Bölge İdare Mahkemesi’ne götürdü. Hürriyet'ten **Ali Dağlar** 'nı haberine göre, Bölge İdare Mahkemesi, dosyayı inceleyecek ve kararını verecek. Bölge İdare Mahkemesi'nin kararı kesin olacak. İstanbul 1. İdare Mahkemesi de Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi’ni 6 Haziran 2013 günü iptal etmişti.
## Yürütmeyi durdurmada iki karar
İstanbul 6’ncı İdare Mahkemesi’ndeki davayı Taksim Gezi Parkı Koruma ve Güzelleştirme Derneği açtı. Dernek, Kültür ve Turizm Bakanlığı aleyhine açtığı davada, "Topçu Kışlası süsü verilen alışveriş merkezi" yapılmasına olanak tanıdığı öne sürülen 27/02/2013 tarihli Kültür Varlıkları Koruma Yüksek Kurulu kararının iptalini ve yürütmenin durdurulmasını istedi. Dernek, Gezi Parkı’na polisin sert müdahalesinin geldiği ve olayların ülke çapına yayıldığı 31 Mayıs’ta mahkemeye başvurarak, parktaki ağaçların kesilmeye başlandığı gerekçesiyle Koruma Yüksek Kurulu kararının yürütmesinin durdurulmasını istedi. Mahkeme aynı gün oy çokluğuyla yürütmeyi durdurdu.
## Bakanlık pes etmedi
Davalı Bakanlığın yürütmeyi durdurma kararına yaptığı itiraz mahkemece 2 Temmuz’da yine oy çokluğuyla reddedildi. Bakanlık geçen hafta Bölge İdare Mahkemesi’ne başvurdu ve yürütmeyi durdurma kararına yaptığı itiraza ret kararının kaldırılmasını istedi. Dosya, itirazın incelenmesi için talep üzerine Bölge İdare Mahkemesi’ne gönderildi. Kararın ardından esasa devam edilecek. Gezi Parkı’na Topçu Kışlası’nı da içeren Taksim Yayalaştırma Projesi’nin iptal edildiği, 6'ncı İdare’nin yürütmeyi durdurma talebini ret gerekçesinde ortaya çıkmıştı.
## İdare projeyi iptal etti
Taksim Yayalaştırma Projesi ile Gezi Parkı'nın ‘Taksim Kışlasına’ çevrilmesinin önünü açan 17.01.2012 tarihli, 1/5000 ve 1/1000 ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Plan tadilatlarına Şehir Plancıları ve Peyzaj Mimarları ve Mimarlar Odası tarafından 1. İdare Mahkemesi’nde dava açılmıştı. 3 kişilik bilirkişi heyeti, plan tadilatlarının şehircilik, planlama ve koruma ilkelerine aykırı olduğu kanaatine vardı. Mahkemenin, Gezi olaylarının sürdüğü 6 Haziran 2013’te Taksim Yayalaştırma Projesi’ni iptal ettiği ortaya çıktı. Karar, Taksim’de yayalaştırma, battı-çıktı, Gezi Parkı ve Topçu Kışlası gibi tüm projeleri kapsıyor.
## Okuyucu Yorumları |
206204 | haber | 'Fotoğraflarını fotoşoplarsan kendine sorman gerekenler var güzel kadın' | null | # 'Fotoğraflarını fotoşoplarsan kendine sorman gerekenler var güzel kadın'
## Ayşe Özyılmazel, Gülben Ergen'in selülitlerinin haber konsu olmasının ardından Ergen'in gösterdiği tepkiyi eleştirdi
**Ayşe Özyılmazel**
(Sabah, 13 Haziran 2012)
## Selülitler Gülben Ergen ve fotoşoklar
Eğri oturup doğru konuşalım mı?
Birbirimizi kandırmayıp sonuna kadar dürüst olalım mı?
Konumuz selülitler, ünlü kadınlar, magazin medyası, fotoşoplar ve şoklar.
Şimdi nedir meselemiz; Gülben Ergen'in Bodrum'da oğluyla tatil yaparken denizde çekilmiş mayolu fotoğrafları.
Kadın ünlü, mevsimlerden yaz ve Bodrum'da denize giriyor. Ne giyecek? Mayo hatta bikini.
Magazin muhabiri yakalarsa ne yapacak? Şakır şakır fotoğraflarını çekecek.
Sonra ne olacak? Gülben Ergen gibi ünlü bir isim magazin eklerinin birinci sayfalarına mayolu haliyle çıkacak.
Bu dünyada da Türkiye'de de gayet normal.
Peki nedir kıyametlerin kopmasına sebep olan?
Gülben Ergen'in selülitlerinin 'şok şok şok' başlığıyla gündeme sunulması.
Haber çıkınca açtı ağzını yumdu gözünü Gülben. Olayı "Ben bu bedenle üç çocuk doğurdum, neler neler yaptım, okulllar açtım" kıvamına getirdi ki, benim için zurna burada zırt dedi sayın seyirciler.
Gülben Ergen'i severim. Hiçbir kadının selülitleriyle gündeme gelmesini istemem çünkü ben de orasına burasına takık, hep üç beş kilo fazlası olduğuna inandırılmış bir kadınım. Bıktım artık bu güzellik zorlamalarından, hep yetersiz hissettirilmekten, hep güzelliğe çeyrek kala duruvermekten.
Ama bir dakika arkadaşlar! Hepiniz ayaklandınız, tweetlere doymadınız ama sizin suçunuz yok mu?
Mesela Gülben Ergen'in suçu yok mu? Bence var.
Eğer sen kendinle barışık olmazsan, eğer sen kendini kabul etmezsen, eğer sen başta söylemen gereken sözleri, takınman gereken tavrı selülitli fotoğrafların patlayınca söylemeyi, takınmayı akıl edersen olmaaaaz!
Çünkü sahici durmaz.
Magazine fotoşoplanmış taş gibi mayolu fotoğraflarını yollarken üç çocuk annesi olmak konu değilse. Yine mayolu klipler çekerken olduğun güzel kadını sunmak işinin gereğiyse.
Sırf daha iyi, daha fit, daha hoş görünmek için Nihat Odabaşı gibi işinin ustası bir isimle çalışıyorsan.
Sahilde beline doladığın havlu ile oturup kendine işkence ediyorsan bence önce sorman gereken sorular var güzel kadın.
Mesela:
Olduğum gibi görünmekten memnun muyum?
Bedenimi gerçekten seviyor muyum?
Sevmiyorsam neden? Çünkü gerçekten harika bir kadınsın.
Yalandan 36-38 beden hallerimi fotoğraflarla halka sunarken neden mutluluk duyuyorum?
Bu tarz sorular yani. Aslında tüm ünlü kadınların kendine sorması gereken sorular.
Eğer sen fotoşop dünyasından bir güzellik yaratırsan bedelini de ödersin. Dünyanın her yerinde bu böyle ve bu bir haber. Üzgünüm ama öyle. Şimdi sen denizden çıkarken havluya sarıldın ya sevgili Gülben, işte orada düştü bütün hakların çünkü sisteme teslim ettin kendini. Eğer sen özgürce kamuflajsız dolaşsaydın belki magazin medyası selülitlerinden hiç söz etmeyecekti n'aber.
Neyse özetle kızlar diyorum ki; hadi herkes bıraksın havluları, pareoları, sahilde paparazzi gerginliğini. Herkes canının çektiği gibi bikinisiyle mayosuyla denize girsin. Fotoşopun suyunu çıkartmaktan da artık vazgeçilsin.
## Okuyucu Yorumları |
214527 | haber | Mahkeme 'yüzde 99 tecavüz' raporunu yetersiz buldu, beraat kararı verdi! | null | # Mahkeme 'yüzde 99 tecavüz' raporunu yetersiz buldu, beraat kararı verdi!
## Hizan Cumhuriyet Başsavcılığı'na verdiği ifadeye göre, N.Y., S.İ. adlı kişinin defalarca tecavüzüne uğradı
Bitlis'te tecavüz sonucu hamile kalan N.Y. altıncı ayda düşük yaptı. Adlî Tıp raporunda bebeğin babasının yüzde 99.9 oranında S.İ. olduğu belirtildi. Mahkeme, S.İ.’nin beraatine karar verdi.
**Aysun Yazıcı** 'nın Taraf'ta yer alan haberine göre, Bitlis Ağır Ceza Mahkemesi çok tartışılacak bir beraat kararına imza attı. Mahkeme, hafif derecede zekâ geriliği bulunan N.Y.’ye tecavüz ettiği iddiasıyla yargılanan S.İ.’nin beraatine karar verdi. S.İ.’den hamile kalarak altıncı ayda düşük yapan N.Y.’nin düşürdüğü çocuğun S.İ.’den olduğunun DNA testiyle ispatlanması mahkemeyi ikna etmeye yetmedi.
Bitlis’in Hizan İlçesi’nde yaşayan N.Y.’nin Hizan Cumhuriyet Başsavcılığı’na verdiği ifadeye göre, N.Y., S.İ. adlı kişinin defalarca tecavüzüne uğradı. N.Y.’nin ailesinin şehir dışına gittiği bir gün S.İ. eve geldi. Genç kız S.İ.’nin kendisini bayıltarak tecavüz ettiğini söyledi. Tehdit edildiğini ve korktuğu için yaşadıklarını kimseye anlatamadığını belirten N.Y. hamileliğinin altıncı ayında düşük yaptı ve cenini evinin yakınındaki bir yere gömdü. N.Y.’nin davranışlarından ve ortaya çıkan rahatsızlıklardan şüphelenen ailesi N.Y.’yi konuşturdu.
## Ceninden kemik örnekleri alındı
Olayın ortaya çıkması üzerine aile, S.İ. hakkında suç duyurusunda bulundu. Açılan davada savunma yapan S.İ., N.Y. ile hiçbir zaman birlikte olmadığını ve N.Y.’nin yalan söylediğini iddia etti. Bunun üzerine mahkeme, ceninin mezarının açılarak DNA testi yapılmasına karar verdi. Ceninden kemik örnekleri alınarak inceleme yapıldı. Adlî Tıp raporunda bebeğin babasının yüzde 99.9 oranında S.İ. olduğu belirtildi. Bunların yanı sıra, Bitlis Devlet Hastanesi ile Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi de N.Y.’nin tecavüzden dolayı "ruh sağlığının" bozulduğunu söyledi.
## 'Kadının beyanı esas alınmalı'
Delilleri değerlendiren mahkeme TCK’nın 223. maddesi uyarınca, "suçun sanık tarafından işlendiğine dair yeterli kanıt bulunamadığı" gerekçesiyle S.İ.’nin beraatine karar verdi. Aile, avukatları Eren Keskin aracılığıyla karara itiraz etti. N.Y.’nin hem tecavüze uğradığını hem de mağduriyetini ispatlamak zorunda bırakıldığını söyleyen Eren Keskin, "İnanılmaz bir karar verildi. Böyle durumlarda Avrupa’daki yargılamalarda olduğu gibi kadın beyanının esas alınması gerekiyor. Çok yanlış bir karar. Temyize gideceğiz" dedi. Bağımsız kurumlardan da rapor alınması gerektiğini söyleyen Keskin, "Adlî Tıp istenen cevabı olaydan aylar sonra veriyor. Bu zaman içerisinde kişinin tecavüze uğradığına ilişkin vücuttaki kanıtlar yok oluyor" diye konuştu.
## Okuyucu Yorumları |
174245 | haber | Mardin: Gülen cemaatinin hedefi iktidar mı? | null | # Mardin: Gülen cemaatinin hedefi iktidar mı?
## Türk modernleşmesi, Nakşibendilik ve Nurculuk üzerine çalışmalarıyla bilinen siyaset ve din sosyoloğu Prof. Şerif Mardin, Fethullah Gülen cemaati için önemli gözlemlerini dile getir
T24 - Türk modernleşmesi, Nakşibendilik ve Nurculuk üzerine çalışmalarıyla bilinen siyaset ve din sosyoloğu Prof. Şerif Mardin, Fethullah Gülen cemaati için önemli gözlemlerini dile getirdi. Mardin, "Okullarıyla yaratıcı biri Gülen. Bilhassa fakir halka önemli katkıları oldu" ifadesini kullandığı Gülen cemaaatinin "hakiki içinin bilinmediğini" vurgularken "Bütün bu organizasyonun uzun vadede sonucu ne olacak çıkaramıyorum" dedi. "O mekteplerden mezun olanlar çok da memnun olabiliyorlar, fakat bütün bunların ne için olduğunu bilemiyoruz. Bütün bu organizasyonun uzun vadede sonucu ne olacak çıkaramıyorum... İktidarı ele geçirmek olabilir. Ama bundan çok daha geniş panislamist bir şey olabilir bu" görüşünü dile getiren Mardin, cemaat okullarında sabah namazı kılmanın "zorunlu" olduğunu belirtti.
Prof. Şerif Mardin, Nakşibendi tarikatı, Nurculuk ve Gülen cemaati üzerine görüşlerini, Taraf gazetesinde Neşe Düzel'in sorularını yanıtlarken açıkladı.
Taraf'ta yayımlanan (11.10.2011) Düzel'in söyleşisi şöyle:
Türkiye’nin en önde gelen siyaset ve din sosyologu Şerif Mardin’le yaptığımız ve dün birinci bölümünü yayımladığımız konuşmaya, konunun yoğun içeriğini dikkate alıp, biraz bir ön hatırlatma yaparak devam ediyoruz.
***
** NEŞE DÜZEL: Niye Nakşibendîlik bugün bu kadar yaygın?**
ŞERİF MARDİN: İki şey var: İman ve ağ. İkisi birden çalışıyor. Ağ, mümkün olduğu kadar insanı tarikata getirmeyi ve onlarla bir tanışıklık veya bir ilişki kurmayı sağlıyor. Yani iş ilişkisi de var bunun içinde. Zaten bütün İslamî kuruluşlarda imanın yanı sıra bir iş ilişkisi oluyor. Bir iman meselesi olarak para ile imanın birbirine nasıl yapıştığını ben bilmiyorum. Kuran’da bunların yan yana gelebilmesi söylenmiş. "Ekonomik olarak kendini ayakta tutabilen insan değerli insandır" denmiş. İşte oradan her zaman devam edebiliriz...
Aslında din para kazanmaya da ahlaki sınırlar getirmiyor mu?
Evet ama o ahlaki sınırlar Avrupa’da da vardır mesela... Fakat paranın olduğu yerde o ahlaki sınırlar çabuk kırılıyor.
**Nakşibendîlik toplumun hangi kesimlerinde daha fazla gözüküyor**?
Esnaf arasında en çok yayılıyor. Küçük işletmecide çok yayılıyor Nakşibendîlik. Niçin? Çünkü eskiden beri esnaf, Türkiye’nin çok inanır bir katıdır. Kuran’ın dışında din kitaplarının en çok okunduğu bir sosyal kattır esnaf. Mesela *Muhamediye*, *Ahmediye* gibi Kuran’ın bir nevi halka anlatışı olan tarikat dışı kitaplar var. Bu kitaplar çok popüler Anadolu’da. Bu kitapların basitleştirilmiş bir din anlatımı var. O kadar basitleştiriyor ki, bazı İslamî olmayan prensipler yavaş yavaş İslam’a giriyor. *Kara Davut* da bu kitaplardan biri. *Kara Davut* içindeki İslam, artık İslamlıktan çıkmış bir şeydir.
Daha koyu bir dindarlık mı gelişiyor bu kitaplarla?
Korkunç hikâyeler bunlar. İnsan üzerinde baskıyı artırıcı hikâyeler bunlar. O hikâyeye inanırsanız, İslam’ı çok püriten yaşarsınız. Bu kitaplar, İslam’ı biraz da korkunç bir İslam olarak yayıyor. Bu kitapların, insanın kafasına yerleştirdiği resimler huzur verici değil. Anlayacağınız, Kuran’ı basit insana anlatma isteği, zamanla daha püriten, daha az hakiki İslamî ögeleri içeriyor ve korkunç noktalara varıyor. Bu yüzden Anadolu’da karışık bir bekleyiş var.
Anlamadım...
Anadolu’da İslamî bir bekleyiş var. Bu İslamî bekleyiş biraz karışık, biraz parçalı bir şey. Bir, Kuran’ı bilenlerin bekleyişi var. İki, bütün o ikincil, üçüncül kaynaklardan kitapları okumuş olan ve dünyayı o sakat kitaplardan gören insanların bekleyişi var. Son zamanlarda bu ikincil ve İslam’la pek alakası olmayan kitaplar var. Bu insanlar beklerken, o kitapları okumuş insanlar olarak bekliyorlar. Saf bir İslam’ın beklemesi olmuyor bu!
Nakşibendîlerin sıradan bir Müslüman’dan farkları nelerdir?
Bir kere tarikat üyesi bunlar. Tarikat üyesi olduğunuz zaman tarikatın birtakım usulleri var. O usullere uyacaksınız. Usullerin yanında bir de tarikatın ahlakı var. Ahlakına da uyacaksınız. Üçüncüsü, kardeşsiniz artık. Bir kardeş bir kardeşle ne yapar, yapabileceği şeyler nedir?
Nedir?
İşte o çok büyük bir havzadır. O ilişki havzası neleri kapsar, o havzanın içinden neler çıkar bilmiyoruz. Ama öyle bir havza var. Mesela kişi tarikatın ahlakından bazen biraz uzaklaşabilir. Ama tamamen uzaklaşması mümkün olmaz. Çünkü o zaman tarikat kardeşleri karışır.
Bediüzzaman Said Nursi’nin Nakşibendîlik içindeki yeri nedir?
Said Nursi’nin bazı çok orijinal düşünceleri var ve bu konuda Nakşibendîlikten bir hayli ayrılmıştır. Mesela Nakşibendîler, Avrupa’da gelişmekte olan felsefî tartışmalara çok önem vermiş kimseler değil ama Said Nursi bu felsefî tartışmaların önemli olduğunu, İslam’la ilişkisinin araştırılması gerektiğini incelemiş olan bir adam. Ayrıca üç yüz bin kişiyi kendine çekebilmesi için o kişinin iki kulaklı olması lazım.
İki kulaklı olmak nedir?
Bir İslamî kulak, diğeri de modernlik kulağı. Said Nursi, modernliği de işitiyor. Dolayısıyla halkı kendisine çekebiliyor. Çünkü halkın bir kulağı modernliğe açık. Said Nursi, İslam’dan alınan öğütlere göre hareket ederek, modern dünyayı da bunun içine alıyor. İkisinin birden yapılabileceğine dair bir meşrulaştırmadır bu.
Onun öğretisi, hem Müslüman olup hem de modern olunabileceğinin bir öğretisi midir?
Evet öyle ama, "hem Müslüman" dediğimiz zaman bu Müslümanlığın yüzdesi ne kadardır onu bilmiyoruz. Çünkü bu İslamî bir yol. Yalnız bu yol aynı zamanda modern teknolojiyi de kabul ediyor. Ayrıca bu gelinen nokta sadece Türkiye ile ilgili bir şey değil. Türkiye’ye dışarıdan da sızan bir takım modernist İslamî mesajlar var. Seyit Kutup var mesela... İslamî gönüllü olup modern hayatı merak eden insanlar var. Sebebi de şu... Kaybettiler.
Neyi kaybettiler?
İslam dünyası kaybetti. Modern dünyayı kabul etmeyerek geride kaldılar. İslamcılara, gerici dendi. "Siz, insan haklarının ortaya çıkmasına mani oluyorsunuz" gibi eleştiriler çok yapıldı İslamcılara.
Siz Said Nursi’nin öğretilerinin, Türkiye’de orta sınıfın geliştiği döneme denk düştüğünü söylüyorsunuz. Orta sınıf en dindar kesim mi Türkiye’de?
Yanlış, o benim söylediğim. Çünkü Türkiye’de daha orta sınıf bile ortaya çıkmadı. Biraz varlıklı olan köylüler arasında yayıldı demek istedim ben.
Siz yeni çıkan *Türkiye, İslam ve Sekülarizm* kitabınızda, Fethullah Gülen’in Nakşibendîlik zincirinin son halkası olduğunu da belirtiyorsunuz. Gülen’in Nakşibendîliğe katkısı neler?
Okullarıyla yaratıcı biri Gülen. Bilhassa fakir halka önemli katkıları olmuş biri. Yalnız bütün bu teşkilatın niçin yapıldığı ve uzun vadede bir nirengi noktasının olup olmadığı biraz sorunsalı olan bir mesele. Ne kadar siyasileşecek? Bu teşkilatın, ne kadar kendiliğinden İslamî bir tarafı olan strateji olduğunu bilmiyoruz. Yüzlerce mektep, vs. var. O mekteplerden mezun olanlar çok da memnun olabiliyorlar fakat bütün bunların ne için olduğunu bilemiyoruz, merak ediyoruz.
Ne için olabilir sizce bütün bunlar?
İktidar için olabilir. Ama neyin iktidarı için? Bu yolun kendine mahsus sonuçları ve düşündüğü bir strateji olabilir. Biz bunları bilmiyoruz. Sistemin nasıl çalıştığını parça parça görüyoruz. Allahtan ki Fethullah Hoca’yla ilgili olan yazılar Türkiye’de çoğalmaya başladı. Hatta Avustralya’daki üniversiteler bile bununla meşgul oluyorlar. Ne kadar fazla çalışma yapılırsa, hakiki içinin ne olduğu daha iyi anlaşılacak. Fakat şimdiye kadar bu organizasyonun hakiki içini bilmiyoruz. Ben şahıs olarak katiyen bilmiyorum ve bütün bu organizasyonun uzun vadede sonucu ne olacak çıkaramıyorum. Mesela sonuç için bir komplodur demek mümkün değil. Çünkü bunu söylemek için kâfi derecede araştırma yok.
Neyin komplosu olabilir? İktidarı ele geçirmenin mi?
Evet, iktidarı ele geçirmek olabilir. Ama bundan çok daha geniş Panislamist bir şey olabilir bu. Onu düşünmedik daha. Panislamizm, bugün dünyada çok etkili olan eğilimlerden biri. Bu eğilimin muhtelif şekilleri var. İyi şekilleri de var, Hizbullah gibi kötü şekilleri de var. Hizbullah’ın özelliği insan biçmektir. Dünyadaki Panislamizm, iyi ve kötü şekilleriyle Türkiye’deki her türlü İslamî düşünce tarzına sızmıştır. Gülen’e kadar gitmiştir. Gülen’in, dünyada olan İslamî gelişmelerin dışında çalışması kolay değildir. Zordur bu.
Panislamizm’in amacı nedir?
Bundan 50 yıl öncesine nispetle dünya etkenliği olarak çok daha konuşulan bir şey günümüzde Panislamizm. Bütün dünyada genel bir İslamî hareket var. İslam’ın kendini yeniden göstermesi var. Bu, tek bir merkezden idare edilen bir şey değil. Bu küçük küçük parçalardan oluşan bir bütün. Burada, tarikatlardan bahsetmiyorum. Çünkü tarikatlar çok kuvvetli değiller. Burada, cemaatlerden ve cemaatlerin getirmiş olduğu bazı dünya yeniliklerinden bahsetmek lazım. Birçok yerde Müslüman Kardeşler artık siyasi parti olmayı istiyorlar ve siyasi parti olarak hareket ediyorlar. Bunu düşünmek lazım.
Gülen hareketi de mi siyasi bir partiye dönüşebilir sizce?
Bilmediklerimizin içinde bu da var. Gülen cemaatine "nötr" diyeyim. Çünkü ne olduğunu bilemiyoruz. Fakat dünyada böyle büyük bir çark var. Gülen hareketinin o çarktan olumlu ya da olumsuz etkilenmemiş olması mümkün değil. Ben Gülen cemaatinin o çarkın nasıl bir parçası olduğunu ve o çarkın içinde nerede durduğunu çıkaramıyorum.
Peki, Fethullah Gülen ve cemaatinin İslamî yorumu nasıl tarif edilebilir?
Sırf İslamî yorumundan gidilirse, ben bunu bilmiyorum. Çünkü incelemedim. Nakşibendîlikten geldiği doğru ama o yolu bir hayli değiştirdi. Bakın.. Bugün Oxford’da bir İslamî Etütler kürsüsü var. Bu kürsü, bir çok sofistike İslam’ı yakalamaya çalışıyor. Yani İslam’ın sofistike tarafı var. Bir de daha çok halka doğru yürümesi istenen bir İslam var. Fethullah Hoca’nınki Oxford’daki kürsüden değil ama okulların yayılması vs. ile kendine göre bir medeniyet anlayışı var. İşte o okulların yayılması... Kendi başına medeniyet anlayışını ortaya çıkıyor. Ondan ileriye gitmiyor.
Gülen hareketi İslamî yaşam tarzını nasıl şekillendiriyor?
Okullarında sabah namaz kılmak zorunlu. Her sabah namaz kılınıyor. Bakın... Kendinizi Müslüman saymanız için İslam’ın beş şartı vardır. Gülen’in okullarında namaz kılma var, oruç tutmak var.
Tayip Erdoğan’ın ve AK Parti’nin din yorumuyla tarikatların, özellikle de Gülen hareketinin yorumları arasında nasıl bir fark var?
İncelemediğim için bilmiyorum ama sorduğunuz şey, araştırılması gereken bir mesele. Ama şu var. Bunların çapı farklı. Biri, Türkiye’nin bütününü kapsıyor. Diğerinin ise (Gülen’in) nasyonaldan çok enternasyonal bir kapsayıcılığı var. Başbakan akıllı bir adam. Nakşî gelenekten geliyor fakat düşüncesi teknolojik bakımdan çok ileri bir Türkiye kurmak. Ancak Başbakan’ın istediği toplum da disiplinli bir toplum. Zaten birçokları iktidardayken disiplinli bir toplum isterler. Çünkü işler o zaman daha kolay yürür.
Peki, Türkiye’deki değişimlerle Gülen cemaatinin yayılması arasında nasıl bir ilişki var?
Bu, sosyo-ekonomik bir olaydır. Ve o sosyo-ekonomik olayı incelemek bir hayli zordur. Çünkü İslamcı kuruluşlarla ilgili her zaman ortaya çıkan bir şey var. Bakın, orada masanın üzerinde bir doktora tezi var. Avustralya’da bir çocuk nötr bir şekilde Fethullah Gülen cemaatini incelemek istemiş. Bazı detayları ortaya çıkarmış ama yüzlerce detay ortada yok. Ancak yüzlerce detayla birlikte incelendiğinde hakiki bir doktora tezi olacak o. Biz Türkiye’de din, siyaset, herhangi bir konu hakkında konuşurken çok genel kavramlar kullanıyoruz. Genel kavramlar kullanmak meselenin ilk adımıdır. Böylece meselenin ez çok ne olduğunu anlayıveriyoruz ama az, çok bilmek, iyi bilmek değildir. Peki, az çok bilmek ile iyi bilmek arasındaki mesafe ne kadardır? Çok çok büyüktür.
Kitabınızda, Fethullah Gülen’in yorumlarının çok özgün olduğunu söylüyorsunuz. Bu farklılığı en çok hangi yorumlarda görüyoruz?
Yorumlarda görmüyorum, farklılığı yapıcılığında görüyorum. Okul fikri ve o okul tipinin her yere, bütün dünyanın her yerine, en zayıf insanlara imkân vererek geliştirilmesi proje olarak dolgun, iyi, ahlaklı ve güzel bir proje. Fakat pratikte ne oluyor, onu bilmiyoruz. Az çok bilmekle, iyi bilmek arasındaki büyük mesafe burada da ortaya çıkıyor işte. Konuşmamızın başında size, Anadolu’da İslamî bir bekleyiş var dedim. Bazı kitaplardan söz ettim. Bu İslamî bekleyiş biraz karışık, biraz parçalı bir şey. Bakın... Cumhuriyet’ten sonra, iyi ve güzelin İslam’da aranması ve bulunmaya çalışılması birçok sebepten ötürü meydana geldi. Günümüzde, Türkiye’de İslamî yoldan iyiyi ve güzeli aramanın, dünyadaki arayışla birbirine yaklaşık olması şarttır. Çünkü adam diyecektir ki, "Sen ne biçim Müslümansın?" Müslüman’la tartışılmış olan bir Müslümanlığın ortaya çıkması beklenmelidir.
Gülen’in devlet anlayışı nedir?
Birçok İslamî düşüncede olduğu gibi, bir toplum disiplinin olması kendisinin çok istediği bir şeydir zannediyorum. Toplumda disiplin olması gerektiği şeklindeki düşünceler de, otoriterlik gibi bizim pek sevmediğimiz ideolojilere yakın şekiller alıyor tabii.
Gülen cemaatinin yayılmasını neye bağlıyorsunuz peki?
Cumhuriyet’in kendisine verdiği bir hediye var. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, kurduğu modern okullar, getirdiği hayat ve düşünce tarzı ve düşünce tarzını destekleyen gazete, dergi, radyo, televizyon gibi iletişim imkânları ve aletleri... Yani Cumhuriyet insanların kullanabilecekleri birtakım araçlar ve imkânlar ortaya çıkardı. Cumhuriyet bütün bu kurumları hediye etti. Bu kurumlar, modern Türkiye’yi ve İslamî kuruluşları geliştirmek isteyenlere bir hediyedir. Bu imkânlardan faydalandılar ve Cumhuriyet’in hazırladığı bu temel üzerinden yayıldılar. Cumhuriyet’in kurumları kanalıyla getirdiği değişiklik muazzam bir değişikliktir. Yalnız şu var. Cumhuriyet, eşitliğe az yer verdi.
Özgürlüğü de az yer vermedi mi?
Evet. Kardeşlikten bahsedildi. Eşitlik ve özgürlük ise eksik. Son zamanlarda Batı memleketleri bile eşitlik üzerinde duruyorlar, "vay, eşitliği unuttuk biz" diyorlar. Aynı şekilde ben dinî cemaatlerin diskurlarında da eşitliği görmüyorum.
Gülen hareketinde milliyetçi damar kuvvetli mi?
İslami damarın kuvvetli olduğu bir yerde milliyetçi damarının kuvvetli olmaması mümkün değildir. Dindarlıkla milliyetçilik Türkiye’de hep beraberdir.
Dindarlıkla milliyetçilik nasıl bağdaşabilir?
Bağdaşamaz ama milliyetçilik ve dindarlık birleşmiş durumda bu ülkede. Osmanlı İmparatorluğu’nda da böyleydi bu ve Cumhuriyet’le de devam etti. Türkiye’de tam adam, milliyetçi bir adamdır. Tam adam okumuş bir adam değildir. Tam adam olması için onun aynı zamanda milliyetçi de olması gerekiyor. Türkleri koruma, baştan itibaren bize verilen bir öğüttür. Milliyetçilik çok kuvvetli bir damardır. Zaten Türkiye’de en yaygın şey de Türklerin milliyetçi damarını kabartmaktır.
Peki, İslam, milliyetçiliğe cevaz veriyor mu?
Vermez ama Osmanlılar böyle bir şey icat etmişler. İslam ve milliyetçilik çok yan yana olan şeylerdir ve bu tam bir Osmanlı orta kararıdır. Bakın... Benim babam diplomattı. Orta sınıflardanız yani. O tarihte Yugoslavya vardı ve ben frenklerle eğitim görüyordum. Beni o okuldan alıp Galatasaray’a gönderdiler. Beni Galatasaray’a gönderme bir millileştirme operasyonuydu. Büyükbabam Ahmet Cevdet Bey hayatının büyük kısmını İsviçre’de geçirmişti. Ama ailede frenkvari felsefelerin fazla etrafa saçılmasından biraz mustarip bir insan haline geldi. Büyükbabam, "Bu gazete bir Türk gazetesidir" diye ilk gazeteyi çıkaran kişi... Onun Türklüğünün İslamiyet’le ne kadar bağlı olduğunu anlatan bir fıkra anlatayım size. İşte o bıktığı sırada...
Evet...
"Kendi memleketini bilmeyen insanlardan oluşan bir aile mi olacağız" diyerek, beni aldı elimden İstanbul’da İstiklal Caddesi’nin ortasındaki Ağa Camii’ne götürdü. Kendisi dışarıda kaldı, "Git" dedi, "bu insanlar ne yapıyorlarsa sen de onu yap. Önce abdest, sonra namaz, onlar ne yapıyorlarsa ben de onu yaptım. Ağa Camii’nden sonra beni Balık Pazarı’na götürdü. Balık Pazarı’nda mumbar yedirdi. Şimdi Türklük, İslam... Mumbar, cami... Bizim birbirine bağlamakta çok zorluk çektiğimiz İslam ve milliyetçiliği, bu fıkra bile iki küçük hareketle birbirine bağlıyor işte.
## Okuyucu Yorumları |
209739 | haber | Marilyn Monroe hakkında bilmedikleriniz | null | # Marilyn Monroe hakkında bilmedikleriniz
## 5 Ağustos 1962'de evinde ölü bulunan Marilyn Monroe'nun ölümü üzerinden 50 yıl geçti.
Marilyn Monroe'nun, ölümü resmi kaynaklara ''fazla uyku hapından intihar'' olarak geçti; ancak ölüm nedeni hakkında birçok komplo teorileri de üretildi. İddialara göre Monroe, yıllarca yetimhanede kalmış, filmlerinde çok düşük paralara oynamış ve kimlik adı Norma Jeane Mortenson olan Monroe, 4 kez isim değiştirmiş...
Marilyn Monroe hayatı boyunca 3 evlilik yaptı ve 36 yaşında öldü. İşte Monroe hakkında bilmedikleriniz.
## 'Marilyn hakkında bilinmeyen 20 şey'
1- Marilyn Monroe nispeten düşük ücret alırdı. Jane Russell ile birlikte başrollerini paylaştıkları Gentlemen Prefer Blondes filminde , Marilyn, Russell'dan 10 kat düşük ücret almıştı.
2-Düşük ücret almasına rağmen öldüğünde milyon dolarlık bir film yıldızıydı.
3- Monroe, film repliklerini ezberlemeyi neredeyse imkansız buluyordu. Some Like It Hot filminin çekimleri sırasında "It's me, Sugar" cümlesini tam 60 kez tekrar etmek zorunda kaldı.
4- 1953 Yılında Playboy dergisinde ayın ilk Sweetheart'ı seçildi.
5-Marily'in mezarı yakınlarındaki mezarlar bir kaç kez açık arttırmaya çıkartıldı.
6-Hugh Hefner, Marilyn Monroe'nun mezarı yanında yatmak istediğini açıklamıştı. 1992'de yakın bir mezarı £50.000'e satın aldı.
7- Monroe bir çok isim kullandı. Kimlik adı Norma Jeane Mortenson olan Monroe, 4 kez isim değiştirmişti.
8-Annesinin hastalığından sonra 1 yılını yetimhanede geçirdi.
9-Goya en sevdiği artistti. Goya hakkında, ''Biliyorum ki o en iyisi, benzer rüyalara sahibiz, çocukluğumdan beri benzer hayallere sahibim'' dedi.
10-Birçok kez köpek besledi. Son köpeğini Monroe'ya Frank Sinatra tarafından verilmişti.
11-1953 yılında Batı Reklamcılık Derneği tarafından ''Dünyanın En İyi Reklam Yüzü'' seçildi. Reklamlarında oynadığı markalardan bazıları; American Airlines, Tan-Tan güneş losyonu ve Pabst biraydı.
12-Marilyn Monroe sadece kendi yapım şirketinde ikinci kadın oldu. Birinci ise Mary Pickford idi.
13-Arkadaşları öldürüldüğüne inanıyordu. Potansiyel şüpheliler arasında ise, J.F. Kennedy, mafya Sam Giancana, FBI ve CIA gösteriliyordu.
14-1951 yılında Shelley Winters ile yaşarken en çekici erkekler listesi yaptı. Marilyn'ın listesinde Arthur Miller ve Albert Einstein vardı.
15-Mükemmel yemekler yapardı ve en güzel yaptığı yemek bouillabaisse idi.
16-Çıplak dolaşmayı seven Monroe set çalışanlarının yanınada çok sık çıplak giderdi.
17-Yazarlar onu çok severdi. Jean Paul Sartre'nin yazdığı bir senaryoda Freud'un hastası rolü onun için düşünülmüş ve Breakfast at Tiffany’s filmi içinde ilk düşünülen isim Monroe olmuştu.
18-İlk evliliğini henüz 16 yaşındayken komşusunun 21 yaşındaki oğlu James Doughtery ile yaptı.
19-1972'de Marilyn Monroe'nun evini satın alan Veronica Hamel, yaptırdığı tadilat sırasında, evde telefon dinleme cihazı bulunduğunu iddia etti.
20-Kendisine ait tek bir evi vardı ve Monroe 12305 Fifth Helena Drive, Brentwood adresindeki evinde ölü bulundu.
## Okuyucu Yorumları |
7162 | haber | Marmaray için 500 bina acil boşaltılıyor | null | # Marmaray için 500 bina acil boşaltılıyor
## Fatih Belediye Başkanı Demir, Marmaray Projesi’nin belediyeden ruhsat alma zorunluluğunun bulunmadığını söyledi. Demir, yıkılma tehlikesine karşın 500 binanın boşaltılaca
-
A
+
Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, Marmaray Projesi'nin Yenikapı-Yedikule arasındaki hattı için belediyeden ruhsat alma zorunluluğunun bulunmadığını söyledi.
İmar yönetmeliğine göre tünel ve demiryolu çalışmalarında ruhsata gerek olmadığını belirten Demir, çalışmalar sırasında yıkılma tehlikesine karşın Yedikule-Yenikapı hattında 500 binanın boşaltılacağını açıkladı.
Marmaray Projesi'nde son tüneller 2 hafta içinde batırılacak. Projede sona yaklaşılırken, Yedikule-Yenikapı hattında yürütülecek tünel çalışması sonucu bazı evlerine yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu ve bu hat için belediyeden ruhsat alınmadığı iddiaları gündeme getirildi.
İddialarla ilgili açıklama yapan Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, Marmaray çalışmasının büyük bir süratle devam ettiğini ve son tüplerinde yakında denize batırılacağını hatırlattı. Basında yer alan inşaat ruhsatsız iddialarının yanlış olduğunu kaydeden Demir, "Basına yansıtıldığı gibi Marmaray çalışmalarında altyapı çalışmaları için ruhsat gereği yok. Planlı Alanlar İmar Yönetmeliği'nin 59. maddesine göre yeraltı çalışmaları, tünel, menfez ve demiryolu çalışmaları için ruhsata gerek yok. Sadece Yedikule'de 100 metrekarelik alan içinde bir çalışma var. Amaç kazıyı yapacak olan aracın yeraltına indirilmesidir. O çalışmalarda büyük bir hızla devam ediyor" şeklinde konuştu.
Tünelin geçeceği hat üzerinde bazı binaların yıkılma tehlikesi yaşayacağı konusunda da bir değerlendirme yapan Demir, "Tünelin geçeceği hat üzerinde yaklaşık 500 bina var. O binalarla ilgili çalışmalar devam ediyor. Tüneli açacak aracın geçiş dönemlerinde her evden 15 günlüğüne evlerini boşaltmaları isteniyor. Evlerinden çıkmaları için Fatih kaymakamlığı tarafından tebligat yapıldı. 15 gün onlar evlerinden alınacak ve müteahhit tarafından bir otelde misafir edilecek, tüm ihtiyaçları karşılanacak Araç oradan geçtikten sonra evleri incelenecek ve herhangi bir sıkıntı varsa ona göre tedbir alınacak. Yoksa evlerine tekrar taşınacaklar." Diye konuştu.
"Evlerin yıkılma tehlikesi var mı?" Şeklindeki bir soruyu da başkan Demir, "Evlere bir şey olmasın diye ciddi hesaplar yapılıyor. Tünel yer yer 15 metre, 10 metre hatta bazı noktalarda daha yukarıdan gidebiliyor.Tüm teknik önlemler alınıyor" Diye cevapladı.
Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, Yenikapı Yedikule arasındaki tünel çalışmasından dolayı herhangi bir aksaklık olacağını ve projenin zaman kaybedeceğine inanmadığını sözlerine ekledi.
İmar yönetmeliğine göre tünel ve demiryolu çalışmalarında ruhsata gerek olmadığını belirten Demir, çalışmalar sırasında yıkılma tehlikesine karşın Yedikule-Yenikapı hattında 500 binanın boşaltılacağını açıkladı.
Marmaray Projesi'nde son tüneller 2 hafta içinde batırılacak. Projede sona yaklaşılırken, Yedikule-Yenikapı hattında yürütülecek tünel çalışması sonucu bazı evlerine yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu ve bu hat için belediyeden ruhsat alınmadığı iddiaları gündeme getirildi.
İddialarla ilgili açıklama yapan Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, Marmaray çalışmasının büyük bir süratle devam ettiğini ve son tüplerinde yakında denize batırılacağını hatırlattı. Basında yer alan inşaat ruhsatsız iddialarının yanlış olduğunu kaydeden Demir, "Basına yansıtıldığı gibi Marmaray çalışmalarında altyapı çalışmaları için ruhsat gereği yok. Planlı Alanlar İmar Yönetmeliği'nin 59. maddesine göre yeraltı çalışmaları, tünel, menfez ve demiryolu çalışmaları için ruhsata gerek yok. Sadece Yedikule'de 100 metrekarelik alan içinde bir çalışma var. Amaç kazıyı yapacak olan aracın yeraltına indirilmesidir. O çalışmalarda büyük bir hızla devam ediyor" şeklinde konuştu.
Tünelin geçeceği hat üzerinde bazı binaların yıkılma tehlikesi yaşayacağı konusunda da bir değerlendirme yapan Demir, "Tünelin geçeceği hat üzerinde yaklaşık 500 bina var. O binalarla ilgili çalışmalar devam ediyor. Tüneli açacak aracın geçiş dönemlerinde her evden 15 günlüğüne evlerini boşaltmaları isteniyor. Evlerinden çıkmaları için Fatih kaymakamlığı tarafından tebligat yapıldı. 15 gün onlar evlerinden alınacak ve müteahhit tarafından bir otelde misafir edilecek, tüm ihtiyaçları karşılanacak Araç oradan geçtikten sonra evleri incelenecek ve herhangi bir sıkıntı varsa ona göre tedbir alınacak. Yoksa evlerine tekrar taşınacaklar." Diye konuştu.
"Evlerin yıkılma tehlikesi var mı?" Şeklindeki bir soruyu da başkan Demir, "Evlere bir şey olmasın diye ciddi hesaplar yapılıyor. Tünel yer yer 15 metre, 10 metre hatta bazı noktalarda daha yukarıdan gidebiliyor.Tüm teknik önlemler alınıyor" Diye cevapladı.
Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, Yenikapı Yedikule arasındaki tünel çalışmasından dolayı herhangi bir aksaklık olacağını ve projenin zaman kaybedeceğine inanmadığını sözlerine ekledi.
## Okuyucu Yorumları |
244355 | haber | Marmaray'da su sızıntısı iddiası | null | # Marmaray'da su sızıntısı iddiası
## Marmaray'ın iki ayrı noktasından su sızdırdığı iddia edildi, sızıntıyı gösterdiği iddia edilen video sosyal medyada hızla yayıldı
Birçok mühendisin güvenlik önlemlerinin yetersiz olduğu yönünde uyarılar yaptığı ve açılış tarihine yetiştirilmek için aceleyle bitirildiği söylenen Marmary'ın, 2 noktadan su sızdırdığı iddia edildi. TCDD ise iddiayı yalanladı.
Sol portal'ın, Marmaray'a ait olduğunu iddia ettiği bir videoda, tünelin duvarından içeriye su sızdığı görülüyor. Habere göre Marmaray'daki kuzey kısım, alt 10. segmentte bir su kaçağı bulunuyor. Diğer kaçağın ise, yine kuzey kısım segment 13'te olduğu iddia edildi.
29 Ekim’de açılışı yapılan Marmaray’da aynı hafta içinde birçok aksaklık olmuş ve ulaşım durdurulmuştu.
Sol portal'ın yayımladığı görüntü şu:
## TCDD yalanladı
Marmaray’ın su sızdırdığı iddiaları üzerine açıklama yapan Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları (TCDD), iddiaları yalanladı.
İddia edilen "13. segment"in de Marmaray hattında bulunmadığı belirtildi. Basın Müşavirliği’nden yapılan açıklamada, "Marmaray’ın su sızdırdığı iddiaları gerçek dışıdır. İddia edildiği gibi, Marmaray’da 13 no.lu bir segment bulunmamaktadır. Herhangi bir şekilde sistemde su sızıntısı söz konusu değildir" denildi.
## Okuyucu Yorumları |
230221 | haber | 'Martta yerel, ağustosta köşk seçimleri ve kasımda referandum yapılabilir' | null | # 'Martta yerel, ağustosta köşk seçimleri ve kasımda referandum yapılabilir'
## Hüseyin Çelik: Biz kırmızı çizgilerimizi ortaya koyduk. 4 T dediğimiz; tek millet, tek devlet, tek vatan, tek bayrak konusunda bir tavizimiz olmaz
AKP Sözcüsü ve Genel Başkan Yardımcısı **Hüseyin Çelik**, seçim tarihleri için "3-8-11 gibi olabilir" dedi. Mart ayında yerel seçimleri, ağustos ayında cumhurbaşkanlığı seçimlerini ve kasım ayında da referandumu işaret eden Çelik, "Yani yerel seçimlerin yapılacağı mart, cumhurbaşkanlığı ağustos ve referandum kasım olabilir. Aralık sıkıntılı oldu bir zaman. Ama kasım ayları Türkiye’de her zaman yapılabilir" diye konuştu.
Başbakan **Tayyip Erdoğan** da, ABD ziyareti dönüşü gazetecilerin sorularını yanıtlarken, gerekirse referanduma gidilebileceğini belirterek, "Referanduma gideriz sayıyı bulabilirsek. 2014’te 3 seçim gelebilir" demişti.
Milliyet gazetesinden **Serpil Çevikcan** ’a konuşan Hüseyin Çelik, anayasa çalışmaları ve seçimler hakkında bilgi verdi.
Çelik şunları söyledi:
**ZAMANA OYNUYOR: **Anayasa Uzlaşma Komisyonu maalesef kamuoyunun beklentisi olan sonucu ortaya koyamadı. Muhalefet zamana oynuyor, ‘masadan kalkan taraf olmayalım’ diyor. Ve anayasada olması gereken maddelerin dörtte birinde bile uzlaşılmış değil. Son noktayı koymuş değiliz ama görünen o ki sonuç olumlu değil.
**İDEALİ SÖYLÜYORUZ:**‘Eğer muhalefet, anayasanın diğer bütün meselelerinde anlaşırsa biz başkanlık sistemini yok sayarız’ demiştim. Yani bizim için, bu olmazsa olmaz diye bir şey yok. Diyorlar ki, ‘başkanlık sistemi niye durup dururken şimdi geldi.‘ Bir sistem tartışmasını anayasa yapılırken konuşmayacağız da ne zaman konuşacağız? Orman Kanunu görüşülürken mi? Dolayısıyla bizim talebimiz bu. Biz idealden söz ediyoruz. Bunu dayatmıyoruz. ‘Bu olmazsa masadan kalkarız’ demedik.
**BİZİM SAYIMIZ 325:**Sayın Başbakan’ın da söylediği; biz 330 ve 330’un üzerinde bir oya Meclis’te ulaşırsak, 26 maddelik anayasa paketinde olduğu gibi kendi anayasa taslağımızı getiririz ve Meclis’ten geçirebileceğimizi düşündüğümüz anda getiririz. Eğer geçiremeyeceğimiz gibi bir pozisyon ortaya çıkarsa o zaman da getirmeyiz. Bizim sayımız 325. Referandum için 330 lazım. Gizli oylamada her parti içerisinde fireler olabilir. Bunu da hesaba katmamız gerekir.
**NE YAPACAĞIZ:**(Başbakan ‘gizli oylama olacak. Belki arada parti baskısına rağmen civanmertler çıkar’ dedi sorusu üzerine) Orada da şöyle bir risk var: Oylamaya sokmazlarsa ne yapacağız? Geçmişte CHP, ‘milletvekillerimiz oylamaya gitmesin’ dedi. O perdenin ardında kendi vicdanıyla baş başa kaldığı zaman birçok insanın farklı tercihlerde bulunabileceğini biz de düşünüyoruz. Ama MHP, CHP, BDP derse ki, ‘Biz oylamaya katılmıyoruz’, bu durumda yapılacak bir şey yok.
**BİZDEN DE FİRE OLABİLİR:**Bütün hesapları düşünmek zorundayız. Bizim kendi arkadaşlarımızdan şu veya bu mülahazayla fire veren de olabilir. Geçmişte de bunu yaşadığımız için, sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer. Biz hesabımızı kışa göre yapacağız, yaz çıkarsa bahtımıza. Sonuçta diyelim ki 5 oy da bizden fire verdi, oldu 320, o zaman en az 10 oy lazım.
**MİLLETİN ANAYASASI:**Bir kere biz bunu çok yönlü değerlendireceğiz. Eğer böyle bir imkân olursa. O zaman, bu halkoyuna gidecek. Vatandaş referandumda derse ki, ‘ben buna oy vermem", yapılacak bir şey yok. Ama referanduma gittiği zaman şu partinin, bu partinin hazırladığı olmaktan çıkar, vatandaş desteklerse milletin anayasası olur. Sayın Başbakan’ın oldum olası söylediği budur. Eğer böyle bir zeminin olacağını biz hissedersek, bunun bulguları, emareleri olursa, bunu Meclis’ten çıkarabileceğimizi düşünürsek yaparız.
**FAZLA YÜK BİNMEZ:**(‘Türkiye bir yılda 3 sandığı kaldırabilir mi? Bir yandan da çözüm süreci yürürken’ sorusu üzerine) 2 ile 3 arasında 1 fark var. Bir evde iki kişi için pişen yemek üçüncü kişiye de yeter. Olaya şöyle bakın; diyelim ki biz martta seçimi yaşadık. Ağustos’ta Cumhurbaşkanı seçimini de yaptık. Mahalli seçimler en netameli olanlardır. Çünkü muhtar, belediye meclis üyeliği, ilçe belediyesi, il belediyesi başka faktörlerdir. Ama referandumda ‘evet’ veya ‘hayır’. Bir pazar günü vatandaş söyleyeceğini söyleyecek. Onun için öyle Türkiye’nin üzerine çok fazla yük de binmeyecek.
**ÇİFT SANDIK RİSKLİ OLUR:**(Cumhurbaşkanı da halkoyuyla seçilecek. O seçimde çifte sandık kurmak mümkün olabilir mi? sorusu üzerine) Olabilir, fakat bu bir risktir. Birbirini etkiler. Yani birbiriyle ilintili hale gelir. Geçmişte hatırlarsanız Kenan Evren Paşa kendisinin Cumhurbaşkanlığını anayasa ile birlikte oylattı. Ben açıkçası ben bunu risk olarak görüyorum, doğru olduğunu düşünmüyorum.
**3-8-11 FORMÜLÜ**: 3-8-11 gibi olabilir. Yani yerel seçimlerin yapılacağı mart, cumhurbaşkanlığı ağustos ve referandum kasım olabilir. Aralık sıkıntılı oldu bir zaman. Ama kasım ayları Türkiye’de her zaman yapılabilir.
**KOLAY KABUL EDİLİR:**Referandum mahalli seçimlerden çok daha yüksek bir oy olur. Biz mahalli seçimlerde bugüne kadar hep genel seçimlerde aldığımız oyun altında oy aldık. Vatandaş bizi onaylamadığından değil. Farklı değişkenler var ve baraj olmadığı için küçük partilere dağılma ihtimali oluyor. Dolayısıyla ben referandumu, mahalli seçimlerden çok daha rahat görüyorum.
## **Genel iradeyi rahatsız etmeyiz**
Çevikcan’ın "BDP ile pazarlık iddiaları çerçevesinde, çözüm süreci ilerliyorken üç sandık bir risk yaratır mı?" sorusuna karşılık Çelik, "Olmaz. Biz kırmızı çizgilerimizi ortaya koyduk. 4 T dediğimiz; tek millet, tek devlet, tek vatan, tek bayrak konusunda bir tavizimiz olmaz" dedi.
Çelik sözlerini şöyle sürdürdü:
"BDP ile hiç bir zaman böyle bir pazarlığa girmeyiz. ‘BDP ile anlaştılar, verin başkanlığı, alın eyalet sistemini’ lafları ediliyor. Sanki başkanlık ile eyalet sistemi tamamlayıcı parçalarmış gibi, o kadar aptalca şeyler söyleniyor ki. Almanya Cumhuriyet değil mi? Almanya’da eyalet sistemi var.
Başbakanlık olan yerde ille de eyalet sistemi olacak diye bir şey yok. Türkiye’de genel iradeyi rahatsız edecek ve bu memlekette ‘acaba birileri birinci sınıf ben ikinci sınıf mı oluyorum? Birilerine bu ülkenin birliği adına taviz mi veriliyor’ dedirtebilecek hiçbir yapılanmanın içinde olmaz bizim partimiz. Çünkü biz bölgesel takılamayız. BDP, MHP bölgesel partidir, etnik siyaset yapıyor. CHP yüzde 20-25 arasında sıkıştı. Fakat bizim 81 vilayeti, homojen olarak temsil etmek gibi bir iddiamız var. Dolayısıyla biz, bu yapıyı zedeleyecek, rahatsız edecek bir hesabın içinde asla olmayız. Ama rahat bırakılırsa Meclis’te, öyle bir şey olur ki; bir maddeye diyelim ki CHP’liler oy verir, bir maddeye BDP’liler. Rahat bırakılırsa sonuç alınabilir."
## Okuyucu Yorumları |
202145 | haber | 'Masumiyet Müzesi'nde Füsun'un da donu var mı?' | null | # 'Masumiyet Müzesi'nde Füsun'un da donu var mı?'
## Sabah gazetesi yazarı Engin Ardıç, Nobel Ödüllü yazar Orhan Pamuk'un hayata geçirdiği Masumiyet Müzesi'ni gereksiz 'nesneler'le dolu tuhaflık olarak niteledi
## Engin Ardıç
**(Sabah - 21 Nisan 2012)**
## Orhan Pamuk ne yapmaya çalışıyor?
Türk okuru Orhan Pamuk'u sevmiyor. Nobel ödülünü aldıktan sonra kitaplarının kendi vatanında kapış kapış, peynir ekmek gibi satılması ve okunması gerekirdi, öyle olmadı. Okur, Pamuk'un ödülü almasına "magazin düzeyinde" sevindi ama romanlarına burun kıvırdı.
Örneğin, New York'ta bir Hintli kadın yazarla aşk yaşaması burada ilgi uyandırıyor (kimin üstüne vazifeyse?), ama bu kitaplarının satışına yansımıyordu.
Bunda elbette, öldürülen Kürt ve Ermeniler konusunda Batı'ya "rakam vermesi" ve bunun basında çok dalgalandırılması kadar, "Orhan Pamuk bavulunda bilmemkaç milyon dolarla yurt dışına kaçarken görülmüş" gibi balonlar uçuran bazı gizli servis bağlantılı gazetecilerin hınzır katkıları da etkili oldu...
Eh, Pamuk da Türk okuruyla halleşmeyi çoktan bırakmış, esas olarak Batı kamuoyuna, yani başka tribünlere oynuyordu. O kadar ki, pek ahım şahım olmayan Türkçe'sine hiç özen göstermeden, romanlarını esas olarak arkadaşı ve çevirmeni Maureen Freely'nin okuyup anlayacağı ve tercüme edebileceği şekilde yazarak...
Her neyse... Bizi "Allah'ım, günün birinde bir Türk'ün de Nobel aldığını görebilecek miyiz acaba?" diye ağlaşmaktan kurtardı. Bu da vatana hizmettir.
Pamuk ödülden sonra birtakım "tuhaflıklar" peşinde koşmaya başladı. Birtakım "egzantrik" numaralar...
Son romanı "Masumiyet Müzesi" hiç tutmayınca (sanırım en kötü eseri de budur), o müzenin gerçeğini kurmaya kalktı. Çukurcuma'da eski bir binayı kapattı, romanında adı geçen "nesnelerle" doldurdu. Romanında anlattığı "zengin çocuğu Kemal ile sosyete güzeli Füsun'un" sıradan ve gereksiz hayatlarında yer alan çeşitli gündelik eşyalar... Sinema biletleri, sigara paketleri, likör şişeleri, kapı kulpları, biblolar, vesaire vesaire. Aralarında Füsun'un donu da var mı, bilmiyorum.
Söylediğine göre bu işe çok para dökmüş, İsveç Akademisi'nden aldığı üç milyon liraya yakın paradan fazlasını harcamış!
Para onundur, helaldir, isterse denize de döker, kimse karışamaz. Lakin böyle bir girişimden amacı nedir? Bize ne anlatmaya çalışıyor?
Bireyselliği ve bireyciliği öne çıkarıyor, bu yüzden de "liberal aydınlarımız" onu yerlere göklere sığdıramıyorlar. Gündelik hayatın hiç olmazsa bir dönemini dondurmak, "kalıcı" hale getirmek istiyor. Bu çarçur nesnelerin, birey kullandığı için, en az bir Hermitage tablosu, bir Louvre heykeli kadar önemli olduğunu ileri sürüyor. Kendi özel görüşüdür, epeyce abartılıdır.
Fakat fikir temelde güzel. İstanbul için bir "trivia" müzesinin, sürekli bir "ephemerida" sergisinin zamanı gelmiş de geçmişti.
Bu müze, bir romanın kurmaca dünyasıyla sınırlı kalmamalı, içinde Şirket-i Hayriye'nin vapur biletlerinden Tokatlıyan Lokantası'nın yemek listelerine, Adnan Menderes'in kol düğmelerinden Kulüp rakısı şişesine kadar birçok şey yer almalıydı. Konunun en yetkin uzmanı Gökhan Akçura'nın danışmanlığında ortaya nefis bir mekan çıkarılabilirdi.
Geç olsun da güç olmasın, Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'ın dikkatlerine arz ederim. Abdülaziz'in terliği bile Topkapı'dan buraya aktarılabilir.
Pamuk bu işleri bakanlığa bırakıp zamanını ve enerjisini daha iyi romanlar yazmaya ayırsaydı da fena olmazdı hani... Gündelik hayatın şiirini yazan James Joyce ya da Marcel Proust, kendi romanlarından yola çıkarak çakma nesnelerle müze mi kurmuşlardı? Düşünebiliyor musunuz, bir de bilet alıp, Baron de Charlus'ün, Jupien'in erkek genelevinde kendini dövdürdüğü kırbacı seyredeceksiniz!
Onun da meraklısı vardır ama ben gitmem.
## Okuyucu Yorumları |
252216 | haber | Mavi'nin yeni reklam yüzü Serenay Sarıkaya oldu | null | # Mavi'nin yeni reklam yüzü Serenay Sarıkaya oldu
## İki markanın reklam yüzü olan Serenay Sarıkaya, 1 ayda 1 milyon TL kazandı
"Medcezir" dizisinin başrol oyuncusu** Serenay Sarıkaya** ’ya reklam teklifi ar arda geldi.
Geçen hafta Elidor’la 250 bin liralık reklam anlaşması yapan ünlü oyuncu, yeni bir markayla daha el sıkıştı.
Sarıkaya, 3 yıldır **Kıvanç Tatlıtuğ** ile çalışan Mavi Jeans’in yeni yüzü oldu. Markanın 2014 ilkbahar-yaz kampanyası için objektif karşısına geçen Sarıkaya’nın reklamları Nisan’da yayınlanacak.
Ünlü oyuncu, iki sezonluk bu reklam kampanyası karşılığında 750 bin TL aldı.
## Okuyucu Yorumları |
228243 | haber | Medical Park, İngiliz Pamplona'ya satıldı | null | # Medical Park, İngiliz Pamplona'ya satıldı
## Medical Park İngiliz yatırım fonu Pamplona’nın oldu. Son anda devreye giren İngiltere merkezli yatırım fonu Pamplona’nın Medical Park’ın çoğunluk hissesini satın aldığı konuşuluyor
İş insanı **Muharrem Usta ** tarafından kurulan ve Türkiye'nin en büyük hastane zinciri olan ABD ortaklı Medical Park hastanesi, **Cüneyt Zapsu** 'nun temsil ettiği ABD'li Texas Pasific Gruop'a (TPG) satılması beklenirken İngiliz Pamplona ile el sıkıştı.
Uzun süredir Cüneyt Zapsu’nun temsil ettiği ABD’li "TPG" ile masada olan Medical Park’ın ortakları son anda yeni talip İngiliz fonla el sıkıştı. Çoğunluk hisse artık Pamplona’nın oldu
1995’ten beri Türkiye’de hastanecilik alanında faaliyet gösteren Medical Park Hastaneler Grubu, Türkiye’nin en büyük hastane zinciri. Muharrem Usta tarafından kurulan şirkete 2009 Aralık’ta ABD’li Carlyle Grubu ortak oldu.
Şu anda 18 hastane ve 3 bin yatak kapasitesine ulaşan Medical Park’ın gelecek beş yılda 10 yeni hastane projesi bulunuyor. Bu yeni yatırımlarla birlikte yatak kapasitesi ikiye katlanacak olan Medical Park, böylece gelişmiş ülkelerdeki en büyük hastane operasyonu haline gelecek.
## Neden Pamplona?
Medical Park hisselerinin satışı için yapılan görüşmeler geçen yazdan beri devam ediyordu. Ortakların hisselerinin satışıyla ilgili farklı fonların adı gündeme gelse de en sık telaffuz edilen grup TPG oldu. TPG ile süreç devam ederken talipliler arasına kısa bir süre önce Pamplona katıldı. Milliyet'ten **Eylem Türk** 'ün** ** özel haberine göre, taraflar iki ay gibi sürede anlaşma sağladı.
Kulislerde ortaklık için İngiliz Pamplona’nın tercih edilmesindeki nedenlerin ise, hızlı hareket ve karar alma kabiliyeti, yapısal uygunluk ve fiyat avantajı olduğu konuşuluyor.
## Memorial’a da talipti
Medical Park, Pamplona’nın Türkiye’deki ilk yatırımı olacak. Türkiye’ye ve sağlık sektörüne hiç de yabancı olmayan fonun adı, 2008 yılında Memorial’ın taliplileri arasında geçmişti.
Kulislerde fon yöneticilerinin dikkatini diğer fonlarda da olduğu gibi Türk ekonomisindeki büyüme potansiyeli, zenginleşen nüfus, kaliteli sağlık talebindeki artışın çektiği konuşuluyor.
Birisi Londra diğeri de New York’ta olmak üzere iki ofisi bulunan Pamplona’nın Türkiye’deki önümüzdeki dönemde farklı yatırımlara da imza atabileceği belirtiliyor.
## Calyle yatırımlarına devam edecek
2008’de TVK Gemicilik’e ortak olan Carlyle, 2009 Aralık’ta Medical Park’ın yüzde 40’ını satın aldı. Bahçeşehir Kolejleri’ne yüzde 48 ortak olarak 3’üncü yatırıma imza atan Carlyle, Türkiye’deki en son yatırımını da çorap üreticisi ve perakendecisi Penti’nin yüzde 30’unu alarak yapmıştı. Can Deldağ yönetimindeki Carlyle’ın Medical Park’ın ardından Türkiye’deki yatırımlarına ara vermeden devam edeceği söyleniyor.
## Fonun arkasında ‘Rus patron’ var
* İngiliz fon Pamplona’nın en büyük ortakları arasında Rus iş insanı Mikhail Fridman var.
* Rusya’nın en büyük finans grubunu da içinde bulunduran Alfa’nın patronu olan Mikhail Fridman, Türkiye’de Turkcell’in ortağı. Hisselerinin payı yüzde 13.22’ye işaret ediyor.
* 16.5 milyar dolarlık servetiyle ABD’li Forbes dergisinin dünyanın en zenginler listesinin global liginde 41’inci sırada yer alan Fridman, Rusya’nın en zengin ikinci iş insanı.
* 48 yaşındaki Rus patron finans, telekom, perakende ve altyapı tarafında işleri bulunan Alfa’yı 1989 yılında kurdu ve 29 ülkede 70 milyar dolarlık operasyonları yürüten bir dev haline getirdi.
## 6 milyar dolarlık fonu yönetiyor
* İngiltere merkezli yatırım grubu Pamplona Capital Management, uluslararası şirketler ve iş insanlarının sağladığı fonla pek çok farklı alanda yatırım yapıyor.
* Londra’nın yanı sıra ABD’nin New York kentinde ofisi bulunan fonun 6 milyar dolarlık bir fon havuzu bulunuyor.
* Bugüne kadar başta İngiltere ve Almanya olmak üzere İspanya, çek Cumhuriyeti, Finlandiya ve Belçika’da farklı alanlardaki şirketlere ortak olarak giren Pamplona Capital Management’in fon kolunun Avrupa dışındaki ilk operasyonu Singapur’daki enerji şirketi Global Tender Barges’a yatırım olmuş.
* Türkiye’deki sağlık yatırımı ise Avrupa dışındaki ikinci operasyon olacak.
* Grubun yatırım yaptığı sektörler arasında enerji, tekstil, otomotiv, seramik, perakende ve lojistik alanları öne çıkıyor.
## Okuyucu Yorumları |
214069 | haber | Medya patronları '28 Şubat' için ifade verecek | null | # Medya patronları '28 Şubat' için ifade verecek
## Eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, eski Başbakan Tansu Çiller ve eski İçişleri Bakanı Mehmet Ağar ile iş dünyası ve medyadan çok sayıda ismi dinlenecek
TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu, "28 Şubat’ın tanıkları" olarak aralarında Aydın Doğan, Dinç Bilgin, Turgay Ciner, Mehmet Emin Karamehmet gibi isimlerin bulunduğu patronları da çağırdı
**Hüseyin Özkaya ** imzasıyla Taraf gazetesinde yayımlanan haberde, 103 kişilik listede yer alan bazı isimler şöyle sıralandı: Eski Başbakan **Tansu Çiller**, eski İçişleri Bakanı ve Emniyet Müdürü Mehmet Ağar; gazeteciler **Mehmet Altan**, Ali Bayramoğlu, **Yavuz Donat**, Fehmi Koru, **Cengiz Çandar**, Abdurrahman Dilipak, **Ertuğrul Özkök**, Fatih Çekirge, **Mehmet Ali Birand**, Uğur Dündar,** Alper Görmüş**, Taha Akyol,** Mehmet Barlas**, Canan Barlas; medya patronları** Aydın Doğan**, Dinç Bilgin,** Zafer Mutlu**; eski Başsavcılar Nuh Mete Yüksel ve** Reşat Petek**; Anayasa Mahkemesi emekli üyesi Sacit Adalı, dönemin Emniyet İstihbarat Daire Başkanı **Bülent Orakoğlu**, İstanbul Organize Suçlarla Mücadele ve Kaçakçılık Şube Müdürlüğü eski müdürü Adil Serdar Saçan, Prof. Dr.** Doğu Ergil**.
## 12 Eylül ile ilgili dinlenecekler
12 Eylül 1980 askerî darbesiyle ilgilenen alt komisyonun dinleyeceği 21 kişi arasında emekli Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, dönemin sıkıyönetim savcısı Recep Sözen, eski bakanlar Hasan Fehmi Güneş, Agah Oktay Güner, Mehmet Keçeciler ve İlter Türkmen, emekli askerî Savcı Ümit Kardaş, KADEP Genel Başkanı Şerafettin Elçi, dönemin Mamak Askerî Cezaevi Müdürü emekli Albay Raci Tetik, SP eski Genel Başkanı Recai Kutan, dönemin ülkücü liderlerinden Ramiz Ongun da var.
## 1960 ve 1971 de listede
27 Mayıs 1960 Darbesi ve 12 Mart 1971 muhtırasıyla ilgili kurulan alt komisyonun bilgisine başvurması beklenenler arasında ise şu isimler var: 71 muhtırasının ardından emekliye sevk edilen Genelkurmay Eğitim ve Doktrin Komutanı Celil Gürkan, 68 kuşağının simge isimlerinden ve Dev-Genç’in kurucularından Sarp Kuray, 71 muhtırası sonrası deniz teğmen iken TSK’dan atılan Ali Kırca, 71’de kurulan Nihat Erim hükümetinde Türkiye’nin ilk kadın bakanı olarak görev yapan Prof. Türkan Akyol, istihbaratçı Mahir Kaynak.
## Okuyucu Yorumları |
233051 | haber | Melih Altınok ve Yıldıray Oğur Türkiye gazetesinde | null | # Melih Altınok ve Yıldıray Oğur Türkiye gazetesinde
## Melih Altınok ve Yıldıray Oğur, Türkiye Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Nuh Albayrak ile görüşerek el sıkıştı
Türkiye Gazetesi, bir süre önce Taraf gazetesi ile yollarını ayıran **Melih Altınok **ve **Yıldıray Oğur ** ile anlaştı.
Altınok ve Oğur, Türkiye Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Nuh Albayrak ile görüşerek el sıkıştı.
Türkiye Gazetesi’nin Eylül ayına odaklı olarak ciddi bir hamle ve değişim içine gireceği belirtiliyor.
Medyaradar'a göre, gazetenin yazar, logo ve içeriğinde bu çerçevede değişiklikler yapılacak.
## Okuyucu Yorumları |
228550 | haber | Melih Aşık: Kürdistan Neresi? | null | # Melih Aşık: Kürdistan Neresi?
## Melih Aşık PKK'nın faaliyet gösterdiği 11 eyaleti yazdı ve Kürdistan'ın buraları kapsadığını yazdı
**Milliyet ** gazetesi yazarı** Melih Aşık**, son zamanlarda eskisinden daha sık duymaya başladığımızı söylediği "Kürdistan" kelimesinin Türkiye'de hangi illeri kapsadığını söyledi.
**İşte Aşık'ın "Kürdistan Neresi?" başlıklı o yazısı:**
Demokratik Toplum Kongresi’nin olağanüstü kongresinde alınan kararlarda... Ya da BDP’li siyasetçilerin ağzında "Kürdistan" sözünü eskiye göre daha sık duyuyoruz.
Neresi bu Kürdistan... Türkiye’nin hangi illerini kapsama alır...
Milliyet’te 18 Nisan 2013 tarihinde yayımlanan haberde, PKK’nin faaliyet gösterdiği 11 eyaletin adı ve kapsama alanları da veriliyordu:
- Koçgiri Eyaleti: Sivas ve Erzincan’ın bir bölümü
- Güneybatı Eyaleti: Malatya, Adıyaman, Gaziantep, K. Maraş
- Dersim Eyaleti: Tunceli, Erzincan’ın bir bölgesi
- Amed Eyaleti: Diyarbakır, Elazığ’ın bir bölümü
- Erzurum Eyaleti: Erzurum, Bingöl
- Garzan Eyaleti: Batman, Bitlis, Muş
- Mardin Eyaleti: Mardin ve Şırnak’ın bir bölümü
- Botan Eyaleti: Şırnak, Siirt
- Serhat Eyaleti: Ardahan, Kars, Iğdır
- Van Eyaleti: Van ve Hakkari’nin bir bölgesi
- Zagros Eyaleti: Hakkari ve Kuzey Irak’ın İran sınır hattına kadar uzanan bölge
Kürdistan neresi, "özerk bölge" hangi illeri kapsayacak vs. diye merak edenlerin bilgisine...
## Verelim kurtulalım!
Ünlü bir gazeteci köşesinde PKK sorununda gelinen noktayı şöyle değerlendiriyor:
"‘Kürt’ aidiyetinin bu kadar yüceltildiği, ‘Türk’ aidiyetinin ise bu kadar aşağılandığı bir psikolojiyi tek ülke çatısı altında sürdürmek mümkün değildir."
"Son Nevruz’da Öcalan’ın mesajından sonra, o bölgede adı konmamış coğrafi ve siyasi bir Kürt varlığı fikren oluşmuştur. Bunun resmi adı konmasa da fiili durum budur."
"O nedenle, ya dostça ayrılık ya da federatif bir model üzerinde düşünmek daha gerçekçidir..."
Yazar kısaca "Ver kurtul" noktasına gelindiğini söylüyor. Peki bu noktaya nasıl gelindi?
Üniversiteler bitirilerek, medya tek ses haline dönüştürülerek, CHP kaset darbesiyle yıkılarak, yargı iktidara bağlanarak, ordu ve ulusalcılar hapislere doldurularak, korku imparatorluğu yaratarak, halkın sesi kesilerek...
O yüzden "Ver kurtul" çözümü "Başka çare yok" kılıfına sokulamaz...
Eğer öyle bir çözüm gerçekleşirse kimse "Halk öyle istedi" diyemez...
Ülkeyi yönetenler sorumluluktan kurtulamaz...
Tarihe ancak "Halkın beyni dumura uğratıldı memleketin üçte biri o ortamda teslim edildi" kaydı düşülebilir.
## Okuyucu Yorumları |
232179 | haber | Melih Gökçek: Hangi şerefsiz uydurdu o tweeti? | null | # Melih Gökçek: Hangi şerefsiz uydurdu o tweeti?
## Zaytung'un yaptığı haberi gerçek sanıp Twitter'da paylaştığı iddia edilen Melih Gökçek, paylaşımın kendisine ait olmadığı imasında bulundu
Mizahi haber sitesi Zaytung'un yaptığı haberi gerçek sanan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'in, "Gezi Parkı’ndaki marjinal örgütlerin çadırlarından çıkan vahşet planları" adı altında paylaşımlarda bulunduğu iddia edildi. Kendisine komplo kurulduğunu iddia eden Gökçek, Twitter hesabından 'hangi şerefsiz uydurdu o twiti?' dedi.
Söz konusu sitede yayınlanan haberde, direnişçilerin çadırlarından atom bombasının nasıl yapıldığını anlatan dökümanların çıktığı söyleniyordu. Yaptığı paylaşımı desteklemek amacıyla atom bombası planlarının yer aldığı eski bir gazete sayfasını delil olarak gösteren Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, Gezi Parkı’ndaki 'marjinal grupların' çadırlarında atom bombası hazırlığı yaptığını iddia etti.
Gökçek bir süre sonra tweeti sildi, ancak takipçilerinin aldığı ekran görüntüsü sayesinde GÖkçek'in paylaşımı sosyal medyada hızla yayıldı.
**İşte Gökçek'in Twitter'dan paylaştığı o haber:**
Melih Gökçek, çıkan haberler üzerine Twitter'dan çok sert tepki gösterdi.
## Okuyucu Yorumları |
247303 | haber | Meryem Uzerli dünyanın en güzel kadınları listesinde 6. sırada | null | # Meryem Uzerli dünyanın en güzel kadınları listesinde 6. sırada
## Güzel oyuncu, Meryem Uzerli dünyanın en güzel kadınları listesinde 6. sırada yer aldı
ABD'nin internet sitesi Huffington Post tarafından düzenlenen ve "Dünyanın en güzel kadını kim?" sorulu anketinde **Meryem Uzerli** 6. sırada yer aldı.
Güzel oyuncu, Meryem Uzerli dünyanın en güzel kadınları listesinde 6. sırada yer aldı.
Ankete dört milyondan fazla kişinin katıldı. Ankette yılın en güçlü, zeki, çekici, popüler, başarılı ve güzel kadınları oylandı. Ankette geçen yıl 4'üncü olan Monica Bellucci, bu yılki ankette birinci sırada yer aldı.
## Meryem Uzerli 6. sırada
Meryem Uzerli ise geçen yılki ankette beşinci sırada yer almıştı. Uzerli bu yıl 6. sırda yer aldı. Uzerli, Monica Bellucci, Kate Upton, Angelina Jolie, Aishwarya Rai Bachchan ve İrina Shayk'ın ardından listenin 6'ncı sırasında yer aldı.
Meryem Uzerli, Charlize Theron, Rihanna, Scarlet Johansson, Megan Fox, Adriana Lima, Jessica Alba, Anne Hathaway gibi dünyaca tanınan ünlü yıldızları geride bıraktı.
## Okuyucu Yorumları |
237660 | haber | Meryem Uzerli'nin eski sevgilisi: Bebeği aldıracağını düşünmüştüm | null | # Meryem Uzerli'nin eski sevgilisi: Bebeği aldıracağını düşünmüştüm
## Can Ateş: Yaşadığım bu ilişkiyle ilgili olarak, bundan sonrasında üstüme düşen sorumlulukların tabii ki bilincindeyim
İşadamı **Can Ateş**, ayrıldığı sevgilisi **Meryem Uzerli** ’nin hamileliği hakkındaki suskunluğunu bozdu, "Üstüme düşen sorumlulukların bilincindeyim" dedi. Ateş, Uzerli'nin hamileliğinden haberi olduğunu söyleyerek, "Aldıracağını düşünmüştüm" diye konuştu.
Can Ateş, bebeğine hamile olan Meryem Uzerli’yle ilgili suskunluğunu bozdu.
Üç aylık hamile olan oyuncuyla ilişkilerini iki ay önce noktaladıklarını belirten işadamı, Uzerli’nin bebeği dünyaya getirme kararının kendisi için sürpriz olduğunu söyledi.
Ateş, dün de bir basın açıklaması yaparak ‘sorumluluklarını yerine getireceğini’ duyurdu:
"Benim için yaşadığım ilişkiler her zaman çok önemli ve değerlidir. Muhakkak ki, herkesin kendine göre haklı sebepleri olsa da, ilişki süresince, iyi-kötü tüm yaşananların özel kalması gerektiğine inanıyorum. Meryem ile yaşadığımız ilişki de, benim için her zaman özel ve güzel kalacaktır.
Yaşadığım bu ilişkiyle ilgili olarak, bundan sonrasında üstüme düşen sorumlulukların tabii ki bilincindeyim. Tüm dileğim, yaşanan bu süreçte, birbirimize karşı olan saygı ve olgunluğumuzu korumaya devam etmek."
Can Ateş’in bebeği istemediği iddiasının basına yansımasının ardından, babası Hüseyin Uzerli’nin Meryem Uzerli’ye "Sen istiyorsan bebeği doğur, Can nüfusuna almazsa ben alırım" dediği öne sürülmüştü.
##
'Aldıracağını düşündüm'
Can Ateş, Hürriyet’e yaptığı açıklamada "Biz Meryem’le ayrılalı iki ay oldu. Hamileliğinden tabii ki haberim vardı. Ama ben bebeği aldıracağını düşünmüştüm" dedi.
## Okuyucu Yorumları |
92224 | haber | "Mesut Özil, Türk mü Kürt mü?" | null | # "Mesut Özil, Türk mü Kürt mü?"
## İspanya'nın Real Madrid takımına transfer olan Mesut Özil, kimliği hakkındaki tartışmalar alevlenerek devam ediyor: "Mesut Özil, Türk mü Kürt mü?"
Dünya Kupası'nda gösterdiği performanstan sonra kendisini, Türkiye'de ve Avrupa'da kimliğine dair bir tartışmanın içinde bulan **Mesut Özil**, İspanya'nın Real Madrid takımına transfer olduktan sonra "Mesut Özil, Türk mü Kürt mü?" tartışması kaldığı yerden alevlenerek devam ediyor.
Gazeteport'un haberine göre her şey Mesut Özil'in, Fatih Terim tarafından Milli Takıma davetiyle başladı. Mesut Özil Türkiye Milli Takımı'nın davetini kabul etmeyince ülke medyasından bir kısım, Mesut Özil hakkında ağır ithamlarda bulundu. Tam da bu dönemde Özil, oynadığı Werder Bremen adına Alman ZDF televizyonunu tarafından konuk edilmiş ve kendisine bu konuya açıklık getirecek bir soru sorulmuştu:
"Bir Türk olarak attığınız golden dolayı sevinçli misiniz?"
Sunucunun sorusuna soğukkanlılıkla yanıtlayan Mesut Özil,"Hayır aslen Türk değilim, Kürdüm ve Kürtlüğümle gurur duyuyorum" demişti.
Mesut Özil'in bu sözlerinden sonra Türkiye'de de tartışma gizliden gizliye alevlendi. Özil'in Dünya Kupası'nda gösterdiği performanstan sonra söz konusu tartışma hız kazanarak devam etti. Özellikle Türkiye kamuoyunun konuya ilgisi şaşırtıcı bir boyuttaydı.
Buna karşın bazı Alman yayın organlarında, Özil'in Kürt kimliğini vurguladığı için Almanya'daki Türklerin tepkisini çektiği ifade edildiği iddia edilmişti.
Tartışmalar devam ederken Mesut Özil, Federe Kürdistan Futbol Birliği Başkanı Sefin Kanebi tarafından Federe Kürdistan Bölgesi'ne davet edilince söz konusu tartışma yeni bir boyut kazanmıştı. Sefin Kanebi'nin açıklamasında, Mesut Özil'in Diyarbakırlı bir Kürt olduğu hatırlatılarak, kendisine bir davetiye gönderildiği ve Kürdistan Bölgesi'ne davet edildiği duyurulmuştu. Buna karşın "Mesut" isminin de Mesut Barzani'den esinlenerek Özil'e verildiği iddiası dillendiriliyordu.
Öte yandan Mesut Özil'in 8 Şubat 2009 tarihinde Anadolu Ajansı'na verdiği demeçte, kendisinin ve ailesinin her zaman Türk kalacaklarını ifade ettiği iddia edilmiş, Özil'in ağzından şu sözlere yer verilmişti:
"Ben Türküm ve öyle kalacağım. Ama Almanya milli takımında kendimi iyi hissediyorum!"
Bu sözler basında geniş yer almıştı.
Baba Özil: Kökenimizi inkar etmedik
Tartışmanın nasıl alevlendiği ise Hürriyet gazetesinin bugünkü sayısında futbolcunun babasına kimliğine dair sorduğu soruydu. Hürriyet'in haberine göre, Mesut’un Real Madrid forması giyecek olan ilk Türk olduğunun altını çizen baba Özil, "Mesut'un Alman milli formasını giymesi başka bir şey, kökenin Türk olması çok ayrı bir şey. İnsanlarımızın bunu ayırt etmesini istiyoruz. Ne bizler ne de Mesut hiçbir zaman kökenimizi inkar etmedik. Tam tersine bundan onur ve gurur duyduk, duyacağız da. Nasıl Dünya Kupası’nda insanımız Mesut’tan dualarını eksik etmediyse, Real Madrid’de de oynarken de dualarını eksik etmesin. Mesut’un başarısı için Türk milletinin dualarına fazlası ile ihtiyacımız var" dedi.
Mesut ne diyor?
Özil tartışması şimdilik belirsizlikle devam ediyor. Kürt cephesi Özil'in Kürt olduğu iddiasını sürdürürken, Türk medyası ısrarla Özil'in Türk kökenli olduğunu vurguluyor.
Mesut Özil'in konu olduğu haberlere yapılan yorumlarda, futbolseverler ve halk arasında devam eden tartışmada asıl konuşması gereken Özil'in susması ise dikkat çekici.
## Okuyucu Yorumları |
180234 | haber | Meyve suyu diye satılanların hangisi gerçek meyve suyu? | null | # Meyve suyu diye satılanların hangisi gerçek meyve suyu?
## Milliyet gazetesi yazarı Güngör Uras Türkiye'nin meyve suyu tüketim alışkanlığını ve ekonomisini köşesinde yazdı.
-
A
+
T24 -
Yılda 850 bin ton meyvanın meyvenin suyunu çıkarıyoruz. 850 milyon litre meyve suyu ve benzeri içecek tüketiyoruz. Meyve suyu diye içtiklerimizin tamamı meyve suyu değil. Sadece yüzde 7-8’i yüzde 100 meyve suyu. Kalanı meyve suyu benzeri içecek.
Meyve suyu nedir? Meyve suyu diye satılanların hangisi gerçek meyve suyudur? Meyve suyu mevsimi açılırken sayın okuyucularımı bilgilendirmek istedim. Bunun için Meyve Suyu Endüstrisi Derneği Genel Sekreteri Ebru Akdağ’dan bilgi aldım. İşte öğrendiklerim:
Halkımız meyve suyu niyetine 4 farklı tür içecek satın alıyor:
1) Gerçek meyve suyu "yüzde 100 meyve suyu" etiketi ile satılır. Bunların içinde hiçbir katkı maddesi (su, şeker, koruyucu kimyasal) yoktur. Meyve suyu pastorize ediliyor, mikropdan arındırılıyor. Şişeleniyor, kutulanıyor.
2) Bazı meyvelerin suyunu sıkarak satmak imkansız. Portakalın, üzümüm, vişnenin, narın suyu sıkılıyor ama elmanın, armutun, şeftalinin suyu aynı şekilde sıkılamıyor. Bunlardan elde edilen meyve püreleri toplam ağırlığın yüzde 20’si kadar sulandırılıyor. Biraz da şeker katılıyor. Bunlar "meyve nektarı" etiketi ile satılıyor.
3) "Meyveli içecek" etiketi ile satılanların içinde yüzde 10-20 dolayında meyve suyu veya nektarı var. Kalanı su ve şeker.
4) "Aromalı içecek" etiketi ile satılanların esası su ve şeker. Yüzde 0.9 ile yüzde 9.0 dolayında meyve ile tatlandırılarak şişeleniyor veya kutulanıyorlar.
Biz nektarı seviyoruz
AB ülkelerinde tüketilen meyve suyunun 2/3’ü yüzde 100 meyve suyu iken bizde tüketilen meyve suyunun 2/3’ü meyve nektarı.
Kişi başı meyve suyu tüketimi AB ülkelerinde yılda 25 litre, bizde 8 litre. Bizde tüketim her yıl yüzde 10 dolayında artıyor.
Biz ülkemizde meyvenin bol olduğunu biliriz. Meyveler ağaçlarda kalıyor, alanı olmuyor diyerek üzülürüz. Ama "sanayi türü meyve" başka. Ağaçda kalan her portakaldan, elmadan meyve suyu yapılamıyor. Bizde sanayi türü meyve olmadığı için de meyve suyuna talep artıkça dışarıdan işlenmiş meyve suyu ithal ediyoruz.
İran’dan şeftali, Polonya’dan vişne, ABD’den portakal suyu konsantresi ithal ediyoruz.
Büyüyen bir sanayi var
Meyve suyunun işlenmesi demek, "konsantre" hale getirilmesi demek. Mevsiminde meyvelerin suyu çıkarılıyor. Çıkan meyve suyunun içindeki "su" uçuruluyor. Konsantre meyve suları uzun süre depolarda saklanabiliyor. Şişelenirken veya kutulanırken uçurulan su kadar su ekleniyor. Başkaca ekleme yapılmadan kutulanıyor veya şişeleniyor.
Bizde meyve işleyen Dimes, Aroma, Anadolu Etap gibi büyük tesisler var. Bunların her birinin yılda 50- 200 bin ton arasında meyve işleme kapasitesi bulunuyor.
Meyve suyu pazarının yüzde 95’ine sahip meyve suyu firmaları ise Capi (Coca Cola), Tamek, Aroma, Dimes(Tokat), Pınar ve Ülker.
1 Litre meyve suyu için 1.100-1.200 gr elma, 3.250-3.750 gr portakal, 550-650 gr şeftali, 500-550 gr kayısı, 400-450 gr vişne kullanılıyor.
Şimdilerde meyve suyu ihracatımız artıyor. 2010 yılında 200 milyon dolar değerinde meyve suyu ihraç edildi. Yaş meyve ihraç edenlere prim veriliyor. Yaş meyvenin suyunu çıkararak ihraç edenler diyorlar ki, "Bize de üretimde kullanılan yaş meyveye verilen destek kadar destek verin ki katma değeri yüksek ihracat daha çok artsın."
**Milliyet gazetesi yazarı Güngör Uras Türkiye'nin meyve suyu tüketim alışkanlığını ve ekonomisini köşesinde yazdı.**
Uras'ın "Yılda 850 milyon litrelik meyve suyu içiyoruz" başlığıyla yayımlanan bugünkü (8 Kasım 2011) şöyle:Yılda 850 bin ton meyvanın meyvenin suyunu çıkarıyoruz. 850 milyon litre meyve suyu ve benzeri içecek tüketiyoruz. Meyve suyu diye içtiklerimizin tamamı meyve suyu değil. Sadece yüzde 7-8’i yüzde 100 meyve suyu. Kalanı meyve suyu benzeri içecek.
Meyve suyu nedir? Meyve suyu diye satılanların hangisi gerçek meyve suyudur? Meyve suyu mevsimi açılırken sayın okuyucularımı bilgilendirmek istedim. Bunun için Meyve Suyu Endüstrisi Derneği Genel Sekreteri Ebru Akdağ’dan bilgi aldım. İşte öğrendiklerim:
Halkımız meyve suyu niyetine 4 farklı tür içecek satın alıyor:
1) Gerçek meyve suyu "yüzde 100 meyve suyu" etiketi ile satılır. Bunların içinde hiçbir katkı maddesi (su, şeker, koruyucu kimyasal) yoktur. Meyve suyu pastorize ediliyor, mikropdan arındırılıyor. Şişeleniyor, kutulanıyor.
2) Bazı meyvelerin suyunu sıkarak satmak imkansız. Portakalın, üzümüm, vişnenin, narın suyu sıkılıyor ama elmanın, armutun, şeftalinin suyu aynı şekilde sıkılamıyor. Bunlardan elde edilen meyve püreleri toplam ağırlığın yüzde 20’si kadar sulandırılıyor. Biraz da şeker katılıyor. Bunlar "meyve nektarı" etiketi ile satılıyor.
3) "Meyveli içecek" etiketi ile satılanların içinde yüzde 10-20 dolayında meyve suyu veya nektarı var. Kalanı su ve şeker.
4) "Aromalı içecek" etiketi ile satılanların esası su ve şeker. Yüzde 0.9 ile yüzde 9.0 dolayında meyve ile tatlandırılarak şişeleniyor veya kutulanıyorlar.
Biz nektarı seviyoruz
AB ülkelerinde tüketilen meyve suyunun 2/3’ü yüzde 100 meyve suyu iken bizde tüketilen meyve suyunun 2/3’ü meyve nektarı.
Kişi başı meyve suyu tüketimi AB ülkelerinde yılda 25 litre, bizde 8 litre. Bizde tüketim her yıl yüzde 10 dolayında artıyor.
Biz ülkemizde meyvenin bol olduğunu biliriz. Meyveler ağaçlarda kalıyor, alanı olmuyor diyerek üzülürüz. Ama "sanayi türü meyve" başka. Ağaçda kalan her portakaldan, elmadan meyve suyu yapılamıyor. Bizde sanayi türü meyve olmadığı için de meyve suyuna talep artıkça dışarıdan işlenmiş meyve suyu ithal ediyoruz.
İran’dan şeftali, Polonya’dan vişne, ABD’den portakal suyu konsantresi ithal ediyoruz.
Büyüyen bir sanayi var
Meyve suyunun işlenmesi demek, "konsantre" hale getirilmesi demek. Mevsiminde meyvelerin suyu çıkarılıyor. Çıkan meyve suyunun içindeki "su" uçuruluyor. Konsantre meyve suları uzun süre depolarda saklanabiliyor. Şişelenirken veya kutulanırken uçurulan su kadar su ekleniyor. Başkaca ekleme yapılmadan kutulanıyor veya şişeleniyor.
Bizde meyve işleyen Dimes, Aroma, Anadolu Etap gibi büyük tesisler var. Bunların her birinin yılda 50- 200 bin ton arasında meyve işleme kapasitesi bulunuyor.
Meyve suyu pazarının yüzde 95’ine sahip meyve suyu firmaları ise Capi (Coca Cola), Tamek, Aroma, Dimes(Tokat), Pınar ve Ülker.
1 Litre meyve suyu için 1.100-1.200 gr elma, 3.250-3.750 gr portakal, 550-650 gr şeftali, 500-550 gr kayısı, 400-450 gr vişne kullanılıyor.
Şimdilerde meyve suyu ihracatımız artıyor. 2010 yılında 200 milyon dolar değerinde meyve suyu ihraç edildi. Yaş meyve ihraç edenlere prim veriliyor. Yaş meyvenin suyunu çıkararak ihraç edenler diyorlar ki, "Bize de üretimde kullanılan yaş meyveye verilen destek kadar destek verin ki katma değeri yüksek ihracat daha çok artsın."
## Okuyucu Yorumları |
207027 | haber | Mezuniyetlerini Baskın Oran'ın kitabıyla kutladılar | null | # Mezuniyetlerini Baskın Oran'ın kitabıyla kutladılar
## Mezunlar, diplomalarını Baskın Oran'ın Türk Dış Politikası kitabını havaya kaldırarak kutladı
-
A
+
İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünü bitiren öğrenciler, mezuniyet törenlerine lisans eğitimi boyunca temel kaynakları olan Prof. Baskın Oran'ın "Türk Dış Politikası" kitabıyla katıldılar.
Mezunlar, lisans eğitimi boyunca ellerinin altında olan ve lisans eğitimleri sırasında çok yararlandıkları Prof. Oran'ın "Türk Dış Politikası" kitabından diploma töreninde de ayrılmadılar.
Mezuniyet töreni için anlaşan mezunlar, törene hep birlikte Prof. Oran'ın kitabıyla katılmayı kararlaştırdılar. Mezunlar, diplomalarını Türk Dış Politikası kitabını havaya kaldırıp sallayarak kutladılar.
## Okuyucu Yorumları |
240552 | haber | Miley Cyrus: Seksi olmak isteseydim çok daha iyi dans ederdim | null | # Miley Cyrus: Seksi olmak isteseydim çok daha iyi dans ederdim
## Geçen ay düzenlenen MTV Müzik Ödülleri'nde yaptığı seksi dans ile adından söz ettiren şarkıcı Miley Cyrus, 'Seksi olmaya çalışsaydım, olurdum. Şu ankinden çok daha iyi dans ederdim mesela' dedi
MTV Müzik Ödülleri’nde yaptığı seksi dans ile dikkatleri üzerine çeken şarkıcı **Miley Cyrus**, "Seksi olmaya çalışsaydım, olurdum. Şu ankinden çok daha iyi dans ederdim mesela" dedi.
Rolling Stone dergisine üstsüz pozlar veren Miley Cyrus, artık dili dışarıda gezmeyeceğini söyledi.
Disney Channel'da çocuk yaşta başlayan müzik kariyerinde kısa zamanda büyük değişim geçiren 20 yaşındaki şarkıcı Miley Cyrus, kıyafetleri, açıklamaları ve dansları ile herkesi şaşırtmaya devam ediyor.
İngiliz basınından The Daily Mail'in sitesinde yer alan habere göre; bir süre önce gerçekleşen MTV Müzik Ödülleri gecesindeki performansı müstehcen bulunması nedeniyle birçok olumsuz eleştiri alan Miley Cyrus, Rolling Stone dergisine iddialı pozlar verdi.
Artık uslu küçük bir kız değil, seksi ve vahşi bir kadın olduğunu gözler önüne seren Cyrus, tamamen çıplak bir şekilde havuza ve duşa giriyor.
## **49 kilo olduğumun farkındayım**
Fotoğraflarda göğüslerini elleriyle kapatan Miley Cyrus, dergiye verdiği röportajda "Seksi olmaya çalışsaydım, olurdum. Şu ankinden çok daha iyi dans ederdim mesela" şeklinde konuştu.
Sahne şovlarında yaptığı danslarla ilgili de konuşan Miley "İnsanlar benimle ilgili şunu düşünüyor; 'Miley zenci gibi poposunu sallıyor ama aslında dünyanın en düz poposuna sahip' Evet, doğru, haklılar. 49 kiloyum, farkındayım" dedi.
Miley dili dışarda gezmesiyle ilgili "Şimdi insanlar sürekli benden dilim dışarıda gezmemi bekliyor. Sanırım bundan sonra bunu asla yapmayacağım" dedi.
**Miley Cyrus’un olay yaratan videosu:**
## Okuyucu Yorumları |
236114 | haber | 'Milletvekillerinin birçoğu sadece biyolojik Alevi' | null | # 'Milletvekillerinin birçoğu sadece biyolojik Alevi'
## CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün, Kayseri'nin Sarız İlçesi Çağşak Köyü'ndeki Cemevi açılışında Alevi milletvekillerinin büyük bölümünün 'Biyolojik Alevi' olduğunu söyledi
Kayseri'nin Sarız İlçesi Çağşak Köyü'ndeki Cemevi açılışında konuşan CHP Tunceli Milletvekili **Hüseyin Aygün**, Alevi milletvekillerinin büyük bölümünün "Biyolojik Alevi" olduğunu söyledi.
Doğan Haber Ajansı’ndan Cafer Zengin’in haberine göre, Aygün, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 'ın, Gezi Parkı eylemlerini ardından, daha önce rafa kaldırdığı "Alevilik açılımını" yeniden ülke gündemine taşıdığını bildirerek, "Gezi'nin içine Aleviler öyle bir katıldı ki, Tayyip Erdoğan'ın feleği şaştı. Sonra, Alevi dosyasını yeniden açtı" dedi.
## Gezi'de ölenlerin çoğu Aleviydi
Aygün, "Gezi olaylarında ölen, yaralanan, sakatlananlar, gözaltına alınanların önemli bölümü Aleviydi. Ama, bu bir Alevi isyanı olarak algılanmamalıdır. Böyle algılarsak Gezi'nin ruhuna da ters laf etmiş oluruz. Ama en önde yer alan ve 19 yaşındaki çocuklarını vahşice bir cinayete kurban veren Alevi topluluğu var" ifadelerini kullandı.
## 'Üzülerek söylüyorum ama...'
Paneldeki konuşmasında sorulan bir soru üzerine çeşitli siyasi partilerde bulunan bazı Alevi milletvekillerine 'Biyolojik Alevi' benzetmesi de yapan Aygün, "Bunu üzülerek söylüyorum ama çoğu 'Biyolojik Alevidir.' Sadece Alevi bir anne ve babadan doğmuşlardır, Alevilik bilinci ölüdür. Ama ben yüzde 90'ı Alevi olan bir ilin milletvekiliyim. Bu nedenle Alevi hassasiyetlerini dile getirmek görevim" dedi.
## Erdoğan yapıyorsa Kılıçdaroğlu da yapmalı
Aygün, panelde kendisine yöneltilen, "CHP Genel Başkanı Kemal Kılıdaroğlu, neden Alevi kimliğini ön plana çıkarmıyor?" sorusuna "Ben etnik ya da sadece inanç kimliğiyle siyaset yapılmasına karşıyım, ancak Recep Tayyip Erdoğan gibi faşist bir diktatör, imam hatiplerle yatıp, imam hatiplerle kalkıyorsa, 'En iyi nesil imam hatiplerdir, dindar, kindar nesil kuracağım' diyorsa, Kılıçdaroğlu da, Hacı Bektaş'la övünmelidir. Bunu muhakkak söylemelidir. Yani Erdoğan yapıyorsa, Kılıçdaroğlu da yapmalıdır" şeklinde yanıt verdi.
## Okuyucu Yorumları |
236562 | haber | Milli Eğitim Bakanlığı’ndan skandal 'Alevilik' sorgusu | null | # Milli Eğitim Bakanlığı’ndan skandal 'Alevilik' sorgusu
## Mamak’ta bir lisede hakkında soruşturma açılan müdür, ‘Şikâyetçilerim Alevi’ dedi. MEB müfettişleri ciddiye alarak, iki müfettiş daha görevlendirdi
Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) müfettişlerinin, Ankara Mamak Yunus Büyükkuşoğlu Anadolu Lisesi’nde skandal bir sorgulamaya imza attıkları ortaya çıktı. Okul müdür yardımcısı **Tuncer Küllücek** hakkındaki soruşturma sürerken, Küllücek kendisini şikâyet eden felsefe öğretmeni Suat Özcan ile soruşturmayı yürüten il müfettişi Cengiz Karahan’ı "Şikâyetçi öğretmen de, soruşturmayı yapan müfettiş de Alevi" diyerek bakanlığa şikâyet etti.
Cumhuriyet gazetesinden **Sinan Tartanoğlu** ’nun haberine göre, Küllücek’in şikâyeti üzerine okula gelen 2 bakanlık müfettişi söz konusu öğretmen ve müfettişin "Alevi olup olmadıklarını" sorguladı. Soruşturma yürütürken soruşturmalık olan il müfettişi Karahan’ın sorgusunda, "Ben Aleviyim, Alevilik suçsa ben bu suçu işliyorum, ömür boyu da işleyeceğim" ifadelerini kullanması dikkat çekti.
Mamak Yunus Büyükkuşoğlu Anadolu Lisesi Müdür Yardımcısı Tuncer Küllücek hakkında Nisan 2012’de, aralarında Eğitim Bir-Sen, Türk Eğitim-Sen ve Eğitim-Sen işyeri temsilcilerinin de bulunduğu öğretmenler ile öğrenci velilerinin şikâyetleri üzerine soruşturma başlatıldı. Soruşturmayı üstlenen İl Müfettişi Cengiz Karahan, Küllücek hakkındaki, "Okulun öğretmenlerinden Eğitim Bir-Sen işyeri temsilcisi Mesut Durak’a alenen küfür ettiği, öğrenci dövdüğü, öğrencilere felsefe öğretmeni ve Eğitim-Sen işyeri temsilcisi Suat Özcan hakkında ‘O komünist, bölücü, namaz kılmıyor, itin arkasından giden it olur...’ şeklinde sözler söylediği, bazı öğretmenlerle birlikte öğrenciler arasında ayrım yaptığı" iddialarını araştırdı.
## Dini ayrımcılıktan ceza aldı
Küllücek hakkında hazırlanan disiplin soruşturma raporunda, Küllücek için "öğrenci dövmek ve hakaret etmekten" maaş kesim cezası, felsefe öğretmeni Özcan’a yönelik sözleri nedeniyle "Görevin yerine getirilmesinde siyasi düşünce, din ayrımı yapmaktan" kademe ilerlemesinin durdurulması ve başka okula atanması cezaları istendi.
## Alevilik sorgusu için iki müfettiş
Raporun hazırlanmasının ardından Küllücek boş durmadı. Bakanlığa başvuran Küllücek, kendisini soruşturan il müfettişi ve iddiaları gündeme getiren öğretmenin "Alevi olduğunu" bildirdi. Bakanlık da okula iki müfettiş gönderdi. Müfettişler okuldaki diğer öğretmenlere, felsefe öğretmeni Özcan’ın Alevi olup olmadığını, bu durumun ilk soruşturmayı etkileyip etkilemediğini sordu.
## Müfettişler müfettişin ifadesini aldı
Soruşturma yürütürken soruşturmalık olan il müfettişi Karahan sorgusunda, "Hiç kimseyle dostluğum, yakınlığım veya düşmanlığım olmadı, olamaz da. Ben Aleviyim, Alevilik suçsa ben bu suçu işliyorum, ömür boyu da işleyeceğim. Bütün dünyaya Yunus Emre’nin gözüyle bakarım ‘Bütün kamu âleme aynı gözle bakmayan, halka müderris olsa hakikatte asidir’ felsefesi dünya görüşümdür. Soruşturmasını yaptığım okuldaki çalışanların hiçbirinin hangi inançtan olduğunu hayatım boyunca hiç sormadım, sormam da; sormak benim hayat felsefeme aykırıdır. Sorarsam kendimden utanırım" ifadesini verdi.
## Okulla ilişiği kesilmedi
Soruşturma raporu doğrultusunda başka bir okula atanması gereken Küllücek’in atamasının çıktığı ancak müdür yardımcılığı görevini sürdürdüğü Yunus Büyükkuşoğlu Anadolu Lisesi ile ilişiğinin kesilmediği öğrenildi.
## Okuyucu Yorumları |
73496 | haber | Milyon dolarlık avukatlar | null | ## Enerji Bakanlığı, Libananco davasındaki avukatlarına yaklaşık 11 milyon dolar ödüyor. Uzanların ise avukatlarla 10 milyar dolarlık davanın yüzde 25’ine anlaştığı &o
-
A
+
T24 -
Milliyet gazetesinin haberine göre; Uzanlara ait olduğu ortaya çıkan Kıbrıs Rum Kesimi’nde kurulu Libananco şirketi, yüzde 60’ına sahip olduğunu öne sürdüğü ÇEAŞ ve Kepez Eletrik’in imtiyaz sözleşmelerini iptal eden Enerji Bakanlığı aleyhine açtığı 10.1 milyar dolarlık tazminat davası avukatların savaşına sahne oluyor.
Türkiye Cumhuriyeti Enerji Bakanlığı’nın savunmasını başında Aydın Coşar’ın bulunduğu Coşar Hukuk Bürosu, ABD’de Freshfields Bruckhaus Deringer LLP avukatlık bürosuyla anlaştı. Freshfield, 12 firma arasından seçildi.
Dava için yabancı avukatlık bürosu arayan Enerji Bakanlığı toplam 12 teklif aldı. Teklif veren üç yabancı avukatlık bürosu yerli ortak olarak Coşar Avukatlık Bürosu ile çalışacaklarını beyan etti. Bunların arasında Coşar’ı yerli ortak olarak teklif eden Freshfields Bruckhaus Deringer LLP avukatlık bürosu seçildi.
‘Her şey dahil’ anlaştılar
Libananco davasında avukatlık hizmeti için yapılan ödeme miktarı ise 23 Aralık 2008 tarihi itibariyle 10 milyon 929 bin 431 dolar olarak açıklandı. Yapılan ödemeye yerli ve yabancı avukatların çalışma ücretleri, uzman ve bilirkişi ücretleri, duruşmalar ve toplantılar için yapılan her türlü masraf ve vergileri de dahil.
İngiltere’nin Magic Circle adlı lider hukuk firmaları arasında yer alan Frehfields Bruckhaus Deringer, kar açısından dünyanın en büyük üçüncü uluslararası hukuk şirketi.
Merkezi Londra’da olan şirketin dünya çapındaki 27 bürosunda toplam 2 bin 500 avukat görev yapıyor. 2012 Londra Olimpiyat Oyunları’nın da hukuk danışmanı olarak seçilen şirketin 2000 yılında Deringer Tessin Herman Sedemund ve Bruckhauss Westrick Heller Löber hukuk şirketleriyle birleşmesi, İngiliz Financial Times gazetesince "Avrupa’nın yasal hizmetlerini yeniden yapılandıran en önemli birleşme" olarak tanımlanmıştı. Şirketin Türkiye’de bürosu bulunmuyor.
Kartal, kurt, kobra
Libananco davasını ise Crowell&Moring LLP avukatlık bürosuna bağlı ve "köpekbalığı" lakaplı Stuart Newberger açtı. Paris’te Hakan Uzan, Cem Uzan ve Ali Cenk Türkkan’ın çapraz sorgusu yapılırken, Newberger’e "kartal" lakaplı Cliff Elgarten, "kurt" lakaplı George Ruttinger ve "kobra" lakaplı Beju Basami eşlik etti. Merkezi New York’ta olan ve ABD’nin en iyi 100 hukuk şirketi arasında yer alan Crowell&Morning LLP, iş hukuku konusunda uzman. Antitröst, kurumsal ve fikri mülkiyet hakları ile ticari davaların aralarında olduğu 40 ayrı konuda davalara bakan C&M, aynı zamanda uluslararası ticaret ve yatırım danışmanlığı hizmetleri de veriyor. 1979 yılında kurulan şirket, Fortune 50 şirketlerinden yeni kurulan şirketlere kadar birçok farklı kesimden müşterilere hizmet veriyor.
8 büro, 500 avukat
ABD dışında Londra ve Brüksel’deki 8 bürosunda toplam 500 avukatın görev yaptığı şirketin aldığı en ünlü davalardan biri de Pakistan’ın Libya’ya Pan Am uçağı nedeniyle 1986’da açarak 10 milyar dolar tazminat talep ettiği dava. Şirketin Türkiye’de bürosu bulunmuyor.
Şirketin Libananco ile yüzde 25 üzerinden anlaşma yaptığı belirtiliyor. Tahkim kurulunun kararının Libananco lehine çıkması halinde kazanacağı 10.1 milyar doların yüzde 25’i olan 2.5 milyar dolar kazanacağı ifade ediliyor.
Uzan tarafı
Enerji Bakanlığı tarafı
Coşar Avukatlık Bürosu
**Enerji Bakanlığı, Libananco davasındaki avukatlarına yaklaşık 11 milyon dolar ödüyor. Uzanların ise avukatlarla 10 milyar dolarlık davanın yüzde 25’ine anlaştığı öğrenildi.**Milliyet gazetesinin haberine göre; Uzanlara ait olduğu ortaya çıkan Kıbrıs Rum Kesimi’nde kurulu Libananco şirketi, yüzde 60’ına sahip olduğunu öne sürdüğü ÇEAŞ ve Kepez Eletrik’in imtiyaz sözleşmelerini iptal eden Enerji Bakanlığı aleyhine açtığı 10.1 milyar dolarlık tazminat davası avukatların savaşına sahne oluyor.
Türkiye Cumhuriyeti Enerji Bakanlığı’nın savunmasını başında Aydın Coşar’ın bulunduğu Coşar Hukuk Bürosu, ABD’de Freshfields Bruckhaus Deringer LLP avukatlık bürosuyla anlaştı. Freshfield, 12 firma arasından seçildi.
Dava için yabancı avukatlık bürosu arayan Enerji Bakanlığı toplam 12 teklif aldı. Teklif veren üç yabancı avukatlık bürosu yerli ortak olarak Coşar Avukatlık Bürosu ile çalışacaklarını beyan etti. Bunların arasında Coşar’ı yerli ortak olarak teklif eden Freshfields Bruckhaus Deringer LLP avukatlık bürosu seçildi.
‘Her şey dahil’ anlaştılar
Libananco davasında avukatlık hizmeti için yapılan ödeme miktarı ise 23 Aralık 2008 tarihi itibariyle 10 milyon 929 bin 431 dolar olarak açıklandı. Yapılan ödemeye yerli ve yabancı avukatların çalışma ücretleri, uzman ve bilirkişi ücretleri, duruşmalar ve toplantılar için yapılan her türlü masraf ve vergileri de dahil.
İngiltere’nin Magic Circle adlı lider hukuk firmaları arasında yer alan Frehfields Bruckhaus Deringer, kar açısından dünyanın en büyük üçüncü uluslararası hukuk şirketi.
Merkezi Londra’da olan şirketin dünya çapındaki 27 bürosunda toplam 2 bin 500 avukat görev yapıyor. 2012 Londra Olimpiyat Oyunları’nın da hukuk danışmanı olarak seçilen şirketin 2000 yılında Deringer Tessin Herman Sedemund ve Bruckhauss Westrick Heller Löber hukuk şirketleriyle birleşmesi, İngiliz Financial Times gazetesince "Avrupa’nın yasal hizmetlerini yeniden yapılandıran en önemli birleşme" olarak tanımlanmıştı. Şirketin Türkiye’de bürosu bulunmuyor.
Kartal, kurt, kobra
Libananco davasını ise Crowell&Moring LLP avukatlık bürosuna bağlı ve "köpekbalığı" lakaplı Stuart Newberger açtı. Paris’te Hakan Uzan, Cem Uzan ve Ali Cenk Türkkan’ın çapraz sorgusu yapılırken, Newberger’e "kartal" lakaplı Cliff Elgarten, "kurt" lakaplı George Ruttinger ve "kobra" lakaplı Beju Basami eşlik etti. Merkezi New York’ta olan ve ABD’nin en iyi 100 hukuk şirketi arasında yer alan Crowell&Morning LLP, iş hukuku konusunda uzman. Antitröst, kurumsal ve fikri mülkiyet hakları ile ticari davaların aralarında olduğu 40 ayrı konuda davalara bakan C&M, aynı zamanda uluslararası ticaret ve yatırım danışmanlığı hizmetleri de veriyor. 1979 yılında kurulan şirket, Fortune 50 şirketlerinden yeni kurulan şirketlere kadar birçok farklı kesimden müşterilere hizmet veriyor.
8 büro, 500 avukat
ABD dışında Londra ve Brüksel’deki 8 bürosunda toplam 500 avukatın görev yaptığı şirketin aldığı en ünlü davalardan biri de Pakistan’ın Libya’ya Pan Am uçağı nedeniyle 1986’da açarak 10 milyar dolar tazminat talep ettiği dava. Şirketin Türkiye’de bürosu bulunmuyor.
Şirketin Libananco ile yüzde 25 üzerinden anlaşma yaptığı belirtiliyor. Tahkim kurulunun kararının Libananco lehine çıkması halinde kazanacağı 10.1 milyar doların yüzde 25’i olan 2.5 milyar dolar kazanacağı ifade ediliyor.
Uzan tarafı
**Crowell&Moring LLP hukuk şirketi****Stuart H. Newberger:**Crowell&Moring LLP hukuk şirketinin ünlü avukatlarından Stuart Newberger, Washington bürosunda görev yapıyor. "Uluslararası Anlaşmazlık Çözümü" çalışma grubunun başkan yardımcılığını yürüten Newberger, özel ticari faaliyetler, kamu politikası ve Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası ve IMF gibi uluslararası kurumların yer aldığı davalar başta olmak üzere devletlerarası tahkim davalarında uzmanlaşmış.**Cliffton S. Elgarten:**Şirketin Washington ofisi avukatlarından Cliffton S. Elgarten, ticari anlaşmazlıklar konusunda uzman. Son yıllarda özellikle iflas eden şirketlerin avukatlığını üstlenen Elgarten, 2008 yılında 1.6 milyar dolarlık ünlü finans kuruluşu Enron Credits Recovery Corporation iflası davasında da şirketin avukatlığı görevindeydi.**George D.Ruttinger:**Washington Crowell&Moring LLP avukatlarından George D. Ruttinger, birçok karmaşık ulusal ve uluslararası davanın avukatlığını üstlendi. Ruttinger, ünlü Amerikan gazetelerinden Washington Magazine’e göre "şehrin en iyi savunma avukatlarından biri".Enerji Bakanlığı tarafı
**Freshfields Bruckhaus Deringer hukuk şirketi**** Brian King:**Freshfields Bruckhaus Deringer firmasının New York ofisinde tahkim bölümünde çalışan Brian King, uluslararası yatırım ve ticaret tahkim davalarında danışman ve avukat olarak rol aldı. Tahkim konusunda Hollanda’da birçok üniversitede ders veren King, Türk hükümetinin Enerji Anlaşması kapsamındaki üç tahkim anlaşmasında 20 milyar doları aşan tazminatla suçlandığı davada da danışmanlık görevi yaptı.**Jan Paulsson:**Freshfields Bruckhaus Deringer hukuk şirketinin uluslararası tahkim ve uluslararası kamu hukuku bölümleri başkan yardımcısı Jan Paulsson, yüzlerce uluslararası tahkim davasında yer almış deneyimli bir avukat. Eğitimini Harvard, Yale ve Paris Üniversitesi’nde tamamlayan Paulsson, London School of Economics’te de konuk profesör olarak dersler verdi. İngilizce, Fransızca, İspanyolca ve İsveççe konuşan Paulsson, aralarında Londra Uluslararası Tahkim Mahkemesi, Uluslararası Ceza Mahkemesi, Dünya Bankası İdari Mahkemesi ve Hague Geçici Tahkim Mahkemesi’nin de bulunduğu birçok üst mahkemenin yönetim kadrosunda görev yaptı.**Lucy Reed:**Freshfields Bruckhaus Deringer’ın Küresel Tahkim Bölümü Başkan Yardımcısı Lucy Reed, uluslararası ticari tahkim başta olmak üzere yatırım anlaşmazlıkları konusunda uzman bir avukat. Özel ve kamu kurumlarına danışmanlık hizmeti de veren Reed, aynı zamanda aralarında Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin de bulunduğu birçok mahkemede hakem pozisyonunda görev yapıyor. ABD Odalar Birliği’nin 7 uluslararası tahkim avukatından ve "12 Lider Tahkim Avukatı"ndan biri olan Reed, 2001 yılından beri Hague Uluslararası Hukuk Akademisi’nde uluslararası hukuk dersleri veriyor. Kore Yarımadası Enerji Geliştirme Organizasyonu’nın ilk avukatı olan Reed, ayrıca birçok uluslararası davada ABD hükümetinin hukuk danışmanı olarak görev yaptı.Coşar Avukatlık Bürosu
**Aydın Coşar:**Aydın Coşar, terör örgütü El Kaide’ye finansal destek sağladığı iddiasıyla Birleşmiş Milletler ve ABD’nin "Küresel Teröre Destek Verenler" listesinde adı bulunan Suudi Arabistanlı Yasin El Kadı’nın avukatı olarak tanınıyor. Bir dönem El Kadı ile BİM şirketini kuran Cüneyd Zapsu’nun da avukatlığını yürüten Coşar, Libananco davası ihalesine katılan 12 yabancı hukuk bürosunun Türk ortak olarak çalışmak istediği isim olarak belirlenmişti. Davanın açılmasından bu yana Enerji Bakanlığı avukatlığını yürütüyor.
## Okuyucu Yorumları |
251793 | haber | MİT'in personel sayısı ilk kez açıklandı | null | # MİT'in personel sayısı ilk kez açıklandı
## Bugüne kadar gizli olduğu gerekçesi ile açıklanmayan MİT'in personel sayısı ilk kez açıklandı. Teşkilatta 8 bin kişi çalışıyor
Bugüne kadar gizli tutulan ve ''makul miktarda'' denilen Milli İstihbarat Teşkilatının personel sayısı ilk kez açıklandı. MİT'te 8 bin kişinin görev yaptığı bildirildi.
TBMM İçişleri Komisyonu'nda, Milli İstihbarat Kanunu'nda (MİT) Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun teklifi görüşülürken teşkilatın yapısına ve faaliyetlerine ilişkin bilgiler de verildi. Buna göre MİT her yıl, kamu kurum ve kuruluşlarında gizli bilgiye erişecek şahıslarla ilgili gelen talepler çerçevesinde 250 bin kişinin arşiv araştırması ve güvenlik tahkikatını yapıyor.
MİT'te halen 8 bin civarında personel çalışıyor. Büyük bölümü Ankara Yenimahalle'deki Müsteşarlık ile Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Diyarbakır gibi Bölge Başkanlıklarında görev yapıyor. Yurt dışı üniteleri de olan MİT'in 8 bin personeli arasında tercümanlar ve analistler de yer alıyor. MİT halen 2 bin 473 kişinin telefonunu dinliyor. Dinleme faaliyeti genellikle terörizm ve casusluk faaliyetlerini kapsıyor.
MİT'in 2014 yılı bütçesi de 1 milyar 058 milyon 707 bin lira olarak belirlendi. MİT’in 2013 yılı bütçesi ise 995 milyon 569 bin lira olmuştu. TBMM’den 2014 yılı bütçesi geçerken MİT'in 2015 ve 2016 yılındaki bütçe öngörüleri de belli olmuştu. Buna göre MİT'in 2015 bütçesinin 1 milyar 141 milyon lira, 2016 bütçesinin de 1 milyar 229 milyon lira olması planlanıyor.
## Okuyucu Yorumları |
246694 | haber | Muammer Güler: Telefon konuşmama parayla ilgili ekleme yapılmış | null | # Muammer Güler: Telefon konuşmama parayla ilgili ekleme yapılmış
## Yolsuzluk ve rüşvet operasyonunda oğulları gözaltına alınan üç bakanın açıklamalarında öne çıkan vurgu, 'tuzak kurulduğu' iddiası oldu
Türkiye’yi sarsan yolsuzluk ve rüşvet operasyonunda oğulları da gözaltına alınan Ekonomi Bakanı **Zafer Çağlayan**, İçişleri Bakanı **Muammer Güler** ve Çevre ve Şehircilik Bakanı ** Erdoğan Bayraktar** konuyla ilgili açıklama yaptılar. Üç bakanın açıklamalarında öne çıkan vurgular, "masumiyet karinesi ilkesi" ve de "kendilerine tuzak kurulduğu" iddiası oldu.
Soruşturmada delil olarak gösterilen oğlu **Barış Güler** ile arasında geçen konuşma kayıtlarının değiştirildiğini savunan Muammer Güler, "Yayınlanan sözde belgelerin ilk bakışta dahi birçok çelişkiyi içinde barındırdığını gördüm. Hatta bizim konuşma tapelerimizde çok can alıcı yerlerde maalesef parayla ilgili konularda eklemeler olduğunu gördüm. Bunlar son derece güzelce düzenlenmiş ve eklemeler yapılmış, ilk bakışta dahi açıkça anlaşılabilecek düzenlemelerdir" dedi.
## ‘Tapeler düzenlenmiş’
İçişleri Bakanı Muammer Güler, 17 Aralık’ta başlayan ve oğlu Barış Güler’in de gözaltına alındığı operasyonla ilgili Twitter’dan açıklama yaptı. Güler, ''Önümüzdeki günlerde herşey açığa çıkacaktır. Hepinize saygılar ve sevgiler sunuyorum. Sevgili hemşehrilerim, itimadınız için çok teşekkürler. Hiçbir kanunsuz işimiz olamaz. Veremeyeceğimiz hiçbir hesap da yoktur'' dedi.
Delil olarak gösterilen tapelerin düzenlendiğini ileri süren Bakan Güler’in açıklaması şöyle:
"Yayınlanan sözde belgelerin ilk bakışta dahi birçok çelişkiyi içinde barındırdığını gördüm. Hatta bizim konuşma tapelerimizde çok can alıcı yerlerde maalesef parayla ilgili konularda eklemeler olduğunu gördüm. Bunlar son derece güzelce düzenlenmiş ve eklemeler yapılmış, ilk bakışta dahi açıkça anlaşılabilecek düzenlemelerdir. Bunların kamuoyu tarafından en iyi şekilde değerlendirileceğine inanıyorum."
"Maalesef bu operasyonun, yolsuzluk kılıfı altında sunulan son derece çirkin bir tuzak olduğunu değerlendiriyorum. Çok daha önemlisi operasyon, medyanın da manipülasyonlarıyla yürütülen bir karalama kampanyasına dönüşmüştür. Operasyonla ilgili bütün hukuki ve usuli hükümler yerle bir edilmiştir."
"Daha operasyonun başladığı günden itibaren bütün medyaya görüntüler, ifadeler , kaydedilmiş ne varsa bütün deliller deşifre edilmiştir. Soruşturmada gizlilik kararı olmasına rağmen maalesef hem polis camiası içinden, hem de maalesef başka kanallardan önceden sızdırılmış, bir algı oluşturulmaya çalışılmıştır."
"Burada maalesef yasaların açıkça çiğnendiğini görüyoruz. Bir kere öncelikle yargı sürecinin devamı boyunca verilen her karara elbette ki saygılı olacağız. Masumiyet ilkesinin özenle korunması gerektiğini burada bir kez daha ifade ediyorum."
"Bu kirli oyun bize ve ailemize karşı olmanın da ötesinde AK Parti ile ilgili, millet iradesiyle ilgili bir operasyona döndürülmüştür. Şimdi burada bir tuzak operasyonu olarak değerlendirdim. Maalesef 3 ayrı operasyon birleştirilerek tek bir operasyon gibi, tahrip gücü yüksek bir hale getirilmiştir. 14 ay sürdürülmekte olan bir operasyon, bir başka operasyonla birleştirilmiştir. 25-26 Ekim'de biten bir operasyon 52 gün bekletilmiş ve diğer operasyonlarla birleştirilmiştir"
"Ben bu olayın sonucunda tarafıma yönelebilecek her konuda, her türlü soruşturmaya açık olduğumu, konu Türkiye Büyük Millet Meclisine geldiğinde hemen soruşturmasının yapılmasını talep edeceğimi açıkça ifade ediyorum. Tarafımdan rüşvete ilişkin hiçbir tespit edilmiş delil yoktur. Böyle bir tespit yapılmamıştır. Asla bunu kabul etmem mümkün değildir. Sonuçta da bu açıkça ortaya çıkacaktır."
## ‘Büyük bir tuzak’
Yolsuzluk ve rüşvet operasyonunda oğlu Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan ise Anadolu Ajansı'na yazılı bir açıklama yolladı. Çağlayan "tuzakla karşı karşı olduklarını" söyledi. Çağlayan'ın açıklaması şöyle:
"Amacı ve hedefi çok farklı olan, büyük bir tuzakla karşı karşıyayız. Ne benim, ne evladımın ve ne de onun kadar değerli çalışma arkadaşlarımın bir yanlışın içinde olması söz konusu olamaz. Önümüzdeki günlerde her şey açığa çıkacaktır. Hukukun üstünlüğüne ve masumiyet karinesine herkesin özellikle de hukuku uygulamakla görevli ve yükümlü olanların çok daha fazla itina göstermesi gerektiğine inanıyorum. Bu süreçten alnımızın akıyla, milletçe güçlenerek çıkacağımıza inanıyorum."
## ‘Masumiyet karinesine özen gösterilmeli’
Yolsuzluk ve rüşvet operasyonunda oğlu **Abdullah Oğuz Bayraktar** 'ın gözaltına alınmasıyla ilgili geçtiğimiz gün yazılı bir açıklama yapan Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, serbest bırakılan oğlunun masum olduğuna inandığını söyledi.
Bakan Bayraktar şunları söyledi:
"Yürütülen bir soruşturma kapsamında 17 Aralık 2013 tarihinde gözaltına alınan ve içlerinde oğlum Abdullah Oğuz Bayraktar'ın da olduğu kişilerin tamamı tutuklanmayı gerektirecek bir unsura rastlanmadığı için serbest bırakılmışlardır. Soruşturma kapsamında iddia edilen hususların hiçbirisinin şahsımla bir ilgisi bulunmamaktadır. Yine aynı şekilde oğlum ve çalışma arkadaşlarımın da masum olduklarına inancım tamdır. Bu manada süreci dikkatle takip ettiğimizi ifade ediyor hukukun üstünlüğüne ve Masumiyet karinesine özellikle bunu uygulamakla yükümlü olanların daha bir özen göstermesi gerektiğini düşünüyorum."
## Okuyucu Yorumları |
217738 | haber | Müslüm Gürses'in doktoru: Bedeni çok kötü kullanılmış, sorun çıkabilir! | null | # Müslüm Gürses'in doktoru: Bedeni çok kötü kullanılmış, sorun çıkabilir!
## Müslüm Gürses’in tedavisini gerçekleştiren Prof. Dr. Bingür Sönmez ve Dr. Deniz Şener, ünlü sanatçının durumuna ilişkin açıklama yaptı
Prof. Dr. **Bingür Sönmez**, yoğun bakımda tedavisi süren ünlü sanatçı **Müslüm Gürses** ’in durumunun iyiye gittiğini ancak her an bir sürprizle karşılaşılabileceğini açıkladı. Sönmez, "Gece yarısından sonra şans pozitife döndü. Ama bugüne kadar çok kötü kullanılmış bir beden, her an bize sürpriz hazırlayabilir" dedi.
Müslüm Gürses’in tedavisini gerçekleştiren Memorial Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Bingür Sönmez ve Kardiyoloji Uzmanı Dr. Deniz Şener, ünlü sanatçının durumuna ilişkin açıklama yaptı.
Prof. Dr. Bingür Sönmez, Gürses’e perşembe günü kroner bypass ameliyatı yaptıklarını belirterek, "Kendisini yaklaşık 10 yıldır takip ediyoruz. Yurt dışında geçirdiği kalp krizinden sonra biz ilgilenmeye başladık. Kendisine bir kez stent koyduk, iki kez anjiyo yaptık. Bu takip süreci içerisinde hiçbir zaman sigarayı bıraktıramadık. Ona bağlı ciddi akciğer problemleri yaşadı. İki ay önce öksürük ve ciddi göğüs ağrısıyla tekrar müracaat etiğinde yaptığımız anjiyo da sol ana dal hastalığı saptadık. Artık stent takma şansı olmadığı için ameliyat kararı aldık. 2 aydır sigarayı bırakması için çaba sarf ediyordu. Genel durumunun düzelmesi için çaba sarf ediyordu. Ameliyat olabilir hale geldi. Perşembe günü kroner bypass ameliyatı yaptık. İki damarını değiştirdik, iki bypass yaptık" diye konuştu.
Prof. Dr. Bingür Sönmez, ünlü sanatçının cumartesi öğlene kadar iyi olduğunu ancak öğleden sonra solunum problemi yaşadığını ifade ederek, "Solunum cihazına bağlamak zorunda kaldık. Daha sonra böbrek ve karaciğer yetmezliği gelişti ve Pazar günü bizi üzen boyutta böbrek ve karaciğer yetmezliği oluştu. Ama bu gece yarısından sonra tekrar kontrol altına alabildik. Şu anda tansiyonu iyi. Akciğer filmi daha iyi, karaciğer enzimleri toparlanmaya başladı. Böbrekler için diyaliz yapıyoruz ondan aldığımız sonuç gayet iyi. Gece yarısından sonra şans pozitife döndü diye bekliyoruz ama tahmin ediyorsunuz ki bugüne kadar çok kötü kullanılmış bir beden. Her ana bize sürpriz hazırlayabilir. Şuanda her şey kontrol altında. Umarım bu şanslılık devam edecektir. Teknolojinin, tıbbın, özel ilginin en üst düzeyinde hizmet veriyoruz. Biz onu çok seviyoruz. Umarım bizi daha fazla üzmeyecektir" dedi.
##
'Başka sorunlarla da karşılaşabiliriz'
Kardiyoloji Uzmanı Dr. Deniz Şener ise böbrek ve karaciğer yetersizliğinin önemli sorunlar olduğunu belirterek, "Her ne kadar şu andaki tabloda bulgularımız olumlu gelişmiş olsa da önümüzdeki süreçte başka sorunlarla karşılaşma riskimiz var. Vücut direnci düştüğü için bir enfeksiyon gelişme ihtimali var. Bunun için de ihtimamla her türlü teknik imkanı kullanarak takibi ve tedavisi yapılmakta" diye konuştu.
Prof. Dr. Bingür Sönmez daha sonra basın mensuplarının sorularını yanıtladı. Bir basın mensubunun, "Karaciğer veya böbrek nakli gerekiyor mu?" şeklindeki sorusu üzerine Sönmez, "Öncelikle solunum problemi oldu. Yıllarca sigara içen bir insan için hiç sürpriz değil. Arkasından iyi oksijenlenmemeye bağlı olarak karaciğer ve böbrek sorunu oluştu. Böbrek sorun değil diyaliz makinesine bağlıyoruz. Ama karaciğerinin yenilenmesi lazım. Dün beri de karaciğer enzimlerinde toparlanma başladı. Bu da iyiye gideceğinin işareti. Karaciğer kendini çok çabuk yenileyen bir organdı. Onun için çok umutluyuz" dedi.
##
'Uzun bir yoğun bakım süreci olacak'
Bir basın mensubunun, "Hayati tehlikeyi atlattı diyebilir miyiz?" sorusuna da Sönmez, "Yoğun bakımda yatan her hasta için hayati tehlike söz konusudur. Böyle bir söz vermek fal bakmak olur. Cumartesi günü çok endişeliydik. Ama gece yarısından sonra birden şans döndü. Hayati tehlike her zaman için var tabi" şeklinde karşılık verdi.
Prof. Dr. Bingür Sönmez, uzun bir yoğun bakım süreci olacağını da ifade ederek, "Kalbiyle ilgili problemi yok. Olan kalp dışı problemler ki sürpriz değil. Böyle bir ameliyattan sağlıkla çıkan tek organ kalp. Diğer tüm organlar ameliyatın travmasıyla karşı karşıya kalıyor. Böbrekler de toparlayacak, karaciğer toparlayacak. Kalbiyle ilgili bir sorun olmadıkça normal yaşantısına devam edecek diye umuyoruz. Yeter ki yoğun bakımdan çıkaralım" dedi.
Gürses’in eşi Muhterem Nur’un durumunun sorulması üzerine de Sönmez, "Ciddi bir bel problemi var. Yürüyemeyecek kadar kötü. İki kişi koluna girerek yürümesini sağlıyorlar. Tamamen ortopedik bir rahatsızlık. Sanırım görme problemi de var. Refakatçiyle dolaşıyor. Burada misafir. Ortalıkta kalmasın, insanları rahatsız etmesin diye özel bir yer ayırdık kendisine. Orada ikamet ediyor, akşam evine gidiyor" dedi.
## Okuyucu Yorumları |
158461 | haber | 'Mutluluğun resmi' sanılan tabloyu kim yaptı? | null | # 'Mutluluğun resmi' sanılan tabloyu kim yaptı?
## Abidin Dino'nun eseri sanılan "mutluluğun resmi" tablosunun gerçek sahibi ABD'li sanatçı Dianne Dengel.
**T24-** Dijital ansiklopedi haline gelen internet zaman zaman hatalı bir bilgi kaynağı da olabiliyor. Bunun son örneği Fatmagül'ün Suçu Ne?' dizisinin ' Vural'ı Buğra Gülsoy ile dizi oyuncusu Burcu Kara’nın düğün davetiyeleri oldu. Pazar günü evlenen çift, mutlu günlerini sevenleri ile paylaşmak için hazırladıkları düğün davetiyesinde;yoksul ancak mutlu bir ailenin aynı yatakta huzur içinde uyumasının tasvir edildiği bir resme de yer verdi. Kara ve Gülsoy’un hatası, resmi Abidin Dino’nun yaptığını sanmaları, tablonun adını da davetlilere "mutluluğun resmi" olarak duyurmaları oldu. Kara ve Gülsoy'un düştüğü hata, Türkiye'de yaygın olarak tekrarlanan bir yanlıştan kaynaklanıyor.
300 davetlinin katıldığı İstinye’de bir kır düğünü ile dünya evine giren çift, yaptıkları hatayı bazı konuklarının uyarısıyla öğrendi. Çift düğün sonrasında Abidin Dino ve resmin gerçek sahibinden özür diledi.
Kara ve Gülsoy’un hatasına neden olan resim, Abidin Dino ve Nazım Hikmet arasında geçen "resim ve mutluluk" diyalogları için internette "yakıştırılan" bir görsel malzemeden kaynaklanıyor.
Nazım Hikmet’in unutulmaz şiiri
Nazim Hikmet'in, "mutluluğun resmi" arayışlarına ilham olan unutulmaz şiiri şöyle:
*Mutluluğun resmini yapabilir misin abidin?İşin kolayına kaçmadan ama*
*Gül yanaklı bebesini emzirenmelek yüzlü anneciğin resmini değilNe mavi yosunlu akvaryumda yüzen kırmızı balığınne de al çeperli elmanın1961 yaz ortasındaki Küba'nın resmini yapabilir misin?Çok şükür, çok şükürbugünleri de gördümölsem gam yemem gayrininresmini yapabilir misin üstad?*
Resmin gerçek sahibi Dianne Dengel
Nazım Hikmet Dino'yu hitaben bu dizeleri yazdı, ancak Abidin Dino internette kendisine yakıştırılan "mutluluğun resmi"ni yapmadı.
Söz konusu resim ise Dianne Dengel’in bir porta kartı çalışması. 1939 yılında New York Rochester'da doğan ressam Türkiye’de Abidin Dino'nun yaptığı sanılan "mutluluğun resmi" adlı eseriyle tanınıyor.
Dengel’in diannedengel.com adresli internet sitesinde de konuya yer verilmiş. Hem de sanatçıya İstanbul’dan gönderilen bir mektupla. Ceyda Göçhan Kantarcı adlı bir Türk hayranı, 20 Haziran’da sanatçıya gönderdiği mektupta, ‘Home sweet home’ (evim tatlı evim) adlı çalışmasının Abidin Dino’nun eseri olarak bilindiğini anlatmış. Kantarcı kısa mektubunu "Herkes bu resmin Abidin’e ait olduğunu düşünüyor ama ben bunun ve diğer şahane olanların sana ait olduğunu biliyorum. Dünyanın öbür ucundan sana iyi dileklerimi yolluyorum" sözleriyle noktalamış.
## Okuyucu Yorumları |
66941 | haber | Nakşibendilerin sitesinden hangi bakanlar ev aldı? | null | # Nakşibendilerin sitesinden hangi bakanlar ev aldı?
## Ahmet Davutoğlu ve Ömer Dinçer’in de üyesi olduğu Ravza Yapı Kooperatifi, 24 Ocak’ta genel kurulu topluyor.
-
A
+
**T24 -**Ahmet Davutoğlu ve Ömer Dinçer’in de üyesi olduğu Ravza Yapı Kooperatifi, 24 Ocak’ta genel kurulu topluyor. Bakanların birer villasının olduğu Ravza, 1985 yılında İskender Paşa cemaatinin lideri M. Esad Coşan’ın teşvikiyle kurulmuştu.Milliyet'in haberine göre, Kemerburgaz’ın Göktürk Köyü’nde Kemer Country’nin komşusu olan Ravza Toplu Konut Yapı Kooperatifi’nde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’in de aralarında bulunduğu muhafazakâr kesimin önde gelen isimleri gayrimenkul sahibi oldu.
Bakanların villası kamuoyunda Nakşibendi tarikatından İskender Paşa cemaatinin lideri M. Nureddin Coşan’ın villasına komşu. Kooperatif, M. Nureddin Coşan’ın babası ve bir önceki tarikat şeyhi M. Esad Coşan’ın teşvikiyle Avustralya’da 2001 yılında vefat etmesinden önce, 1985 yılında kurulmuştu. İnşaat çalışmaları da 1994’te başladı.
Ravza’daki evi kullanmıyorlar
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve eşi Dr. Sare Davutoğlu’nun asıl ikametgâhları Bahçelievler Yayla'da. Ancak, Davutoğlu, kabineye girmeden önce zaman zaman Göktürk köyündeki Ravza Yapı Kooperatifi’ndeki evi, dinlenme yeri olarak kullanıyordu. Mayıs 2009’da kabineye girmesinden sonra Davutoğlu, eşi ve 4 çocuğuyla birlikte Ankara’ya taşındı.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer ise, AKP uzun yıllardır yürüttüğü başmüşavirlik ve müsteşarlık görevleri nedeniyle Ankara’da ikamet ediyor.
Esad Coşan kurmuştu
Ravza Toplu Konut Yapı Kooperatifi’nin 120 dönümlük arsası yaklaşık 20 yıl kadar önce İskender Paşa cemaatinin o dönemdeki lideri M. Esad Coşan’ın girişimiyle satın alınmıştı. Burada bir kooperatif kurulmuş ve uzun yıllara yayılan bir taksit ödeme yoluyla arsanın borcu ödendikten sonra inşaatlara başlanmıştı. Şu anda hayatın devam ettiği Ravza’daki sitenin doluluk oranı yüzde 40.
20 dönümü satmışlardı
Ravza Yapı Konut Kooperatifi, Kemer County’e komşu olan arsayı satın alındığı sırada Göktürk beldesi bugünkü gibi değer kazanmamıştı. Arazinin 20 dönümlük kısmı, yönetimin tasarrufu doğrultusunda satılmış ve geriye kalan 100 dönüm üzerinde inşaatlara başlanmıştı. Şu anda Ravza Yapı Konut Kooperatifi’nde 300 konut bulunuyor. Bunların 49’u fourleks villa, 63’ü bitişik nizamda sıra villa ve geriye kalan 188 konut ise 120 ile 167 metrekare arasında değişen dairelerden oluşuyor. Villaların hepsinin bahçesi var.
Villaların arsa payları 380 ile 500 metrekare arasında değişiyor. İnşaat alanları ise ortalama 380 metrekare. Sitede yer alan sıra villalar ise 200 metrekare arsa üzerinde ve hepsi de dörder katlı.
Katılmayanlar vekil tayin edecek
Ravza Toplu Konut Yapı Kooperatifi Yönetim Kurulu’ndan yapılan açıklamada olağan Yönetim Kurulu Toplantısı’nın 24 Ocak 2010 saat 13.00’da yapılacağı belirtildi. Göktürk beldesi Merkez Mahallesi Çamlık Caddesi No:49 Eyüp’teki kooperatifin merkezinde gerçekleşecek toplantıda rutin gündem ele alınacak. Kurula katılmayanların noterden tasdikli olarak vekil tayin etmesi gerektiği, vekâletnamelerin tasdiksiz olması halinde ise noter tasdikli imza sirküsünün vekaletnameye ekleneceği bilgisi yer aldı. Alınan bilgilere göre milletvekillerinin toplantıya katılması beklenmiyor.
AVM yapacaklar
Sosyal donatı alanları ve ibadethanesi de bulunan sitede yakın zamanda bir de alışveriş merkezi kurulacak. Alışveriş merkezinin inşaatını yine cemaate yakınlığıyla bilinen, Bizimevler’i ve Olimpa Alışveriş Merkezi’ni de yapan Fuzul İnşaat’ın yapması bekleniyor. Büyük inşaat firmalarının çevredeki tüm arazileri satın aldığı için Göktürk Beldesi’nde arsa fiyatlarının 2 bin ile 2 bin 500 dolar arasında değiştiği ifade ediliyor.
## Okuyucu Yorumları |
225922 | haber | Nesli tükenen canlının embriyosu üretildi | null | # Nesli tükenen canlının embriyosu üretildi
## Bilim insanları, 30 yıl önce nesli yok olan ve midede üreyen bir kurbağayı laboratuvar ortamında üretti
Avustralyalı bilim insanları, otuz yıl önce nesli tükenen bir canlının embriyosunu başarıyla ürettiklerini açıkladı. 30 yıl önce yok olan midede üreyen kurbağa türünün embriyosunun laboratuvar ortamında üretilmesi, nesli tükenen canlıları hayata döndürmek adına büyük bir başarı olarak kabul ediliyor.
Bilim insanları, vahşi doğada en son 1979’da görülen ve 1983’te nesli yok olduğu kabul edilen midede üreyen kurbağanın (Rheobatrachus), yeniden hayata dönmesi adına önemli bir adım attı.
Nesli tükenen canlılara ait örnekleri 30 yıl boyunca donmuş halde saklayan Avustralyalı kurbağa araştırmacısı Mike Tyler, tarihi deney için gereken DNA’yı sağlayan kişi oldu. New South Wales Üniversitesi’nden paleontolog Michael Archer, yumurtalarını gelişme safhasında karnında taşıyan kurbağanın DNA’sını kullanarak yeni embriyolar geliştirmeyi başardı.
Bilim insanları, midede üreyen kurbağanın yaşama dönmesi için klonlamada kullanılan somatik hücre nükleus transferi yöntemine başvurdu. İlk olarak, donmuş örneklerden kurbağaların DNA’sı alındı. Daha sonra, midede üreyen kurbağanın akrabası olan Mixophyes fasciolatus türünün yumurtalarını alındı ve yumurtalardaki DNA, morötesi ışınlar kullanılarak etkisiz hale getirildi. Ardından, midede üreyen kurbağanın DNA’sı, ev sahipliği yapacak yumurtalara nakledildi.
##
Deney başarılı
Yumurtaların içine nakledilen hücreler, bölünmeye başladı. Embriyolar, hücre bölünmesine tanık olsa da, yumurtalar iribaş oluşumundan çok önce öldü. Ancak yapılan DNA analizi, embriyodaki DNA’nın midede üreyen kurbağaya ait olduğunu gösterdi. Archer, yakın zamanda nesli tükenen kurbağayı yeniden canlı görmeyi umduklarını ifade etti.
Science Daily’nin haberine göre, Archer, ‘Yumurtalar deneyin ilk başlarında cansız gibiydi. Ancak bir anda aniden hücre bölünmesi başladı. Bu süreç sürekli devam etti" dedi.
Sydney Morning Herald gazetesine konuşan biyolog Michael Mahony ise "Klonlama nesli tükenen canlıları için ilk kez kullanıldı ve başarılı oldu" ifadesini kullandı.
Archer, ilk denemede tam sonuç elde edilmemiş olsa da, midede üreyen kurbağaların yaşama dönmesinin an meselesi olduğunu belirtti. Archer, ‘Bu kurbağanın yeniden zıplamasını umuyoruz" dedi.
## Okuyucu Yorumları |
241236 | haber | Dünyanın ve evrenin tüm sırları burada: The Griffith Observatory | null | # Dünyanın ve evrenin tüm sırları burada: The Griffith Observatory
## Los Angeles'taki The Griffith Observatory sergi programı, evreni sorgulamayı ve katılımcıların hayal gücünü devreye sokmayı hedefliyor.
**Işıl Öz**
67 yıldır halkın ziyaretine açık olan The Griffith Observatory, dünyanın dört köşesinden birçok insanın ilgi odağı. Los Angeles’ta bulunan gözlemevi, astronomiye ilgi ve merakı artırmayı, bilimi sevdirmeyi ve toplumun bilimsel farkındalık düzeyini artırmayı amaçlıyor.
Kapıdan girdiğinizde ilk gördüğünüz şey Foucault Pendulum. Dünyanın kendi ekseni çevresinde döndüğünü kanıtlayan sarkaç düzeneği hakkında detaylı bilgiye ulaşıyor ve gözlem yapabiliyorsunuz.
Bölümlere ayrılmış sergi odalarında evrendeki tüm madde yapıtaşlarını tanıma, gökyüzünü keşif için kullanılan araçları yakından görme şansı yakalıyorsunuz.
The Griffith Observatory sergi programı, evreni sorgulamayı ve katılımcıların hayal gücünü devreye sokmayı hedefliyor. Her ziyaretçi, otantik ortamlarda gözlem yapma fırsatı bulup, evrenin derinliklerine seyahate çıkabiliyor ve güneş, ay, gezegenlerin, yıldızların oluşumu hakkında detaylı bilgiye erişebiliyorlar.
Gezegen Evi (Planetaryum) sistemine dair yapılan gösterimler ise 7’den 70’e herkesin ilgisini çekiyor. Bigbang (Büyük Patlama) teorisinden, galaksiler içindeki yıldızlara ve bazı yıldızların çevresindeki sistemlere, içinde yaşadığımız güneş sistemine dair her türlü detaylı bilgiye ulaşıyorsunuz.
Binanın her iki ucuna yerleştirilmiş bakır kaplı kubbe monte, Zeiss ve güneş teleskoplarını ücretsiz olarak kullanabiliyor, gökyüzünü izleyebiliyorsunuz.
1891 yılı civarında Nikola Tesla tarafından bulunan ve yüksek voltaj, düşük akım ve yüksek frekansta alternatif akım üretmek amacıyla kullanılan deşarj bobinlerinden birinin de burada sergilendiğini belirtelim.
Tesla ve çalışmalarına dair merak uyandırması açısından önemli bulunan bu sergi de görmeye değer. Tesla demişken, TRT Radyo için kaleme aldığı metinler ile dikkat çeken, yazar, tıp doktoru Osman Akalın ile Tesla’ya dair konuşma şansımız oldu, bakın neler dedi:
"*Kutsal Roma İmparatorluğu’nun kuruluşu, Fransız Devrimi, ya da İstanbul’un Türkler tarafından fethedilmesi gibi önemli bir olaydır Tesla’nın ortaya çıkışı. İçinde bulunduğumuz çağa kimileri ‘Atom Çağı’, kimileri ‘Yakın Çağ’ kimileriyse ‘İletişim Çağı’ diyor; ama gelecekte içinde bulunduğumuz bugünleri anmak için en doğru terim kesinlikle ‘Tesla Çağı’ olacaktır. Eğer dikkatli bakarsak 20. ve 21. yüzyıla özgü bildiğimiz her şeyde Tesla’nın sihirli dokunuşunu görürüz. Cep telefonundan televizyona, bilgisayardan radara, radyodan otomobile kadar yaşadığımız yüzyıl tamamen Tesla’nın eseridir. Ve bu sözünü ettiklerimiz sadece bizimle paylaşılan Tesla hayalleridir. Bir de gizlenen insanlara sunulmayan Tesla vardır ki muhtemelen torunlarımızın yaşayacağı çağda ortaya çıkacak olağanüstü buluşları içerir. Yeri gelmişken söz etmek gerekir ki Tesla’nın adını almak sanki bir tabu gibidir ve katkıda bulunduğu mucizevi buluşların hiç biri ona mal edilmez. Sanki bütün insanların ortak işlediği bir günah gibidir Tesla’nın varlığı. Onun yüklendiği yaşam da, bütün insanların günahına bedel ödeyen İsa’nın ki kadar acıklıdır.*
*Tesla kimsenin sevmediği bir isimdir çünkü kurulu düzeni kökleriyle birlikte yıkabilecek biridir o. İnsanlara kendi zavallılıklarını anımsatır. Akademisyen değildir. Nobelli değildir. Varlıklı değildir. Yahudi değildir. Hatta iyi bir Hıristiyan bile değildir. Herkese parasız elektrik sağlayabileceğini söylediği için Sosyalistler sahiplense de o sosyalist de değildir. Nazilerle iletişimi olsa da Nazi de değildir. O bildiğimiz dünyadaki hiçbir örgüt, akım veya dogmanın içinde yer alamayacak kadar aykırı biridir. Bu yüzden de kimse onu sahiplenememiştir. Tabii FBI’ın ya da KGB’nin yaşamının sonlarında tuttuğu notlara sahiplenişi bambaşka bir konudur.*
*Dünya kurulduğu günden beri Tesla’nın dehasına kıyaslanabilecek ikinci bir dehayı tanımamıştır. O Pisagor’dan da, Leonardo’dan da, Newton’dan da, Mısır Piramitleri’nin mimarından da daha büyük bir dehadır. Dehasıyla kimselerle kıyaslanamasa da çektiği acılarla, duyduğu yalnızlık hissiyle kıyaslanabileceği kişi bellidir. İnsanların günahları için çarmıhta bedel ödeyen Nasıralı İsa’nın öyküsü Tesla’nın öyküsündeki dramatik yalnızlıkla paralellik gösterir. Hele hele İsa’nın ölümünden üç gün sonra diriliş hikâyesi Tesla’nın ölümünden yıllar sonra insanlarca yavaş yavaş fark edilmesiyle örtüşür. Bugün Tesla, sanki yeniden canlanmış gibidir insanlar için.*
*Burada anmak istediğim bir çelişki daha doğrusu bir paradoks vardır. Üniversiteler dahilerin fikirlerini, buluşlarını incelemek, onları geleceğe taşımak için kurulurlar. Ama ne yazık ki her yeni dahi bu üniversitelerin kalın ve yüksek duvarlarıyla mücadele etmek zorunda kalır*."
Son söz: LA’ye yolu düşen herkesin bilime dokunmak isteyeceği, eşsiz bir gözlemevi The Griffith Observatory.
Ayrıntılı bilgi için: http://www.griffithobservatory.org/general.html
## Okuyucu Yorumları |
218984 | haber | Sezen Aksu ve Nükhet Duru'dan 'Ceylan' şarkısı: Gözlerime astılar seni | null | # Sezen Aksu ve Nükhet Duru'dan 'Ceylan' şarkısı: Gözlerime astılar seni
## Sezen Aksu'nun 14 yaşında hayatını kaybeden Ceylan Önkol için bestelediği 'Ceylan' adlı şarkıyı Nükhet Duru seslendiriyor
**Sezen Aksu**, Diyarbakır'ın Şenlik köyünde koyun otlatırken bombaatar nedeniyle 14 yaşında can veren **Ceylan Önkol** için beste yaptı. Aksu'nun "Ceylan" adlı şarkısını **Nükhet Duru**, "Tam Zamanında" adlı son albümünde seslendirdi.
İşte Sezen Aksu'nun yazıp bestelediği, Nükhet Duru'nun söylediği "Ceylan" şarkısı:
**Taraf gazetesinin Telesiyej köşesinde bugün (5 Kasım 2012) yayımlanan "Nükhet Duru'nun yeni albümü ve 'Ceylan' şarkısı" başlıklı yazı şöyle: **
Bazen öyle bir "sentez" gerçekleştirilir ki, bu sentezi oluşturan parçalardan biri bu bütüne ruh verir, özüne yeni bir mana katar, hatta enerji sağlar.
Sentezin lokomotifi olur böylece.
Aynen Nükhet Duru’nun yeni albümü "tam zamanında"da yer alan Ceylan adlı şarkı gibi.
Söz ve müziği Sezen Aksu’ya ait olan Ceylan, sanki iki ruhun "BİR" olmuş hâli.
Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı Şenlik köyünde koyunlarını otlatırken, güvenlik güçlerinin attığı havan ateşiyle hayatını kaybeden 14 yaşındaki Ceylan Önkol’un ruhuyla Sezen Aksu’nun ruhu, dayanılmaz bir acı’da buluşup, birbirlerinin içinde erimişler.
Ve ortaya bir gün (belki çok yakında bir gün) tarihten hesap soracak olağanüstü duyarlı bir eser çıkmış.
*"Ah yüreğimde dört nala atlar Atların sağrısında kanatlar Sağ yanım boydan boya Mezopotamya Sol yanımda Rumeli ağıtları patlar Gözlerime astılar seni Ceylan’ım kör oldum ben Ne havan topu ne mermi Senle vuruldum ben Ah gözümün yaşı sel Selanik Diyarbekir’e bi türkü selalık Gezme ceylan bu dağlarda gezme Gece gerdanlık gündüz mezarlık"*
Nükhet Duru, şarkıyı her zamanki titizliğiyle yorumlamış. Ceylan’da, Burçin Büke de piyanosuyla yer alıyor.
Ceylan öyle bir şarkı ki, "tam zamanında" adlı albümün kalbine girmiş.
Ceylan trajedisinin kör ışıklarını saçıyor etrafa.
Bu albümde Sezen Aksu’nun belirleyici bir rolü var; söz-müzik olarak altı şarkı (Dikine dikine, Hicran, Sizli bizli, Başka hayat, Ceylan, Her yer gökkuşağı) söz olarak bir şarkı (Çocukluk işte) ve müzik olarak da bir şarkıyla (Menekşe) toplamda sekiz çok önemli "dokunuş/nefes" katmış "tam zamanında" albümüne. Nükhet Duru’nun yorumculuğunu etkileyen, albümün kalitatif potansiyeline de somut katkı sağlayan duygu yüklü iş’ler bunlar.
Ayrıca Fatih Kısaparmak’ın "Bu gece beni düşün" adlı şarkısını da sevdim ben.
Bu arada, Ceylan şarkısının sözleri o kadar etkileyici ki, yaşanan o büyük acının bir daha tekrarlanmaması adına, keşke farklı müzik türleri, farklı müzisyenler ve yorumcular tarafından yeniden yeniden müziklendirilse, ortaya yeni Ceylan yorumları, şarkıları, türküleri çıksa gibi bir hayale kapıldım dinlerken; rock’tan, pop’a, türküden, senfoniye, caza kadar.. bir nevi ortak şarkımız olsa...
"tam zamanında" iyi bir albüm.
Yolu açık olsun.
## Okuyucu Yorumları |
237291 | haber | Nükleeri savunan, çevrecilere 'ajan' diyen Bulut çarpık yapılaşmaya el attı | null | # Nükleeri savunan, çevrecilere 'ajan' diyen Bulut çarpık yapılaşmaya el attı
## Tüm kıyılarda nükleer santral kurulması gerektiğini savunan, Başdanışman Yiğit BUlut'un 'sahillerdeki çarpık yapılaşmayı denetleyecek' komisyonda bir rol üstleneceği ortaya çıktı
Trakya'dan Akkuyu'ya kadar tüm kıyılarda nükleer santral kurulabileceğini savunan ve çevre hareketlerini 'Alman ajanlığı' olarak gören Başbakan **Tayyip Erdoğan** 'ın Başdanışmanı **Yiğit Bulut** 'un, "sahillerdeki çarpık yapılaşmayı denetleyecek" komisyonda yer alacağı ortaya çıktı.
Bodrum tatilinin ardından, kıyı şeritlerindeki yapılaşmayı eleştirerek, "Bu kadar vicdansızlık olmaz. Yapılaşmalar denize kadar girmiş. Neredeyse denize düşecekler" diyen Başbakan Erdoğan ’ın sözlerinin yankıları sürerken, kıyıların, sahil şeritlerinde nükleer santral yapılmasını talep etmesiyle bilinen Yiğit Bulut’a emanet edildiği ortaya çıktı.
**Taraf** gazetesiden ** Ertan Altan** bugünkü yazısında, "Başbakan’ın kısa bir süre önce başdanışmanlık görevini verdiği Yiğit Bulut’u kıyılardaki çarpık yapılaşmayı denetleyecek komisyona sokması, kıyılar için mevcut durumdan daha fazla endişe yaratıyor" diyerek bu gelişmeyi duyurdu.
Altan’ın açıklamalarına göre Erdoğan, "Kıyılarda inşa edilecek nükleer santralleri yıllardır ateşli bir şekilde savunan Bulut’tan, Bakan Bayraktar ile birlikte çalışarak tüm sahillerdeki işgalleri tespit etmesini istemiş".
Altan yazısının devamında Bulut’un, Enerji Bakanı Taner Yıldız’ı davet ettiği programlarında Trakya ’dan Akkuyu’ya kadar kıyılardaki nükleer projelere destek verdiğini ve çevre hareketlerini de Alman ajanı olmakla itham ettiğini hatırlattı.
Ertan Altan'ın yazısının tamamı şöyle:
## Kıyılar nükleerci Yiğit Bulut’a emanet
Gezi eylemleri patlamadan kısa bir süre önceydi, Başbakan İstanbul’un siluetine karışarak birbiri ardına yükselen gökdelenlerle ilgili önemli açıklamalar yapmıştı. Belediyeleri uyaran Erdoğan, yükseklikle ilgili yasal emsal değerlerine uyulmasını istemişti.
O günlerde emsal dolandırıcılığının nasıl yapıldığını sorduğum Şehir Plancıları Odası Başkanı **Tayfun Kahraman** da dâhil pek çok yerel aktör Başbakan’ın açıklamalarını takdirle karşılamıştı.
Aradan haftalar geçti, Gezi Parkı’na iş makineleri girdi. Başbakan’ın o dönemde söyledikleri ve yaptıkları malum. Türkiye’yi sarsan gelişmeler yaşanırken, Başbakan’ı emsal çıkışından dolayı takdir eden Kahraman da Gezi’deki rolü nedeniyle Kültür Bakanlığı tarafından İstanbul’dan Antep’e sürülmüştü.
Bodrum’da kurmaylarıyla birlikte "**tebdili kıyafet** " bindiği yattan kıyıları denetleyen Başbakan’ın açıklamalarını okuyunca, aklıma gökdelenlerle ilgili bu çıkışı geldi. **Zeytinburnu** ’ndaki **16/9** da**Mecidiyeköy** ’de açılışını yaptığı **Trump Towers** da yetkiyi hükümetin bakanlılarından ve yerel yönetimlerinden almış ancak Başbakan her nasılsa bu yapıların emsal durumundan haberdar olmamıştı.
Tıpkı Güney sahillerimizi vatandaşlara kapatan, her şey dâhil oteller ve devlet tarafından yapılan lüks konutlar gibi.
Evet, Başbakan kıyılarla ilgili çok haklı. "** Bu kadar vicdansızlık olmaz. Yapılaşmalar denize kadar girmiş. Neredeyse denize düşecekler.**"
Ama bu kadar izansızlık da olmaz, kıyılardaki yapılaşmaya nasıl izin verildi?
Kıyı kanununun ihlaliyle ilgili altında doğrudan hükümetin imzasının olduğu öyle çarpıcı örnekler var ki, Başbakan’ı dinleyince bir anlığına yeni bir oluşum kurup AK Parti’ye karşı muhalefete mi geçiyor diye düşünmeden edemedim.
Bu konuda İstanbul’da **Galataport** başta geliyor. Planda işaretlenen turizm ve konaklama tesisleri kıyıyı bir bütün olarak kapatıyor. **Haydarpaşa Port** ’ta, bugün gümrük olan yere yine kıyıyı kapatacak lüks konutlar inşa ediliyor. Bunlar İstanbul’dakiler. Güney’de **Kaş** ’tan **Kekova** ’ya, **Adrasan** ’dan**Çıralı** ’ya AK Partili yerel yönetimler aleyhinde açılmış onlarca davadan çıkan yıkım kararları yıllardır uygulanmıyor.
## **Nükleer santrallerin ateşli savunucusu**
Ancak Başbakan’ın kısa bir süre önce başdanışmanlık görevini verdiği **Yiğit Bulut** ’u kıyılardaki çarpık yapılaşmayı denetleyecek komisyona sokması, kıyılar için mevcut durumdan daha fazla endişe yaratıyor.
Evet, yanlış okumadınız Erdoğan, kıyılarda inşa edilecek nükleer santralleri yıllardır ateşli bir şekilde savunan Bulut’tan, Bakan **Bayraktar** ile birlikte çalışarak tüm sahillerdeki işgalleri tesbit etmesini istemiş.
Yiğit Bulut için, nükleer santral milli bir mesele. Çünkü düşman Batı, Türkiye’nin nükleerle güçlenmesini istemiyor. Bu açıdan Bulut’a göre nükleere karşı çıkmak açıkça vatan hainliği.
Enerji Bakanı **Taner Yıldız** ’ı davet ettiği programlarında **Trakya** ’dan **Akkuyu** ’ya kıyılardaki nükleer projelere destek veren Yiğit Bulut, çevre hareketlerini de Alman ajanı olarak göstermişti.
Kıyılara uzanan derelere kurulması planlanan hidroelektrik santraller de Yiğit Bulut için cari açığı kapatmanın tek yolu.
Başbakan kıyılarımızın denetimini işte bu zihniyete emanet etti.
Yiğit Bulut, arşivinde rastladığım kıyılarla ilgili bir yazısında şöyle diyor; "*Sahillerimizde emlak almak isteyen yabancıların sayısı artarken aklıma bir soru geldi; acaba Türkiye’de deniz kıyısı diyebileceğimiz bölgelerdeki emlak değerlerimiz, Avrupa ile kıyaslandığında ucuza mı gidiyor?*"
Kıyıları denetleyecek komisyonda Yiğit Bulut’un da olduğunu öğrenince benim de aklıma bir soru geldi; acaba kıyılardaki denetim doğal alanları korumak ve kamu yararı için mi yoksa gerçekten kıyılarımız ucuza gidiyor da biraz sorun yaratıp fiyatları yükseltelim diye mi düşündüler?
## Okuyucu Yorumları |
126986 | haber | Nurgül Yeşilçay, Mithatcan Özer ile birlikte! | null | # Nurgül Yeşilçay, Mithatcan Özer ile birlikte!
## Cem Özer’den boşanan Nurgül Yeşilçay’la (34) Sezen Aksu’nun oğlu Mithatcan Özer’in (29) yakınlaşması "Aşk başlamış" diye yorumlandı.
**T24** - Cem Özer’den boşanan Nurgül Yeşilçay’la (34) Sezen Aksu’nun oğlu Mithatcan Özer’in (29) yakınlaşması "Aşk başlamış" diye yorumlandı. Yeşilçay’ın sorulara "Bakıyoruz, neden olmasın?" karşılığını vermesi yakınlığı doğruluyor
Cem Özer ile altı yıllık evliliğini yaklaşık bir ay önce noktalayan Nurgül Yeşilçay, önceki gece Mithatcan Özer ile Bebek Lucca Bistro’daydı. İki saat boyunca samimi bir şekilde sohbet ederken görüntülenen ikili, gazetecileri görünce de neşelerinden bir şey kaybetmedi. Milliyet gazetesin de yer alan haber şöyle:
Yeşilçay, ilişki hakkındaki sorulara gülerek, "Şimdilik bakıyoruz, neden olmasın?" dedikten sonra bir gazetecinin, "Elektrik var mı?" sorusuna uzun süre güldü. Mithatcan Özer ise, "Siz oldukça şekerleşmişsiniz. Önceden böyle değildiniz" diyerek gazetecilere takıldı. İkili daha sonra sarmaş dolaş Yeşilçay’ın eski eşi Özer’le oturduğu Bebek’teki evine girdi.
## Okuyucu Yorumları |
227766 | haber | Hayat tadında bir roman; Zambak Kokulu Yalnızlık | null | # Hayat tadında bir roman; Zambak Kokulu Yalnızlık
## Nurgün Erdinç, önümüzdeki hafta çıkacak olan yeni romanı Zambak Kokulu Yalnızlık’ta, otizmli bir karaktere de yer veriyor...
Bir sabah telefonunuz çalsa ve bir kadın, bir gece önce eşinizle ya da sevgilinizle seviştiğini söylese ne cevap verirsiniz? Daha da ötesi, eşinizi ya da sevgilinizi bir kadınla sarmaş dolaş yürürken görseniz nasıl tepki verirsiniz? "Eşimin, sevgilimin başka kadınlara gitmesi, gitmemesi önemli değil, eve gelmesi önemli. Nereden, kimin yanından, hangi kadının koynundan gelirse gelsin, yeter ki gelsin" diyebilir misiniz?
Nurgün Erdinç, önümüzdeki hafta çıkacak olan yeni romanı Zambak Kokulu Yalnızlık’ta bu sorulara cevap veriyor. Bir ailenin içinde ve çevresinde gelişen olayları konu aldığı kitabında acıları, sevinçleri; ihanetleri, aşkları; aydınlıkları, karanlıkları akıcı bir üslupla anlatıyor.
## **Sedef kabuklarının içinde gizli inci taneleri**
Dünyada ve Türkiye’de doğan her 88 çocuktan biri otizmli olduğu halde çoğu kişi tarafından tam anlamıyla bilinmeyen otizme dikkat çekmek amacıyla Nurgün Erdinç, Zambak Kokulu Yalnızlık’ta Mert adında, otizmli bir karaktere de yer veriyor.
Erdinç, kitabının önsözünde şöyle diyor: "Sedef kabuklarının içinde gizli inci taneleri gibiler otizmliler... Değerlerinin anlaşılabilmesi için kabuklarını aralamalarına yardımcı olmalıyız. Bu romanı o yardımda karınca kararınca payım bulunması amacıyla yazdım."
Erdinç, otizmlilerle empati kurabilmek, otizmli karakteri içine sinecek şekilde okuyucuya yansıtabilmek için iki yılı aşkın süre boyunca onlarca kitap, yüzlerce sayfa doküman okuduğunu; otizmlilerle bir arada bulunduğunu; terapilerini izlediğini; otizmli çocukları olan ebeveynlerle, konunun uzmanlarıyla görüştüğünü belirtiyor.
## **Romandaki belli başlı karakterler**
Romanda Mert dışında şu karakterler öne çıkıyor:
Ailesinin tüm ilgisinin, sevgisinin kardeşinde toplandığına inanan, yabancı kollarda ilgi, yanlış kalplerde sevgi arayan abla…
Acılarıyla yüzleşmekten kaçan, kadından kadına koşan, her kadında biraz daha yalnızlaşan baba…
Acılara, aldatılmalara rağmen ailesini ayakta tutmaya çabalayan anne…
Bu dört kişilik ailenin yaşadıklarının yanı sıra gelişen bir polisiye olay romana heyecan katıyor ve polisiye olayın aileyle kesişmesi üzerine heyecan doruğa tırmanıyor.
## **Erdinç’in diğer romanları**
Nurgün Erdinç’in Zambak Kokulu Yalnızlık’ın yanı sıra Aşk Kusura Bakmaz, Bazen Erkek de Sever, Kan Kırmızı İhanet ve Tanrı ile Buluşmak adlarında dört romanı daha bulunuyor.
## Okuyucu Yorumları |
330636 | haber | Nusaybin'de bombalı saldırı; 2 polis şehit oldu, 35 kişi yaralandı | null | # Nusaybin'de bombalı saldırı; 2 polis şehit oldu, 35 kişi yaralandı
## Bombalı aracın parçaları 500 metre çapında bir alana dağıldı
Mardin'in Nusaybin İlçesi'nde PKK'lı teröristler Bölge Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü ile bitişiğindeki lojmanlara bombalı araç, roketatar ve uzun namlulu silahlarla saldırı düzenlendi. Saldırıda 2 polis şehit olurken, polis ve lojmanlarda oturan sivillerin de aralarında olduğu 35 kişi yaralandı.
Nusaybin İlçesi’nin İpek Yolu üzerinde bulunan Bölge Trafik Şube Müdürlüğü ile bitişiğinde bulunan lojmanlara PKK’lılar bu sabah saat 06.00 sıralarında bomba yüklü araç, roketatar ve uzun namlulu silahlarla saldırı düzenledi. Saldırıda henüz kimlikleri öğrenilemeyen 2 polis memuru şehit olurken, polisler ve lojmanda oturanların da aralarında bulunduğu 35 kişi yaralandı.
### Çatışma çıktı
Hürriyet’te yer alan habere göre, şiddetli patlamada emniyet binası ile lojmanda yangın çıktı ve büyük hasar oluşurken, Bölge Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü’ndeki polislerin karşılık vermesiyle çatışma çıktı. Çatışmanın sürdüğü bölgeye Nusaybin ve Mardin’den takviye güvenlik güçleri ile ambulans ve itfaiye ekipleri sevk edildi. Bölgede güvenlik güçleriyle PKK’lılar arasındaki çatışmalar bir süre devam etti.
### Mardin Valiliği: 2 şehit, 2'si sivil 35 yaralı
Mardin Valiliği, Nusaybin’de Bölge Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü ile bitişiğindeki lojmanlara yapılan terör saldırısına ilişkin yazılı açıklama yaptı.
Açıklamada, saldırıda 2 polisin şehit olduğu, aralarında polis ve polis yakınlarının bulunduğu 35 kişinin yaralandığı belirtilerek, "Hayatı tehlikesi olmamak kaydıyla yaralılardan 2'si Mardin Devlet Hastanesi’nde 2'si Kızıltepe Devlet Hastanesi’nde ameliyata alınmıştır. Daha hafif yaralı durumda bulunan vatandaşlarımızın tedavileri Nusaybin Devlet Hastanesi’nde devam etmektedir" denildi.
### Bomba yüklü araçla intihar saldırı düzenlendi
Olay yeri inceleme ekiplerinin kapsamlı yaptığı çalışmada PKK’nın intihar saldırısını otomobille düzenlediği belirlendi. Kimliği araştırılan intihar bombacısının, aracı Bölge Trafik Denetleme İstasyonu önünden geçerken infilak ettirdiği saptandı.
## Okuyucu Yorumları |
114765 | haber | 'Obeziteyle Mücadele Eylem Planı' | null | # 'Obeziteyle Mücadele Eylem Planı'
## Sağlık Bakanlığı'nın uzun süredir üzerinde çalıştığı 'Obeziteyle Mücadele Eylem Planı' için start verildi...
-
A
+
**T24** - 'Beslenme, Obezite ve Sağlık Haritası' çıkarılması için 81 ile genelge gönderildi, mezuralı günler başladı. Aile hekimleri, Temmuz 2011'e kadar, vatandaşların bel, boy, kalça ve kilolarını ölçecek...Sağlık Bakanlığı'nın uzun süredir üzerinde çalıştığı 'Obeziteyle Mücadele Eylem Planı' için start verildi. Bakanlık ilk etapta ülkenin 'Beslenme, Obezite ve Sağlık Haritası'nı oluşturacak. Bu çerçevede tüm illerdeki aile hekimleri, vatandaşların 'bel, kalça, boy ve kilo' ölçümü için harekete geçti. Akşam gazetesinde yayımlanan haber şöyle:
'2010-2014 Obezite ile Mücadele ve Kontrol Programı' uygulamaya girdi. Program çerçevesinde öncelikle risk grupları belirlenecek ve Beslenme Obezite ve Sağlık Haritası hazırlanacak. Bakanlık bu kapsamda 81 ilin valiliğine genelge göndererek, 'obezite' teşhisinde en önemli kriterleri oluşturan vücut ölçümlerinin yapılmasını istedi. Bakan Recep Akdağ adına Bakanlık Müsteşarı Prof. Dr. Nihat Tosun tarafından gönderilen 15 Eylül 2010 tarihli genelgede, illerdeki aile hekimleri tarafından her ay en az 200 kişi olmak üzere, düzenli olarak bel, kalça, boy ve kilo ölçümü yapılması istendi.
150 BİN KİŞİ ÖLÇÜLECEK
Ölçümlerin yaş, cinsiyet ve hastalık gruplarına göre yapılması, çalışmanın 2011 yılı Temmuz ayına kadar sürdürülmesi istendi. Genelge uyarınca, ölçüm çalışmaları başladı. Her il, ayda en az 200 kişinin ölçümünü yapacak. Ölçülen kişi sayısı aylık 16 bin, uygulama sonuna kadar 150 bini bulacak. Sonuçlar her ay düzenli olarak Sağlık Bakanlığı'na gönderilecek. 81 ilden gelecek veriler değerlendirilecek ve harita oluşturulacak. Ortaya çıkan tabloya göre gerekli tedbirler belirlenerek uygulamaya konulacak. Çalışma, video ve afişlerle de desteklenecek.
KADINDA 88, ERKEKTE 94
Bel çevresi ölçümüne göre obezite değerlendirmesi, fazla kiloya bağlı sağlık sorunu riskinin tespitinde kullanılıyor. Bilimsel kriterlere göre kadınlarda ideal olarak 80, erkeklerde 94 santimetre ve altında olması gerekiyor. Erkeklerde 102, kadınlarda ise 88 cm'den fazlası kiloya bağlı sağlık sorunları yaratıyor. Kişinin obezite tehdidi altında olup olmadığı bel ve kalça ölçümünün oranlaması ile belirleniyor.
**Ölçülerimi vermem, biz manken miyiz?**
Mezura ile ölçüme başlayan aile hekimleri ise dertli. Hekimler, yürütülen çalışmanın bilimsel bir gereklilik olduğunu vatandaşa anlatma konusunda sıkıntı yaşıyor. AKŞAM'a konuşan hekimler, boy ve kilo ölçümünde fazla sorun yaşamadıklarını söylüyor. Ancak vatandaş kalça ve bel ölçümüne tepki gösteriyor. Özellikle kadınların, bel ve kalça ölçümü yaptırmak istemediği, 'Belimizi ve kalçamızı neden ölçüyorsunuz. Biz manken miyiz?', 'Ölçülerimi deşifre etmem' diye talebi reddettiği belirtiliyor.
ZORUNLULUK YOK SONUÇLAR GİZLİ KALIR
Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürü Seraceddin Çom ise tereddütleri giderdi. AKŞAM'a konuşan Çom, 'Bu çalışmayı toplum ve ülke sağlığı için yapıyoruz. Herkesten ölçü alınacak diye bir şey yok' dedi.
KAN DA ALINACAK
Çom şöyle devam etti: 'Ölçülerini vermek istemeyen vatandaşı zorlamak söz konusu değil. Vatandaşlarımız müsterih olsun. Ölçüm sonuçları tıp etiği gereği hiç bir zaman açıklanamaz.' İşlemin sadece ölçümle sınırlı olmayacağını vurgulayan Çom, çok küçük
çocuklar hariç kan da alınacağını belirterek 'Vitamin değerlerine bakılacak. Raşitizm, kemik erimesi var mı yok mu, tespit edilecek. Hemoglobin değerlerine, kansızlık olup olmadığına bakılacak. Demir, vitamin eksikliği, kolesterol gibi değerlere bakılacak. Vatandaşların bölgelere göre beslenme alışkanlıkları da incelenecek. Türkiye'nin bölgelere göre beslenme ve sağlık haritası çıkartılacak' diye konuştu.
İŞTE O GENELGE
Bakanlık aile hekimlerinden, belirtilen kriterlere göre her ay en az 200 kişinin taranmasını, boy, kilo, bel ve kalça ölçümlerinin yapılmasını istedi. Kliniklerde ölçüm cihazları bulunacak, sonuçlar AHBS'ye girilecek. Hekimler, kendilerine bağlı nüfusun beden kitle indeksi, bel-kalça oranını değerlendirecek. Obezite tanısı konanlar, 2 ve 3. basamak sağlık kuruluşlarına sevk edilecek. Tedavi uygulayan merkez de süreci aile hekimine bildirecek.
## Okuyucu Yorumları |
46355 | haber | Öğretmenlerin iller arası yer değiştirmesi | null | # Öğretmenlerin iller arası yer değiştirmesi
## Soru cevaplarla öğretmenlerin iller arası yer değiştirmesi hakkında merak edilen her şey...
-
A
+
**Soru cevaplarla öğretmenlerin iller arası yer değiştirmesi hakkında merak edilen her şey:**
** Askerde olanlar başvuruda bulunabilecek mi? İller arası yer değiştirme isteğinde bulunacak öğretmenlerin dikkat edeceği hususlar nelerdir?**
Milli Eğitim Bakanlığı 2009 Yılı Öğretmenlerin İller Arası İsteğe ve Zorunlu Çalışma Yükümlülüğüne Bağlı Yer Değiştirme Kılavuzunu 30 Nisan 2009 tarihinde yayınlamıştır. Askerde olanlar başvuruda bulunabilecek mi? İller arası yer değiştirme isteğinde bulunacak öğretmenlerin dikkat edeceği hususlar nelerdir? Sözleşmeli öğretmenler İller arası Yer Değiştirme İsteğinde bulunabilecekler mi? Zorunlu çalışma yükümlülüğü altı aydan az olan öğretmenler İsteğe Bağlı İller arası yer değiştirme başvurusunda bulunabilecekler mi?.
**İller arası Yer değiştirme işlemlerinde hangi genel kriterler göz ününe alınır?**
1-Yer değiştirme suretiyle atamalarda; Atama yapılacak alanlarda eğitim kurumları itibarıyla norm kadro açığının bulunması şarttır.
Alanında norm kadro açığı bulunan ve atama yapılacak eğitim kurumları, Bakanlıkça verilen kontenjan ölçüsünde il millî eğitim müdürlüklerince İLSİS Kontenjan Modülü’ne yansıtılacaktır.
Eğitim Kurumu Müdürlüklerince İLSİS Norm Kadro Modülü’ndeki kurumuna ait bilgi başlıkları kontrol edilerek, alanlar itibarıyla haftalık ders saati, şube, öğretmen, öğrenci sayısı ve benzeri veriler ile alanlar itibarıyla kadrolu öğretmen mevcudu, norm kadro durumu, ihtiyaç ve fazlalıkların sayısının atamaya esas olmak üzere ilgili Yönetmeliğinde belirtilen süre içinde sistem açıldığında güncellenmesi sağlanacaktır.
2-Yer değiştirme suretiyle atama isteğinde bulunan öğretmenlerin atamaları, ülke genelinde öğretmen ihtiyacı ve dengeli dağılım gözetilerek belirlenen kontenjan sınırlılığında olmak üzere; Öğretmenlerin tercihleri de dikkate alınarak hizmet puanı üstünlüğü, hizmet puanının eşitliği hâlinde ise gün olarak öğretmenlikte geçen hizmet süreleri dikkate alınır. Hizmet puanının eşit olması hâlinde gün olarak hesaplanacak öğretmenlikteki hizmet süresi, bununla da eşitliğin bozulmaması hâlinde bilgisayar kurası esas alınacaktır.
**İller arası Yer değiştirme işlemlerinde hizmet puanı ve hizmet süresinin hesaplanmasında hangi tarih baz alınır?**
Hizmet puanı ve hizmet süresinin hesaplanmasında 31 Temmuz tarihi esas alınır.
**Sözleşmeli öğretmenler İller arası Yer Değiştirme İsteğinde bulunabilecekler midir?**
Milli Eğitim Bakanlığına bağlı resmî eğitim kurumlarında 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 4/B maddesi kapsamında görev yapan sözleşmeli öğretmenlerden Birinci Hizmet Bölgesinin A, B ve C sınıfı ilçelerindeki eğitim kurumlarında görev yapanlardan, göreve başlama tarihi itibarıyla son başvuru tarihine göre fiilen bir (1) yıllık süreyi tamamlayanlar, zorunlu çalışma öngörülen il ve ilçeler kapsamındaki boş pozisyon ölçüsünde belirlenen eğitim kurumlarını tercih ederek iller arası isteğe bağlı yer değiştirme başvurusunda bulunabileceklerdir. Bunlardan yer değiştirme istekleri yerine getirilemeyenler, bulundukları eğitim kurumlarındaki görevlerine devam edeceklerdir.
**İller arası yer değiştirme isteğinde bulunacak öğretmenlerin dikkat edeceği hususlar nelerdir?**
1-Eğitim Kurumu, ilçe ve il millî eğitim müdürlüğünce verilecek onay sürecinin dikkate almaları gerekmektedir.
2-Başvurunun reddedilmesi durumunda tekrar başvuru için sürenin yeterli olup olmadığının göz önünde tutmaları gerekmektedir.
3-Başvurunun, başvuru süresinin son günü ya da son saatlerine bırakılmadan zamanında yapılması gerekmektedir.
4-Başvuru ve onay sürecinin elektronik ortamdan takip etmeleri gerekmektedir.
5-Bilgilerini kontrol etmeleri gerekmektedir. Yer değiştirme isteğinde bulunacak öğretmenlerin; kimlik, öğrenim, hizmet süresi, hizmet puanı gibi bilgileri, İLSİS Özlük Modülü’nden İller Arası İsteğe ve Zorunlu Çalışma Yükümlülüğüne Bağlı Yer Değiştirme Başvuru Formu’na yansıtılacağından başvuru yapmadan önce öğretmenlerin bilgileri İl Millî Eğitim Müdürlüklerince kontrol edilerek verilen yetki çerçevesinde il, ilçe veya eğitim kurumları müdürlüklerince güncellenecektir.
**Askerde olanlar başvuruda bulunabilecekler midir?**
Askerlik dâhil aylıksız izinli olanlar başvuruda bulunabileceklerdir. Bunlardan ataması yapılanlarla ilgili olarak 7201 Sayılı Tebligat Kanunu hükümleri uygulanacaktır.
**Geçici görevlendirilenler başvuruda bulunabilecekler midir?**
Milli Eğitim Bakanlığı merkez ve taşra teşkilatı ile diğer kamu kurum ve kuruluşlarında geçici görevlendirilenler başvuruda bulunabileceklerdir. Bunlardan ataması yapılanlarla ilgili olarak 7201 Sayılı Tebligat Kanunu hükümleri uygulanacaktır.
İlçe Millî Eğitim Müdürlüklerince Kadrolarının bulunduğu eğitim kurumları dışında Bakanlığımız merkez ve taşra teşkilatı ile diğer kamu kurum ve kuruluşlarında geçici görevli olan öğretmenlerin İLSİS Atama Modülü’ndeki Görevlendirme Kaydı güncellenecektir.
**Yurt dışında görevli olanlar başvuruda bulunabilecekler midir?**
Yurt dışında görevli olanlar başvuruda bulunabileceklerdir. Bunlardan ataması yapılanlarla ilgili olarak 7201 Sayılı Tebligat Kanunu hükümleri uygulanacaktır.
**İl İçinde Yer Değiştirme İsteğinde Bulunanlar iller arası isteğe bağlı yer değiştirme başvurusunda da bulunabilecekler midir?**
İl içinde isteğe bağlı yer değiştirmelere başvuran öğretmenler, iller arası isteğe bağlı yer değiştirme başvurusunda da bulunabileceklerdir. Bunlardan iller arası yer değiştirmesi yapılanların, il içi atama sıraları iptal edilecektir.
**İller arası yer değiştirme ataması iptal edilebilir mi?**
Yer değiştirmelerde illerin norm kadro durumu ve öğretmenlerin tercihleri eş zamanlı olarak yapıldığından, görev yeri değiştirilen öğretmenlerin, Millî Eğitim Bakanlığı Öğretmenlerinin Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliğinde belirtilen belgelere dayalı olarak atama tarihinden sonra oluşan özrü bulunmaması hâlinde iptal istekleri kesinlikle dikkate alınmayacaktır.
Ancak, görev yeri değiştirilen öğretmenlerin Yönetmelikte belirtilen belgeye dayalı atama tarihinden sonra oluşan özrü bulunması hâlinde durumları değerlendirebilecektir.
İl Millî Eğitim Müdürlüklerince Öğretmenlere yer değiştirme sonuçları duyurulduktan sonra on beş gün içinde atamasının iptalini isteyenlerin başvuruları; en kısa süre içinde Bakanlığın öğretmenin alanıyla ilgili atama dairesine bildirilecektir.
Eğitim Kurumu Müdürlüklerince İller arası yer değiştirme isteği gerçekleşen öğretmenlerden, Yönetmelikte belirtilen özür durumlarını belgelendirenlerin iptal istekleri en kısa süre içinde ilçe millî eğitim müdürlüğüne gönderilecektir.
İlçe Millî Eğitim Müdürlüklerince Öğretmenlere yer değiştirme sonuçları duyurulduktan sonra atamasının iptalini isteyenlerin başvuruları; en kısa süre içinde il millî eğitim müdürlüğüne bildirilecektir.
**İller arası Yer Değiştirme İsteğinde Bulunurken gerçek dışı beyanda bulunanlar hakkında hangi işlem yapılacaktır?**
Yer değiştirme sürecinde yapılan işlemlerle ilgili olarak gerçeğe aykırı beyanda bulunduğu tespit edilen, Gerekli şartları taşımadığı hâlde başvuruda bulunan öğretmenler ile bu başvuruların incelenmesi, değerlendirmesi ve onaylanmasından sorumlu bulunanlar gerekli kontrolleri yapmadan başvuruları onaylayan sorumlular hakkında yasal işlem yapılacaktır.
İlçe Millî Eğitim Müdürlüklerince Gerekli şartları taşımadığı hâlde başvuruda bulunan öğretmenler ile bu başvuruların incelenmesi, değerlendirmesi ve onaylanmasından sorumlu bulunanlar hakkında yasal işlem yapılacaktır.
İl Millî Eğitim Müdürlüklerince Gerekli şartları taşımadığı hâlde başvuruda bulunan öğretmenler ile bu başvuruların incelenmesi, değerlendirilmesi ve onaylanmasından sorumlu bulunanlar hakkında yasal işlem yapılacaktır.
**İsteğe Bağlı İller arası Yer Değiştirme Başvurusunda Bulunacaklar kimlerdir?**
1-Bulundukları ilde 31 Temmuz tarihi itibarıyla en az 3 yıl çalışmış olmaları kaydıyla,
Zorunlu çalışma yükümlülüğü bulunmayanlar. İller arasında yer değiştirme isteğinde bulunabileceklerdir.
2-Bulundukları ilde 31 Temmuz tarihi itibarıyla en az 3 yıl çalışmış olmaları kaydıyla,
Zorunlu çalışma yükümlülüğünü tamamlamış sayılanlar. İller arasında yer değiştirme isteğinde bulunabileceklerdir.
3-Bulundukları ilde 31 Temmuz tarihi itibarıyla en az 3 yıl çalışmış olmaları kaydıyla,
Zorunlu çalışma yükümlülüğünden muaf olanlar. İller arasında yer değiştirme isteğinde bulunabileceklerdir.
4–11.06.2000 tarihinden sonra göreve başlayan öğretmenlerden 31 Temmuz tarihi itibarıyla; Üçüncü Hizmet Bölgesindeki illerde olanlardan bulundukları ilde üç (3) yılını dolduracak Olanlar. İller arasında yer değiştirme isteğinde bulunabileceklerdir.
5–11.06.2000 tarihinden sonra göreve başlayan öğretmenlerden 31 Temmuz tarihi itibarıyla; İkinci Hizmet Bölgesindeki illerde görevli olanlardan bulundukları ilde dört (4) yılını dolduracak olanlar. İller arasında yer değiştirme isteğinde bulunabileceklerdir.
6–11.06.2000 tarihinden sonra göreve başlayan öğretmenlerden 31 Temmuz tarihi itibarıyla; Birinci Hizmet Bölgesindeki illerin D ve E sınıfı ilçelerinde görevli olanlardan bulundukları ilçede beş (5) yılını dolduracak olanlar. İller arasında yer değiştirme isteğinde bulunabileceklerdir.
7–11.06.2000 tarihinden sonra göreve başlayan öğretmenlerden 31 Temmuz tarihi itibarıyla; Zorunlu hizmet bölgesi kapsamındaki il/ilçelerde görevli olan zorunlu çalışma yükümlüsü öğretmenlerden, son 2 yılı bulunduğu yerde olmak üzere farklı zorunlu hizmet bölgelerinde toplam dört (4) yıl çalışmış olanlar. İller arasında yer değiştirme isteğinde bulunabileceklerdir.
8–11.06.2000 tarihinden sonra göreve başlayan öğretmenlerden 31 Temmuz tarihi itibarıyla; Tüm vücut fonksiyon kaybı oranı %40 ve üzerinde olanlar ile eşi şehit olanlardan 31 Temmuz tarihi itibarıyla bulunduğu ilde en az üç (3) yılını tamamlamış olanlar. İller arasında yer değiştirme isteğinde bulunabileceklerdir.
9–04.03.2006 tarihinde yürürlüğe giren Yönetmelikle hizmet bölgesi değiştirilerek Birinci
Hizmet Bölgesi kapsamına alınan illerdeki öğretmenler, bu illerde geçen hizmet süreleri zorunlu çalışma yükümlülüğünden sayılacağından bulundukları ildeki zorunlu çalışma süresini tamamlamaları hâlinde yer değiştirme isteğinde bulunabileceklerdir.
10-Birinci Hizmet Bölgesi kapsamındaki illerde görevli (D ve E sınıfı ilçelerdekiler hariç) zorunlu çalışma yükümlüsü öğretmenlerden zorunlu çalışma yükümlülüğü öngörülen illerde görevli iken;04.03.2006 tarihinden önce Birinci Hizmet Bölgesi kapsamındaki illere yer değiştirenlerden bir (1) yıldan az süresi kalanlar, zorunlu çalışma yükümlülüğünü tamamlamış sayıldığından bulundukları ilde 31 Temmuz tarihi itibarıyla üç yıllık çalışma süresini tamamlamaları hâlinde iller arasında yer değiştirme isteğinde bulunabileceklerdir.
11-Birinci Hizmet Bölgesi kapsamındaki illerde görevli (D ve E sınıfı ilçelerdekiler hariç) zorunlu çalışma yükümlüsü öğretmenlerden zorunlu çalışma yükümlülüğü öngörülen illerde görevli iken; 04.03.2006 tarihinden sonra yer değiştirenlerden altı (6) aydan az süresi kalanlar, zorunlu çalışma yükümlülüğünü tamamlamış sayıldığından bulundukları ilde 31 Temmuz tarihi itibarıyla üç yıllık çalışma süresini tamamlamaları hâlinde iller arasında yer değiştirme isteğinde bulunabileceklerdir.
12-Eksik kalan zorunlu hizmetini tamamlamak üzere zorunlu hizmet bölgesine atananlar, bulundukları ilde en az iki yıl çalışmak zorundadır. Bu durumdaki öğretmenler iki yıllık süre dâhil olmak üzere zorunlu hizmet bölgelerinde toplam 4 yıllık çalışma süresini doldurmuş olmaları hâlinde isteğe bağlı yer değiştirme döneminde başvuruda bulunabileceklerdir.
**Zorunlu çalışma yükümlülüğü altı aydan az olan öğretmenler İsteğe Bağlı İller arası Yer Değiştirme Başvurusunda Bulunabilecekler midir?**
Hâlen zorunlu çalışma yükümlülüğü öngörülen il ve ilçelerde görevli zorunlu hizmet yükümlüsü öğretmenler, bulundukları hizmet bölgelerinde Millî Eğitim Bakanlığı Öğretmenlerinin Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliğinin 24’üncü maddesinde belirtilen süreler kadar görev yapmaları gerektiğinden, bu öğretmenler zorunlu çalışma yükümlülüklerinin tamamlanmasına 6 aydan az süre kaldığı gerekçesiyle yer değiştirme isteğinde bulunamayacaklardır.
Kılavuzun yukarıdaki 4.1.4.maddesi "6 aydan az süre kaldığı gerekçesiyle yer değiştirme isteğinde bulunamayacaklardır." Açıklamasında bulunmasına rağmen Millî Eğitim Bakanlığı Öğretmenlerinin Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliğinin Zorunlu çalışma yükümlülüğü başlıklı 24 maddesindeki;
**"(1) Bakanlık kadrolarına 11.6.2000 tarihinden sonra öğretmen olarak atananlar;**
a) Üçüncü Hizmet Bölgesi içindeki illerde en az üç yıl,
b) İkinci Hizmet Bölgesi içindeki illerde en az dört yıl,
c) Birinci Hizmet Bölgesine dâhil illerin (D) ve (E) sınıfı ilçelerinde en az beş yıl veya her üç bölgede toplam dört yıl çalışmakla yükümlüdürler.
(2)Zorunlu çalışma yükümlüsü öğretmenler bu yükümlülüklerini, zorunlu çalışma yükümlülüğü öngörülen hizmet bölgelerine dâhil illerden birinde yerine getirebilecekleri gibi, birden fazla ilde veya ilçede de yerine getirebilirler. Ancak, bu bölünme sonucu her hizmet bölgesinde veya içindeki illerde ya da ilçelerde geçirilmesi gereken çalışma süresi iki yıldan az olamaz.
(3)Zorunlu çalışma yükümlülüğü altı aydan az olan öğretmenler, zorunlu çalışma yükümlülüğünü tamamlamış sayılır." hükümler bu şekildedir.
Dolayısıyla yönetmeliğin İsteğe bağlı yer değiştirmeler başlıklı 21 maddesinin (1) fıkrası b bendi; "Zorunlu çalışma yükümlülüğünü tamamlayan veya tamamlamış sayılanlar ile bu Yönetmeliğin 27 nci maddesine göre zorunlu çalışma yükümlülüğüne tabi tutulmayan öğretmenlerden bulundukları ilde üç yılını tamamlayanlar iller arasında yer değiştirme suretiyle atama isteğinde bulunabilirler." hükümlerine göre 3 yılını dolduran fakat Zorunlu çalışma yükümlülüğü altı aydan az olan öğretmenlerin İller arası Yer Değiştirme Başvurusunda bulunması gerekmektedir. Kılavuzda 4.1.4. maddesinin yanlış yorumlandığı kanaatindeyiz.
**Öğretmen eşlerin İller Arası İsteğe ve Zorunlu Çalışma Yükümlülüğüne Bağlı Yer Değiştirme Başvurusunda Bulunmalarında hangi kriterler uygulanacaktır?**
1-Her ikisi de aynı ya da farklı ilde görev yapan öğretmen eşlerden yalnızca zorunlu çalışma yükümlülüğünü tamamlayan eş gerekli şartları taşıması hâlinde yer değiştirme isteğinde bulunabilecektir. Zorunlu çalışma yükümlülüğünü tamamlamayan eşi ise isteğe bağlı yer değiştirme isteğinde bulunamayacak, Öğretmenlerin Özür Durumuna Bağlı Yer Değiştirme Kılavuzunda yer alan takvimde belirtilen süreler içinde eş durumu özründen başvuruda bulunabilecek ve eşinin yanına yer değişikliği başvurusu adı geçen Kılavuz hükümleri çerçevesinde değerlendirilecektir.
2-Her ikisi de öğretmen olan eşlerden ikisinin de yer değiştirmek için gerekli şartları taşımaları kaydıyla aile bütünlüğünü de dikkate alarak tercihlerini aynı yere birlikte atanmalarını sağlayabilecek şekilde yapmaları gerekmektedir. Buna rağmen eşlerin farklı illere atanmaları hâlinde, eşinin atandığı ildeki eğitim kurumlarını isteyenler, görev yerinden ayrılmadan iptal isteğinde bulunabileceklerdir. Bu durumdaki öğretmenlerin iptal istekleri Bakanlığın Öğretmen Atama ve Yer Değiştirme Dairesi Başkanlığına teklif edilecek ve yaz tatili özür durumuna bağlı yer değiştirme döneminde eş durumu özründen il içi ya da iller arası yer değiştirme başvurusunda bulunabileceklerdir.
3- Farklı illere atanıp göreve başlayanlar, eşinin bulunduğu ildeki eğitim kurumlarına bir yıl geçmeden eş durumundan yer değiştirme isteğinde bulunamayacaklardır.
4-Her ikisi de zorunlu çalışma yükümlüsü öğretmen olan eşlerden birisi Birinci Hizmet Bölgesi kapsamındaki aynı ilin (D) veya (E) sınıfı ilçesinde görev yapıyorsa, (A), (B) veya (C) sınıfı ilçelerinden birinde görevli zorunlu çalışma yükümlüsü diğer eş zorunlu çalışma yükümlülüğünü tamamlamak üzere yer değişikliğine tabi tutulmayacak, eşinin yanına atanmak istediği takdirde yaz tatili özür durumu yer değiştirme döneminde eş durumu özründen başvuruda bulunabilecektir.
5-Her ikisi de öğretmen olup eşlerden birinin zorunlu hizmet bölgesi illerinde görevli ve zorunlu çalışma süresini 31 Temmuz tarihi itibarıyla tamamlayacak olması hâlinde, Birinci Hizmet Bölgesi kapsamındaki illerde (D ve E sınıfı ilçelerde görevli olanlar hariç) zorunlu çalışma yükümlüsü olan eşi, isteği dışında zorunlu çalışma yükümlülüğüne tabi tutulmayacaktır.
6-Eşi öğretmen olarak farklı bir ilde görev yapan ve eşi zorunlu çalışma yükümlülüğüne tabi olmayan zorunlu çalışma yükümlüsü öğretmenler, eş durumu özründen yaz tatilinde eşinin yanına yer değiştirme isteğinde bulunacağı dikkate alınarak, istekleri dışında zorunlu çalışma yükümlülüğüne tabi tutulmayacaklardır.
7-Zorunlu çalışma yükümlüsü öğretmenlerden eşi SSK/Bağ-Kur’lu olarak çalışanların sosyal güvenlik prim gün sayısı hesabında 31 Ağustos tarihi esas alınacak, bu tarih itibarıyla sigortalılık prim gün sayısını dolduracağını ve prim borcu bulunmadığına dair belgeyi bir dilekçe ekinde ibraz edenlerden zorunlu çalışma yükümlülüğünü yerine getirmek üzere istekleri dışında İller Arası İsteğe ve Zorunlu Çalışma Yükümlülüğüne Bağlı Yer Değiştirme Başvuru Formu’nun doldurulması istenmeyecektir.
Ancak, bu taahhütte bulunan öğretmenlerden, Eylül ayının ilk haftası sonu itibarıyla sigorta primi ödendiğine dair belgeyi ibraz edemeyenler, Bakanlığın Öğretmen Atama ve Yer Değiştirme Dairesi Başkanlığına Eylül ayının ikinci haftasında bildirilecek ve atamaları Bakanlıkça Eylül ayı içinde gerçekleştirilecektir.
8-Eşi farklı ilde herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna tabi olarak görev yapan ve Yönetmelikte belirtilen eş durumu belgelerini ibraz eden zorunlu çalışma yükümlüsü öğretmenlerin, eş durumu özründen yaz tatilinde eşinin yanına yer değiştirme isteğinde bulunacağı dikkate alınarak, istekleri dışında zorunlu çalışma yükümlülüğüne tabi tutulmayacaklardır.
Özür durumunu kullanmadan isteğe bağlı yer değiştirme başvurusunda bulunanlar atandıktan sonra özür beyan ederek yer değiştirme isteğinde bulunabilirler mi?
Özür durumu olduğu hâlde isteğe bağlı yer değiştirme başvurusunda bulunup başka bir il/ilçe ataması yapılanların atamaları iptal edilmeyecek ve atama tarihine göre aradan bir yıl geçmeden özür durumundan başvuru yapamayacaklardır.
Alanı zorunlu çalışma yükümlülüğü olan illerde bulunmayanların durumu ne olacaktır?
Alanları bakımından zorunlu çalışma yükümlülüğü öngörülen hizmet bölgelerinde çalışma imkânı bulunmayanların, zorunlu çalışma yükümlülüğü öngörülen bölgelerde alanında norm kadro açığı oluşuncaya kadar zorunlu çalışma yükümlülükleri ertelenecektir.
Zorunlu Çalışma Yükümlülüğüne Bağlı Yer Değiştirmeler ile ilgili soru ve cevaplar
**Kimler zorunlu çalışma yükümlüsüdürler?**
Bakanlık öğretmen kadroları ile devredilen eğitim kurumlarında 11.06.2000 tarihinden sonra ilk defa öğretmenlik görevine başlayanlar zorunlu çalışma yükümlüsüdür.
**Zorunlu çalışma yükümlülüğünü yerine getirmek için süre kaç yıldır?**
1-Üçüncü Hizmet Bölgesindeki illerde en az üç yıl çalışmakla yükümlüdürler
2-İkinci Hizmet Bölgesindeki illerde en az dört yıl çalışmakla yükümlüdürler
3-Birinci Hizmet Bölgesindeki illerin (D) ve (E) sınıfı ilçelerinde en az beş yıl çalışmakla yükümlüdürler
4-Birden fazla bölgede toplam dört yıl çalışmakla yükümlüdürler. ((D) ve (E) sınıfı ilçeler ile Üçüncü Hizmet Bölgesi veya İkinci Hizmet Bölgesinde toplam 4 yıl)
**Kimlerin Zorunlu çalışma yükümlülüğü için başvuru formu kendi isteği dışında idarece doldurulacaktır?**
1–11.06.2000–31.07.2006 tarihleri arasında göreve başlayan zorunlu çalışma yükümlüsü öğretmenlerden; Zorunlu çalışma yükümlülüğü öngörülen il/ilçelerde hiç çalışmamış, olanlar zorunlu çalışma yükümlülüğüne tabi tutulacaklarından, bu durumdaki öğretmenlerin İller Arası İsteğe ve Zorunlu Çalışma Yükümlülüğüne Bağlı Yer Değiştirme Başvuru Formu ile başvuru yapması sağlanacaktır.
2–11.06.2000–31.07.2006 tarihleri arasında göreve başlayan zorunlu çalışma yükümlüsü öğretmenlerden; Zorunlu çalışma yükümlülüğü öngörülen il/ilçelerde görev yaparken herhangi bir nedenle Birinci Hizmet Bölgesi kapsamındaki illere (D ve E sınıf ilçeler hariç) yer değiştirenlerden zorunlu çalışma yükümlülüğü; 04.03.2006 tarihinden önce görev yeri değiştirilmiş ve göreve başlamış olanlardan bir yıl ve daha fazla Olanlar zorunlu çalışma yükümlülüğüne tabi tutulacaklarından, bu durumdaki öğretmenlerin İller Arası İsteğe ve Zorunlu Çalışma Yükümlülüğüne Bağlı Yer Değiştirme Başvuru Formu ile başvuru yapması sağlanacaktır.
3–11.06.2000–31.07.2006 tarihleri arasında göreve başlayan zorunlu çalışma yükümlüsü öğretmenlerden; Zorunlu çalışma yükümlülüğü öngörülen il/ilçelerde görev yaparken herhangi bir nedenle Birinci Hizmet Bölgesi kapsamındaki illere (D ve E sınıf ilçeler hariç) yer değiştirenlerden zorunlu çalışma yükümlülüğü; 04.03.2006 tarihinden sonra görev yeri değiştirilmiş ve göreve başlamış olanlardan ise altı ay ve daha fazla Olanlar zorunlu çalışma yükümlülüğüne tabi tutulacaklarından, bu durumdaki öğretmenlerin İller Arası İsteğe ve Zorunlu Çalışma Yükümlülüğüne Bağlı Yer Değiştirme Başvuru Formu ile başvuru yapması sağlanacaktır.
4-Zorunlu çalışma yükümlüsü olan öğretmenlerden; Milli Eğitim Bakanlığı merkez, taşra ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarında geçici olarak görevlendirilenler zorunlu hizmetlerini yapmak üzere İller Arası İsteğe ve Zorunlu Çalışma Yükümlülüğüne Bağlı Yer Değiştirme Başvuru Formu doldurarak yer değiştirme isteğinde bulunmaları sağlanacaktır.
5-Eşi 657 sayılı DMK’nin 4/B kapsamında sözleşmeli öğretmen olarak çalışanlar da zorunlu çalışma yükümlülüğüne tabi tutulacaklardır. Bu durumdaki öğretmenlerin, zorunlu hizmetlerini yapmak üzere İller Arası İsteğe ve Zorunlu Çalışma Yükümlülüğüne Bağlı Yer Değiştirme Başvuru Formu doldurarak yer değiştirme isteğinde bulunmaları sağlanacaktır.
6-Yüksek lisans veya doktora öğrenimine devam eden zorunlu çalışma yükümlüsü öğretmenlerden; yüksek lisansını tamamlayıp 04.03.2006 tarihinden sonra doktora eğitimine kayıt yaptıranların zorunlu çalışma yükümlülüğü ertelenmeyecektir. Bu durumdaki öğretmenlerin, zorunlu hizmetlerini yapmak üzere İller Arası İsteğe ve Zorunlu Çalışma Yükümlülüğüne Bağlı Yer Değiştirme Başvuru Formu doldurarak yer değiştirme isteğinde bulunmaları gerekmektedir.
Zorunlu çalışma yükümlülüğüne tabi öğretmenlerin tespiti nasıl yapılacaktır.
İl Millî Eğitim Müdürlüklerince Zorunlu çalışma yükümlülüğüne tabi öğretmenlerin zorunlu çalışma yükümlülüklerini tamamlayıp tamamlamadıkları takip edilecektir.
Eğitim Kurumu Müdürlüklerince Zorunlu çalışma yükümlülüğüne tabi öğretmenlerin zorunlu çalışma yükümlülüklerini tamamlayıp tamamlamadıkları takip edilecek, zorunlu çalışma yükümlüsü olup özrü ortadan kalkanlara başvuru formunun doldurulması sağlanacak, doldurmayanlara da tercih yapılmadan başvuru formu eğitim kurumu müdürünce doldurulacaktır.
İlçe Millî Eğitim Müdürlüklerince Zorunlu çalışma yükümlülüğüne tabi öğretmenlerin zorunlu çalışma yükümlülüklerini tamamlayıp tamamlamadıkları takip edilecek, zorunlu çalışma yükümlüsü olup özrü ortadan kalkan öğretmenlere eğitim kurumu müdürlüklerince başvuru formu doldurulup doldurulmadığı kontrol edilecek, doldurmayanlar ile doldurmak istemeyenler için de tercih yapılmadan başvuru formu eğitim kurumu müdürlüğünce doldurulması sağlanacaktır.
**Zorunlu çalışma yükümlülüğü için başvuru formu doldurmaktan kaçınanlara hangi uygulama yapılacaktır?**
Zorunlu çalışma yükümlülüğü için başvuru formu doldurmaktan kaçınan öğretmenler için, eğitim kurumları müdürlerince tutanak düzenlenecek ve tercih yapılmaksızın başvuru formu onaylanacaktır. Bu durumdaki öğretmenler, hizmet puanı yetersizliği nedeniyle tercihlerine atanamayanlarla birlikte bilgisayar kurası ile zorunlu hizmet bölgelerindeki eğitim kurumlarına Bakanlıkça yerleştirileceklerdir.
Zorunlu çalışma yükümlülüğüne tabi öğretmen zorunlu hizmet bölgelerine ne zaman yer değiştirme isteğinde bulunabilecektir.
Birinci Hizmet Bölgesi kapsamındaki illerde görevli (D ve E sınıfı ilçelerdekiler hariç) zorunlu çalışma yükümlüsü öğretmenler, istemeleri hâlinde adaylıklarının kaldırılmasını izleyen atama döneminden başlayarak, zorunlu çalışma yükümlülüklerini yerine getirmek üzere İkinci veya Üçüncü Hizmet Bölgesine dâhil illere ve Birinci Hizmet Bölgesindeki (D) ve (E) sınıfı ilçelere yer değiştirme isteğinde bulunabileceklerdir.
Bu durumdaki öğretmenler, atanmak istedikleri yerlere hizmet puanı yetersizliği nedeniyle atamaları yapılamadığı takdirde bulundukları eğitim kurumundaki görevlerine devam edeceklerdir.
**Zorunu çalışma yükümlüsü öğretmenlerden zorunlu hizmetinde 2 yılını dolduranlar, zorunlu çalışma yükümlülüğü öngörülen hizmet bölgelerindeki iller ile Birinci Hizmet Bölgesindeki (D) ve (E) sınıfı ilçelere yer değiştirme isteğinde bulunabilecekler midir?**
Zorunlu çalışma yükümlülüğü öngörülen illerde görevli zorunlu çalışma yükümlüsü öğretmenlerden, bulunduğu ilde iki (2) yılını dolduranlar, zorunlu çalışma yükümlülüğü öngörülen hizmet bölgelerindeki iller ile Birinci Hizmet Bölgesindeki (D) ve (E) sınıfı ilçelere zorunlu çalışma yükümlülüklerini yerine getirmek üzere yer değiştirme isteğinde bulunabileceklerdir. Bu durumdaki öğretmenlerin, atanmak istedikleri yerlere hizmet puanı yetersizliği nedeniyle atamaları yapılamadığı takdirde bulundukları eğitim kurumundaki görevlerine devam edeceklerdir.
**Zorunlu hizmet bölgesinde görevli iken askere giden zorunlu çalışma yükümlüsü öğretmenlerin askerlik süreleri zorunlu hizmet süresinden sayılacak mıdır?**
04.03.2006 tarihinden önce zorunlu hizmet bölgesinde görevli iken askere giden zorunlu çalışma yükümlüsü öğretmenlerin askerlik süreleri zorunlu hizmet süresinden sayılacaktır. Ancak, Millî Eğitim Bakanlığı Öğretmenlerinin Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliğinin yürürlüğe girdiği 04.03.2006 tarihinden sonra askere gidenlerin askerlikte geçen süreleri zorunlu çalışma süresinden sayılmayacaktır.
**Yüksek lisans ya da doktora öğrenimini yapanlar zorunlu çalışma yükümlülüğüne tabi midirler?**
Zorunlu çalışma yükümlüsü öğretmenlerden görev yaptığı ilin dışında farklı bir ilde yüksek lisans ya da doktora öğrenimini yapmakta olanlar zorunlu çalışma yükümlülüğüne tabi tutulacaklardır.
**Zorunlu Çalışma Yükümlülüğü Ertelenecekler ile Muaf Tutulanlar kimlerdir?**
1–11.06.2000–31.07.2006 tarihleri arasında göreve başlamakla birlikte; Eş durumu özrünü belgelendirenler zorunlu çalışma yükümlülüğüne tabi tutulmayacaktır.
2–11.06.2000–31.07.2006 tarihleri arasında göreve başlamakla birlikte;04.03.2006 tarihinden önce yüksek lisans veya doktora eğitimine başlamış olup hâlen öğrenime devam ettiğini belgelendirenler zorunlu çalışma yükümlülüğüne tabi tutulmayacaktır.
3–11.06.2000–31.07.2006 tarihleri arasında göreve başlamakla birlikte; Tüm vücut fonksiyon kaybı oranı %40 ve üzerinde olduğunu sağlık kurulu raporu ile belgelendirenler ile eşi şehit olanlar zorunlu çalışma yükümlülüğüne tabi tutulmayacaktır.
4–11.06.2000–31.07.2006 tarihleri arasında göreve başlamakla birlikte; Eşi aday öğretmen olanlar zorunlu çalışma yükümlülüğüne tabi tutulmayacaktır.
5–11.06.2000–31.07.2006 tarihleri arasında göreve başlamakla birlikte; Başvuru tarihleri arasında kendisi veya eşi askerde olanlar zorunlu çalışma yükümlülüğüne tabi tutulmayacaktır.
6–11.06.2000–31.07.2006 tarihleri arasında göreve başlamakla birlikte; Eşi zorunlu çalışma yükümlülüğüne tabi olmayanlar ile bu yükümlüğünü tamamlamış ya da muaf olanlar zorunlu çalışma yükümlülüğüne tabi tutulmayacaktır.
7–11.06.2000–31.07.2006 tarihleri arasında göreve başlamakla birlikte; Sağlık özrü nedeniyle iller arasında yer değiştirme suretiyle atanmış (il içinde yer değiştirenler hariç) olup aynı hastalığın tedavisinin devam ettiğini yeni tarihli sağlık kurulu raporu ile belgelendirenler ile sağlık özründen geçen yıl zorunlu hizmeti ertelenmiş olanlardan aynı kişiye ait aynı hastalığın tedavisinin devam ettiğini belgelendirenler zorunlu çalışma yükümlülüğüne tabi tutulmayacaktır.
**Sağlık durumu özrü beyan eden zorunlu çalışma yükümlüsü öğretmenlere hangi işlem uygulanacaktır?**
İlk defa sağlık durumu özrü beyan eden zorunlu çalışma yükümlüsü öğretmenlere İller Arası İsteğe ve Zorunlu Çalışma Yükümlülüğüne Bağlı Yer Değiştirme Başvuru Formu doldurulacak, bunların atamaları yapılacak ancak işlem aşamasında ilişikleri kesilmeyecektir. Sağlık kurulu raporları öğretmenin atandığı illerdeki il sağlık müdürlüklerine gönderilerek, "Raporda belirtilen hastalığın ilinizdeki sağlık kurumlarında tedavi edilip edilemeyeceği" hususunda görüş sorulacaktır. Buradan "Hastalığın tedavisinin o ilde mümkün olmadığı ya da hastalığın tedavi edilebileceği sağlık ünitesi veya uzman doktor bulunmadığı" şeklinde görüş bildirilmesi hâlinde yer değiştirme işleminin iptali için Öğretmen Atama ve Yer Değiştirme Dairesi Başkanlığına teklifte bulunulacaktır.
Bu durumdaki öğretmenlerden yer değiştirme suretiyle atandığı ilde tedavisi mümkün olanların kararnameleri tebliğ edilerek ilişikleri kesilecektir.
Ancak sağlık durumu özrü beyan eden öğretmenler bakımından yukarıda belirtilen işlem süreci en geç 31 Ağustos tarihine kadar sonuçlandırılacaktır. Bu tarihe kadar işlem süreci tamamlanmayanların kararnameleri tebliğ edilerek ilişikleri kesilecektir.
**Özür durumu olanların takibi nasıl yapılacaktır?**
İl Millî Eğitim Müdürlüklerince özür durumundan zorunlu çalışma yükümlülükleri ertelenenlerin özür durumlarının devam edip etmediği takip edilecektir.
Eğitim Kurumu Müdürlüklerince özür durumundan zorunlu çalışma yükümlülükleri ertelenenlerin özür durumlarının devam edip etmediği takip edilecek, zorunlu çalışma yükümlüsü olup özrü ortadan kalkanlara başvuru formunun doldurulması sağlanacak, doldurmayanlara da tercih yapılmadan başvuru formu eğitim kurumu müdürünce doldurulacaktır.
İlçe Millî Eğitim Müdürlüklerince özür durumundan zorunlu çalışma yükümlülükleri ertelenenlerin özür durumlarının devam edip etmediği takip edilecek, zorunlu çalışma yükümlüsü olup özrü ortadan kalkan öğretmenlere eğitim kurumu müdürlüklerince başvuru formu doldurulup doldurulmadığı kontrol edilecek, doldurmayanlar ile doldurmak istemeyenler için de tercih yapılmadan başvuru formu eğitim kurumu müdürlüğünce doldurulması sağlanacaktır.
**Yer Değiştirme İsteğinde başvuru ve tercihler nasıl yapılacaktır?**
Yer değiştirmek isteyenler, http://ilsis.meb.gov.tr adresindeki İller Arası İsteğe ve Zorunlu Çalışma Yükümlülüğüne Bağlı Yer Değiştirme Başvuru Formu’na eğitim kurumu müdürlüklerinden alacakları şifre ve T.C. Kimlik Numarası ile giriş yapabileceklerdir. Öğretmenlerin İLSİS Özlük Modülü’ndeki kimlik, öğrenim durumu, hizmet puanı, hizmet süresi, Bakanlık atama alanı ve benzeri bilgileri başvuru formuna yansıtılmıştır. Öğretmenler, başvuru formu üzerindeki "Tercihler" kısmını kendileri dolduracaklardır.
Yer değiştirme isteğinde bulunacak öğretmenler, işlem takviminde belirtilen süre içinde, internet bağlantısı olan herhangi bir bilgisayardan http://ilsis.meb.gov.tr internet adresindeki İller Arası İsteğe ve Zorunlu Çalışma Yükümlülüğüne Bağlı Yer Değiştirme Başvuru Formu’nu doldurmak suretiyle başvuruda bulunabileceklerdir.
**Müstakil müdürlüğü bulunmayan ilköğretim okullarında görevli öğretmenlerin başvuruları nasıl alınacaktır?**
İl Millî Eğitim Müdürlüklerince Merkez ilçeye bağlı müstakil müdürlüğü bulunmayan ilköğretim okullarında görevli öğretmenler ile eğitim kurumu müdürlerinden öğretmen olarak yer değiştirme isteğinde bulunanların başvurularını süresi içinde yapmalarına yardımcı olunacak, mağdur olmaları önlenecektir.
İlçe Millî Eğitim Müdürlüklerince Müstakil müdürlüğü bulunmayan ilköğretim okullarında görevli öğretmenler ile eğitim kurumu müdürlerinden öğretmen olarak yer değiştirme isteğinde bulunanların başvurularını süresi içinde yapmalarına yardımcı olunacak, mağdur olmaları önlenecektir.
**Yer Değiştirme İsteğinde başvuru sırasında ilsis bilgilerinde eksiklik olanlar ne yapacaktır?**
Başvuru formuna yansıtılmış olan bilgilerinde eksiklik ya da yanlışlık olanlar, bu bilgilerini düzelttirdikten sonra tercihte bulunabileceklerdir.
Eğitim Kurumu Müdürlüklerince Öğretmenlerin İLSİS Özlük Modülü’ndeki bilgileri, yer değiştirme başvurularından önce öğretmenlerle birlikte kontrol edilerek, varsa yanlışlıkların başvuru süresinin başlamasından önce veya başvuru süresi içinde gecikmeye meydan verilmeden güncel tutulması sağlanacaktır.
İlçe Millî Eğitim Müdürlüklerince Yer değiştirme isteğinde bulunacak öğretmenlerin; kimlik, öğrenim, hizmet süresi, hizmet puanı gibi bilgileri, İLSİS Özlük Modülü’nden İller Arası İsteğe ve Zorunlu Çalışma Yükümlülüğüne Bağlı Yer Değiştirme Başvuru Formu’na yansıtılacağından başvuru yapmadan önce öğretmenlerin bilgileri kontrol edilerek verilen yetki çerçevesinde güncellenecektir.
**Öğretmenler başvurularını nereye onaylatacaklardır?**
Öğretmenler başvurularını görevli oldukları eğitim kurumu müdürlüklerine, müstakil müdürlüğü olmayan okullarda görevli olanlar ise bağlı oldukları il/ilçe millî eğitim müdürlüklerine onaylatacaklardır.
**Yer Değiştirme İsteğinde en fazla kaç tercih yapılabilecektir?**
Yer değiştirme isteğinde bulunacak öğretmenlere, İller Arası İsteğe ve Zorunlu Çalışma Yükümlülüğüne Bağlı Yer Değiştirme Başvuru Formu’na yansıtılacak eğitim kurumları arasından en fazla yirmi beş (25) eğitim kurumu tercihiyle birlikte tercih dışı seçenek olarak, "Tercihlerime atanamadığım takdirde, 1. tercihimin bulunduğu ildeki eğitim kurumlarına kura ile atanmak istiyorum/istemiyorum" seçenekleri bulunmaktadır. Eğitim kurumları aynı il veya ilçeden seçilebileceği gibi farklı il ve ilçelerden de seçilebilecektir.
26. tercihi işaretleyenler, birinci tercihinin bulunduğu ildeki eğitim kurumlarına hizmet puanı üstünlüğü esasına göre yapılan atamalardan sonra boş kalan eğitim kurumlarına hizmet puanı üstünlüğü esasına göre atanacakladır.
İsteğe bağlı yer değiştirme başvurusunda bulunan öğretmenler, hizmet puanı üstünlüğüne göre tercihte bulundukları eğitim kurumlarına yerleştirecektir. Tercihlerine yerleşemeyenler istemeleri durumunda birinci tercihindeki eğitim kurumunun bulunduğu ildeki kontenjanı dolmayan diğer eğitim kurumları için değerlendirmeye alınacaktır.
**Yer değiştirmek isteyen öğretmenlerin hangi durumlarda tercih kısıtlaması bulunmaktadır?**
1-Öğrenim durumuna göre İlköğretim Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Öğretmenliği mezunları İlköğretim okullarını tercih edeceklerdir.
2-Öğrenim durumuna göre Matematik-Bilgisayar bölümü, İstatistik-Bilgisayar bölümü, Bilgisayar Teknolojisi / Bilgisayar Teknolojisi ve Bilişim Sistemleri bölümü, Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Öğretmenliği mezunları İlköğretim okulları ile Mesleki ve teknik liseler hariç diğer liselerini tercih edeceklerdir.
3-Kurum türüne göre Fen, Sosyal Bilimler, Güzel Sanatlar ve Spor ile Anadolu Türü Liselerde Kadrolu Olarak Görev Yapan Öğretmenlerden; Fen Liseleri, Sosyal Bilimler Liseleri, Anadolu Öğretmen Liseleri ve Anadolu İmam Hatip Liselerinde görevli olanlar seçme sınavı sonucu atandıklarından; bu kurumlarında görevli olan öğretmenler, bu tür eğitim kurumları arasında, tercihte bulunabileceklerdir.
4-Kurum türüne göre Fen, Sosyal Bilimler, Güzel Sanatlar ve Spor ile Anadolu Türü Liselerde Kadrolu Olarak Görev Yapan Öğretmenlerden; Fen Liseleri, Sosyal Bilimler Liseleri, Anadolu Öğretmen Liseleri ve Anadolu İmam Hatip Liselerinde görevli olanlar seçme sınavı sonucu atandıklarından; bu kurumlarında görevli olan öğretmenler, Güzel Sanatlar ve Spor Liselerini (Müzik, Resim İş/Resim/Görsel Sanatlar ve Beden Eğitimi alanları hariç), yazılı sınav sonucu atama yapılan Anadolu Lisesi türü eğitim kurumlarını tercih edebileceklerdir.
5-Kurum türüne göre Fen, Sosyal Bilimler, Güzel Sanatlar ve Spor ile Anadolu Türü Liselerde Kadrolu Olarak Görev Yapan Öğretmenlerden; Güzel Sanatlar ve Spor Liselerinin Müzik, Resim İş/Resim/Görsel Sanatlar ve Beden Eğitimi alanlarında görevli olanlar, bu tür eğitim kurumlarını tercih edebileceklerdir.
6-Kurum türüne göre Fen, Sosyal Bilimler, Güzel Sanatlar ve Spor ile Anadolu Türü Liselerde Kadrolu Olarak Görev Yapan Öğretmenlerden; Güzel Sanatlar ve Spor Liselerinin Müzik, Resim İş/Resim/Görsel Sanatlar alanları ve Beden Eğitimi alanlarında görevli olanlar yazılı ve seçme sınavı ile öğretmen ataması yapılan eğitim kurumlarını tercih edebileceklerdir.
7-Kurum türüne göre Fen, Sosyal Bilimler, Güzel Sanatlar ve Spor ile Anadolu Türü Liselerde Kadrolu Olarak Görev Yapan Öğretmenlerden; Anadolu Lisesi türü eğitim kurumlarına yazılı sınav sonucu atanan öğretmenler, bu tür eğitim kurumlarını tercih edebileceklerdir. (Mülakat/uygulama sınavı sonucu alınan Anadolu türü eğitim kurumlarını tercih edemezler)
8-Kurum türüne göre Fen, Sosyal Bilimler, Güzel Sanatlar ve Spor ile Anadolu Türü Liselerde Kadrolu Olarak Görev Yapan Öğretmenlerden; Anadolu Lisesi türü eğitim kurumlarına yazılı ve seçme sınavı sonucu atanan öğretmenler, istemeleri hâlinde Anadolu türü dışındaki diğer eğitim kurumlarını tercih edebileceklerdir.
**Başvuruların Onay Süreci nasıl yapılacaktır?**
İller Arası İsteğe ve Zorunlu Çalışma Yükümlülüğüne Bağlı Yer Değiştirme Başvuru Formu’nu dolduran öğretmenler varsa belgeleriyle birlikte görevli oldukları eğitim kurumu müdürlüğüne başvuracaklardır. Eğitim kurumu müdürlükleri, başvuru formundaki bilgi ve belgeleri kontrol ettikten sonra uygun olması hâlinde aynı gün onaylayacak ve ilgili belgeler en kısa süre içinde ilçe / il millî eğitim müdürlüğüne ulaştırılacaktır.
İl millî eğitim müdürlüklerinde; ilgili müdür yardımcısı veya şube müdürünün sorumluluğunda atama alanında yetkin, yeterli sayıda personel görevlendirerek, İller Arası İsteğe ve Zorunlu Çalışma Yükümlülüğüne Bağlı Yer Değiştirme Başvuru Formu ve eklerinin kontrolünün yapılması sağlanacaktır.
İl Millî Eğitim Müdürlüklerince İlçe millî eğitim müdürlüklerinden ulaşan elektronik başvuru formlarının başvuru süresi içinde onaylanmasına yönelik gerekli tedbirler alınacaktır.
Eğitim Kurumu Müdürlüklerince İlçe millî eğitim müdürlüklerince başvuruları kabul edilen veya edilmeyenlerin listesi alınarak, ilgili öğretmenlere imza karşılığında duyurulacaktır.
Eğitim kurumu müdürünce başvurulara elektronik ortamda onay verilmeden önce öğretmene ait başvuru formunun çıktısı alınarak, öğretmen tarafından imzalanması ve eğitim kurumu müdürünce imzalanıp onaylanması sağlanacaktır.
Eğitim Kurumu Müdürlüklerince Yer değiştirme isteğinde bulunacak öğretmenlerin, başvurularını süresi içinde yapmalarına yardımcı olunacak ve başvuru süresi içinde onay işlemi aynı gün tamamlanacak, mağdur olmaları önlenecektir.
Eğitim Kurumu Müdürlüklerince Başvuru formları ile tüm belgelerin güncel (başvuruların ilk günü itibarıyla son altı aylık süre içinde alınmış) olması kaydıyla varsa ekleri eğitim kurumu müdürlüklerince de imzalanıp, aynı gün onaylandıktan sonra; bekletilmeden ilçe millî eğitim müdürlüklerine teslim edilecektir.
Eğitim Kurumu Müdürlüklerince yer değiştirme isteğinde bulunan öğretmen tarafından doldurulan, başvuru formunun eksiksiz ve doğru olarak doldurulup doldurmadığından öğretmen ve eğitim kurumu müdürleri birinci derecede sorumlu olacaktır. Öğretmenlerin ibraz ettiği belgelerin Yönetmelikte belirtilen belgelere uygun olup olmadığı kontrol edilecek, varsa eksikliklerin giderilmesi sağlanacaktır.
İlçe millî eğitim müdürlüklerinde; ilçe millî eğitim müdürünün veya görevlendireceği şube müdürünün sorumluluğunda atama alanında yetkin, yeterli sayıda personel görevlendirilerek, başvuru formu ve eklerinin kontrolünün yapılması sağlanacaktır.
Gerekli şartları taşıyanların başvuru listeleri internet ortamında düzenlenip, başvuruların çıktısı onaylanacak, onaylanan bu başvurulara ait listeler ilgili eğitim kurumu müdürlüklerine aynı gün teslim edilecektir.
İlçe Millî Eğitim Müdürlüklerince Gerekli şartları taşımadığı veya bilgi ve belgelerinde eksiklik görülmesi nedeniyle reddedilen başvurular gerekçeleri ile birlikte ilgili öğretmenlere duyurulmak üzere eğitim kurumu müdürlüklerine iade edilecektir.
İlçe Millî Eğitim Müdürlüklerince Eğitim Kurumu müdürlüklerinden gelen başvuru formları başvuru süresi içinde onaylanarak, ekindeki yer değiştirmeye esas olan belgeler aslı ile birlikte başvuru süresi içinde il millî eğitim müdürlüklerine gönderilecektir
**Başvuruların takibi nasıl yapılacaktır?**
İsteğe ve zorunlu çalışma yükümlülüğüne bağlı olarak yer değiştirme başvurusunda bulunan öğretmenler, başvurularının eğitim kurumu, ilçe ve il millî eğitim müdürlüklerince onaylanıp onaylanmadığını http://ilsis.meb.gov.tr internet adresinden takip edeceklerdir. Başvurularının onaylanmaması veya reddedilmesi gerekçelerini görerek yanlışlığın ya da eksikliğin başvuru süresi içinde giderilmesini sağlayacaklardır.
**Başvuruların Geçersiz Sayılacağı Durumlar nelerdir?**
1-Bakanlık atama alanı dışında başka bir alanda yapılan başvurular işleme alınmayacak, yer değiştirmeleri yapılmış olsa dâhi iptal dilecektir.
2-Gerekli şartları taşımadan yapılan başvurular işleme alınmayacak, yer değiştirmeleri yapılmış olsa dâhi iptal dilecektir.
3-"İller Arası İsteğe ve Zorunlu Çalışma Yükümlülüğüne Bağlı Yer Değiştirme Başvuru Formu" dışında bir belgeyle yapılan başvurular işleme alınmayacak, yer değiştirmeleri yapılmış olsa dâhi iptal dilecektir.
4-Asılsız, gerçeğe aykırı, yanlış bilgi ve belgeyle yapılan başvurular işleme alınmayacak, yer değiştirmeleri yapılmış olsa dâhi iptal dilecektir.
5-Posta yoluyla yapılan başvurular işleme alınmayacak, yer değiştirmeleri yapılmış olsa dâhi iptal dilecektir.
6-İstenilen bilgileri uygun biçimde işaretlemeden yapılan başvurular işleme alınmayacak, yer değiştirmeleri yapılmış olsa dâhi iptal dilecektir.
7-Başvuru formunun çıktısı imzalanmadan yapılan başvurular işleme alınmayacak, yer değiştirmeleri yapılmış olsa dâhi iptal dilecektir.
8-Başvuru formunun çıktısı eğitim kurumu müdürünce imzalanıp onaylanmadan yapılan başvurular işleme alınmayacak, yer değiştirmeleri yapılmış olsa dâhi iptal dilecektir.
9-Vekâlet olmadan başkasının adına yapılan başvurular işleme alınmayacak, yer değiştirmeleri yapılmış olsa dâhi iptal dilecektir.
**Yer Değiştirme Sonuçları nasıl duyurulacaktır?**
İller arasında yapılan yer değiştirmeler, atamaların yapıldığı gün Bakanlıkça http://personel.meb.gov.tr internet adresinden duyurulacaktır.
**Görevden Ayrılma ve Başlama İşlemleri nasıl yapılacaktır?**
Görev yeri değiştirilen öğretmenlere atama emirleri takvimde belirtilen süre içinde tebliğ edilerek ilişik kesme ve göreve başlama işlemleri, yasal süre içerisinde gerçekleştirilecektir.
İl Milli Eğitim Müdürlüklerince Ataması yapılan öğretmenlerin atamaya esas belgeleri ile dosyası (sicil ve özlük) görev yerlerinden ayrılmalarından sonra en geç bir ay içinde atandıkları il millî eğitim müdürlüğüne gönderilecektir.
Eğitim Kurumu Müdürlüklerince Ataması yapılan öğretmenlerin görev yerlerinden ayrılmalarından sonra atamaya esas belgeleri ile kurumda tutulan dosyası en geç bir ay içinde atandıkları eğitim kurumu müdürlüklerine gönderilecektir.
**Sözleşmeli öğretmenlerin Görevden Ayrılma ve Başlama İşlemleri nasıl yapılacaktır?**
Sözleşmeli öğretmenlerin SSK primleri ile aylıkları peşin olarak ödendiğinden, ödemelerin iadesi işlemlerine maruz kalınmaması açısından ödenmiş sigorta priminin son günü itibarıyla ilişikleri kesilecektir. Tebliğ işlemlerinin 12.06.2009, ilişik kesme işlemlerinin ise ayın 14 ünden sonraki iş günü olan 15.06.2009 tarihinde tamamlanması sağlanacaktır.
İl Millî Eğitim Müdürlüklerince İller arası yer değiştirmeleri yapılan öğretmenlerin atama işlemleri İLSİS Atama Modülü’ne otomatik olarak yansıtılacaktır. Öğretmenlerin görevden ayrılma ve göreve başlama tarihlerinin İLSİS Atama Modülü’ne süresi içinde işlenmesi sağlanacaktır.
İlçe Millî Eğitim Müdürlüklerince Ataması yapılan öğretmenlerin dosyası (sicil ve özlük) görev yerlerinden ayrılmalarından sonra en geç bir ay içinde atandıkları il millî eğitim müdürlüğüne gönderilecektir.
Eğitim Kurumu Müdürlüklerince Yer değiştirme işlemi yapılan öğretmenlerin görevden ayrılma ve başlama işlemleri yer değiştirme takviminde belirtilen süreler içinde sonuçlandırılacaktır. Görev yeri değiştirilen öğretmenlerin kararnameleri takvimde belirtilen süreler içinde tebliğ edilerek ilişiklerinin kesilmesi sağlanacaktır.
**Zorunlu çalışma yükümlülüğü nedeniyle yer değiştirme isteğinde bulunanlar hangi kritere göre tercihlerine yerleştirileceklerdir?**
Zorunlu çalışma yükümlülüğü nedeniyle yer değiştirme isteğinde bulunanlar, hizmet puanı üstünlüğüne göre tercihlerine yerleştirilecektir. Bunlardan tercihlerine yerleşemeyenler ile başvuru formu doldurmayanlar zorunlu hizmet bölgesindeki eğitim kurumlarına bilgisayar kurası ile Bakanlıkça yerleştirilecektir. Ancak, adaylığı kaldırıldıktan sonra zorunlu hizmet bölgesine gitmek isteyenler ile zorunlu hizmet bölgeleri arasında yatay geçiş yoluyla yer değiştirmek isteyenlerden tercihlerine atanamayanlar bulundukları yerde görevlerine devam edeceklerdir.
**Fen, Anadolu, Sosyal Bilimler ve benzeri türdeki eğitim kurumlarına yer değiştirme istekleri nasıl değerlendirilecektir?**
Fen, Anadolu, Sosyal Bilimler ve benzeri türdeki eğitim kurumlarına, ilgili mevzuatı çerçevesinde atanan öğretmenlerin yer değiştirme suretiyle atamaları, tercihleri doğrultusunda aynı türdeki veya tercihlerinde belirtikleri diğer eğitim kurumlarına yapılacaktır. Bunlardan tercih ettikleri eğitim kurumlarına hizmet puanı yetersizliği nedeniyle atanamayanlar, istemeleri durumunda birinci tercihlerindeki eğitim kurumunun bulunduğu ilde kontenjanı dolmayan öncelikle kendi türü olmak üzere diğer eğitim kurumlarına değerlendirmeye alınacaklardır.
**Yer Değiştirme isteğinde bulunan öğretmen hangi alanda istekte bulunacaktır?**
Öğretmenlerin Bakanlıkça düzenlenen en son atama kararnamesindeki alanında yer değiştirme başvurusunda bulunmaları İl Millî Eğitim Müdürlüklerince sağlanacaktır.
İl Millî Eğitim Müdürlüklerince Öğretmenlerin İLSİS Özlük Modülü’ndeki "Bakanlık Atama Alanı " kontrol edildikten sonra yanlış olması hâlinde düzeltilmek üzere Bakanlığın ilgili atama dairelerinde kurulan Değerlendirme, Denetleme ve Planlama Şubelerine e-posta yoluyla bildirilerek, düzeltme yapıldıktan sonra başvuru formu onaylama süreci işletilecektir.
İlçe Millî Eğitim Müdürlüklerince Yer değiştirme isteğinde bulunacak öğretmenlerin Bakanlıkça düzenlenen en son atama kararnamesinde belirtilen alanda başvuruda bulunmaları sağlanacaktır.
**Yer değiştirme işlemlerinde yaşanan sorunlar nasıl giderilecektir?**
İl Millî Eğitim Müdürlüklerince Yer değiştirme işlemlerindeki tereddütlerin giderilmesinde Personel Forumu aracılığıyla sorunlar iletilerek, İnsan Kaynakları Şubesi ile iletişim kurulacaktır. Hiçbir şekilde öğretmenler sorunlarının giderilmesi yönünde Bakanlığa yönlendirilmeyecektir.
İlçe Millî Eğitim Müdürlüklerince Yer değiştirme işlemlerindeki tereddütlerin giderilmesinde il millî eğitim müdürlüğünün ilgili birimleriyle e-posta gerektiğinde telefon, faks ile iletişim kurulacaktır. Hiçbir şekilde öğretmenler sorunlarının giderilmesi yönünde il millî eğitim müdürlüğüne/Bakanlığa yönlendirilmeyecek, tereddütlerin giderilmesi konusunda ilçe millî eğitim müdürlükleri yetkililerince e-posta gerektiğinde telefon ve faks ile gerekli girişimlerde bulunulacaktır.
**İsteğe ve Zorunlu Çalışma Yükümlülüğüne Bağlı Yer değiştirmelere ilişkin başvurular ve atamalarda uyulacak takvim nasıldır?**
Yer Değiştirme Başvurularının Kabul Edilmesi: 12–22 Mayıs 2009 Saat: 12.00
Eğitim Kurumu Onay Süreci: 12–23.05.2009 Saat: 17.00
İlçe Millî Eğitim Müdürlüğü Onay Süreci: 12–24.05.2009 Saat: 17.00
İl Millî Eğitim Müdürlüğü Onay Süreci: 12–26.05.2009 Saat: 17.00
Atamaların Yapılması ve Sonuçlarının İlan Edilmesi: 29 Mayıs 2009
Bakanlıkça Kararnamelerin İl Millî Eğitim Müdürlüklerine Gönderilmesi: 02 Haziran 2009
Kararnamelerin Eğitim Kurumları Müdürlüklerine Gönderilmesi: 10 Haziran 2009’a kadar
Tebliğ İşlemlerinin Tamamlanması: 12–30 Haziran 2009 arası
## Okuyucu Yorumları |
223472 | haber | Okmeydanı Hastanesi'nde yangın çıktı | null | # Okmeydanı Hastanesi'nde yangın çıktı
## Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Servisi'nden saat 20.30 sıralarında dumanlar çıktığını gören görevliler durumu itfaiye ve sağlık ekiplerine bildirdi
İstanbul'da Okmeydanı Eğitim ve Araştıma Hastanesi'nde çıkan yangına müdahale ediliyor.
Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Servisi'nden saat 20.30 sıralarında dumanlar çıktığını gören görevliler durumu itfaiye ve sağlık ekiplerine bildirdi. İhbar üzerine olay yerine çok sayıda ambulans ve itfaiye ekipleri sevk edildi. Acil serviste tedavi gören hastalar hemen dışarı çıkartıldı.
Bazı hastaların ve hasta yakınlarının dumandan etkilendiği görüldü. Kısa süre sonra olay yerine gelen Şişli İtfaiyesine bağlı ekipler acil servise girerek dumanın kaynağını bularak müdahale ettiler. Hastalar da bir süre dışarıda bekletildi. İtfaiyenin müdahalesi devam ediyor.
## Okuyucu Yorumları |
213742 | haber | Okmeydanı Kentsel Dönüşüm Projesi'nde 5 bin 300 bina yıkılacak | null | # Okmeydanı Kentsel Dönüşüm Projesi'nde 5 bin 300 bina yıkılacak
## Beyoğlu Belediyesi, yıllardır üzerinde çalıştığı, 4 mahalleyi kapsayan Okmeydanı Kentsel Dönüşüm Projesi’nde bitiş çizgisine yaklaştı
Beyoğlu Belediyesi Okmeydanı Kentsel Dönüşüm Projesi'ne son noktayı koymak üzere. 100 bin kişiyi etkileyecek proje kapsamında 5 bin 300 binanın yıkılması planlanıyor.
Beyoğlu Belediyesi, yıllardır üzerinde çalıştığı, 4 mahalleyi kapsayan Okmeydanı Kentsel Dönüşüm Projesi’nde bitiş çizgisine yaklaştı. Elif İnce'nin Radikal'deki haberine göre; Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, 21 Eylül Cuma günü belediye meclisini ‘olağanüstü’ bir toplantıya çağırdı. Gözlemci olarak katıldığımız toplantının tek gündem maddesi Okmeydanı dönüşüm projesinin 1/1000 ölçekli - yani en detaylı - planlarıydı. Son 2 yıldır her gün bu proje üzerine çalıştıklarını belirten Demircan toplantıyı açarken "Kız istendi, artık nikâh masasındayız" dedi.
Olağanüstü toplantı, CHP ’li meclis üyelerinin planı incelemek için ek süre istemeleri sebebiyle karara bağlanmadan sonuçlandı. Haftaya meclisten geçmesi beklenen plan, 100 bine yakın Okmeydanı sakinini etkileyecek.
##
Tarlabaşı projesinin 80 katı
Proje nereleri kapsıyor? Yaklaşık 1 milyon 650 bin metrekarelik bir alana tekabül eden proje Piyalepaşa, Fetihtepe, Kaptanpaşa ve Keçecipiri mahallelerini kapsıyor. Şu anda bölgenin yaklaşık 800 dönümü üzerinde dağılmış 4 bin 500 dükkân ve 5 bin 300 bina var. Bölgede resmi rakamlara göre 80 bin, tahminlere göre 100 bin civarında kişi yaşıyor. Okmeydanı’nda yenilenecek alan, 20 bin metrekarelik alanda yapılan Tarlabaşı yenileme projesinin 80 katına denk geliyor.
Neler yıkılacak? Projeye göre binaların tümü yıkılacak. Planda burası 1. Derece Deprem Bölgesi olduğu için hassas jeolojik etütlerin yapılması gerektiği belirtilmiş. Bazı alanlar ‘önlemli’ olarak belirlenmiş, E 5 karayolunun ve Çevre Yolu’nun bulunduğu kesim ise ‘yerleşime uygun değil’ kategorisinde. İBB’nin verilerine göre buradaki ‘orta durumda’ yapıların oranı yüzde 61.8, ‘kötü durumda’ yapıların’ oranı yüzde 26.05, ‘yıkık’ yapıların oranı ise yüzde 1.16.
##
Yıkılan binaların yerine ne yapılacak?
Okmeydanı, 30 civarında bölgeye bölünerek bütünüyle yeniden yapılacak. Şu anda mevcut inşaat alanı yaklaşık 2 milyon metrekareyken, yeni projede 3 milyon metrekareye çıkartılıyor.
Projenin çoğu ‘yüksek yoğunluklu’ konut alanlarına ayrılmış, buralarda 8-9 katlı binalar olacak. Plana göre 10 dönüm (hektar) başına düşen nüfus yüksek yoğunluk alanlarında 1000-1200 kişi arasında olacak. Bu, oldukça yoğun bir yapılaşmaya gidileceğinin işareti...
İnşaatlarİkim yapacak? Belediye Başkanı Demircan toplantıda "İstenirse belediyemiz Kiptaş gibi bir şirket kurar. Bu şekilde maliyetleri düşürüp kiracılara uygun daire verebiliriz" diyerek dönüşümü bizzat yapmak istediklerinin işaretini verdi. Tarlabaşı’nda olduğu gibi özel şirketlerle işbirliğine gidilmesi de bir ihtimal. Örneğin Sütlüce-Örnektepe’deki kentsel dönüşüm projesini üstlenen, Amplio firmasının sahibi Alaeedin Babaoğlu’nun Alman ortağı Erwin Graebner da basına Okmeydanı’yla ilgilendiklerini söylemişti.
Bölgenin 50 yıllık tapu sorunu nasıl çözülecek? Demircan, "Okmeydanı’ndaki vatandaşların 50 yıllık hasreti sona erecek. Geçmişte tapu tahsis belgesi alan bütün vatandaşların tapusu elimizde bekliyor" dese de aslında Okmeydanı halkı için durum oldukça karmaşık:
Arazinin mülkiyeti ağırlıklı olarak Vakıflar Genel Müdürlüğü üzerindeyken Hazine’yle (Milli Emlak) takas edildi. Şimdi Beyoğlu Belediyesi Hazine’den devraldığı tapuları 4706 sayılı kanunu esas alarak vatandaşa satıyor. Bunun için şu anda halkın belediyeye müracaat etmesi için çağrı yapılıyor.
Burada halkın tepkisini çekecek noktalardan biri satış bedelinin emlak vergisi rayiç degerlerinin iki katı olarak belirlenmiş olması. Bir diğer sorunlu nokta da 2000 yılından sonra yapılan binalarda yaşayanların hiçbir hakkı olmaması. Düşük gelirli bölgede kiracılar için hiçbir çözüm önerisi sunulmuyor. Ayrıca buradaki tekstil atölyeleri vb. firmaların kapanması durumunda işsiz kalacak binlerce kişi için bir plan yapılmamış.
##
Okçuluk müsabakaları düzenlenecek
1/1000’lik planla her bölgede maksimum yerleşim alanı belirlendi. Bölgenin tamamı 1976’da tarihi sit alanı ilan edilmişti. 2 Numaralı Kurul, 2010’da bölgenin içinden 14 parça ayırarak tarihi sit alanı ilan etti. Planlara göre bölgedeki ‘Ayak ve nişan taşlarının tümü buralara taşınacak ve açık hava müzesi olarak hazırlanacak. Bu alan okçuluk çalışmaları için düzenlenecek.’
**Okmeydanı sakini ne istiyor?**
Okmeydanı sakinlerinin talepleri; 2000 yılı sonrası inşaatlarını bitirip emlak vergisi ödeyen hak sahiplerinin de garanti altına alınması, tapu tahsis belgesi olmayan konut sahiplerinin emlak beyannamesi, elektrik, su veya telefon faturalarının belge kabul edilmesi ve kiracıların da bölgede kalması.
##
Yüzde 51 ne derse o olacak, ‘Ben evimi kendim yapacağım’ denilemeyecek
Belediye Başkanı Demircan dönüşüm için bölgedeki hak sahiplerinin yüzde 51’inin onayının yeterli sayılacağını, yüzde 49 istemese de projenin yapılacağını söyledi. Plana büyük parsellere bina yapma zorunluluğu koyulacak ve tapular hisseli verileceği için kimse kendi arsası üzerinde, bağımsız olarak inşaat yapamayacak.
‘Yerinde dönüşüm’ gereği herkesin yeni evi ‘kendi bölgesi’nde olacak, yalnızca sit alanı olan 14 bölgede hak sahipleri, ‘bölgelerine en yakın yüksek yoğunluklu konut alanlarına’ gidecek.
##
‘Kendi evimizi yeniden satın alacağız’
**Okmeydanı Çevre Koruma Derneği Başkanı Ali Çetkin:**
"4706 sayılı kanun bizleri mağdur edecek. Yasa, emlak vergi değeri üzerinden rayiç fiyata satışa izin verirken bize arsalarımızı rayiç bedelin 2 misli fiyatına satmak istiyorlar. Kanuna göre iki taksiti ödeyemeyenlerin sözleşmesi feshedilerek arsası elinden alınacak, satış bedelinin yüzde 10’u Hazine’ye kalacak. Üstelik sonunda alacağımız, hisseli tapu. Yani arsamızın yeri ve kaç ortaklı bir parselde payımızın olacağı sonradan belli olacak. Burada işsizlik ortalamanın kat kat üzerinde. Çalışanlar asgari ücretli, birçok insan emekli. Biz zaten buraları yıllar önce fahiş fiyatlara satın aldık, vergilerimizi yıllarca verdik. Üstelik 1983’te tapu tahsis belgeleri verilecek dendi ve herkes Ziraat Bankası’na 2 bin lira verdi. Şimdi neden bir daha para veriyoruz?’’
## Okuyucu Yorumları |
281920 | haber | Oktay Ekşi: Ahmet Kaya nerede linç edilmiş, kendisine 'yaratık' dediğim o yazıyı hak etti! | null | # Oktay Ekşi: Ahmet Kaya nerede linç edilmiş, kendisine 'yaratık' dediğim o yazıyı hak etti!
## Eski Hürriyet başyazarı, CHP milletvekili Ekşi: Aptallığımdan aldatıldım…
**Fethullah Gülen** cemaati bünyesindeki yayınlara da uzanan 14 Aralık operasyonu, mazi muhasebesini birbirine karşıt mahalleler açısından karşımıza getirdi. Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni **Ekrem Dumanlı**, kimi haber ve yazılar gerekçe gösterilerek gözaltına alındığında basın özgürlüğü elbette savunuldu, ama Zaman'da geçmişte mağdur edilen insanlar hakkında yapılan yayınlar da hatırlatıldı.
Gözaltına alınmadan önce Dumanlı'yı Gülen cemaati medyasının amiral gemisi olan Zaman'da ziyaret ederek sürpriz yapan "son başyazar" **Oktay Ekşi** için de maziye seferler yapıldı, yapılıyor.
Oktay Ekşi, malum, laik mahallenin en kalıcı, en simgesel figürlerinden.
19’unda stajyer olarak Anadolu Ajansı’nda başladığı gazeteciliği bıraktığında, 78 yıllık ömrünün yaklaşık yarısını Hürriyet’in başyazarı olarak geçirmişti.
İstikrarına rağmen, Ekşi, ismi, tartışmalı yazılarla da anılan bir başyazar.
"Alçakları tanıyalım" diyerek askerin Şemdin Sakık'a atfederek servis ettiği kurgulanmış ifadeye dayanarak "PKK’dan para alan gazeteci, yazar ve işadamları olduğunu" da yazdı, Meclis’e başörtülü geldiği için **Merve Kavakçı** ’yı intihar bombacısına da benzetti. Lince rağmen Magazin Gazetecileri Derneği gecesi için **Ahmet Kaya** ’yı hedef alarak "Kardeşsen kardeşliğini bil" derken bazı yazarları, köşesinde "liberal geçinen faşist" diye anarak "ulusal değerlere sahip çıkmamak"la suçladı.
En çok bu çıkışları nedeniyle olsa gerek, Ekşi, kimi zaman askeri ve hükümetleri eleştirse de, "rejimin teminatı" olarak görüldü. Diğer yandan Ekşi, gazeteciliği daha geniş bir paranteze yayarak Basın Konseyi ve Dünya Basın Konseyleri Birliği’nin kurucularından oldu. Ekşi’nin yalnız son üç yılda başkanı olmadığı Basın Konseyi, refleksleri yer yer devletinkilerle paralel bulunsa da, meslek ilkelerinin kabulü ve yaygınlaşması için Türkiye’nin basın tarihinde yer tutan örgütlenmelerden biri oldu.
Oktay Ekşi, serüvenini sadece gazetecilik çizgisi üzerinde izlediğimiz bir isim değil. Henüz 29 yaşındayken, 1961 Anayasası’nı hazırlamak için oluşturulan Kurucu Meclis’e girmek için "Basın Temsilcisi" oylamasına aday oldu ve Kurucu Meclis’in en genç üç üyesinden biri oldu. 1983’te **Erdal İnönü** ’nün teklifiyle SODEP’in kurucu üyesi oldu. Aynı sene SODEP’ten ayrılan Ekşi, Güneş ve Milliyet gazetelerinde çalıştıktan sonra 2010’da AKP yönetimine yönelik kullandığı "**analarını satan zihniyet** " ifadesini içeren yazısına kadar Hürriyet gazetesi başyazarlığını sürdürdü. Ekşi, "yazısının sıkıntı yarattığını gördüğünü ve profesyonel bedel ödemek için hazır olduğunu" söylediği **Aydın Doğan** ’ın "Beni rahatlatırsınız" demesi üzerine istifasını verdi ve iki ay sonra CHP’ye katıldı. 2011’e gelindiğinde, Ekşi, bu kez **en yaşlı üye ** sıfatıyla Meclis’e geçici başkanlık yaptı.
Yazılarındaki üslubun aksine yüz yüze ilişkilerde kaşlarını kolay çatmayan bir insan Oktay Ekşi. Kamuoyuna yansıtmasa da cemaatle teması 14 Aralık’tan öncesini dayanan Ekşi’ye **Fethullah Gülen ** ile tanışıklığını, Zaman için yaptıklarını Basın Konseyi Başkanı olarak Özgür Gündem için yapıp yapmadığını ve kendisinin "günah" listesi olarak andığı yazılarını sormak için kapısını çaldık. Zamanını ve sabrını esirgemeyen, ancak uzun mazisi nedeniyle soracak soruların bitmediği Ekşi’nin **T24** ’e verdiği cevaplar şöyle:
**‘Ekrem o tarihte medya imamı gibi davrandı’**
** - Sizi Zaman gazetesine götüren ne oldu?**
Beni hayrete düşüren, gitmemin niye bu kadar ilgi çektiği. 1988’de Basın Konseyi’ni kurduğumuzda ilan ettiğimiz temel ilkelerden biri, iletişim özgürlüğüne nerede, nasıl, kim tarafından müdahale edilirse edilsin ona karşı çıkmaktı. Konsey olarak daha önce sahip çıkılmamış gazetecilere her fırsatta sahip çıktık. Galiba meslek dünyamız dahil kamuoyu, bu geçmişi dikkate almıyor. Ben 23 sene bu konseyin başkanlığını yaptım.
**- Basın Konseyi Başkanı olarak "medya imamı" dediğiniz Ekrem Dumanlı’ya sahip çıkıyor oluşunuz insanları şaşırtmış olabilir mi?**
O yazı, Basın Konseyi Başkanı olarak değil, Hürriyet’in başyazarı olarak yazdığım bir yazıydı. O tarihte Ekrem’in köşesinden vaaz veren tavrının böyle tanımlanması gerektiğine hâlâ inanıyorum. *(Ekşi, 2009’da haber için Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopterinin düştüğü yere giden CHA muhabiri Lütfi Aykurt’un, dönüş yolunda asker tarafından helikoptere alınmaması olayına tepkiden bahsediyor - T24) *Bunu söylememe rağmen bugün Ekrem’in yanına gitmeme şaşıranlar duygularıyla bakıyor.
*- ***Zaman’a gitmeden Kılıçdaroğlu’ndan onay aldınız mı?**
Ne alakası var, hiç böyle bir şey olabilir mi?
**- Dönüşünüzde bu bir sıkıntıya yol açtı mı veya ziyaretiniz parti içinde tartışıldı mı?**
Tartışılsın, terazi çok.
**- Ertesinde Fethullah Gülen ile telefon görüşmeniz oldu mu?**
Aklıma bile gelmedi, onun da aklına gelmemiştir.
**- Dumanlı ve Hidayet Karaca’ya yapılanlar bir kenara konulduğunda, siz cemaatin faaliyetlerini meşru buluyor musunuz?**
Meşru olup olmadığı yargının tartacağı bir şey. Gönül ister ki bağımsız bir yargı olsun, ben de kararına inanayım. Ama bağımsız yargı dün de yoktu, bugün de yok.
**- Oktay Ekşi’nin cemaatin faaliyetlerini nasıl değerlendirdiğini merak ediyoruz.**
Yayında, eğitimde iddialılar; devlet kadrolarına girme konusundaki iştahlı faaliyetleri düşündürtecek türden. İsmailağa veya diğer cemaatlerden farklı olduklarını herkes gibi ben de görüyorum. Ama o faaliyetin meşruiyetten çıkıp çıkmadığını elimde veri olmadığı için bilemem.
**‘Gülen kasetinin montaj olduğuna kani değilim'**
- **Biz mi rast gelmedik yoksa siz mi Gülen cemaati hakkında köşenizde kalem oynatmadınız?**
Yazdım ama bugünkü kadar aktüel hale gelmediği için ihtiyaç olduğu kadar yazmışımdır.
**- 1997’den itibaren yazdıklarınıza baktığımızda bir yazınız dışında Gülen’e veya cemaatine değindiğinizi görmedik, 1999’da Gülen’in ünlü montaj kaseti yayımlandığında dahi. **
Temmuz’un ilk cumartesi günü, 1991’den beri kesintisiz olarak sürdürdüğümüz Mesudiye Kurultayı öncesinde, Haziran sonlarında Mesudiye’ye giderim. Oradayken kaset çıkmış, haberim yoktu çünkü gittiğimde ne yazı yazarım, ne gazete alırım.
- **Döndüğünüzde kıyametin koptuğunu görmeyecek kadar da izole bir konumda değilsiniz. **
Her şeyin aktüel bir değeri var. "10 gündür Mesudiye’deydim, başa alıyorum" gibi bir başyazı olmaz. Ama çok sonra duydum ki o esnada yazmadığım için Gülen dünyasında lehime değerlendirmeler olmuş, duyunca hayret ettim. Siz bugün mesela kaset montaj diyorsunuz ama ben buna şahsen kani değilim.
**‘Hürriyet’in başyazarı kamuya ****‘Hocaefendi ile yemek yedim’ der mi?’**
** - Siz her ne kadar "Döndüğümde aktüel değildi" deseniz de Gülen’in yıllarca birlikte anılacağı ve çok konuşulacak kaset hakkında yazmamış olmanızın sebebi, Faruk Mercan’ın Gülen biyografisinde yer alan, "Ağustos, 1996’da Aysel Ekşi ile icap ettiğiniz Gülen’in akşam yemeği daveti" olabilir mi?**
O zamanlar cemaatin eğitim seferberliği, gazetecileri gezdirme, GYV’nin Abant toplantıları gibi faaliyetleri söz konusuydu. Bunlar kapsamında "Fethullah Hocaefendi’nin bir yemeği var, katılır mısınız" denilerek iki kez davet edildim ancak katılmadım. Üçüncüsünde, hem reddetmek kaba olacağı, hem **Tufan Türenç** ’in "Abi ben de gittim. Sen gazetecisin, onunla da yemek yersin, suçluyla da, devlet başkanıyla da" sözleri aklıma yatınca, hem de eşim gitmekte sakınca görmeyince gittik. Altunizade’de bir binaya, X-rey’den geçirilerek girdikten bir süre sonra Hocaefendi geldi, Aysel elini uzatınca Hoca tereddüt etti. Aysel, "65 yaşında bir kadınım, elimi sıkmamanızı yadırgadım" deyince "Saygısızlıktan değil, yetiştiğimiz terbiye nedeniyle" karşılığı verdi. Sofrada Prof. **İlter Turan, Mithat Bereket, Halit Refiğ **ve eşleri de vardı. Yemek yedik, sonrasındaki sohbet de off the record’du, sohbet ettik, ayrıldık.
**- Gazeteciler, sohbetlerin tamamını olmasa da katıldıkları özel yemekleri yazmaz mı? **
Hürriyet’in başyazarı "Hocaefendi ile yemek yedim" diye kamuoyunun karşısına mı çıkar? Olur mu öyle şey! Beş gün önce Hidayet Karaca’ya gittim, kimsenin haberi oldu mu?
**- Yazsanız ne olurdu? **
O, Hürriyet başyazarının karşısındakine fazla paye vermesi olur. Siz olsaydınız yazar mıydınız?
**- Yazar olarak o yemeğe gidildiyse görüşmenin kayda geçmesi gerektiğini düşünüyorum. **
Tufan da, başkaları da yazmadı.
**- Gülen cemaati kadar etkili bir aktör hakkında kalem oynatmamak da "fazla paye vermemek" için miydi? **
Bu tartışma 2012’de başladı biliyorsunuz, ben 2010’da ayrıldım.
- **Bu ittifakı, başta Zaman olmak üzere pek çok mecra dillendiriyordu. **
O zamanki görüntü nedeniyle "Fethullah Hocaefendi’nin şu kadar ülkede okulu var, oh oh ne kadar iyi", "Şöyle Türkçe öğretiyorlar, oh oh" diyen biri olmam gerekiyordu ki yazayım.
-** Aksi bir tutum da söz konusu olamaz mıydı? Örneğin, sizce cemaat "cumhuriyetin temel değeri" dediğiniz laikliğe karşı mı?**
Bu grubun laik cemiyete sempatiyle yaklaşacağını düşünmüyorum ama buna dair elimde bir şey yok. Şu dakikaya kadar o konudaki boyutlarını ortaya çıkardıklarına kani değilim.
**- 1997’de Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idamlarını anarken şu cümleyi kuruyorsunuz: "Nurcular başta olmak üzere ‘laik cumhuriyet’e karşı eğilim sahipleri, özellikle Adnan Menderes'i yere göğe koyamadılar." **
10 bin yazı yazdım, bunu hatırlayamadım ama ben her zaman anti-laik faaliyetlerin tehlike teşkil ettiğini yazdım.
**- Sizce Gülen cemaati cumhuriyete bir tehdit mi?**
Suçlamalara, iddianameye göre bana bir yer mi belirleyeceğiz? Ben gazeteci Ekrem Dumanlı’nın katılmadığım görüşlerini özgürce ifade edebilmesi için oraya gittim. Dumanlı’nın başka bir etkinliği var mı veya Hoca’yla bağı ona bir şeyler yaptırmış olabilir mi bilemem ama olduğunu da zannetmiyorum. Ben herkesin düşüncelerini serbestçe ifade etme hakkının yanındayım.
**‘Bombalandığında Özgür Gündem’e gitseymişim demiyorum’**
- **Özgür Gündem bombalandığında gazetenin ofisine gitmiş miydiniz?**
Özgür Gündem o tarihte açık bir PKK propagandacısı bir yayın idi. Gidip de "Geçmiş olsun arkadaşlar" dediğimi hatırlamıyorum. Ama Basın Konseyi olarak ve yazar olarak çok ciddi tepki gösterdiğimi hatırlıyorum.
**- Bugünkü Özgür Gündem sizce "PKK propagandası" yapmıyor mu?**
Bir yayın organı… Bilmiyorum, çünkü takip etmiyorum.
- **Bakış açınızdan yola çıkarak söyleyeceğiz; KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu bugün gazetenin yazarları arasında. O zaman ile bugün arasındaki fark ne?**
O zaman TSK ile PKK arasında çok ciddi bir çatışma vardı. Bugün Türkiye ayrı bir konjonktürü yaşıyor; devlet onlarla müzakere yapıyor.
**- Devlet müzakere yapabildiği için mi fikriniz değişti?**
Konjonktür değişti.
**- Prensibiniz, devletin bir adım arkasında mı konumlandı?**
Belki müstakil değerlendirme size böyle düşündürüyor olabilir.
**- Bugün baktığınızda "Keşke Zaman’a gittiğim gibi Özgür Gündem’e de gitseydim" diyor musunuz? **
Hayır. Genci, çocuğu, kadını öldüren bir terör örgütü var, onun uzantıları var, onun sözcüsü olduğunu iddia eden ve bu yüzden bombalanan bir yer var. Bu noktada gazeteci Oktay Ekşi ne yapabilir? İfade özgürlüğüne şiddet kullanarak engel olunduysa buna tepki gösterebilir. Bunu da yapmışım. Gidip sarılıp birlikte gözyaşı dökme beklentisi var idiyse o fazla olurdu.
**‘Anter Kürt ırkçısıydı, ****bunu yazmasa mıydım!’**
** - Bir savunmasında kabul ettiği günlüklerinde yazdığına göre, komutana "28 Şubat benzeri durum, diyorsunuz ama bu kez atılacak adım sonuç alıcı olmalı. Süreye yayılınca görünen ortada" diyebilen Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan için Silivri Cezaevi’ne gittiniz.**
Balbay’ın anılarını siz okumuşsunuz. Mustafa’nın komutanlarla yakın ilişkide olduğu bilinmeyen bir şey değil ki. **Uğur Mumcu** da öyleydi. Beni ilgilendiren Balbay’ın ifade özgürlüğünün kısıtlanmış olması. **Ahmet Şık, Nedim Şener, Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu **ve **Soner Yalçın** ’ı da ziyaret ettim. Masum olduğuna inandığım kişilere insani destek vermek düşüncesiyle paşalara da gittim. Madem incelediniz, değerlendirmenizin objektif olabilmesi için ekleyeyim. Ape denilen **Musa Anter** ’in öldürülmeden önceki son yazısı benim "ne kadar alçak olduğum"la ilgiliydi. Ama onun öldürülmesine sanıyorum en fazla tepki veren gazeteci ben oldum.
**- Tepki koydunuz ancak tepki koyarken, 21 Eylül 1992 tarihli yazınızda şunu söylemeyi ihmal etmediniz: "Her satırında kin dolu bir Kürt ırkçılığı gördüğüm…" **
Doğrudur, öyleydi rahmetli. Yazmasa mıydım? Kendi dünyasında çok saygı görürdü ama acımasız bir dili vardı.
- **Böyle bir ülkede Anter’e "Kürt ırkçısı" demek cinayeti meşrulaştırma zemini yaratmıyor mu? **
Zannetmiyorum, o sizin değerlendirmeniz. O düşüncelerini ifade ederken ne kadar özgür hissediyorsa ben de o hakkı kullanarak yazmışım.
**‘’Faşist Oktay’ dediler ama ****cinayetlerin bittiğini görmediler’**
- **Ne kadar eşittiniz; sizin tabirinizle, öldürülen "cumhuriyet değerlerine sahip" gazetecilerle öldürülen Kürt gazeteciler arasında, başta sayıca, ciddi bir fark yok mu? **
Hasan Fehmi Bey’den başlayarak, 1909’dan itibaren öldürülen gazeteciler 100’ü bulur. Onların içinde 1992’de, gazetelere yansıdığı kadarıyla 12 gazeteci öldürüldü. Hiç kimse onlarla meşgul olmazken **Turgut Kazan**, ben ve **Fikret İlkiz, **Basın Konseyi olarak Güneydoğu’ya gittik; gazetecilerle, mağdurlarla görüştük. 12 gazeteciden 9’unun JİTEM türü yapılanmalarca öldürüldüğü kanaatine vardık. 3’ü hakkında netleşemediğimizi belirttik. Raporun objektif olması için Bölge Valisi **Ünal Erkan** ’ın da düşüncesini alınca "faşist Oktay" olduk. Halbuki ben Uluslararası Basın Enstitüsü’ne (IPI), New York’a yani Gazetecileri Koruma Komitesi’ne (CPJ) telefon ettim. Buraya inceleme için geldiler. Hem IPI, hem CPJ tepkilerini koydular ve öldürmeler bitti. Bunu kimse görmedi.
- **Fotoğrafı eksik vermemek adına** ** Kürt gazetecilerin öldürülmesi hakkında "Ama onlar militan" diyebilen Demirel’i köşenizde eleştirdiğinizi de ekleyelim. Ve Ferda Çetin’in Nuçe TV Yayın Koordinatörü’yken Tuğçe Tatari’ye söylediklerini aktaralım:**
** "Bombalama olayından çok kısa bir süre sonra Çiller’in İçişleri Bakanlığı’na, jandarmaya ve istihbarata yazdığı ‘gizli belge’ elimize geçti. Belgede ‘Özgür Ülke gazetesinin bölücü yayınları hukuki yollarla etkisiz kılınması uzun zaman alıyor, hızlı bir şekilde bertaraf edilmesi’ isteniyor. O belge elimize geçince Oktay Ekşi’ye gönderdim. O günlerde Basın Konseyi Başkanı’ydı. Baktım hiç ses çıkmıyor, başladım aramaya. En sonunda telefonuma çıktı. ‘Belgeyi gördünüz mü?’ diye sordum ‘Evet kardeşim ne varmış o belgede’ dedi. ‘O belgeden çok kısa bir süre sonra gazetemiz bombalandı biliyorsunuz’ deyince ‘Ben okudum, o belgede bombalayın yazmıyor’ diye cevap verdi. Belge 27 Kasım tarihli, bizim gazete 3 Aralık’ta bombalandı." **
Benim için tamamen yeni şeylerden bahsediyorsunuz. Bu arkadaş bunu galiba sallamış.
**- Siz hatırlamıyor olabilir misiniz?**
Kaç sene geçmiş, mümkün ama bu arkadaş rüyasını paylaşmış gibi geliyor. "O belgede bombalayın yazmıyor" demek yapıma aykırı. Muhtemelen Basın Konseyi olarak da ertesinde bildiri yayımlamışızdır.
**‘Hapisteki gazetecilerin’ sayıları neden uyuşmadı?**
** - Hakkınızdaki bu alıntı da Umur Talu’nun Ekim, 2012 tarihli bir yazısından:**
** "Şimdi Ekşi’nin (bu kez haklı olarak) iktidara vurduğu hususlar, yine Ekşi tarafından ‘hapisteki gazeteci sıfatlı kişiler’ vurgusuyla söylendi: Nisan 98’de (CPJ, hapiste 29 gazeteciyle Türkiye’yi birinci gösterince): ‘Gerçekleri yansıtmıyor. Türkiye dünyada en fazla gazeteci hapseden ülke değil. Gazetecilik işlevi nedeniyle 11 kişi hapiste. Sadece Beşikçi fikirleri yüzünden. Diğer 10’u ceza hak ediyor ama hapis değil. 18’ininki ise gazetecilikle ilgisiz.’ Ekşi’nin CPJ muhalefeti, 1998, 1999, 2000 raporlarını sansürle, şöyle sözlerle sürdü: ’31 kişiden sadece biri hapiste gazeteci sayılabilir. Gerisi yasadışı örgüte üyelik, yardım, yataklık iddia ya da hükümleri.’" Talu’nun belirttiği gibi, "Onlar gazeteciler değil, terörist" diyen Erdoğan’ın söylemini görünce "Geçmişte öyle yapmamalıydık" diyor musunuz? **
Hayır, demiyorum. Bakın, 1997’de **Hasan Cemal ** beni aradı, "CPJ’den bir heyet gelecek, Türkiye’deki hapisteki gazetecilere sahip çıkmak istiyorlar" dedi. Onlar yetkililerle görüşmek üzere geldiklerinde, ellerindeki 78 sayısının doğru olmadığını düşündüğümü kendilerine söyledim. Bu konu üzerinde Türkiye’deki meslek kuruluşları değil de CPJ’in rapor hazırlamasından rahatsızlık duydum. Nitekim sonraki yıllarda tek tek olayları inceleyerek kendim rapor hazırladım. CPJ heyetiyle Ankara’da adalet bakanını, başbakanı ve cumhurbaşkanını ziyaret ettik. **Mesut Yılmaz ** bizi ciddiyetle dinledi, sonra sözünü tuttu. Sorumlu yazı işleri müdür sıfatı taşıyanların affını sağlayacak yasa çıktı.
Rapor çalışmalarım 2006’ya kadar devam etti. Adalet Bakanı’ndan içeride bulunan, kimliği gazeteci görünen kim varsa dosyalarını yollamasını istedim. İçeridekilerin yakınlarına ve avukatlarına da, dosyaya dair bildiklerini paylaşmaları için çağrı yaptım. Ve dosyaları üç kategoriye ayırdım: 1- Olay açıkça gazetecilikle ilgili değil, 2- Gri alan: Gazetecilikle ilgili görünüyor, iddia suçlayıcı; örneğin muhabirin çekmecesinde belge çıkıyor. Bu bana göre normal, polise göre suç, 3- Gazeteci.
Raporu açıklarken de 1-Bu ilgi alanımızda değil, 2-Bunda resim net değil, 3- Gazeteci olarak ayırdık. Umur’un dediği doğrudur, CPJ’inkilerden düşük çıktı bizim sayılar. Benim dikkatimi çeken şu oldu: Bir gerçek ortaya çıksın diye iki ayımı verirken medya, buna Hürriyet de dahil, hiç bir gazete veya TV ilgi göstermedi. İlgisizliğin yanı sıra bakanlığın verdiği son belgeler de eksik çıkınca 2006’da bunu yapmayı bıraktım.
**- Örneğin, molotof atmayıp da gri alanda bıraktığınız gazeteciler neyle suçlanıyorlardı? Yayın içeriği de bu suçlamalara dahilse Oktay Ekşi olarak karşı çıktığınız fikirlerin sahiplerini de gri alanda bırakmış olabilir misiniz?**
Alakası yok! Ape’yi anlattım. Açık bir örnek… İnsanların görüşlerine katılmayabilirim ama görüşlerini açıklama hakkını savunurum.
**‘Ahmet Kaya o yazıyı hak etti, pişman değilim’**
** - Ahmet Kaya’nın sahnede söyledikleri yüzünden linç edildiği gün konuşma hakkını savunmadınız.**
Ben Ahmet Kaya’nın konuşmasının içeriğini eleştirdim, konuşma hakkını değil.
**- İçeriğini eleştirirken söyledikleriniz şu oldu: "İnsanlar eğlenmeye gelmişken bu söylenir mi", "Amacı tahrik etmek"…**
O yazı benim "büyük günahlarım"dan biridir.
**- Günah olarak görüyor musunuz yazınızı? **
Hayır, hiç. Ahmet Kaya sonradan kahramanlaştırıldı. Kaya’nın o gün verdiği resim benim yazdıklarımı hak eden bir resim idi. Bundan dolayı da hiçbir üzüntüm veya pişmanlığım yok.
**- Musa Anter’e "Kürt ırkçısı" diyen siz, Ahmet Kaya için "****insan olarak hiçbir ‘artı'sı olmadığı fizyonomisinden akan bir tip****", "yaratık", "türkücü olmasaydı bar fedaisi olurdu" deyince neden "Türk ırkçısı" olmuyorsunuz? **
O yazı çok eleştirilince dönüp baktım. Ahmet Kaya’nın adı bile geçmiyor o yazıda.
**- Yazınızı böyle mi savunuyorsunuz?**
Hayır, şunu söylüyorum: O yazıyı herkes Ahmet Kaya’ya yamadı. Ben de "değildir" demiyorum.
**- Ve?**
Dediklerimde kararlı ve ısrarlıyım, Ahmet Kaya o yazıyı hak etmişti. O konjonktürde yapılanlara itiraz etmeyenler birileri Ahmet Kaya’yı kahramanlaştırınca, o yazı Ekşi’yi lanetlemenin aracı haline geldi. O zaman nerdeydiler?
**- Kimseyi savunur bir konumda değilim, size sorum şu: Musa Anter’e "Kürt ırkçısı" diyen siz, Ahmet Kaya için bu sözleri sarf ederken neden ırkçı sayılmıyorsunuz? **
Tavrı oydu… Çok zaman oldu; şu anda neyi, neden söylediğim bağlamını hatırlamıyorum.
**- "Tavrı" dediğiniz nedir? Kürtçe klibi yayınlayacak bir televizyon kanalı aradığını söylemesi mi? Size burada problemli gelen ne?**
Kürtçe klibi eleştirdiğimi söylüyorsanız yanılıyorsunuz, ben o yazıda tavrı eleştirmişim.
**‘Nerede linç edilmiş Ahmet Kaya?’**
** - Kaya’yı "medeni" olmamakla, "aklının erip ermediği belli olmamak"la itham ediyorsunuz. Eleştirinin ötesine geçip aşağılamaya evrilebilecek tehlikeli kelimeleri Hürriyet’in başyazarı olarak kullanıyorsunuz. **
Size göre öyleymiş. Yazı yazma stilimi mi eleştiriyorsunuz?
**- Ahmet Kaya’nın bu düşüncelerini Magazin Gazetecileri Derneği’nin düzenlediği bir gecede söylemesi sizce neden sorun? **
O zaman yanlış bulmuşum. O bir şey söylemiş, ben de yanlış demişim. Bugün de söylediklerimi doğru buluyorum.
**- O yazıda "İkincisi ‘hoş vakit geçirmek’ için geldiklerini bile bile bu sözleri söylemenin oradaki insanları tahrik edip olay çıkarmaktan başka bir amacı olabilir mi" diyorsunuz. Ahmet Kaya’nın kendisini linç ettirdiğini mi savunuyorsunuz?**
Hayır, öyle bir iddiam yok. Makaleyi beğenmeyebilirsiniz, haksızlık olarak da görebilirsiniz buna saygım var ama "Bunu niye böyle dedin de böyle demedin" dediğinizde anlamakta zorlanıyorum. "Bunun daha iyisi olmaz mı?", olabilir. "Beethoven daha iyi besteleyemez miydi?", besteleyebilirdi. Ne yapalım, gerçek bu!
**- Şu an bir gazeteciyle konuşuyorum ve Akit’in yayın koordinatörüne Ermeniler için kullandığı ifadeleri sorduğum gibi şimdi de size, sizin kullandığınız ifadeleri soruyorum. Özellikle Ahmet Kaya linç edilirken "Bu yaratık kardeş ise kardeşliğini bilmekle yükümlüdür" diyebildiğiniz için. **
Nerede linç edilmiş Ahmet Kaya? Maalesef Paris’te vefat etti.
**- Magazin Gazetecileri Derneği’nde sözleri ardından marş okunması, üstüne çatalların fırlatılması sizce…**
Orada olaylar yaşanmış, bitmiş. Ben yazdım diye o olaylar olmadı. Aksi olmuş gibi soruyorsunuz. Ben yaşananı önemli bir olay olarak görmüşüm ve sütunuma almışım. Olan bu. Şimdi gelip "O cümleyi neden öyle kurdunuz?…"
**Yazı işlerine gelen haberin sağlığı tartışılmaz mı?**
** - Siz "Yaratık kardeşliğini bilmekle yükümlü" diyerek Ahmet Kaya’yı karşınıza alıp kendinizi onu yargılama pozisyonuna koyuyorsunuz, ötesine geçerek henüz dava sonuçlanmamışken Kaya’nın "PKK’ya para toplamak için konser verdiği" hükmünü veriyorsunuz. **
Eldeki bilgi oymuş.
**- Açabilir misiniz?**
Bilgi yazı işlerine geldiği zaman o habere olgunlaşmış gözüyle bakarsınız. Muhabir elinden geleni yapmıştır, istihbarat şefi habere bakmıştır ve redaktör gözden geçirmiştir. Gazetenin başyazarı bir habere dair özel olarak yazı işleri müdürüne şunu söyleyebilir: "Bunu gözüm tutmadı, üzerinde durulsa." Ama o haberin sağlığını tartışmaz, tartışırsa tüm o mekanizmaya saygısızlık olur. Hayatım boyunca bunu yapmadım, hiçbir haberime de böyle muamele yapılmasına razı olmadım. Ahmet Kaya hakkında da yazı işlerine gelmiş bilgiye dayanarak yazıyorum.
**- Yargı sonuçlanmadan, önünüze gelen bilginin mutlak olduğunu mu düşünürsünüz?**
O bilgi mutlak değildir ama ona dayanmaya mecburum, gazeteci erişebildiği gerçeklerle kayıtlıdır.
**- Yazar, elinde olmayan bilgileri de düşünerek olaya temkinle yaklaşmaz mı?**
Bu herhalde gazetecilik dünyamıza yeni gelmiş bir uygulama. Sizin kuşak bunu getirdiyse mutluluk duyarım. Ama gazeteci nihai gerçeği ortaya çıkaran değildir, daha sonra çıkan bilgiler nedeniyle o tarihte yazdıkları gerçeğe uygun çıkmayınca gazeteciyi mahkûm edemezsin.
**- Ahmet Kaya’dan bağımsız olarak soracağız; köşenizde mesafe koymadan itham ettiğiniz bir kişi hakkında yanıldığınızı söylemek gazetecinin borcu değil mi?**
Size şunu anlatayım. Mayıs, 1983’te Hürriyet başyazarlığından ayrılarak SODEP’in kurucuları arasına girdim. Washington muhabirimizin haberine dayanarak Büyükelçi **Şükrü Elekdağ ** hakkında ağır eleştiriler içeren yazım hakkında bir süre sonra bir mektup geldi. Elekdağ, mektupta "Ben böyle bir şey yapmadım" diyordu. Dediklerine hak verdim ama artık sütunum yoktu. Başka bir gün, Alman bir vakfının organize ettiği bir sempozyuma katılmak için gittiğim Almanya’da, tanınmış hukuk hocası **Hüseyin Hatemi**, "Bana çok büyük bir haksızlık yaptınız" dedi; "Beni terörist ilan ettiniz. Doğrusu neden söz ettiğini anlamadım. Dönünce verdiği tarihe baktım. **Humeyni ** tarafından Türkiye’ye ‘adam öldürsün’ diye gönderilenlerden birinin ismi de meğer Hüseyin Hatemi’ymiş. Onu yazmışım ama bu yazı Hatemi Hoca’nın başına iş açmış. Fırsat bulunca bunların ikisini denk getirerek "Bu işi yapıyoruz ama tüm iyi niyete rağmen hata yapabiliyoruz" dedim, bu iki örneği verdim ve özür diledim.
**‘Aptallığımdan aldatıldım, daha akıllı olsam…’**
** - Önünüze gelen bilgiyi, devlet makamına geçmeden önce süzgeçten ne kadar geçirdiğinizi sormadan önce kısa aralıklar ile geri adım attığınız birkaç örnek: **
** 1- Ağustos, 1992 Şırnak Katliamı hakkında 20 Ağustos 92’de "Martta PKK bozguna uğratıldığından beri Şırnak Güneydoğu’nun en sakin ve huzurlu yerlerinden biri oldu.(…) Şırnak Emniyet Müdürü istediklerinde kahvede tavla oynayabildiklerini söyledi" diyorsunuz ve kamu görevlilerinden alıntıyla "PKK baskını intikam ve prestij baskını" dedikten sonra "Devlet Şırnak’ta PKK’ya yeni bir ders daha vermeli" ifadesini kullanıyorsunuz. 24’ünde, gazetelerde katliama dair sorular çıkmaya başladıktan sonra "500-1000 PKK’lı olduğunu söylemiştiniz, hani neredeler" diye soruyorsunuz.**
Elime gelen bilgi o koşullarda inandırıcı geldiyse ona dayalı yazabilirim.
**- Devlet size inandırıcı gelecek bilgi yaratamaz mı?**
Olabilir, Irak’ta kitlesel imha silahlarını yokken var ettiler, devletlerin böyle marifetleri var.
**- Örneklere devam edeceğiz: **
** 2- Ferda Balancar ve Alper Görmüş’ün yazılarından alıntıyla: Umut operasyonunun başlatılmasından (6 Mayıs 2000) 10 gün sonra kaleme aldığınız satırlar: "(...) O nedenle Ahmet Taner Kışlalı’nın kızları Altunay ile Dolunay’ın dünkü çağrıları dikkate alınmalı - katiller Türkiye’ye teslim edilmez veya tarafsız bir mahkemede yargılanmalarına İran izin vermezse - bu konu bireysel sorumluluk bazında değil İran devletinin sorumluluğu bazında değerlendirilmelidir." 10 Mayıs 2000 tarihli yazınızın başlığı ise ‘Bu Savcıyı Kim Tayin Etti?’, girişinde Mumcu cinayetinin yine aydınlatılamadığı belirten bir cümle yer alıyor."**
** 3- Andıç: Nisan, 1998’de "PKK’nın uşağı yazar ve gazeteciler var" dediğiniz ve "****Sıra kulaklarından tutup adalete gönderilmelerine veya kamuoyuna teşhir edilmelerine geldi" sözleriyle bitirdiğiniz "Alçakları tanıyalım" yazınız. Hedef gösterilen Cengiz Çandar, Mehmet Ali Birand’a yapılanlar ve Akın Birdal’a suikast girişiminden sonra, Şemdin Sakık o ifadesinin kurgu olduğunu söyleyince özür dilediniz. **
Keşke Aydın Bey’e söyleseydiniz, o kadar çalıştırmazdı beni. *(Gülüyor) *
**- Siz bu yazdıklarınızı hata olarak görüyor musunuz?**
Aslında sizin bana ne sorduğunuzu anlayamıyorum. Ama aradan yıllar geçtikten sonra bir yazımdan cımbızla aldığınız bir cümleyi soruyorsunuz. Ben de hatırlamıyorum. İnşallah siz de en az 10 bin yazı yazarsanız ve yazdıktan sonra karşınıza sizin gibi genç gazeteci gelir ve size 22 sene önce yazdığınız yazının a harfinin neden b olmadığını sorar. "Hata ettiğim zaman bunu itiraf ettiğime örnek veriyorum, neden hatanızdan çabuk döndün, diyorsunuz. Dönmesem, neden hatanızdan dönmüyorsunuz sorusu çıkıyor!
**- Şekilden ziyade merakımız, benzer hatalarınıza rağmen kendinize "Dikkat" demek yerine neden önünüze gelen bilgiye güvenmeye devam ettiğiniz. **
Kusura bakmayın! Benim hayattan aldığım ders bu kadarmış.
**- Şu an yaptığımız sizi inciten bir sorgulama mı?**
Hayır, başta sorma hakkınıza saygı duyduğumu söyledim. Bakın bu verdiğiniz örnekleri ben hata olarak kabul etmiyorum. Eğer yanlışımı iki gün sonra fark ettim ve yazdımsa bence okuyucuya "İki gün önce şu değerlendirmeyi yaptım, o zaman böyle okudun ama belli ki aldanmışım, aldatılmışım" diyerek doğru bir iş yapmışım.
**- Sorgulamaya çalıştığımız "Aldatılmışım" diyerek geçtiğiniz edilgen pozisyon. Neden birileri sizi aldatabiliyor?**
Aptallığımdan.
**- Estağfurullah. **
Daha nasıl açıklayacağız ki, daha akıllı olsam aldatılmazdım. Ben o zaman gerçeği öğrenme adına bir şeyler yapmışım. Becermişim, becerememişim, yanlış insana sormuşum, doğru insana sormuşum, ama bir hata yapmışım. Sonra da bir değerlendirme sonucu o yazı çıkmış. Hata olduğunu fark edince de bunu söylemişim. Şimdi 20 sene sonra hangi lokantada, hangi yemeği yerken ağzınızın tadının böyle olduğunu soruyorsunuz. Sorunuzu dahi anlayamadım.
**‘Hiçbir devlet babayiğidi bana ****talimat verecek cesarete sahip değil’**
** - Kaynaklarınız genellikle devlet miydi?**
Hayır. Ne alakası var? Sorunuz "Asker talimat verir, bunlar yazar", "postalcı" gibi iğrenç iddiaların uzantısı gibi geldi.
**- Devletin içine askeri de sokuyoruz ama daha fazlasını kapsıyor. **
Hiçbir devlet babayiğidi bana talimat verecek cesarete dahi sahip değil. Kimse bir tane örnek gösteremez! Örneğiniz varsa okuyucunun önüne koyun.
**- "Talimat" köşeleri keskin bir ifade, ama biraz önce "Yanıltılmışım", HaberTürk’te katıldığınız bir programda da 28 Şubat dönemi için "Kullanılmışım" dediniz. **
Aktüel dergisi bu ifadeyi "Biz maşa gibi kullanılabilen mahlukatız" gibi yayımladığı için davalık oldu ve tazminata mahkum oldu. Böyle bir şey mümkün değil. Gazeteci gerçeğe bağlılık esasına dayalı olarak elinden gelen her şeyi yapmalı. O sırada seni aldatan olabilir. Sana düşen onu olabildiğince sıfıra yaklaştırmaktır.
**- Elinizden geleni yaptığınız konusunda içiniz rahat mı?**
Tabii. Hepsinde o itinayı gösterdiğimi düşünürüm, belli ilkeler içinde. İlkelerden kastım, "Muhabir arkadaşım görevini yapmıştır, haberi doğru bir şekilde masaya getirmiştir."
**"'Andıç' haberinin doğruluğundan kuşkulanmadık"**
** - Andıç’ta masaya haberi getiren muhabir miydi?**
Yazı işlerine gelmiş haber, tekrar ediyorum, benim için doğrudur. ‘Doğru mu değil mi?" diye sorgulama hakkında sahip değilim. Önüme "Şemdin Sakık ifadesinde gazeteciler, işadamları PKK’ya yardım ediyor" diyen haber gelmiş. Bu haberin yanlış olabileceğine dair aramızda hiçbir konuşma geçmedi. Geçmesi için de sebep yok çünkü zaten belli ki resmi kaynaktan - yani savcı, emniyet, hakim, her neyse - gelebilir bu bilgi, yoksa gelemez. Ortada o dediğiniz türden isim yok, cisim yok, bir suçlama var, ben de diyorum ki "Bu alçakları tanıyalım."
**- Faili meçhuller işleyebileceğini köşenizde sorgularken devletin resmi makamlarının verdiği bilgiye soru işaretiyle bakmadınız. **
Hiçbir devlet temiz değil, bizimki dahil. Ama samimiyetle söylüyorum, gelmiş bilgi doğru olduğuna inandığım bir bilgiydi.
**- Gazetecilik deneyiminiz süresince devletten gelen bilgilere bakışınız nasıl evrildi?**
Ben her zaman kuşku duyanlardan biriyim. Ama tekrar ediyorum, masaya gelmiş bilgi benim için doğrudur.
**- Devlet tufaya düşürmeye çalışırken bu dediğiniz "bile bile lades" değil mi?**
Benim aptallığıma verin. *(Gülüyor.)*
**- Bunu yineleyerek top gelirken yana kaçmış olmuyor musunuz?**
Size daha ne diyeyim? Elimdeki verilere dayanarak değerlendirme yapmışım. Hatalı değerlendirme derseniz, teşekkür ederim, hak verirsem özür dilerim.
**- Mehmet Barlas’ın bile kovulduğu bir medyada hiç kovulmamış olmayı siz nasıl değerlendiriyorsunuz? **
Mehmet Barlas’ın meslek ve kişilik çizgisinde ne olduğunu takip etme gibi bir merakım olmadı.
**- ****Emin Çölaşan’ın Hürriyet’ten ayrılması ardından kaleme aldığınız 19 Ağustos 2007 tarihli yazınızdan: "(…) ne Emin Çölaşan’a, ne bana ne de başka bir yazara baskı yahut yönlendirme söz konusudur. Buna karşılık biz de ‘ertesi gün kovulmayı’ göze almadan yazı yazmayız. Profesyonel kalitemizi -o her ne ise- bu cesaret belli düzeyde tutar." En kovulmamış yazarlardan biri olarak… **
Keşke kovulsaydın mı diyorsunuz? *(Gülüyor) *Demek ki kovacak kadar yetenekli bulmamışlar beni. Bakın ben, kendi hesabıma işimi tüm meslek yaşamım boyunca samimiyetle ve doğru biçimde yaptığımı düşünüyorum.
**- İstifanız saydığımız örneklerde değil, "analarını satan zihniyet" ifadeniz ardından geldi. Şu yorumu yapan birine ne dersiniz: "Hürriyet’teki işinizden örneğin Kürtlere dokununca değil ama iktidara dokununca olursunuz"?**
Öyle bir değerlendirme yapan varsa yapsın, ben yapmam.
**- "Vay şerefsiz" başlığı atmanın, bir Kürt siyasetçiye atılan yumruğu "adaletin tokmağı" olarak yazmanın sizce bedeli olmamalı mı?**
Biri bu başlıktan rahatsız olursa, Basın Konseyi’ne gider, "Bence etik değil, şikayetçiyim" der ve o merci bunu değerlendirir, hak verilirse "Kusur var, kınamak lazım" denilir.
**‘Özerklik Şartı’nı CHP hayata geçirirse…’**
** - Nuriye Akman’a 2011’de verdiğiniz söyleşide CHP’nin seçim beyannamesiyle çok örtüştüğünü söylüyorsunuz. Avrupa Konseyi’nin imzaya açtığı Yerel Yönetimler Özerklik Şartnamesi hakkındaki çekincelerin kaldırılması maddesine katılıyor musunuz? **
Bu beyanda beni rahatsız eden bir şey yok.
**- ****18 Ocak 2007’de DTP’ye yönelik şu ifadeleri kullanıyorsunuz: "Yerinden yönetim" mi istiyorsunuz? O zaman, yerel yönetimlerin bu ülkeyi bölmeye değil, bütünlüğünü korumaya çalışacağını nasıl garanti ediyorsunuz? Sadece Türkiye devletinin değil, uluslararası camianın da ‘terör örgütü’ dediği PKK’ya mensup kişilere hizmet sunan belediye başkanlarına bir kere olsun ‘Yaptığınız yanlıştır’ dediniz mi ki, şimdi ipin ucu onlara teslim edilsin istiyorsunuz?" Özerkliğe yönelik bakışınız değişti mi?**
Orada duyarlılığım belli, parçalanmayı önleyecek garanti veriyor musunuz diyorum.
**- Garanti arayışınız sonlandı mı?**
CHP’nin Türkiye’nin üniter devlet yapısını bölme politikası olduğuna ilişkin bir düşüncem olsa orada bulunmam.
**- Ne istendiğini değil, bunu kimin dillendirdiği mi önemli sizin için?**
Öyle, DTP’nin mazisine bakıp kuşku duymuşum ki bunu söylüyorum. Avrupa Yerel Özerklik Şartı’nı CHP hayata geçirirse bu Türkiye’nin üniter yapısını bozacak bir sonuç vermez. Bu güvene sahibim.
**‘Ajitasyon aracı olmasaydı ****üniversitede türbanı savunurdum’**
** - Oktay Ekşi’nin başörtüsüne bakışı yıllar içinde değişti mi? **
Başörtüsü değil de türban meselesi. Bu, Türkiye’de bir ajitasyon aracı olarak kullanılmasaydı benim yazarlıktaki tavrım daha yumuşak olurdu. Üniversitelerde türbanın serbestçe kullanılmasını açıkça savunurdum.
**- TESEV’in 2010 tarihli "Başörtüsü Yasağı ve Ayrımcılık" raporunda bir kadın sizin Necla Arat’la ikna odasına girdiğinizi söyledi. Bu doğru mu?**
O garip yalan söylediğini sonra kabul etti. Ben ne üniversiteye girdim, ne ikna odası gördüm. Ayrıca oradaki Necla Arat ismi de doğru değil, **Nur Serter** ’le karıştırıyor. A’dan Z’ye yalan bu.
**- Siz ikna odalarına karşı mısınız? **
Nur Seter’in açıklaması şöyle: "Ben o çocukların eğitimden mahrum kalmamaları için mülakatım oldu." İyi niyetli de olsa, bence hiç yapmasa daha iyi olurdu. Oktay Ekşi’nin "Alçakları tanıyalım" yazısı gibi, ikna odaları da ikide bir Nur Serter’in önüne çıktı.
Bakın, türban meselesini 200 yıllık çağdaş Türkiye modeline karşıtlık aracı olarak kullandılar. Şimdi de devlet memurları arasında serbest bırakıldı, 18 yaş altındaki kesime belli bir giyim empoze ediliyor. Ben bunlara karşıyım.
**‘Türbanlı vekillere Kavakçı’ya ****baktığım gibi bakmıyorum’**
** - Meclis’te başörtülü kadınların varlığı için ne düşünüyorsunuz?**
Mesele yapmıyorum dersem daha doğru olur.
**- "Merve olayı, devlete yönelik bireysel bir başkaldırı teşebbüsü ile kendi temel felsefesinden ve kimliğinden fedakârlık yapmamaya kararlı olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti arasındaki son raundu bekliyor. Merve kızımız, kiminle dans ettiğini o zaman öğrenecek" dediğiniz günlerden farklı mı düşünüyorsunuz yoksa aynı duygulara kapılarak mı bakıyorsunuz başörtülü vekillere? **
Çağdaş Türkiye’ye karşıt bir mesaj verdiklerini düşünüyorum. Ama Merve Kavakçı’ya o günlerde duyduğum antipatiyle mi bakıyorum bugün diye sorarsanız tabii öyle bakmıyorum. Konjonktür değişince elbet bakışlarınız da değişiyor, oraya demir atmıyoruz. Ama Merve olayında militan bir tavır vardı. **Leyla Zana** ’ya da tepki gösterdim ben.
**- Söyleşiyi okudukça oluşabilecek Kürtler ve din konularına yaklaşımınızın devletin bakışıyla örtüştüğü… **
Sizin HDP’ye yakın bir bakışınız mı var?
**- Soruları bir kategoriye mi sokmak istiyorsunuz?**
Hayır, size özel bir soru sordum.
**- Cevap vermemeyi tercih ediyorum. **
Buyrun sizi dinliyorum.
**‘Devlet talep etmek Kürtlerin hakkı’**
** - Bahsettiğimiz algıya karşı resmi söylem ile hangi noktalarda ayrıldığınızı söyler misiniz?**
1920’lerden 2003’e kadarki dönem ile AKP dönemi söylemi 180 derece farklı, hangisinden bahsediyorsunuz.
**- Ağırlıklı olarak ilk dönemi kast etsek de, 1915’e, yeri geldiğinde Kürtlere bakış gibi AKP’yi de zaman zaman kapsayan söylemden bahsediyoruz. **
Her devlet gibi Türkiye’nin de kendi koruma içgüdüsünden kaynaklanan refleksleri vardır. Bunlar söz konusu olduğunda dün, bugün, muhtemelen yarın da aynı tür tepkilerle karşılaşacaksınız. Somut örnek vereyim; 1915 Nisanı’nda yaşanan olay, yani Ermeni aydınlarını bir gece evinden toplayıp götürerek infaz etmek bir devlet için son derece ayıp bir olaydır. Bunu savunan birisi değilim, yapanları sonuna kadar lanetleyelim. Ama olaylar bundan ibaret değil, 1894’ten itibaren devletine karşı çıkmış silahlı isyanlar da var. Benim şahsi kanaatim bunun bir mukatele yani karşılıklı öldürme olduğu.
**Turgut Özal** ’a, başbakanken çıktığımız Göcek Körfezi gezisinde "Katılır mısınız" diyerek "Bu olay Osmanlı döneminin olayı, neden biz savunmak mecburiyetinde kalıyoruz ve soykırım mı, değil mi kavgası veriyoruz" diye sordum. "Haklısınız" deyince "Ben bunu size atfen yazabilirim" diye sordum, olumlu yanıt alınca da yazdım. İki gün geçmedi, Kenan Evren Özal’ı Köşk’e çağırdı ve Özal çıkışta benim yazdığım sözlerini kastederek "Bu da nereden çıktı, biz hükümet olarak böyle bir kanaate sahip değiliz. Biz ‘soykırım yok’ diyoruz" dedi.
Öteki meselelerde de kimseyle uyuşmak gibi bir derdim yok. Ama devletin önemini bilirim. Ne güzeldir Kanuni Sultan Süleyman’ın şu dizeleri "Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi / Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi." Devletin olmadığı yerde milletin neye döndüğünü Irak’ta görüyorsunuz.
**- O zaman "Kürtlerin de devleti olmalı" diyor musunuz?**
Bunu talep etmek hakları. Bunun yeri var, yeri yok. Dünyada 5 bin lisan konuşuluyor, hepsinin devlet olma şansı veya imkanı yok. Yine de bunu isteyenlere bunu meşruiyet çizgisi içinde yapmaları şartıyla saygı duyarım. Onu gerçekleştirme çabaları meşruiyet dışında bir çizgiye kayarsa "Kusura bakma" diyenlerden biri olurum.
## Okuyucu Yorumları |
215478 | haber | Okul yönetimi öğrencilerini taciz eden öğretmen hakkında sessiz mi kalıyor? | null | # Okul yönetimi öğrencilerini taciz eden öğretmen hakkında sessiz mi kalıyor?
## Tuksal: Milli Eğitim Bakanlığı’nı bu suç ortaklığına karşı göreve davet ediyorum
İnsan hakları aktivisti, ilahiyatçı yazar Dr. **Hidayet Şefkatli Tuksal**, Ankara'da bir meslek lisesinde öğretmenlik yapan okurundan aldığı mektubu köşesine taşıdı. Öğretmenin Tuksal'a gönderdiği mektuptaki iddiaya göre, kız öğrencilere cinsel tacizde bulunduğu öne sürülen bir öğretmenin okul yönetimiyle yakın ilişkide olması nedeniyle 4 aydır şikâyet dilekçelerinin işleme konmadığı iddia edildi.
Tuksal, Taraf gazetesindeki köşesinde (18 Ekim 2012) İl Milli Eğitim Müdürlüğü'ne ve bakanlık yetkililerine olayın üzerine gitmeleri çağrısında bulundu ve "Soruşturma olmazsa başka yollar deneyeceğim" dedi.
Tuksal'ın yazısının bir bölümü şöyle:
"İki üç hafta kadar önce Ankara’da bir meslek lisesinde çalışan öğretmen okurumdan aldığım mailde, kendi okulunda yaşanan ve ailelerin de bir şekilde haberdar olduğu taciz olaylarını şikâyet ettiğini, ama üzerinden dört ay geçmesine rağmen müfettiş gönderilmemesi ve soruşturma açılmaması sebebiyle, bu şikâyetin İlçe ya da İl Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından sumenaltı edildiğinden endişe ettiğini yazmıştı. Okuldaki kız öğrencilere çeşitli şekillerde tacizde bulunduğu iddia edilen, yıllardır okulda çalışan, idareyle tabiri caizse "kanka" olmuş bir öğretmen olunca, bu tür dilekçelerin işleme konulması mümkün olmuyor demek ki. Ama ben buradan İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne ve Bakanlık yetkililerine çağrıda bulunuyorum, bu dilekçeyi sumenaltı olmaktan kurtarmazlar ve psikologlar eşliğinde bu okulda yaşanan taciz olayını soruşturmazlar ise, başka yollar deneyeceğim, bilgileri olsun!"
## Okuyucu Yorumları |
202988 | haber | Bu yıl hangi üniversitenin bahar şenliğinde kimler sahne alacak? | null | Türkiye'de birçok üniversitede gerçekleşen bahar şenlikleri bu yıl çok daha renkli konserlere ve aktivitelere sahne olacak. Öte yandan üniversitelerin dışında liseler de kendi bahar şenliklerini yapmak için hazırlıklara başladı.
**İşte bazı üniversite ve liselerdeki bahar şenkliklerinin programları:**
##
## Maltepe Üniversitesi Bahar Şenliği
01 - 11 Mayıs
Maltepe Üniversitesi Açıkhava Tiyatrosu
Bahara ilk "Merhaba" diyen üniversite şenliğinde, yüzbinler buluşuyor.
Anadolu yakasının en büyük açık hava sahnesi olan ‘Maltepe Üniversitesi Marmara Açık Hava Tiyatrosu’ Lila Organization eşliğinde, birbirinden değerli sanatçıların vereceği konserlere ev sahipliği yapıyor.
Amfi Tiyatro Konserleri;
1 Mayıs Salı – Volkan Konak
4 Mayıs Cuma – Sıla
9 Mayıs Çarşamba – Murat Boz
Açık Sahne Konserleri;
2 Mayıs Çarşamba – Redd
8 Mayıs Salı – Gökçe
10 Mayıs Perşembe – Kurban
11 Mayıs Cuma - Aslı
## Sakarya Üniversitesi Bahar Şenliği
2 - 4 Mayıs
Konser Programı:
2 Mayıs - Yüksek Sadakat
3 Mayıs - Cüneyt Ergin / Gökçe
4 Mayıs - Yalın
## Ankara Üniversitesi İnek Bayramı
Bu yıl 4 - 5 Mayıs günleri fakültemizde yapılacak İnek Bayramı şenliklerine 40. yılını dolduran 1972 mezunları katılacak.
4 Mayıs SBF Aziz Köklü Amfisinde (Büyük Amfi)
Program:
Saat 10.30 - Açılış ve konuşmalar
Saat 12.00 - Kurtuluş’a kadar İNEK yürüyüşü
Saat 13.30 - Öğle yemeği
Saat 19.00 - Mülkiyeliler Birliği’nde akşam yemeği ve sinevizyon gösterisi.
## Koç Üniversitesi Bahar Şenliği
05 Mayıs, 12:00
Koç Üniversitesi Rumelifeneri Kampüsü
Koç Üniversitesi "Sosyal Aktiviteler Kulübü" tarafından düzenlenen Bahar Şenliği ’12, 5 Mayıs Cumartesi günü Rumelifeneri Kampüsü’nde düzenlenecek. Üniversitelilere 15 saat süren doyumsuz bir müzik şöleni yaşatacak bahar şenliğinin ana sahnesinde Gripin, Hande Yener, Sezen Aksu Acoustic Band ve Kenan Doğulu canlı performanslarıyla yer alacak.
Etkinlik Programı
12.00 - Kapı açılış
12.00-19.00 - Stand Aktiviteleri ve Festival Oyunları
19.00 - Gripin
20.45 - Hande Yener
22.30 - Sezen Aksu Acoustic Band
00.30 - Kenan Doğulu
## Hacettepe Üniversitesi Bahar Şenliği
14 - 18 Mayıs
Şenlik Programı:
7 Mayıs Pazartesi - Gökçe / Grup 84
8 Mayıs Salı - Luxus / Ezginin Günlüğü
9 Mayıs Çarşamba Ozan Doğulu / Duman
10 Mayıs Perşembe - Ferhat Göçer
Bahar Şenliği için (Alternatif Sahne) Program aşağıdaki gibidir:
7 Mayıs Pazartesi - Dj Umutcan / Blackjack / Modent / Defne
8 Mayıs Salı - Voila / Türk Halk Müziği Topluluğu / Irmak / Plan
9 Mayıs Çarşamba - Elauria / Gravity / Dj Ufuk / Emrah Hacıoğlu
10 Mayıs Perşembe - Klişe / Afratafra
## İstanbul Teknik Üniversitesi Bahar Şenliği
7 - 11 Mayıs
Koner Programı:
7 Mayıs - Murat Boz / DJ Suat A.
8 Mayıs - Duman / Model
9 Mayıs - Halil Sezai / Gökçe
10 Mayıs - Athena
11 Mayıs - Hadise
## Dokuz Eylül Üniversitesi Bahar Şenliği
7 - 11 Mayıs
Konser Programı:
7 Mayıs - İskender Paydaş
8 Mayıs - Murat Boz
9 Mayıs - Şebnem Ferah
10 Mayıs - Grup 84
11 Mayıs - Feridun Düzağaç
## Erciyes Üniversitesi Bahar Şenliği
7 - 11 Mayıs
7 Mayıs - Model
8 Mayıs - henüz açıklanmadı
9 Mayıs - henüz açıklanmadı
10 Mayıs - Gökçe
11 Mayıs - Şebnem Ferah
## Ege Üniversitesi Bahar Şenliği
7 - 18 Mayıs
Program:
7 Mayıs - 20:30 - Açılış Töreni ve "Zakkum" Şenlik Açılış Konseri
8-10 Mayıs - 17:00-22:00 - Amatör Grup Konserleri
14 Mayıs - 21:00 - Model Konseri
15-17 Mayıs - 21:00 - 4. Açık Hava Sineması Günleri
17 Mayıs - 20:00 - Burcu Göker ve Eric Jenkins Konseri
18 Mayıs - 14:00 - "Mutfak Anadolu'da" Söyleşisi: Eser Yenenler, Oğuzhan Koç, İbrahim Büyükak ve Ayça Erturan
## Malatya İnönü Üniversitesi Bahar Şenliği
8 - 11 Mayıs
Konser Programı:
8 Mayıs - 20.30 - Kubat
9 Mayıs - 20.30 - Hande Yener
10 Mayıs - 20.30 - Pilli Bebek
11 Mayıs - 20.30 - Ozan Doğulu / 21.30 - Duman
## İstanbul Üniversitesi Bahar Şenliği
8 - 12 Mayıs
İÜ Avcılar Yerleşkesi
Öğrenciler, 5 gün sürecek şenlik boyunca karaoke, DJ performansları, stand-up gösterileri, söyleşi ve paneller, çeşitli oyunlar ve turnuvalar, üniversite kulüplerinin gerçekleştireceği aktivitelerin yanı sıra profesyonel ve amatör çok sayıda sanatçı tarafından verilecek konserlerle doyasıya eğlenecek.
Şenlikte Athena, Kubat, Atiye, Duman, Mustafa Ceceli, Kolpa, Ogün Sanlısoy, Aydilge, Kırmızı, Akçay Karaazmak gibi ünlü isimler sahne alacak.
## Mayfest
9 - 11 Mayıs, 12:00
İstanbul Kültür Üniversitesi Ataköy Kampüsü
Her sene birbirinden önemli sanatçıları ağırlayan Kültür Üniversitesi Bahar Festivali bu sene Kenan Doğulu, Sıla ve Murat Dalkılıç ile unutulmaz bir festivale sizi davet ediyor.
09 Mayıs - Sıla ve Gece
10 Mayıs - Kenan Doğulu
11 Mayıs - Murat Dalkılıç
## Doğuş Üniversitesi Bahar Şenliği
9 - 11 Mayıs, 13:00
Doğuş OtoMotion
Bahar Şenliği Programı
1.Gün
09-05-2012
Kampus Alanı
Açılış: 13:00
Dj Performans
DJ Faruk Terzi / Kral Pop 19:00 / 21:00
DJ Burak Yeter 21:30 / 24:00
Çarşamba Saat 24:00 Kapanış
2. Gün
10-05-2012
Kampus Alanı
Açılış:13:00
Dj Performans
DJ Feryal Aslan 19:00 / 21:00
DJ Tamer Şengül /Kral Pop 21:30 / 24:00
10-05-2012 Perşembe Saat 24:00 Kapanış
3. Gün
11-05-2012
Açılış:13:00
Yer Selimiye Spor StadıStadyum Programı
Dj-Performans
DJ Funky C / Power Fm 19:00 / 20:30
Zakkum 20:30 / 22:00
Ziynet Sali 22:00 / 24:00
Kapanış 24:00
## ODTÜ Bahar Şenliği
9 - 12 Mayıs, 08.00
Türkiye'ye Bahar Şenliği kavramını taşıyan Uluslararası Gençlik Topluluğu 1986'dan bu yana her yıl mayıs ayında ODTÜ Uluslararası Bahar Şenliği'ni düzenlemektedir.
Şenliğe Gelmesi Beklenen Gruplar ve Sanatçılar arasında Yer alan isimler ise;
Gökhan Türkmen
Model
Göksel
## Gazikent Hasan Kalyoncu Üni. Bahar Şenlikleri
10 - 11 Mayıs
Gazikent Hasan Kalyoncu Üniversitesi, Gaziantep
Türk pop müziğinin önde gelen isimleri Murat Boz ve Mustafa Ceceli ile rock sahnesinin vazgeçilmezi Gripin Gazikent Hasan Kalyoncu Üniversitesi Bahar Şenlikleri'nde.
10 Mayıs - Murat Boz
11 Mayıs - Mustafa Ceceli & Gripin
## Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Bahar Şenliği
10 - 13 Mayıs
Konser Programı
10 Mayıs - Athena
11 Mayıs - Göksel
12 Mayıs - Feridun Düzağaç
13 Mayıs - Grup 84
## Abant İzzet Baysal Üniversitesi Bahar Şenliği
12 - 14 Mayıs
Abant İzzet Baysal üniversitesi, bahar şenlikleri etkinliğe ev sahipliği yapacağı 3 günlük şenlikle bahara merhaba diyor.
Konser Programı:
12 Mayıs - Mustafa Ceceli
13 Mayıs - Emre Aydın
14 Mayıs - Işın Karaca
## Marmara Üniversitesi Bahar Şenliği
14 Mayıs - 19 Mayıs
Marmara Üniversitesi Göztepe Kampüsü
Göztepe Kampüsünde gerçekleşecek şenlik, üniversitelilere 6 gün süren doyumsuz bir müzik ve eğlence şöleni yaşatacak. Festivalde ana sahnede MFÖ, Model, Hayko Cepkin, Gökçe canlı performansıyla sahne alacak. Ünlü şarkıcılar, gruplar ve DJ' lerin sahne alacağı festivalde, eğlenceli outdoor oyunları ile ödüllü yarışmalar da düzenlenecek.
Konserler;
14 Mayıs - MFÖ
15 Mayıs - Model
16 Mayıs - Hayko Cepkin
18 Mayıs - Gökçe
19 Mayıs - Şebnem Ferah
## İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Bahar Şenliği
15 - 17 Mayıs
Konser Programı:
15 Mayıs - Hayko Cepkin
16 Mayıs - Grup 84
17 Mayıs - Grup Mecaz
## Afyon Kocatepe Üniversitesi Bahar Şenliği
21 - 23 Mayıs
Konser Programı:
21 Mayıs - TNK
22 Mayıs - Hande Yener
23 Mayıs - henüz açıklanmadı
## Kocaeli Üniversitesi Bahar Şenliği
24 - 25 Mayıs
Konser Programı:
Yavuz Bingöl
Sertab Erener
Demir Demirkan
## Khasfest
26 Mayıs, 14:00
Kadir Has Üniversitesi Selimpaşa Kampüsü
Birbirinden eğlenceli oyunlar, lezzetli yemekler ve kulakların pasını silecek müzikler ile finaller sonrası herkesi şenliğe bekliyoruz.
Program:
14:00 Kapı Açılış
14:00- Dj Orbay Aygenç feat Khas Party Team by İsmet & Ali Osman
16:00-16:05 - Dans Gösterisi
16:05-17:00 - Dj Kerem Ersoy
17:00-18:00 - Dj Orbay Aygenç feat Khas Party Team by İsmet & Ali Osman
18:00-19:30 - Gökçe
20:00-22:00 - Duman
22:30-24:00 - Murat Boz
## İstanbul Aydın Üniversitesi Bahar Şenliği
29 Mayıs, 11.00
İstanbul Aydın Üniversitesi Florya Kampüsü
Üç gün sürecek olan İstanbul Aydın Üniversitesi Bahar Şenliği 2012’de ilk gün Ezginin Günlüğü konseri dikkat çekiyor. Birinci günün finalini ise Shaman Dans Grubu ile yapılacak. Gün boyunca devam edecek şenlik programında gençlik konserleri, dans showlar’ın yanı sıra, alışveriş sokağı ve oyun parkuru etkinlikleri dikkat çekiyor.
29 Mayıs / 16.00-18.00 Ezgi’nin Günlüğü
29 Mayıs / 21.00-22.00 Shaman Dans Gösterisi
30 Mayıs / 21.00-22.30 Murat Boz
31 Mayıs / 21.00-22.30 maNga
## **Liseler:**
## Vefa Lisesi Bahar Şenliği
30 Mayıs - 31 Mayıs
Vefa Lisesi
Türkiye’ nin en köklü eğitim kurumlarından Vefa Lisesi geleneksel bahar şenliğinin 9. su için geri sayım başladı.
1.Gün: 30.05.2012 Çarşamba
11.00 – 13.00 : 7.Kemal Sunal Kültür Sanat Ödül Töreni
13.00 – 14.00 : Söyleşi
14.00 – 16.00 : Misafir Okul Müzik Grupları Konseri
16.30- 18.00 : DJ
18.00 – 19.30 : Matmazel
20.30 – 22.00 : Cem Adrian
2.Gün: 31.05.2012 Perşembe
13.00 – 15.00 : Okul Tiyatro Gösterisi
15.30 – 17.30 : Vefa Lisesi Okul Grupları Konseri
18.30 – 20.00 : Gece
20.30 – 22.30 : Büyük Ev Ablukada
## B.A.A.L. Fest
03 Haziran, 14:00
Beşiktaş Atatürk Anadolu Lisesi, İstanbul
İstanbul’un en köklü okullarından biri olan Beşiktaş Atatürk Anadolu Lisesi gelenekselleşmiş Bahar Şenliği ile bu yıl da kapılarını misafirlerine açıyor.
Lila Organizasyon tarafından gerçekleştirilecek ve gün boyu eğlenceli aktiviteler ile çeşitli oyunların olacağı festivalin bu yıl en büyük sürprizi ise Can Bonomo… Eurovision temsilcimiz,sevilen parçaları ile tüm festival katılımcılarını doyasıya eğlendirecek.
Ayrıca, son dönemin en popüler rock müzik grubu Büyük Ev Ablukada festivalin önemli isimlerinden. Bunun yanı sıra yeni albümü ile "indie" müziğinin ülkemizdeki en keyifli temsilcisi "Biz" ve sonsuz "rock’nroll" Sahte Rakı günün eğlenceli isimlerinden.
## Burak Bora Anadolu Lisesi Festivali
25 Mayıs, 14:00
Burak Bora Anadolu Lisesi
Gün boyu sürecek eğlence aktivitelerinde binlerce genç, Lila Organization eşliğinde doyasıya eğlenirken bir taraftan da Türkiye’nin en büyük Rock Müzik Gruplarından Duman ile müziğin tadını çıkaracaklar.
Duman’ın hemen öncesinde ise yeni albümleri ile ses getiren "İndie" müziğin ülkemizdeki temsilcisi "Biz" sahnede olacak.
Ayrıca gün boyu Şişme Oyun Parkları, Adrenalin Dolu Aktiviteler de sizi bekliyor olacak…
## Okuyucu Yorumları |
116191 | haber | Onur Yaser Can, emniyette yaşadıklarından sonra intihar etti | null | # Onur Yaser Can, emniyette yaşadıklarından sonra intihar etti
## Esrar satın aldığı gerekçesiyle gözaltına alındıktan sonra 2 kez ifade veren Onur Yaser Can’ın emniyette işkence gördüğü iddia edildi.
**T24 - **Esrar satın aldığı gerekçesiyle gözaltına alındıktan sonra 2 kez ifade veren Onur Yaser Can’ın emniyette işkence gördüğü iddia edildi.
Genç mimar Onur Yaser Can, 24 Haziran 2010’da yaşamına son verdiğinde henüz 28 yaşındaydı. Resimle, müzikle yakından ilgilenen, hayat dolu bir gencin, kendi elleriyle ölümü tercih etmesi çevresindeki herkesi yıkıma uğrattı.
Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nden (ODTÜ) 2009’da mezun olan Onur’ın yaşamını erken ölümle noktalayan süreç, esrar satın aldığı gerekçesiyle 2 Haziran 2010’da Harbiye’de gözaltına alınmasıyla başladı. İstanbul Narkotik Şube Müdürlüğü ekiplerince gözaltına alınan Onur, arkadaşlarına anlattığına göre, emniyette çırılçıplak soyuldu, yüzü duvara dönük uzun süre bekletildi, yere çökertildi, öksürtüldü. Tokatlandı, hakarete uğradı. Ağlama, çığlık sesleri, polislere yalvaran birileri dinletildi. Serbest bırakıldıktan sonra, telefonla aranarak, ikinci kez emniyete çağrıldı. Telefondaki polis, ilk ifadesinde tarih hatasının olduğunu söylemişti. Onur, 4 Haziran günü ikinci kez emniyette gitti. Bu kez ifadesine bazı eklemeler yapıldı.
Emniyet için muhbirlik yapması istendi. Onur, artık bir avukat tutmaya, olanları ailesine anlatmaya karar vermişti. İkinci ifade nedeniyle başının derde gireceğini düşünüyordu. Avukatı, Yaser Onur’un verdiği ifadeyi almaya gittiğinde zorluk yaşadı. Avukata, Onur’ın yeniden ifadesinin alınacağı söylendi. Onur Yaser Can, üçüncü kez ifadeye gideceği günün akşamında, çırılçıplak bir halde, kendisini oturduğu evin balkonundan attı. O sırada evde arkadaşları da vardı. Onur’un düştüğünü ikinci kattaki bir komşusunun down sendromlu çocuğu gördü. Onur ile son konuşan kişiler Ankara’da yaşayan anne ve babası oldu. Babasını saat 20.24 sıralarında arayan Onur, "Başımda adli sıkıntı var. Telefonda konuşamam" dedi. Annesinden de İstanbul’a gelmelerini istedi. Can ailesi yoldayken, Onur’un balkondan düştüğü, hastanede ameliyata alındığı haberi geldi. Aile saat 03.00 sıralarında İstanbul’a ulaştığında ise Onur vefat etmişti. Can ailesi savcılığa başvurarak, Narkotik Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü görevlileri hakkında "neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence, görevi kötüye kullanma, cinsel saldırı" iddiasıyla suç duyurusunda bulundu. Fatih Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yürütülen soruşturma ise aradan 5 ayı aşkın bir süre geçtiği halde sonuçlanmadı.
Arkadaşları, Onur’un gözaltına alındıktan sonra yemeden içmeden kesildiğine, ürkek, tedirgin bir halde olduğuna, psikolojisinin bozulduğuna tanık oldu. Arkadaşlarına, "Çırılçıplak uzun süre bekletildim. O şekilde sorgulama yaptılar, küfrettiler" dedi. Başka birileri hakkında ifade vermeye zorlandığını anlattı. Babası ise Yaser’in, ikinci kez ifadeye çağrıldığında loş bir ortama götürüldüğünü, orada acele ettirilerek, korkutularak bütün evrakların yeniden imzalatıldığını söylüyor. "Benim oğlumun bu suç nedeniyle yakalanmasına kadar hiçbir sıkıntısı yoktu. Hayatında polis tarafından sorgulanmamış bir çocuktu" diyen baba, Onur’un üçüncü kez emniyete gitmekten korktuğuna işaret ediyor.
Olanları ağlayarak anlattı
Ölümünden 1 gün önce konuştuğu arkadaşı ise şunları söylüyor: "Bana anlattığına göre 2 hafta kadar önce uyuşturucu ile yakalanmış. Gözaltında çırılçıplak soyulmuş, duvara yaslanması söylenmiş. Bir süre çömeltilerek bekletilmiş. Bu süreçte sözlü olarak aşağılanmış. Polislerin ne söylediğini anlatmadı. Serbest kaldıktan sonra ifadesini alan polislerden biri Yaser’i geri çağırmış. Önceki ifadesinden farklı bir ifade getirilip imzalattırılmış. Muhbirlik yapması söylenmiş. Benimle konuşurken zorlanıyordu, ağlıyordu. Söyledikleri zor anlaşılıyordu. İfadeyi imzalaması konusunda tehdit edildiğini söyledi."
## Okuyucu Yorumları |
228679 | haber | Oral Çalışlar, Taraf'tan istifasını 'barış karşıtı operasyon'a bağladı! | null | # Oral Çalışlar, Taraf'tan istifasını 'barış karşıtı operasyon'a bağladı!
## Çalışlar: Başar Arslan Yazı İşleri Müdürü Kurtuluş Tayiz'i görevden aldı. O gün istifa ettim, adımı künyeden çıkarttırdım. Bilgim dışında adım künyeye yeniden koyuldu
Taraf gazetesinin sahibi **Başar Arslan** 'ın Yazı İşleri Müdürü **Kurtuluş Tayiz **ve Genel Koordinatör **Markar Esayan** 'ı görevlerinden alması ardından, Akil İnsanlar Heyeti'ndeki görevi kapsamında Kastamonu'da bulunan Taraf Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni **Oral Çalışlar**, "Başar Arslan, bana danışmadan ve haber vermeden, Yazı İşleri Müdürü Kurtuluş Tayiz'i görevden aldı. Ben de kendisine bu yaptığının görevime ve yazıişlerine müdahale olduğunu, kabul etmeyeceğimi söyledim. O gün istifa ettim, adımı künyeden çıkarttırdım. Bilgim dışında adım künyeye yeniden koyuldu" açıklamasını yaparak görevinden istifa etti. Çalışlar, gelişmelere dair "İşin esası, bu bir barış karşıtı operasyondur... Bunca patırtının altında yatan asıl gerçek budur" dedi. Başar Arslan, Çalışlar'ın bu açıklamalarının ardından "Askeri vesayetin geriletilmesinde buzkıran gemisi olmuş Taraf’ın barış sürecine karşı gösterilmesi büyük haksızlık olur. Taraf’ın barış sürecine karşı olduğu düşünülemez" dedi. Oral Çalışlar'dan boşalan genel yayın yönetmenliği pozisyonuna gazetedeki "Pazartesi Konuşmaları" köşesinde haftalık söyleşiler yapan gazeteci **Neşe Düzel** 'in getirildi.
Taraf gazetesi sahibi Başar Arslan'ın Kurtuluş Tayiz ve Markar Esayan'ı görevinden almasının ardından gazeteci Oral Çalışlar da genel yayın yönetmenliği koltuğundan ayrıldı. Çalışlar, gazetede yaşanan krizin ardından istifa ettiğini açıkladığı mektubunda "Gazetedeki krizin, Türkiye'de belirginleşen yeniden saflaşmanın bir parçası olduğunu, bir diğer ifadeyle söylemek gerekirse, "barış süreci" konusundaki farklı yaklaşımlardan kaynaklandığını söyleyebilirim" ifadesini kullandı.
## 'Bu bir barış karşıtı operasyondur'
Oral Çalışlar'ın açıklaması şöyle:
*"Taraf gazetesinden istifa ettim.*
*"Ama"sız barışın gazetesi olduk...*
*1 Şubat 2013 tarihinde başladığım Taraf gazetesi genel yayın yönetmenliğinden istifa ettim.*
*"Akil insanlar" heyetiyle Kastamonu gezisindeyken, gazetenin sahibi Başar Arslan, bana danışmadan ve haber vermeden, Yazı İşleri Müdürü Kurtuluş Tayiz'i görevden aldı. Ben de kendisine bu yaptığının görevime ve yazıişlerine müdahale olduğunu, kabul etmeyeceğimi söyledim. O gün istifa ettim, adımı künyeden çıkarttırdım. Bilgim dışında adım künyeye yeniden koyuldu.*
*Ben Başar Arslan'ın müdaheleci tutumundan vazgeçmesini beklerken, o Genel Yayın Koordinatörü Markar Esayan'ı da görevden aldı.*
*Taraf gazetesi benim yönetimimde ve yazı işlerindeki arkadaşların dirayetli çalışmalarıyla, "çözüm ve barış süreci"ne kararlı destek vermek; kadın konusunda, ötekileştirilen kesimler konusunda pozitif ayrımcılığa özen gösterebilmek için elinden geleni yaptı.*
*Çok sayıda yazar gazeteye yeniden döndü, aramıza yeni yazarlar katıldı. Gazetedeki arkadaşlarımla tam bir uyum içinde çalıştık. İlan geliri ikiye katlandı. Satışlar arttı.*
*Yazarlarımızın önemli çoğunluğu, barış sürecine yürekten destek verdi.*
*Gazetedeki krizin, Türkiye'de belirginleşen yeniden saflaşmanın bir parçası olduğunu, bir diğer ifadeyle söylemek gerekirse, "barış süreci" konusundaki farklı yaklaşımlardan kaynaklandığını söyleyebilirim. Hükümetin adımlarını tehlikeli bulan kesimler, çatışmaların bitmesinden endişe eden bir ruh hali içine girdiler.*
*Taraf'ın da bu açıdan onların endişe ve rahatsızlıklarına sözcülük etmesini isteyenler, gazeteye müdahale ettiler. Gazete, yazı işleri ve ben; tam bir uyum içinde, "ama"sız olarak barışı savunmakta ısrarlı olduk.*
*İşin esası, bu bir barış karşıtı operasyondur...*
*Bunca patırtının altında yatan asıl gerçek budur."*
## Taraf ekibinden patrona: Tasarrufunuzu geri alın!
Çalışlar'ın istifa açıklamasından önce Taraf gazetesinde çalışan gazeteci ve yazarlar, Tayiz ve Esayan'ın işten alınmasıyla ilgili olarak bir bildiri hazırlayarak gazetenin sahibi Başar Arslan'a iletti. Bildiride "Taraf gazetesi yazarları ve çalışanları olarak yazı işlerine yönelik bu tasarrufunuzu geri almanızı istiyoruz" ifadeleri kullanıldı.
Bildiride imzaları bulunan, Melih Altınok, Yıldıray Oğur, Ceren Kenar, Tuncer Köseoğlu, Alper Görmüş gibi yazarların Başar Aslan'ın kararından vazgeçmemesi durumda gazetede yazmayı sonlandıracakları öne sürüldü.
Taraf gazetesi çalışanları ve yazarlarının Başar Aslan'a yazdıkları bildiri şöyle:
*"Sayın Başar Arslan,*
*Taraf Yazıişleri Müdürü Kurtuluş Tayiz'i, Genel Yayın Yönetmeni Oral Çalışlar'a rağmen görevden almanızı gazetecilik meslek adabıyla bağdaştıramadık. Taraf bugüne kadar editoryal bağımsızlığa saygılı bir çizgi izledi. Böyle kalmasını önemsiyoruz. Taraf gazetesi yazarları ve çalışanları olarak yazıişlerine yönelik bu tasarrufunuzu geri almanızı istiyoruz.*
*Yazıişlerinin editoryal bağımsızlığının sağlanması bizler için de, Oral Çalışlar'ın göreve dönmesi için de hayati önemdedir.*
*Taraf'ın geleceği için gereğini yapmanız umuduyla..."*
Başar Arslan'a gönderilen bildirinin altında** Murat Belge**, Alper Görmüş, **Halil Berktay**, Hidayet Şefkatli Tuksal,** Gürbüz Özaltınlı**, Mithat Sancar, **Akın Özçe** r, Melih Altınok, **Roni Marguiles**, Kurtuluş Tayiz, **Yıldıray Oğur**, Oya Baydar, **Markar Esayan**, Ceren Kenar, **Gülengül Altınsay**, Tuğba Tekerek, **Tuncer Köseoğlu**, Demiray Oral, **Erol Katırcıoğlu**, Bekir Ağırdır, **Pelin Cengiz**, Ferhat Kentel, **Tan Oral**, Cahit Koytak, **Vahap Coşkun**, Ertan Altan, **Gülden Tümer** 'in imzaları yer aldı.
## Taraf'ın yeni genel yayın yönetmeni Neşe Düzel
Oral Çalışlar’ın istifasının ardından Taraf gazetesinin genel yayın yönetmenliği koltuğuna "Pazartesi Konuşmaları" adlı köşesinde yayımlanan söyleşileri ile bilinen Neşe Düzel getirildi.
Taraf gazetesinin sahibi Başar Arslan'ın, Yazı İşleri Müdürü Kurtuluş Tayiz ve Genel Yayın Koordinatörü Markar Esayan’ı kendisine haber vermeden görevlerinden alması nedeniyle Oral Çalışlar, genel yayın yönetmenliğinden istifa etti. Çalışlar’ın ardından yayın yönetmenliğine gazetenin "Pazartesi Konuşmaları" adlı köşesinde haftalık söyleşileri yayımlanan Neşe Düzel geldi.
Tayiz’in görevden alınması sürecinde "Barış diyerek demokrasiyi katlediyorsunuz" sözleriyle gazete yönetimini eleştirdiği öğrenilen Düzel’in ismi Taraf gazetesinin künyesine "Genel Yayın Yönetmeni" olarak girdi.
## Neşe Düzel kimdir?
İzmir Amerikan Koleji'nin ardından Ege Üniversitesi İktisat Fakültesi'ni bitiren Neşe Düzel, gazeteciliğe 1979 yılında başladı. Yeni Asır, Dünya ve Milliyet’te muhabirlik yapan Düzel, 1995’te Hürriyet gazetesinde başladığı söyleşilerine "Pazartesi Konuşmaları" adı altında Yeni Yüzyıl ve Radikal gazetelerinde devam etti.
Ahmet Altan ile birlikte Kırmızı Koltuk isimli tartışma programını hazırlayıp sunan Neşe Düzel, 15 Kasım 2007’de yayın hayatına başlayan Taraf gazetesinin kurucu kadrosu içinde yer aldı. Söyleşilerine Taraf’ta devam eden Düzel, 14 Aralık 2012’de Taraf Gazetesi Kurucu Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan ve Genel Yayın Yönetmeni Yardımcısı Yasemin Çongar ile birlikte istifa etti. Taraf’ın genel yayın yönetmenliği görevini Oral Çalışlar’ın üstlendiği dönemde Düzel, Taraf’a geri dönme kararı aldı ve söyleşileri Mart, 2013’te itibaren yeniden Taraf’ta yayımlanmaya başladı.
Düzel’in söyleşilerinden derlediği "Silinmek İstenen bir Hafızanın Peşinde" (Selis Kitapları/2012), "Korkusuz Tarih" (Alkım Yayınları/2011) ve "Türkiye’nin Gizlenen Yüzü" (İletişim Yayınları/2002) adlı üç kitabı var.
## Taraf’ın patronu konuştu: Taraf’ın barış karşıtı olması düşünülemez
Taraf gazetesinin sahibi Başar Arslan, genel yayın yönetmenliğinden istifasını "barışa karşı bir operasyon" ifadesiyle gerekçelendiren Oral Çalışlar’a cevap verdi. Arslan, "Askeri vesayetin geriletilmesinde buzkıran gemisi olmuş Taraf’ın barış sürecine karşı gösterilmesi büyük haksızlık olur. Taraf’ın barış sürecine karşı olduğu düşünülemez" dedi.
Taraf gazetesinin sahibi Başar Arslan’ın önce Yazı İşleri Müdürlerinden Kurtuluş Tayiz’i, ardından Genel Yayın Koordinatörü Markar Esayan’ı gazetedeki görevlerinden almasından sonra 1 Şubat 2013’ten itibaren gazetenin genel yayın yönetmeni olan Oral Çalışlar istifa etti. Çalışlar, kamuoyuna yansıyan mektubunda istifasına neden olan gelişmelerin esasında "barış karşıtı operasyon" olduğunu dile getirdi.
T24’ten Hazal Özvarış'a konuşan Başar Arslan, Çalışlar’ın açıklamalarına yanıt olarak şunları söyledi:
"Askeri vesayetin geriletilmesinde buzkıran gemisi olmuş Taraf’ın barış sürecine karşı gösterilmesi ona büyük haksızlık olur. Bu vesayet sonlandırılmasıydı, bugünkü barış sürecine gelinemezdi. Taraf’ın barış sürecine karşı olduğu düşünülemez. ‘Barış sürecine karşıtlık’ Taraf’a söylenebilecek en son söz bile olamaz."
## ‘Tasarrufları editoryal bağımsızlığı korumak için yaptım’
Kurtuluş Tayiz ve Markar Esayan’ın görevden alınma sürecini ve Taraf yazarlarıyla muhabirlerinin kaleme aldığı "Tasarrufunuzu geri almanızı istiyoruz" içerikli bildiriyi de sorduğumuz Arslan, "Editoryal bağımsızlığı zedelemek için değil, söylenenlerin aksine editoryal bağımsızlığı korumak için yaptım. Bu tasarrufları zaruri görmesem yapmazdım. Taraf'ta hiçbir yazarın editoryal özgürlüğüne dokunmam ve dokundurtmam" dedi. Arslan, Tayiz ve Esayan'ın yazılarının gazetede yayımlanmaya devam edeceğini de sözlerine ekledi. Başar Arslan, "Görevden aldığınız gazeteciler editoryal bağımsızlığa engel mi oluyordu da böyle bir gerekçe öne sürüyorsunuz" sorusuna "Evet" yanıtını verdi ve bu konuda ayrıntıya girmek istemediğini belirtti.
## Okuyucu Yorumları |
243678 | haber | Osmanlı’da eşcinsellik: Elinde tesbih, evinde oğlan, dudağında dua | null | # Osmanlı’da eşcinsellik: Elinde tesbih, evinde oğlan, dudağında dua
## Osmanlı'da eşcinselliğin ayıp sayılması, Batı tipi reformlara hız verilen, dolayısıyla kadın-erkek ilişkilerinin normalleşmeye başladığı Tanzimat Dönemi’nden (1839’dan) itibaren oldu
Radikal gazetesi yazarı **Ayşe Hür**, "öğrenci evleri" tartışmasıyla gündeme gelen "Türk toplumunda muhafazakarlık" tartışmalarına farklı bir açıdan bakarak, Osmanlı’da padişahların yaşamında ve toplum hayatında yer tutan, edebi metinlerde de kendine yer bulan eşcinselliği yazdı.
Başbakan **Recep Tayyip Erdoğan** ’ın kız ile erkek öğrencilerin karma olarak kaldığı ev ve yurtların AKP’nin muhafazakar yapısına ters olduğunu söylemesiyle başlayan "öğrenci evleri" tartışmaları sürüyor.
"Kızlı erkekli öğrenci evleri" tartışmalarıyla gündeme gelen "muhafazakar toplum" tartışmasına irdeleyen Radikal gazetesi yazarı Ayşe Hür, Osmanlı’da eşcinselliği bugünkü köşesine taşıdı.
Ayşe Hür’ün, padişahların yaşamlarından, toplum hayatına ve edebi metinlere Osmanlı’da eşcinselliği ele aldığı, "Elinde tesbih, evinde oğlan, dudağında dua..." başlıklı yazısının bir kısmı şöyle:
## Günah keçisi: Olivera Despina
Orhan Gazi zamanında (1326-1359) Osmanlılara esir düşen Bizans’ın Selanik Başpiskoposu Gregory Palamas, Osmanlı’da sapkınlığın çok yaygın olduğunu, özellikle Hristiyan esirlere yönelik tacizlerin çok olduğunu yazar hatıratında. ‘Oğlancılığın’, I. Bayezid döneminde başladığını kabul eden kaynaklar ise suçu Bayezid’in karılarından Sırp asıllı Olivera Despina’ya atarlar. Güya bu gavur hatunun kocası için bulduğu Hıristiyan oğlanlarla başlamıştır eşcinselliğin Osmanlı’da kurumsallaşması ve saraydaki ‘iç oğlanları’ örgütlenmesinin nüvesini bu oğlanlar oluşturmuştur…
Palamas’ın da esareti sırasında cinsel tacize maruz kalıp kalmadığını bilmiyoruz ama tarihe düşmanlarına reva gördüğü ölüm şeklinden dolayı Kazıklı Voyvoda olarak geçen Romen boyar’ı (bir soyluluk unvanıdır) Vlad Tepeş Drakula’nun 1442-1448 arasında rehin tutulduğu II. Murad’ın Edirne’deki sarayında yaşadığı tecavüzlerden dolayı böyle acımasız biri olduğuna dair kaynaklar var. (Drakula ile birlikte rehin olan kardeşi Radu ise, kendi isteği ile 1462’ye kadar İstanbul’da kalmıştır ki, bunu nasıl yorumlamak gerekir bilmiyorum.)
## Yaz olunca avretlere, kış olunca oğlanlara
Peki II. Murad, kendisinin emri üzerine Mercimek Ahmed’in Farsça’dan çevirdiği, 11. Yüzyılda yaşamış Kuhistan Sultanı Kabus'un oğluna nasihat kitabı Kâbusname’deki şu satırları okuduğunda şaşırmış mıydı acaba: "... ve yaz olunca avretlere meylet ve kışın oğlanlara, ta ki bedenen sağlam olasın. Zira ki oğlan teni sıcaktır, yazın iki sıcak bir yere gelirse teni azıtır ve avret teni soğuktur, kışın iki soğuk bir yere gelse teni kurutur vesselam."
"Osmanlı'nın eşcinselliği neredeyse tarihsel ve cinsel bir norma dönüştürmesine karşılık, Cumhuriyet etiğinin, eşcinselliği kamusal söylemin dışına çıkardığını söyleyebiliriz" diye söze giren Hilmi Yavuz, Fatih Sultan Mehmed’in ‘Avni’mahlasıyla yazdığı gazellerden birinde Veyis adlı güzel bir oğlanı övdüğünü, gazelin sonunda da "Ey Avni! Talihin yaver gitti ve o sevgili misafirin oldu. Fırsatı kaçırma; zira Veyis bin cana bedeldir" dediğini; Fatih’in bir diğer gazelinde ise Galata’daki bir kilisede görevli papazı öve öve bitiremediğini yazdığında kıyamet kopmuştu. Bu konu da hala araştırmacısını bekliyor…
## Deli birader ve kitabı
‘Osmanlı sultanlarının kahkahalarla okuduğu kitap’ olarak ünlenen Kitab-ı Dâfi‘ü 'l-gumûm ve Râfi‘ü 'l-humûm’un (kısaca ‘Gamları Def Eden Kitap’) ilk bölümü nikâhın meziyetlerine ve sevişmenin faydalarına; ikinci bölüm ‘kulampara’ (aktif eşcinsel) kardeşlerin ve zampara biraderlerin arasında geçen tartışmalara; üçüncü bölüm servi boylu yalın yüzlü ve lale yanaklı oğlanlarla sohbetin zevklerine; dördüncü bölüm gümüş tenli kadınlar ve yasemin göğüslü kızlarla oynaşmanın hazlarına; beşinci bölüm, rüyalarda yaşanan bazı hallere ve hayvanlarla ilişkilere; altıncı bölümde pasif eşcinsellerin (oğlanların) ve ne idüğü belirsizlerin iğrenç durumlarına; yedinci bölümde gidilerin (pezevenk ?) ve boynuzluların hikâyelerine dairdi.
Kitabın yazarı ise Gazali mahlasıyla yazan, ası adı Mehmet olan, ama Deli Birader adıyla tanınan bir medreseliydi. Deli Birader, 1466’da Bursa'da doğmuş, medrese eğitimini tamamladıktan sonra devrin önemli din bilginlerinden olan Muhyiddin-i Acemi'den ders almış, Bursa'da Bayezid Paşa Medresesi’nde müderrislik yaparken Manisa Sancağı’nda bulunan Şehzade Korkut’un (II. Bayezid'in oğlu idi) edebiyat çevresine girmişti. Sözünü ettiğim kitabı Piyale Ağa adlı birinin isteği üzerine yazan ancak Şehzade Korkut’un eseri beğenmemesi üzerine gözden düştüğü ileri sürülen Deli Birader, 1512’de Korkut'un tahtı ele geçiren kardeşi (Yavuz) Sultan Selim tarafından öldürmesinden sonra, Bursa yakınlarındaki Geyiklibaba Türbesi'nde şeyhlik etmiş, ardından Sivrihisar, Akşehir ve Amasya’da medrese hocalığı yapmıştı. Derken İstanbul'a gelip Beşiktaş'ta bir hamam açmış ama hamamda delikanlılarla yaptığı alemler İstanbul halkının diline düşünce, çareyi uzaklara kaçmakta bulmuştu. Sığındığı yer ne ilginçtir ki, Mekke idi. Deli Birader hayatını 1535’te burada kaybetmiş ve bir din adamı olduğu için cenaze namazı Kabe’de kılınmış ve Kabe yakınlarına defnedilmişti...
## Suhte ayaklanmaları
Buraya kadar anlattıklarımız devletlülerimizin keyifli yaşamları hakkında. Ama Mustafa Akdağ’ın günışığına çıkardığı, 16. Yüzyıl Osmanlı tarihine damgasını vuran ‘suhte ayaklanmaları’ (kıyamı) ‘kızsız-erkekli’ yaşamın çok yıkıcı da olabileceğini düşündürüyor.
O dönemde Osmanlı’da din adamı olmak üzere medreselerde okuyan ergenlik çağındaki öğrencilere ‘suhte’ (softa) deniliyordu. Medrese eğitimini başarıyla tamamlayanlar devlette kadılık, naiplik, müderrislik, imamlık gibi görevlere atanıyorlardı. Medreselerde öğrenciler yatılı okuyorlar, imarethane denilen öğrenci yurtlarındaki 3-5 kişilik hücrelerde yaşıyorlardı. Akdağ’ın anlatımıyla "Ömürlerinin en genç ve kızgın çağını, bu dışa kapalı, dar, karanlık ve kubbe biçimindeki, tavanından karanlığın hayalleri sarkan bu hücrelerde geçirmek zorunda kalan öğrencilerin, ara sıra çıktıkları şehrin sokak ya da çarşı ve pazarları da, onların gençlik ihtiyaçlarına kesinlikle kapalı bulunuyordu. Gizli çalışan, yakalandıkça da şuraya buraya sürülen fahişeleri bulmak çok zor bir işti (…) medrese öğrencilerinin, genç çocuklar ile düşüp kalkmaları, toplum ahlâkını kemiren bir alışkanlık hâlinde sürüp gidiyordu. Yalnız bunlar değil, ‘levent’ dediğimiz, köyden kente gelmiş, işsiz güçsüz dolaşan ve ‘bekâr odalarında’ her türlü ahlâksızlığı yapmaktan çekinmeyen ergen kitleler de, bu doğa dışı cinsel sapıklıkları huy edinmişlerdi. Kadın-erkek ilişkilerini son derece kısıtlayan, hatta fahişeliğe bile göz yummayıp, bu gibi kadınları oradan oraya süren o dönemin yobazlığının, asayişçilerin cerime (para cezası) çıkarabilmek için, bir erkekle bir kadını konuşurken de olsa yakalayabilme gayretlerinin, suhte ve leventlerin bu söylediğimiz doğaya aykırı alışkanlıklarını bütün bütün kamçılamakta olduğu bir gerçektir. Bu incelediğimiz sıralarda, hatta birer meyhane gibi kullanılan bozahanelerin işleticileri, bu gibi yerlere doluşan ergen müşterileri için ‘taze oğlanlar’ bulundurmakta ve yasakları da hiçe saymaktaydılar."
Mustafa Akdağ’ın eşcinselliği doğa dışı gören, hatta şeytanlaştıran dilini ve cinsel bunalımları sanki tek nedenmiş gibi ele almasını yeleştirmemek mümkün değil. Çünkü suhtelerin sadece cinsel sorunları yoktu. Mezun olduktan sonra iş bulamamak gibi başka bir sorunları daha vardı. İkisi birleşince ortaya gerçekten vahim bir tablo çıkmıştı. Öyle ki, önce ümitsiz ve öfkeli suhteler 100-150’şer kişilik bölükler halinde çevre yerleşimlerdeki halkı rahatsız etmeye, cer, kurban, nezir adı altında haraç toplamaya başladılar. Sonra işi eşkiyalığa vurdular. Anadolu’da Tarsus’tan bas¸layarak, Toroslar’ı takiben, Sivas’tan ve Erzincan’dan Giresun’un doğusuna çekilen bir hattın batısında kalan bölgelerde yoğun suhte ayaklanmaları görüldü. (Akdağ’a göre isyanlar Kürt bölgelerinde çıkmamış, Türk bölgelerine münhasır kalmıştı, yani adeta ‘milli’ nitelikteydi.)
Suhteler Selanik, Üsküp, Gümülcine gibi Balkan şehirlerine kadar uzanan geniş bir coğrafyada önce zenginlerin evlerini, sonra sıradan insanların evlerini bastılar, yakışıklı çocuklarını (bunlara ‘yüzü tüysüz oğlan’ anlamına ‘sâderû’ diyorlardı) kaçırdılar. Kaçırma olayına ‘oğlan çekme’ deniyordu. Bazı yerlerde hocaları da öğrencilere yardım ediyordu. Baskınlardan paylarını alan devlet görevlileri vardı. Olaylar Kanuni döneminin (1520-1566) son yıllarında tırmanışa geçen suhte ayaklanmaları onun oğlu II. Selim döneminde (1566-1574) zirveye çıktı. Etrafı yağmalayan suhteler, güvenlik güçleri takip edince dağlara kaçıp, saklanıyor, bahar geldiğinde tekrar şehir ve kasabaları yağmalıyorlardı. Suhte ayaklanmalarını bastırmak için ‘il eri’ denilen özel kuvvetler kuruldu. Ancak suhteler bunlara, hatta zaman zaman Yeniçeri ocaklarına bile baskınlar düzenlediler. Suhte sorunu ancak yüzyılın sonlarında hafifledi ancak yerini işsiz askerlerin de katılmasıyla birlikte 1610’a kadar sürecek olan Celali İsyanları aldı…
Bu ‘yıkıcı’ parantezi kapatıp yine, ‘zevk-u sefa’ faslına dönelim.
## Tüysüz oğlanlar kılavuzu
II. Selim, III. Murad ve III. Mehmed dönemlerinin tarihçisi, divan katibi, valisi Gelibolulu Mustafa Ali (ö. 1600), Divân’ında "Zenne rağbet eder mi âkil olan/Tab-ı Ali civâne maildir." (Aklı başında olan kadına eğilim gösterir mi? Ali'nin yaradılışında delikanlıya yöneliş vardır) demiş, dönemin eşcinselliğe bakışını en güzel özetleyen eserlerden biri olan Mevâidün Nefais fi Kavaidil-Mecalis’i (Görgü ve Toplum Kuralları Üzerinde Ziyafet Sofraları) kaleme almıştı. Bu kitapta eşcinsellik (oğlancılık) toplumun bir gerçeği olarak bir yandan kabulleniliyor ve konuyla ilgili ayrıntılı bilgiler verilirken, bir yandan da kötüleniyordu.
Gelibolulu Mustafa Ali, Mevâid'in çeşitli bölümlerinde Osmanlı eyaletlerinde yaşayan çeşitli ırk ve etnik kökenden toplumların delikanlıları hakkında kısa kısa bilgiler veriyordu. Örneğin "Tüysüzler soyundan namert lokması olanların çoğu Arabistan piçleri ve Anadolu Türklerinin veled -i zinalarıdır, onların sürdüğü güzellik ve cazibe süresini hiçbir diyarın tüysüzleri sürmez," diyordu. Örneğin "Edirne, Bursa ve İstanbul'un ince bellileri her yönden kusursuzlukta ve güzellikte onlardan ileridir," diyordu. Örneğin "Kürt tüysüzleri, anadan doğma evbaş olanların tecrübesine göre sağlıklı, yumuşak ve uysal ve her ne teklif olunsa dinleyip yapmaları çok olur. Hele bellerinden aşağısını kına ile boyatır, dizlerine ininceye kadar boyanarak kendilerini süslerler," diyordu. "Uzun boylu, salınarak yürüyenleri kullanmak isteyenler Rumeli köçeklerinden şaşmasınlar. Kul cinsinin de Yusuf çehreli Çerkeslerinden ve Hırvat asıllıların nefesleri mis kokanlarından sakın usanıp bezmesinler," diyordu. "Ama Gürcü, Rus ve Görel cinsi, öteki esnafın gübresi gibidir. Onlara bakarak Macar soyundan olanlar, başka tayfaların tabiata uygun ve makbul olanlarıdır. Gel gelelim, çoğu efendisine, hıyanet eder; düşüp kalkmalarından, davranışlarından her kişi onların çirkin yönlerini görür," diyordu. "Şaşılacak olan budur ki Mısır evbaşları Habeşlilere düşkündür. Araya soğukluk girer, her biri insanın samurudur, derler. Aslında yatak hizmetinde usta olurlarmış, yani esbap buhurlamayı, yatak ve yastık döşemeyi candan isterlermiş. Erkeğinde, dişisinde adamlık belli imiş: her ne semte görülürse uysal ve güzel davranarak yumuşaklık göstermeleri kolaymış," diyordu...
## Emirgân adı nereden geliyor?
Bundan çeyrek asır sonra, IV. Murad (1623-1640) İran Seferi sırasında Revan kalesini kendisine savaşsız teslim eden kale kumandanı Emirgûneoğlu Tahmasp Kulu Han adlı bir eşcinseli İstanbul’a getirecek, adını Yusuf yapıp musahipliğine atayacaktı. Padişahın Yusuf Paşa’ya verdiği hediyelerden biri bugün Emirgân dediğimiz semtteki ‘Feridun Bahçesi’ idi. Dimitri Kantemir ve Eremya Çelebi’ye bakılırsa, padişah bu bahçedeki konakta, Musa Çelebi ve Silahtar Mustafa Paşa gibi dönemin ünlü eşcinselleri ile sabaha kadar oturak alemleri düzenlerdi. Bir yandan da, halkın ahlak bekçiliğini yapardı. Öyle ki IV. Murad devrinde, bazı kaynaklara göre 14 bin, bazılarına göre 20 bin kişi kahvehanelere gittiği, tütün, afyon veya içki içtiği gerekçesiyle katledilmişti… Üstelik bu katliam işinde padişah da bizzat yer almıştı…
Halbuki dönemin açık sözlü yazarı Evliya Çelebi’den öğrendiğimize göre o tarihlerde eşcinsel meslek erbablarına ‘hizan-ı dilberan’ (düşkün ahlaksız gençler) denirdi. Bunlar ‘defter-i hîzan’a kaydedilerek devlet tarafından vergilendirilirdi. Çelebi’ye göre "Hîzân-ı Dilberân esnafı nefer (kişi) 500, bunlar bir alay yersiz, yurtsuz, düs¸kün, ahlâksız, yüzsüzlerdir ki kendi kadir ve kıymetlerini bilmeyip Babulluk’ta, Kalatyonoz’da, Finde’de, Kumkapı’da, San Pavla’da, Meydancık’ta, Kiliseardı’nda, Tatavla’da ve çes¸it çes¸it içki içilen yerlerde sürü sürü gezip boğazı tokluğuna avlanırkan subaşı tuzağına düşüp sonunda defterli olur" idi. Çelebi’ye bakılırsa yine o tarihlerde "Deyyuslar esnafı" 212 kişi, "Ahmak pezevenkler esnafı" 300 kişi idi. Bu kişiler diğer meslek erbabıyla birlikte, padişahı İran Seferi’ne uğurlayan esnaf alayına katılmışlardı üstelik…
## Genç Osman’ın başına gelenler
Evliya Çelebi’nin konumuzla ilgili bir başka ifşaatı da, I. Ahmet’in talihsiz oğlu Genç Osman’ın kendisini tahttan indiren Yeniçeriler tarafından öldürülmeden (1622) önce ırzına geçildiğiydi. Ancak Seyahatname’nin bu sayfaları, 1896 yılında orijinal yazmayı ilk kez yayımlayan kurulun içindeki Necib Asım Bey tarafından yırtılarak imha edildiği için bunu yakın tarihe kadar duymamıştık. Asım Bey bu eylemini şu tanıdık sözlerle gerekçelendirmişti: "Tarihimiz için bu sayfa kara bir lekedir. Bunu gelecek kuşaklara göstermek doğru olmadığı için yırttım!"
Biz de bu ‘kara’ sayfayı kapatalım ve resmi tarihçilerin ‘Lale Devri’ adını taktığı III. Ahmed döneminin (1718-1730) ünlü şairi Nedim’in lise kitaplarında kesinlikle rastlayamayacağınız şu beyitle neşelenelim: "İzn alub cum'a nemâzına deyû mâderden/Bir gün uğrılayalım çerh-i sitem-perverden/Dolaşub iskeleye doğrı nihân yollardan/Gidelim serv-i revânım yürü Sad'âbâde."
Günümüz Türkçesiyle şair şöyle diyor: "Annenden cuma namazına gideceğiz diye izin alıp sitemlik felekten bir gün çalalım. Gizli yollardan iskeleye doğru dolaşıp, yürü selvi boylu sevgilim Sadabad'e gidelim." Nedim’i (ve benzer temaları işleyen, Kanuni dönemi şairleri Baki’yi ve Fuzuli’yi) savunmak için ‘Divan şiiri sembolizminden’ dem vuracaklara: "Kadınlar cuma namazına gitmediklerine göre, Nedim'in ayartmaya çalıştığı servi boylu, erkek familyasından biri olmalı", deyip yolumuza devam edelim.
## Enderunlu Fazıl’ın oğlanları
Neyse ki, 18/19. yüzyıl divan şairlerinden Enderunlu Fazıl Bey (ö.1810) oğlan sevgililerinden övgüyle bahseden açık sözlü biriydi. "Şairiz, şeyn verir şanımıza/Giremez fahişe divanımıza'" (Fahişeler kitabımıza giremez, şairiz, bu şanımıza leke sürer) şeklindeki ünlü beytin de müellifi olan şairimiz, Defter-i Aşk adlı eserinde dört erkek sevgilisini (ilki adını vermediği bir delikanlı, ikincisi Süleyman Bey, üçüncüsü hanende Şehlevendim Abdullah Ağa, dördüncüsü İsmail adlı bir köçek); bir sevgilisinin merakını gidermek için yazdığı Hubanname adlı eserinde çeşitli memleketlerin erkeklerini; sevgilisinin "kadınlarla birlikte olurum" tehdidi üzerine yazdığı Zenanname adlı eserinde o memleketlerin kadınlarını; Çenginame adlı eserinde döneminin erkek raksçılarını (köçekleri) anlatmıştı. Divan adlı eserinde ise devrin büyüklerine düzdüğü övgüler ve oğlanlar için yazılmış gazeller yer alıyordu.
Daha hamamların eşcinsel kültürdeki yerine, köçeklik geleneğine, Kalenderilik ve Bektaşilikteki ‘mücerretlik’ kültürüne, Yeniçeri Ocağı’ndaki ‘civelek’ taburlarına, musikideki eşcinsel göndermelere ve elbette kadın eşcinselliğine değinemeden yerimiz bitti. (Kadınsız ve geleceksiz bir hayatın tetiklediği, 16. yüzyıla damgasını vuran ‘medreseli’ ayaklanmalarına internet nüshasında kısaca da olsa değiniyorum.)
## Ahmet Cevdet Paşa’nın saptaması
Özetin özeti, eşcinselliğin ayıp sayılması, Batı tipi reformlara hız verilen, dolayısıyla kadın-erkek ilişkilerinin normalleşmeye başladığı Tanzimat Dönemi’nden (1839’dan) itibaren oldu. Dönemin alimi ve resmi tarihçisi Ahmet Cevdet Paşa, Maruzat adlı eserinde son durumu şöyle özetlemişti: "...Kadın düşkünleri çoğaldı, delikanlı meraklıları azaldı. Oğlancılık sanki yere battı. İstanbul’da eskiden beri delikanlılara karşı olan aşk ve ilgi kızlara yöneldi. Sultan Üçüncü Ahmed zamanından beri devam eden Kâğıthane seyri daha fazla rağbet buldu. Gerek orada, gerek Bayezid Meydanı’nda arabalara işaret verme usulü başladı. Devletin önde gelenleri arasında kulamparalığıyla meşhur Kâmil ve Âli Paşalar ile onlara mensup olanlar kalmadı..."
## Okuyucu Yorumları |
200384 | haber | Otobüste genç kıza bluetoothlu taciz | null | # Otobüste genç kıza bluetoothlu taciz
## Bursa’nın Mustafakemalpaşa İlçesi’nde, şehirlerarası otobüste yolculuk yapan genç kızın telefonuna bluetooth aracılığıyla pornografik görüntü gönderildi
Bursa’nın Mustafakemalpaşa İlçesi’nde, şehirlerarası otobüste yolculuk yapan genç kızın telefonuna bluetooth aracılığıyla pornografik görüntü gönderildi
Milliyet'in haberine göre, 3.5 saat süren soruşturmaya rağmen görüntüyü gönderen tespit edilemeyince otobüs yoluna devam etti.
Balıkesir’den Bursa’ya giden otobüste benzerine rastlanmayan ;bir cinsel taciz olayı yaşandı. Otobüste yolculuk yapan 22 yaşındaki S.A.’nın telefonuna bluetooth aracılığıyla uyarı mesajı geldi. Genç kız üçüncü kez tekrarlanan mesajı kabul etti. Gelen mesajın içeriğinde pornografik görüntü olduğunu gören S.A. durumu muavin ve şoföre iletti. Şoför, yapacak bir şeyi olmadığını bildirerek, telefonunu kapatmasını istedi.
Bunun üzerine S.A., polisi arayarak şikâyetçi oldu. Terminalde bekleyen ekipler otobüsteki 30 yolcuyu Asayiş Şube Müdürlüğü’ne götürdü. Telefonları incelenen 30 yolcu 3.5 saat ifade verdi.
## Okuyucu Yorumları |
150942 | haber | Oy kullandığınız sandıktan hangi parti çıktı | null | # Oy kullandığınız sandıktan hangi parti çıktı
## Oy kullandığınız sandıktan hangi partiye kaç oy çıktı. İşte sandık sandık seçim sonuçları.
-
A
+
**T24** - Oy kullandığınız sandıktan hangi partiye kaç oy çıktı. İşte sandık sandık seçim sonuçları. İlinizi, ilçenizi ve sandık numaranızı seçin, sonuçları görün.**OY KULLANDIĞINIZ SANDIKTAN HANGİ PARTİNİN ÇIKTIĞINI ÖĞRENMEK İÇİN TIKLAYIN**
## Okuyucu Yorumları |
150346 | haber | Oy nasıl kullanılır? | null | ## 50 milyon 189 bin 930 seçmen yarın sandık başına gidiyor. Oyların boşa gitmemesi için seçmenlerin...
-
A
+
**T24** - 50 milyon 189 bin 930 seçmen yarın sandık başına gidiyor. Oyların boşa gitmemesi için seçmenlerin oy pusulasının işaretli olmadığına dikkat etmeleri gerekiyor. Üzerinde en küçük bir çizik bile bulunan oy pusulası geçersiz sayılacak.İşte oy kullanırken dikkat edilmesi gerekenler:
Başkan pusulayı gösterecek
YSK’nin 135 sayılı genelgesine göre, sandık kurulu başkanı, oy zarfı ve pusulasının hiçbir tarafında herhangi bir işaret bulunmadığını ve arkasında sandık kurulu mühürü olduğunu kurul üyelerine, gözlemcilere ve seçmene gösterecek.
Seçmen, "evet" mühürü dışında oy pusulasının herhangi bir yerine imza veya işaret yapmaması, düzgün bir şekilde katlayıp zarfa koyup yapıştırması, aksi halde oyunun geçersiz sayılacağı konusunda uyarılacak. Oy verme işlemi ise şöyle yapılacak;
TC kimlik numaralı kimlik
Sandık görevlisine, üzerinde TC kimlik numarası kimliğinizi, varsa seçmen bilgi kağıdınızı verin. Sandık görevlisinden aldığınız oy pusulası ve zarfın üzerinde hiçbir işaret olmamasına dikkat edin.
Pusula, zarf ve mühür ile birlikte kapalı oy kabinine girin. Yanınızda, cep telefonu, görüntü kaydeden herhangi bir cihaz bulundurmayın, varsa kabine girmeden önce sandık görevlisine teslim edin. Başbakan Tayyip Erdoğan, cep telefonu yasağının gerekçesini, "seçmenlere kullandıkları oyun fotoğrafını çekmeleri için yapılan baskı" diye göstermişti.
Evet mührünü dışa katlayın
Oy vereceğiniz partiye ait alana veya bağımsızın adının bulunduğu bölüme "evet" mührünü basın. Pusulaya başkaca herhangi bir işaret koymayın. Pusulayı, mürekkebin bulaşmasını önlemek için dışa doğru katlayın ve zarfa koyun.
Oyunuzun bulunduğu zarfı, şeffaf sandığa atın. Oy kullandığınıza ilişkin imzanızı atmayı unutmayın.
Seçim günü yağış
Milletvekili genel seçimlerinin yapılacağı yarın yurdun büyük bölümü yağışlı geçecek. Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü verilerine göre yağışlar Marmara’nın genelinde ve Batı Karadeniz’in batısında kuvvetli olacak. Orta Karadeniz’de Samsun, Amasya, Tokat ve Çorum hattında yağışlar etkili olacak, İç Anadolu’da hafifleyecek. Doğu Anadolu’nun batısında ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde yağış beklenmiyor.
(Hürriyet -
**Oya Armutçu** )
## Okuyucu Yorumları |
202667 | haber | Özelleştirmelerde yargının söz hakkı alındı, son karar Bakanlar Kurulu'nun | null | # Özelleştirmelerde yargının söz hakkı alındı, son karar Bakanlar Kurulu'nun
## Torba Kanun teklifi Meclis Genel Kurulu’nda kabul edilerek yasalaştı
Torba kanunun içine yine son dakikada sürpriz bir madde eklenerek, yargının özelleştirme kararları by-pass edildi ve son sözü söyleme hakkı Bakanlar Kurulu’na verildi. Bu maddeden geçmişte yargı kararı ile iptal edilen Tüpraş’ın yüzde 14.76 hissesinin Ofer’e satışı, SEKA kağıt fabrikasının Albayrak Grubu’na satışı ve Seydişehir Alüminyum’un Cengiz İnşaat’a satışı yararlanabilecek.
Bazı üst kurul başkanlarının görev süreleri ile özelleştirme davalarında ‘imkânsızlık’ halinde mahkeme kararlarının uygulanmayabileceğini öngören Torba Kanun teklifi Meclis Genel Kurulu’nda kabul edilerek yasalaştı. Torba yasaya son dakika sürprizi ile özelleştirme uygulamalarına yönelik açılan davalarda, ihaleyi kazanan yatırımcıya devrin ardından iptal kararı verilmesi sebebiyle oluşacak fiili imkânsızlık karşısında geri dönülemeyecek bir yapının ortaya çıkması halinde Bakanlar Kurulu’nu yetkili kılan bir madde de eklendi. Bu karar ile geçmişte satışı yapılan ancak mahkeme kararı ile işlemi durdurulan özelleştirmelerde Bakanlar Kurulu "Devam" diyebilecek.
##
Canikli: Devlet zararlı çıkıyor
AKP Grup Başkan Vekili Nurettin Canikli, bir özelleşmeden yıllar sonra yargının iptal kararı verebildiğini, bu durumda devletin büyük bir zararla karşı karşıya kalabildiğini söyledi. Özelleştirilen yere büyük miktarda yatırım da yapıldıktan sonra onun devlet tarafından geri alınmasının mümkün olmadığını ifade eden Canikli, geçmiş hükümetlerde de bu yöndeki yargı kararlarının Bakanlar Kurulu ve Özelleştirme Kurulu kararlarıyla uygulanmadığını örneklerle anlattı.
##
Piyango vuran özelleştirmeler
Danıştay’ın kamu menfaati bulunmadığı gerekçesiyle iptal ettiği özelleştirmeleri meşrulaştıracak yasa maddesi geçen yıl da gündeme gelmiş ancak TBMM’de kabul edilmemişti. Tasarıya eklenen maddeyle Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB), Danıştay’ın özelleştirmelerini iptal ettiği Seydişehir Eti Alüminyum, Tüpraş’ın yüzde 14.76’lık hissesi, SEKA Balıkesir ve Kuşadası Limanı için açılan davalardan sıyrılmış olacak. Danıştay tarafından iptal edilmesine rağmen, hükümetin af paketine eklediği özelleştirmelerle ilgili süreçler şöyle:
**1) Tüpraş**: ÖİB, Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun kamuya açıklanmayan bir kararını dayanak alarak Tüpraş’ın yüzde 14.76’sını, kurumun tamamının özelleş- tirmeye çıkılmasından 6 ay önce, başka hiçbir aracı kuruluşa haber vermeden Global Menkul Değerler aracılığıyla, yaklaşık 1 yıl önce vefat eden İsrailli işadamı Sami Ofer’e ait 6 fona, o günkü borsa değerinin yüzde 8 altında fiyata sattı. Danıştay 2005’te yapılan işlemi iptal etti ve hisselerin geri alınmasını istedi. 6 ay sonra Tüpraş’ın kalanı özelleştirildiği fiyat üzerinden yapılan hesaplamada kamunun 750 milyon $ zarar ettiği hesaplandı.
**2) Seydişehir Eti Alüminyum**: Mehmet Cengiz’e Haziran 2005’te peşin 290 milyon dolara verildi. Cengiz’e, Eti Alüminyum ile beraber Oymapınar santralının da verildiği ve bu santral için bir bedel alınmadığı ortaya çıkınca Danıştay, satışı 2007’de iptal etti. Enerji Bakanı Taner Yıldız, iade edilmeyen Eti Alüminyum’da, Oyma- pınar üzerinden kamunun 268 milyon TL zarar ettiğini açıklamıştı.
**3) Seka Balıkesir:** ÖİB, 51.2 milyon dolarlık değeri olan SEKA Balıkesir Kağıt Fabrikası’nı 1.1 milyon dolara Yeni Şafak gazetesinin sahibi Albayrak ailesine verdi. Bursa 2. İdare Mahkemesi satışı iptal etti, Danıştay da kararı ‘yerindedir’ diyerek onadı.
**4) Kuşadası Limanı: **2003’te yapılan ihalede İhale Komisyonu, birinci olan şirket ödeme yapamazsa ihalenin iptal edilmesine karar verdi. Ancak ihale onanmadı ve ÖYK, kararı değiştirerek ikinci sırada olan Sami Ofer-Mehmet Kutman ortaklığını sıralamaya soktu. Limaş ödemeyi yapmayınca, liman Ofer-Kutman’a kaldı. Danıştay ihaleyi iptal etti.
## Okuyucu Yorumları |
111228 | haber | Özlem Tekin: Ben öyle kızlarla oturup çay içecek bir tip değilim | null | # Özlem Tekin: Ben öyle kızlarla oturup çay içecek bir tip değilim
## Türk Rock'ının en güçlü kadın seslerinden Özlem Tekin, hayatını Ayşe Arman'a anlattı.
Ayşe Arman'ın bugün (14 Kasım) Hürriyet gazetesinde yayımlanan söyleşisinin tam metni şöyle:
**T24-**Türk Rock'ının en güçlü kadın seslerinden Özlem Tekin, 2.5 yıl önce yerleştiği Bodrum, Gündoğan'da, emekli hayatı yaşamadıklarını eşiyle birlikte iş ürettiklerini söyledi. Bu sürede "Domates yetiştirmedik, iş ürettik. İki sinema filmi bir kocaman albüm kotardık" diye konuştu. Ailesi, çocukluk yılları müziğe ve hayata bakışı ile ilgili her şeyi Hürriyet yazarı Arman'a anlatan Tekin, "Ben hiçbir zaman kadınsı bir tip olmadım. Sahneye de hep erkek tavırlarıyla çıktım. Yakın arkadaşlarım da çoğunlukla erkeklerdi. Ben öyle kızlarla oturup çay içecek bir tip değilim yani" dedi.Ayşe Arman'ın bugün (14 Kasım) Hürriyet gazetesinde yayımlanan söyleşisinin tam metni şöyle:
**Tekin Ailesi’nde hayat nasıldı?**
- Ooo çok sesli. Komik. Eğlenceli. Üç kız kardeşiz. En küçükleri benim. Disiplin de vardı neşe de...
**Babanız Türk dili edebiyatı profesörü. Bu sizi nasıl etkiledi?**
- Hep akademik bir durumumuz vardı. Kütüphaneler, üniversiteler, kitaplar, burslar, bizim hayatımızın hep çok içindeydi. Ticaretle uğraşan bir ailede büyüyen birinden farklıyımdır o anlamda. Üniversite, okul ve eğitim gözünden bakmışımdır hep hayata.
**Babanızın bir de yurtdışı macerası var...**
- Evet, evet. Burada üniversiteyi bitiriyor, annem ve büyük ablam Hilal’i de peşine takıyor, ver elini Amerika, 17 sene Kaliforniya üniversitelerinde hocalık yapıyor...
**Ne şahane, neden geri dönüyor...**
- Çünkü benim adım Özlem! Memleket özleminden dönüyorlar.
**Hangi değerler önemli ailede?**
- Okumak. Ama, "Otur, ders çalış!" anlamında değil. O anlamda da bir baskı yoktu, bizde zaten ders çalışılması gerekirdi. Hiç kimseye söylemeden ödevinin başına oturan çocuklardık, boş zamanlarında mutlaka kitap okuyan çocuklar...
Müzik, sizin hayatınıza ne zaman ve nasıl giriyor?
**11 YAŞINDAKİ HEAVY METALCİ** Müzik, sizin hayatınıza ne zaman ve nasıl giriyor?
- Hiç eksilmiyor, hep var. Çünkü ergen bir ablanın olduğu bir eve doğuyorum. Sürekli rock dinleniyor. Sonra evde piyano var, iki abla da çalıyor.
**Kıskandınız mı onların piyano çalmasını...**
- Tam tersine. Bana da öğrenmek için fırsat doğdu. Benim küçük ablam, öğrendiği her şeyi bana öğretir. Böyle bir huyu vardı, benden önce okulda matematikte yeni bir şey öğrendiyse, benim de öğrenebileceğimi düşünüyorsa hemen gösterirdi. Piyano çalmayı da onlardan öğrendim.
**Rock ve heavy metale merak salmak, 11 yaşındaki bir çocuk için normal mi?**
- Tabii ki değil! Ama 11 yaşındaki bir çocuğun Deep Purple ve Led Zeplin dinlemesi de normal değil. Ben bir önceki jenerasyondan gelen rock’lara da çok aşina olduğum için, heavy metale de kolay adapte oldum.
**Tevfik Fikret’te okumak hayatınızı nasıl şekillendirdi?**
- Biraz zor bir okuldur. Çok çalışman gerekir, başka bir şey yapamazsın. Sorumluluğunu bilen bir çocuk olarak hep ders çalıştığımı hatırlıyorum.
**Sizi Tevfik Fikret’ten arkadaşlarınız nasıl hatırlar...**
- Okulun ilk ve son metalcisi olarak...
**Nasıl açıklıyorsunuz o yaşlarda metalci olmanızı. Bir sebebi var mı?**
- Yok. Ama o yaşlarda, size ne havalı geliyorsa, onu yapmak istiyorsunuz. Ama müzik bilgim çok sağlamdı, yeni çıkan bütün albümleri bilirdim, onun da etkisi var. Sahne yeteneğim de cabası. Sokaktan çocukları toplar, şarkı söylerdim.
**Siz yoksa o simsiyah giyinen heavy metalci çocuklardan mıydınız?**
- Aynen! Siyah pantolon, siyah tişört, siyah gömlek, simsiyah makyaj. O, bir duruş. Hem havalı olduğunu düşünüyorsun hem de, "Ben size benzemiyorum!" mesajı çakıyorsun. Yaş ilerledikçe o duruş farklı bir şekilde tezahür ediyor. Herkes güvenli bir hayatın peşinden koşarken, sen kafana göre bir hayatı tercih ediyorsun. Aslında 13 yaşında simsiyah giyinmekle aynı şey...
**Hacettepe’de klarnet okudunuz. Konservatuvar yıllarından kalan en önemli şey...**
- Güzel müzik yapmayı, dinlemeyi ve icra etmeyi öğrendim.
**Neden klarnet?**
- Sesi çok güzel bir enstrüman. Şarkı söylemek istiyordum ama şan tekniği ile değil. Doğru bir seçim yaptığımı düşünüyorum. Üniversitede okurken artık sahnedeydim, rock grubum vardı. Bir taraftan okula gidiyordum, bir taraftan da solistlik yapıyordum.
**İnsanlar nasıl karşılıyordu peki?**
- Konservatuvarda okuyanlar arasında, rock solistliği yapana pek fazla rastlanmaz, daha çok caz tercih ederler. Bir de değişik giyinmeyi severim. O zamanlar iyice abartıyordum. Biraz tuhaf karşılandığımı itiraf etmeliyim.
İnsan üniversitede okurken rock barlarında çıkınca, erkeklerle ilişkisi nasıl oluyor? Bu kadını çabuk götürebilirsin diye mi düşünür erkekler...
**KIZLARLA OTURUP ÇAY İÇEÇEK BİR TİP DEĞİLİM**
İnsan üniversitede okurken rock barlarında çıkınca, erkeklerle ilişkisi nasıl oluyor? Bu kadını çabuk götürebilirsin diye mi düşünür erkekler...
- Onlara sormak lazım, beni ilgilendirmiyor gerçi ne düşündükleri...
**İnsan genellikle bilir karşısındakinin aklından geçenleri, kendisini nasıl algıladığını...**
- Ben hiçbir zaman kadınsı bir tip olmadım. Sahneye de hep erkek tavırlarıyla çıktım. Yakın arkadaşlarım da çoğunlukla erkeklerdi. Daha rahat ederim onlarla, kankalık denen şey vardır ya, daha güzel iletişim kurarım. Ben öyle kızlarla oturup çay içecek bir tip değilim yani...
**Dolayısıyla, bir ‘yavşamaları’ olmadı, onu mu söylemeye çalışıyorsunuz...**
- Evet. Bir gönül ilişkisi yaşamak istediysem de yaşadım...
**Siz hiç feminen olmadınız mı? Dişi, dişi!**
- Olmadım. Hâlâ olamıyorum. İçimdeki kadını bir türü dışarı çıkartamadım. Geri durdu hep. Allah beni böyle yaratmış.
**Neden? İnsanlar daha küçükken ‘erkek Fatma’ olur ama sonra normale döner ya...**
- Ben dönemedim. Sevmedim. Böylesi daha güzel, daha gerçek gibi geliyor bana. Dişilik numaralarını yapmacık buluyorum. Feminen davranma, kız şeyleri filan... Vakit kaybı...
**Anladık kadın olduğunuzun altını fosforlu kalemlerle çizmiyorsunuz, peki arada olmaz mı daha kadınsı olmayı istediğiniz... Canınızın çektiği... Topuklu ayakkabı giymek, biraz kokoş olmak...**
- Deli misin, onlarla yürüyemiyorum bile, üzerinde duramıyorum! Varsa bile, bir çekim için filan almışımdır. Bu son oynadığım filmde öyle fırfırlar, uzun etekler filan giyiyorum, feci...
**Sonra İstanbul’a geldiniz ve Mimar Sinan yılları... Niye insan konservatuvarın üzerine bir de müzikoloji okumak ister?**
- Akademik ailede büyümenin sonucu. Baban hâlâ okulda olduğu için, bir okul bitince, üzerine bir şey daha okuman gerekiyor gibi geliyor. Ama Volvox’ta olduğum dönemdi, yürümedi ikisi, konservatuvarı bitirdiğimle kaldım.
**Volvox nasıl bir dönemdi? O yıllarda, kadın rock grubu ne kadar ileri bir şeydi?**
- Çoook. Kadınların rock dinlemesi bile tuhaftı o yıllarda, değil ki müzik yapmaları. "Ne biçim çalıyorlar!" demesinler diye de eşek gibi çalışıyorduk. Rock grubu olmak eğlencelidir. Aslında doğru sıfat şu: Havalıdır. Evet, çok havalıydık! Konserden önce bir araya gelmeler, sırayla aynı aynayı kapıp makyaj yapmalar, birbirimizde kalmalar, eğlenceliydi. İki buçuk sene hiç durmadan çaldık.
** MEŞHURLUĞUN EL KİTABINA UYMADIMVe sonra ‘Aşk Her Şeyi Affeder mi?’ albümünüz çıktı, hatta patladı...**- Evet, 26 yaşındaydım...
**Şaşırmadınız mı?**
- Yok, hayır. Ben böyle olacağını bilerek yetiştirdim kendimi. "Önce bu işi okulunda öğreneceğim, sonra sahne tecrübesi edineceğim, sonra büyük şehre yerleşeceğim, ondan sonra kendi bestelerimi yapıp, albüm çıkaracağım" Planım buydu. Hep ne yaptığımı bildim yani, bir yerden bir yere sürüklenmedim. Meşhur olmak da beni şaşırtmadı, zaten kendimi hep meşhur hissediyordum. Ve en önemlisi, "Bu meşhurluğu elimden kaybetmemek lazım" türünden bir korkum yoktu...
**Nasıl yani?**
- Piyasadaki pek çok isim, yetenekli olanları bile, "Aman çok aşırıya kaçmamayım, benzer besteler yapayım da tutsun!" diye düşünür. Ben öyle değilim, istediğim her türlü besteyi yapabilecek yetenekte bir insanım. Ben ne yaşadıysam, onun müziğini yaptım. ‘Aşk Her Şeyi Affeder mi’ de dönemine göre çok ileriydi. Bir kadının çıkıp, rahat rahat söyleyeceği bir şarkı değildi. Kaç yıl geçti, hâlâ söyleyen yok. Bütün rockçılar kendilerini acındırıp duruyorlar rock şarkılarında. Hiç kuvvetli bir söz yazmış ya da yaptığı bir hatayı bağırarak söyleyecek biri daha çıkmadı.
**Ağır eleştiri bu aslında...**
- Ama gerçek bu. O tip şarkılara insanlar bulaşmak istemiyorlar. Daha orta yol şarkılar tercih ediyorlar. Kimseyi kızdırmayacak, herkesin kabul edebileceği sözleri seçiyorlar. Güya rock müziği, sözler yumuşak yumuşak...
**Peki o şarkı neydi? Kadınlara verilen bir özgürlük bir mesajı mı?**
- Benim şarkılarımla özgürlük mesajı vermek gibi bir derdim yok, ben yaşantımla örneğim zaten.
**Nasıl yani?**
- Bu toplumda var olabilmek için herkes gibi yaşamak zorunda değilsin, herkesin yaptığını yapmak zorunda değilsin. Zaten herkes bir kalıbın içerisinde Türkiye’de. Düğüne gidiyorlar ama dans etmiyorlar. Hayat coşkuları yok, biblo gibi giyinip yan yana diziliyorlar.
**Sonra ‘Dağları Deldim’... Ve o albümle tavan yaptınız ama çekip gittiniz... Neden?**
- Çünkü diğer üç albümde yaptığım şeylerin aynısını yapmam gerektiğini söylediler. "Bu ülkede albüm çıkarınca, Okan’ın programına, Beyaz’ın programına, o zaman Hülya Avşar’ın da programı vardı, ona çıkacaksın, şu kişiye röportaj vereceksin, şu magazin ilavesinde yer alacaksın! Oyunun kuralı bu!" "Niye aynı programlara katılayım, aynı televizyon şovlarına çıkayım ya" dedim. Artık başka bir şey yapmak istiyorum hissi geldi. Rutin geldi, memuriyet gibi geldi. ‘Dağları Deldim’ gibi bir albüm yapan insanın onları yapmaması gerekiyordu. Yapmadım. Amerika’ya gittim ve boks yaptım. O kadar iyi geldi ki. Benim enerji fazlam var. Bir şekilde onu çıkartmam gerekiyor. Heavy metalden gelme benim gibi birini de yoga kesmiyor, n’apiim. Türkiye’de kick boksa başlamıştım, Amerika’da boksa kaydım. Epey bir kaldım.
Bir kadın neden boks yapar...
**LEZBİYEN DEMELERİ UMURUMDA DEĞİL** Bir kadın neden boks yapar...
- Feminen bir şey değil ya, ondan cazip geliyor!
**Hep maskülen maskülen, arada hiç korkmadınız mı, "Bunlar bana lezbiyen bile derler!" diye...**
- Diyebilirler, şimdi bile diyorlardır. Desinler. Umurumda değil. Benim çevrem nasıl yaşadığımı, ne yaptığımı bildikten sonra, problem yok.
**Bu sizinki nedir? Düzene isyan mı? Hep, "Hadi len!" gidişi mi?**
- Birine kızgınlık değil. "Bu kadarı bana fazla!" diyorum ve gidiyorum. "Gideyim de gününüzü görün" değil yani.
**Meşhurluğun el kitabına kafa tutuyorsunuz siz!**
- Evet, öyle yapıyorum. "Şu sıklıkta haber olacaksın, şuralarda görüneceksin, şöyle bir arabaya bineceksin?" Ben çok uzağım bu tür şeylere. Ben meşhur kalabilmek için düzene yapışmayı tapon buluyorum.
**Arada ‘9, 8, 7, 6, 5’ diye hiç ticari olmayan bir heavy metal albüm yaptınız. Ve sonra aşk geldi. Prodüktörünüz Cem Öcal ile evlendiniz ve küt diye Bodrum’a yerleştiniz?**
- Evet.
**Niye evlendiniz?**
- O bir his, "Hah, işte o bu!" dedik karşılıklı. Daha önce de uzun ilişkilerim oldu ama dememiştim. İş hiç oraya gelmemişti. Bunda geldi. İyi ki de gelmiş.
**Bodrum’a yerleşmek erken emeklilik mi?**
- Alakası yok! Bodrum’a yerleştik diye domates yetiştirdiğimizi zannediyorlar. Gerçi onu da yapıyoruz ama son bir buçuk yıla iki sinema filmi ve bir de koca albüm sığdırdık. Burası emekli olma yeri değil, yaşamını değiştirmek istiyorsan geleceğin yer...
**Niye Bodrum?**
- Çünkü İstanbul’da hep kick boks yapmak istiyorum, burada istemiyorum. Çirkin buluyorum İstanbul’daki yaşam şartlarını. Kendime haksızlık olarak görüyorum. Pis hava solumak istemiyorum. Benim en büyük lüksüm, pahalı bir araba değil, temiz hava. Camı açtığım zaman, tertemiz çiçek kokusu gelsin. Orada vıcık vıcık her yer insan dolu, ben tenha olsun istiyorum. Kornalar çalıyor, her yer pis, kedilerin bacağı kopuk, bu tür şeyler görmek istemiyorum. Bıktım ben suratı asık, sinirli, gergin insanlardan. İstanbul benim için bu. Çok sinirli şoförler, her an kavgaya hazır insanlar, bezmiş kadınlar. Mutlu insanlar görmek istiyorum, sağlıklı sokak hayvanları, neşeli çocuklar. Burası öyle?
**Herkesin 60’tan sonra yapmayı planladığı bir şeyden söz ediyorsunuz...**
- Neden bunun için 60’a kadar beklemek gerekiyor anlamıyorum. Bodrum olması da şart değil, yeter ki sayfiye olsun. Tabii ki serbest meslek gerekir, düzenli işte çalışanlar ne yaparlar bilmiyorum. Ama buralardaki insanlar da boş oturmuyor.
**İyi de aynı zamanda siz, meşhur Özlem Tekin’siniz, arada "Benim burada ne işim var!" dediğiniz olmuyor mu? Beyoğlu’nu, rock barları hiç mi özlemiyorsunuz?**
- Katiyen. Ankara’dan İstanbul’a taşınınca, "Ay özlemiyor musun Ankara’yı" dediler. Hiç. Ankara bitmişti benim için. İstanbul’a geldim, artık orası da bitti. Ben geçmişte, gece gündüz o kadar gezdim, o kadar eğlendim ki, artık "Kalkayım da bir bara gideyim" aklımın ucundan bile geçmiyor. Bir şeyi zamanında yaparsan, içinde ukde kalmıyor.
**Eşiniz Cem, sizin bilinenin aksine çok evcimen ve domestik olduğunuzu söyledi...**
- Evet. Deri ceketle pizza almaya gider gibi duruyorum di mi? Yaparım, çok da yaptım. Ama ben aynı zamanda, çok domestik ve evcimenim, şahane yemekler yaparım.
**Evcimen olmak, rock ruhunu çiziyor mu? Hani rock, yola getirilemeyen, eğilip bükülmeyen, düzene ayak uydurmayandır ya...**
- Valla bizim tanıdığımız bütün rockçılar, evlendi, çoluk çocuğa karıştı. Ozzy Osbourne’a bak, köpekler, çocuklar... Gençlikte olmaz belki, o zaman daha uçarı oluyor insan ama hayat hep aynı kalmıyor. Rock ruhu biçimde değil, özde. Yapabileceğim bir şey yok, ben hem pizzayı motosikletle alan kızım, hem de evde yemek yapmaya bayılan domestik kadın.
**Bodrum’da başka neler yapıyorsunuz?**
- Heykel, bonzai. Botanikle de uğraşıyorum. Bahçe üzerine bir sürü kitap okudum, denemeler yaptım. Bayağı kıvırıyorum. Yeni bitkiler ve sebzeler yetiştirmeye çalışıyoruz. Olmuyor, bir daha deniyoruz, sonuncusunda oluyor...
**Bu adamı neden bu kadar çok seviyorsunuz?**
- Enerjik bir tip. Çok da çalışkan. Biz hiç konuşmadan doğal bir iş bölümü gerçekleştirebiliyoruz. Hayatı paylaşıyoruz, birlikte eğleniyoruz, üretiyoruz, çoğalıyoruz. Bunlar bence aşk...
**Beni tanımlayan sıfat Speedy Gonzales**
Oyunculuk nereden çıktı?
Oyunculuk nereden çıktı?
- Kendiliğinden. Eğitimim yok. Tiyatro bölümünün önünden bile geçmemişimdir. Bir müzikal teklif ettiler, ‘Mucizeler Komedisi’, gerisi çorap söküğü gibi geldi.
**İyi de neyine güvenir insan...**
- Ben insanı yoran bir tipim, sürekli birilerinin taklidini yaparım, durmaksızın hikayeler anlatırım, anlatırken onların kılığına girerim. Meğer yeteneğim varmış da ben farkında değildim. İşin tuhafı, müzikten kazanamadığım parayı, oyunculuktan kazanıyorum. Ve şu anda oyunculuk daha itibarlı. Müzikte starlık da çökmeye başladı. İnternetten indirmelerden beri sektör çok kötü durumda. Müzik o kadar kolay erişilen ve tüketilen bir şey oldu ki, hiç üstünde durulmuyor, yeni biri mi çıktı, kimsenin umrumda bile değil. Özen kalmadı. Dinleyici de özenmiyor. Ama ben yine de albüm yaptım, yapacağım da, ama çok masraflı oluyor.
**Bu son film...**
- Nezih Ünen’in filmi, bitmek üzere. Bir buçuk aydır çekiyoruz, bir aşk filmi. Kendimi bir aşk filminde göreceğimi zannetmezdim. Ama güzel oluyor, müzikleri de harika.
**Rolünüze ne kadar çalışırsınız?**
- Çalışmam. Doğallığını kaybeder çünkü. Metodik şeylere pek inanmıyorum. Müzikte çalıştıkça daha iyi olursun ama oyunculukta öyle değil. Yönetmenle konuşuyorum, neler tasarladığını öğreniyorum, içgüdülerimle role dalıyorum.
**Kendinizle dalga geçebilir misiniz?**
- Geçerim. Hatta herkesten önce yakalamaya çalışırım gerzekliğimi. Biraz da yırtmak için tabii...
**Sizi tanımlayan en önemli sıfat...**
- Speedy Gonzales. Benden çok alırsan, overdose’dan gidersin, o yüzden azar azar alması karşımdaki için daha faydalı...
**Kocanızın işi zormuş!**
- Tabii, niye evlendim sanıyorsunuz!
**Özlem Tekin mi? O da kim**!
**Hayvanları seviyorsunuz ama kendinize özgü yöntemlerle...**
- Evet, evet. Vakıf, dernek işlerine asla girmiyorum. O yardımın, yerine ulaşacağından emin olamıyorum çünkü. Ben gözümle gördüğüm, kendi başıma yapabileceğim şeyleri tercih ediyorum. Sokakta yaralı bir kedi görürsün, veterinere götürür tedavi ettirirsin, alırsın bir köpeği kısırlaştırırsın, bugün bir buzağı gördüm mesela, köpekler saldırıyordu, aralarına almış oyun yapıyorlardı, onu kurtarırsın. Budur. Ben böyle şeyler yapıyorum. Yoksa şu bilmem ne vakfının, bilmem ne yararına yemeğine git. Gitmem.
**Arada Özlem Tekin’liğinizden sıkılıp başka biri gibi davranmak istediğiniz oluyor mu?**
- Özlem Tekin mi? O da kim?
**Arabanı bile aşkla yıkayacaksın**
Aşk ne ifade ediyor?
Aşk ne ifade ediyor?
- Çok şey. Aşkla yapılan her şey, insanı zenginleştiriyor. Gerisi fasa fiso zaten. Bir şeyi yaparken, yaratırken, kollarken için titriyorsa, aşkla yapıyorsan tamamdır. Arabanı bile aşkla yıkayacaksın. O zaman yaşadığını hissediyorsun. İkili ilişkilerde de açık olacaksın ve korkmadan, çekinmeden yaşayacaksın. Aklı fazla işe karıştırmadan...
**Aşk, her şeyi affeder mi?**
- Gerçek aşk eder, etmeli zaten...
## Okuyucu Yorumları |
221803 | haber | Pargalı İbrahim Paşa idam edildi, mezarı ziyaretçi akınına uğradı | null | # Pargalı İbrahim Paşa idam edildi, mezarı ziyaretçi akınına uğradı
## Pargalı İbrahim’e ait olduğu iddia edilen mezar ziyaretçi akınına uğradı
"Muhteşem Yüzyıl" dizisinde Veziriazam Pargalı İbrahim Paşa'nın Kanuni Sultan Süleyman tarafından öldürtülmesinin ardından, Pargalı’nın mezarı ziyaretçi akınına uğradı.
"Muhteşem Yüzyıl" dizisi, önceki akşam ekrana gelen bölümüyle izlenme rekoru kırdı. Kanuni Sultan Süleyman, aynı zamanda çocukluk arkadaşı olan veziri Pargalı İbrahim Paşa’nın idam kararını verdi. Pargalı İbrahim yediği iftar yemeğinin ardından uykusunda boğularak öldürüldü.
Milyonları ekranlara kilitleyen infazın ardından İstanbul’un Fındıklı semtinde bulunan ve Pargalı İbrahim’e ait olduğu iddia edilen mezar ziyaretçi akınına uğradı. Diziyi izleyip infazın etkisinde kalan birçok kişi, mezara gidip Pargalı için dua etti.
##
İsimsiz mezar
Tarihi kaynaklara göre, Pargalı İbrahim’in cenazesi Galata Canfeda Zaviyesi’ne defnedildi. Mezar yeri, bugünün Fındıklı semtinde. Ancak ziyaretçi akınına uğrayan mezarın çevresinde, İbrahim Paşa’ya ait olduğunu belirten hiçbir yazı yok. Fındıklı’da oturanlar, son dönemde dizi izleyicilerinin sık sık mezara gelip dua ettiklerini söylüyor. Çevre sakinleri ayrıca mezarı korumaya aldıklarını ve yıkılmaya yüz tutan mezar duvarını onardıklarını dile getirdi.
## Okuyucu Yorumları |
137415 | haber | Pargalı İbrahim Paşa kimle evlendi? | null | # Pargalı İbrahim Paşa kimle evlendi?
## Zaman gazetesi yazarı Hilmi Yavuz, Osmanlı Devleti padişahlarından Kanuni Sultan Süleyman devrini konu alan "Muhteşem Yüzyıl" dizisini köşesine taşıdı.
**T24 - **Zaman gazetesi yazarı Hilmi Yavuz, Osmanlı Devleti padişahlarından Kanuni Sultan Süleyman devrini konu alan "Muhteşem Yüzyıl" dizisini köşesine taşıdı. Devrin veziriazamlarından olan Pargalı İbrahim Paşa'nın hayatını yazdı. Yavuz, Pargalı İbrahim Paşa için "Sultan Süleyman'a olan ödevleri ile tutkuları arasında ikileme düşmüştür" dedi.
Hilmi Yavuz'un Zaman gazetesinde "Parga'lı İbrahim Paşa: "Tarih ve Edebiyat" başlığıyla yayımlanan (6 Nisan 2011) yazısı şöyle:
Parga'lı İbrahim Paşa: "Tarih ve Edebiyat"
'Muhteşem Yüzyıl' dizisi, Türk yayın hayatını da etkilemişe benziyor. Kanunî Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan üzerine birbiri ardısıra, telif ya da çeviri, kitaplar, biyografiler yayımlanmaya başladı. TV dizilerinin kitap satışlarında ciddi oranda bir artışa yol açtığı biliniyor. 'Aşk-ı Memnu' dizisi yayımlandığı sırada, bir kitapevinin vitrininde Halit Ziya'nın romanını gören bir genç kızımızın, yanındaki arkadaşına 'aaaa, bak, Aşk-ı Memnu'nun kitabı çıkmış!' dediğine tanık olanlar bile var!!!
Şaka bertaraf, Türk insanının kitap okuru olmasında TV dizilerinden reyting yapanların belirleyici bir rolü var, ama konumuz o değil! Yayıncıların, Kanunî ve Hürrem'i öne çıkarmalarını anlamak mümkün, ama o dizide, en az Süleyman ve Hürrem kadar, hatta Kemal Tahir'in deyişiyle, her iki ana karakterden çok daha fazla 'drama düşmüş' bir tip var: Parga'lı İbrahim!
İbrahim'in [Dizide Kanunî, onu 'Parga'lı' diye çağırıyor!], 'drama düşmüş'lüğü, dizide vurgulanan yanıyla, Kanunî'nin kızkardeşi Hatice Sultan'a başlangıçta mutlu bir sona bağlanması imkânsız gibi görünen aşkı ve yine dizide vurgulanmayan yanıyla da, ihtida edip Müslüman olsa bile, bir Hıristiyan olarak yaşamayı sürdürmek durumunda kalmasındandır.
Dizi devam ediyor ve Parga'lı, artık veziriazam da olmuştur. Dolayısıyla, büyük bir ihtimalle, dizide Hatice Sultan'la evlenecektir. Gerçekte ise, 'Makbul', daha sonra da 'Maktul' diye anılan İbrahim Paşa'nın, Hatice Sultan'la evlenip evlenmediği konusu tartışmalıdır: Ord.Prof.Dr. İsmail Hakkı Uzunçarşılı'ya göre (Belleten, XXIX 1965), Parga'lı, Hatice Sultan'la değil, Muhsine Hatun adında biriyle evlidir; dolayısıyla 'padişah damadı' değildir. Hatice Sultan'ın kocası, İskender Paşa'dır. Uzunçarşılı, bu kanaatini, Celalzâde, Lütfi Paşa ve Gelibolu'lu Ali'nin tarihlerine dayanarak öne sürüyor.
Çağatay Uluçay ise, 'Kanunî Armağanı'nda yayımlanan 'Kanunî Sultan Süleyman ve Ailesi ile İlgili Bazı Notlar ve Vesikalar' başlıklı yazısında, aksini savunmakta, dolayısıyla İbrahim Paşa'nın Hatice Sultan'ın kocası olduğunu, bir vesikaya ve bazı argümanlara dayandırmaktadır.
Bizim popüler tarih romanı yazıcılarımızın pek ilgisini çekmemiş olsa da, Parga'lı 'Makbul' veya 'Maktul' İbrahim Paşa, özellikle bazı Fransız romancılarının, önemle ele aldıkları bir kimlik olmuştur;- hem de oldukça eski tarihlerden itibaren! İbrahim Paşa hakkında yazılan ilk tarihî roman'ın tarihi 1642'dir;-yani bundan yaklaşık 370 yıl önce!
Dr. Özlem Okur Kasap'ın Frankofoni Dergisi'nin 19. sayısında yayımlanan 'Histoire et Fiction: Ibrahim Pasha, Le Chrétien sous l'Habit de Musulman' başlıklı makalesine göre, bilinen bu ilk İbrahim Paşa romanı, Mademoiselle (Mlle) de Scudery tarafından 'Ibrahim ou l'Illustre Bassa' adıyla yayımlanmıştır. Dr. Kasap, romanın 2000 sayfa ve dört cilt olduğunu bildiriyor. İkinci roman ise, oldukça yakın bir tarihte, 1981'de yine Fransa'da, yayımlanmıştır ve yine bir kadın romancıya aittir. Catherine Clément'ın romanı, 'La Sultane' adını taşımaktadır.
Dr. Kasap, bu iki roman arasında şaşırtıcı benzerlikler buluyor. Bu benzerlik, özellikle Parga'lı İbrahim'in, görünüşte Müslüman olmasına rağmen, Hıristiyan imanını terk etmediği konusundadır. Her iki romancının, Parga'lı İbrahim'i romanlarında merkezî bir karakter olarak konumlandırmalarının temelinde, İbrahim Paşa'nın Hıristiyan kimliği bulunmaktadır.
Biliyoruz: Tarihî romanların gerçeklikle ne kertede örtüştüğü ya da örtüşmesinin gerekip gerekmediği, problematik bir konu. Mlle.de Scudery'ye göre, Parga'lı, yoksul bir Yunanlı balıkçının oğlu değil, tam tersine bir asilzadedir; asıl adı Justinian'dır ve Cenoa'lı aristokrat Paleologos ailesinden gelmektedir; Hatice Sultan'a değil, Paleologos ailesinin can düşmanı olan soylu Grimaldi ailesinden Rodolphe Grimaldi'nin kızı İsabelle'e âşıktır. Sultan Süleyman, kızı Astérie'yi (?) İbrahim'le evlendirmeye kalktığında, Parga'lı her şeyi itiraf eder. Dr. Kasap'ın belirttiği gibi, Parga'lı geleneksel klasisist yaklaşımlarda görüldüğü türden, trajik bir bölünmüşlük içindedir: Sultan Süleyman'a olan ödevleri ile tutkuları arasında ikileme düşmüştür.
Catherine Clément'in 'La Sultane'ı ise, çok daha farklı bir Parga'lı tipi çiziyor. Kanunî'nin Hürrem'e olan tutkusunun sonucunda, Sultanın ilgisini kaybetmekten korkan bir kimlik. Clément'in romanı, İbrahim'in Hıristiyan imanını sürekli vurgulayan sahnelerin öneçıktığı bir roman. [Açıkgöz yayıncılara uyarı: Catherine Clément'in romanının yayın haklarını edinip zinhar yayımlamaya kalkmayın! Benden söylemesi!]
## Okuyucu Yorumları |
163477 | haber | Pet şişede satılan zemzeme yoğun ilgi ANKARA (A.A) | null | # Pet şişede satılan zemzeme yoğun ilgi ANKARA (A.A)
-
A
+
-Pet şişede satılan zemzeme yoğun ilgi ANKARA (A.A) - 19.08.2011 - Hacı Bayram-ı Veli Camisi çevresi başta olmak üzere başkentin bir çok yerinde, pet şişelerde satışa sunulan zemzem, iftarını su yerine zemzemle açmak isteyen vatandaşlarca tercih ediliyor. Diyanet İşleri Başkanlığı ise zemzemin parayla satılmasını doğru bulmuyor. Hacı Bayram-ı Veli Camisi çevresindeki işyeri bulunan Sertaç Ahmet, Ramazan ayı dolayısıyla 250 ml'lik ped şişelerde satışa sunulan zemzem suyuna vatandaşların yoğun ilgi gösterdiği söyledi. Ramazan ayı başında satışlara başladıklarını belirten Ahmet, ''Daha çok iftarını su yerine zemzemle açmak isteyenler tercih ediyor ama günün her saatinde yoğun bir şekilde satılıyor'' dedi. Pet şişedeki zemzemlerden günde ortalama 100 adet sattığını anlatan Ahmet, ''Bu sayı, bazı günlerde daha da artıyor. Çünkü bazı hayırseverler, dağıtımı kolay olduğu için bizden kolilerle aldığı zemzem sularını camide namaz çıkışında dağıtıyorlar'' diye konuştu. Dükkan sahibi Ömer Akıllıok da, eskiden 20 litrelik bidonlarda satışı yapılan zemzem suyunun artık 250 ml, 1 ve 3 litrelik pet şişelerde satışa sunulduğunu ifade ederek, ''En çok satılan zemzem suyu 250 ml pet şişelerde olanlar. Taşınması kolay olduğu için herkes tarafından tercih ediliyor ve su yerine tüketiliyor'' dedi. Akıllıok, 250 ml pet şişelerdeki zemzem suyunun 2, 1 litrelik şişelerdeki zemzem suyunun 5, 3 litrelik şişelerdeki zemzem suyunun 10, 20 litrelik bidonlardaki zemzem suyunun ise 45 liradan satıldığını söyledi. Ramazan ayı başından itibaren satmaya başladıkları zemzem sularının vatandaşlarca büyük ilgi gördüğünü bildiren Akıllıok, ''Hem oruçlarını zemzemle açmak isteyen kişiler hem de hastalıklarına şifa bulmak isteyenlere satıyoruz'' diye konuştu. -''Zemzem suyunun satılması ahlaki değil''- Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Başkan Vekili Zeki Sayar ise, Müslümanların değer verdiği bir su olan zemzemin, satışının ahlaki olmadığını söyledi. Suudi Arabistan'a ibadet amaçlı giden insanların bu suyu içtiğini anlatan Sayar, ''Hz. Muhammed'in (SAV) de zemzemi içenlerin, 'hayırlı ilim istiyorum, bütün hastalıklarıma da şifa istiyorum' diyerek, dua edip içenlerin şifa bulacağına yönelik hadisi bulunmaktadır. Ama bu suyu getirerek buralarda ücret mukabili satmak doğru değildir'' dedi. Zemzemin satılmasına yönelik dinde bir yasaklama bulunmadığını ifade eden Sayar, zemzem suyunun Suudi Arabistan'da da ücret karşılığı satılmasının yasak olduğunu, insanların haddinden fazla götürmelerinin de doğru olmadığını kaydetti. Hacıların, Suudi Arabistan'dan belli oranlarda zemzemi ülkelerine getirmelerine müsade edildiğini anımsatan Sayar, ''Ancak zemzemin, tırla, kamyonla ve arabalarla taşınmasına müsaade edilmiyor'' diye konuştu. Türkiye'de satışı yapılan suyun zemzem suyu olup olmadığını bilmediklerini vurgulayan Sayar, ''Zemzem suyunun satışı ahlaki olarak doğru değil. Hediye olarak getirilen ve insanlara sunulan bir sudur. Şifa niyetine içilen bu suyun ticari bir meta olarak kullanılması uygun değildir'' dedi. -Zemzem suyu- Dünyanın en kurak bölgelerinden birisi olan Arap Yarımadası'nın da en kurak vadisinde 1,5 metre çapında kuyudan çıkan Müslümanlar için kutsal olan zemzem suyunun, yaklaşık 4 bin yıllık geçmişi bulunuyor. Zaman içindeki mineral oranları değişse ve debisi kısmen azalsa da yüzyıllardır su vermeye devam eden zemzem kuyusundan, çok büyük motorlarla hac dönemlerinde yılda bir milyon metreküpten fazla su çekiliyor. Kabaca huniye benzeyen, 3 ana hattan su geldiği tahmin edilen ve kaynağının neresinin olduğu hala bilinmeyen zemzem kuyusunun yüksekliğinin 2 bin metreyi bulan Taif'e kadar gittiği tahmin ediliyor. Kuran-ı Kerim'de herhangi bir ayet bulunmayan zemzem hakkında şunlar naklediliyor: ''Hz. İbrahim (A.S), hanımı Hacer ve oğlu İsmail (A.S) ile Mekke'ye gitti. Hacer ve oğlu İsmail'in yanına bir su kırbası ve biraz hurma bırakan Hz. İbrahim (A.S), Şam'a gitmek üzere geri döndü. Hacer'in, onun peşine takıldı ve 'Ey İbrahim, bizi bu ıssız yere bırakıp nereye gidiyorsun? Bizi kime teslim ediyorsun' sorusuna Hz. İbrahim, Allah'ın emriyle gittiğini söyledi. Şimdiki zemzem kuyusunun üst tarafında ve Kabe'nin yerinin yukarısında bulunan bir ağacın altında kalan Hacer, açıkan ve susayan oğlu İsmail için Safa tepesine çıktı, sonra Merve tepesine geçti. İki tepe arasında 7 defa gidip geldi. İki tepenin arasındaki çukur yeri koşarak geçiyordu. Hacer, çocuğunun halini görmek için döndüğünde, bir ses duydu. 'Ey ses sahibi, sesini duyurdun. Eğer sen bize yardım etme kudretine sahip isen, bize yardım et' diye dua etti. Ondan sonra zemzem kuyusunun yerinde bir meleği (Cebrail'i) gördü. Cebrail (A.S), ayağı veya kanadıyla yeri kazıyordu. Onun kazdığı yerden su göründü. Hacer, hemen suyu havuz gibi yaptı. Ondan hem içti hem de kırbasına doldurdu. Su alındıkça, yerinden kaynamaya devam etti.''
## Okuyucu Yorumları |
214792 | haber | Piton yılanı kazanmak için onlarca hamam böceği yiyen adam öldü! | null | # Piton yılanı kazanmak için onlarca hamam böceği yiyen adam öldü!
## 30'dan fazla kişinin katıldığı yarışmada ödül piton yılanıydı
ABD'nin Florida eyaletinde bir yarışmada onlarca canlı hamam böceği ve solucan yiyen bir kişi öldü. Edward Archbold adlı 32 yaşındaki yarışmacı, Cuma günü Deerfield Beach kentindeki bir pet-shop'ta düzenlenen yarışmada birinci oldu. Archbold kısa bir süre sonra fenalaşıp öldü.
Archbold'un ölüm nedeni otopsiden sonra kesinlik kazanacak. Polis yetkilileri, yarışmaya 30'dan fazla kişinin katıldığını, diğer yarışmacılara birşey olmadığını söyledi.
Yarışmanın yapıldığı pet shop'un sahibi Ben Siegel, "Çok üzüldük" dedi ve Archbold'un yarışmadan önce kötü görünmediğini belirtti.
Siegel'in avukatına göre yarışmacılar, böcekleri yemeye başlamadan önce 'bu eşsiz ve sıradışı yarışmada" tüm sorumluluğun kendilerine ait olduğuna dair belge imzaladı.
Yarışmanın ödülü bir piton yılanıydı. Archbold, bu yılanı bir arkadaşına satmayı planlıyordu. (**BBC Türkçe** )
## Okuyucu Yorumları |
267458 | haber | PKK, DHKP-C, TİKKO: Yoldaşlarını nasıl öldürdüler? | null | # PKK, DHKP-C, TİKKO: Yoldaşlarını nasıl öldürdüler?
## Aytekin Yılmaz anlatıyor: 17’sinde öldürülen Şimel, sevgilisiyle görüşteyken bıçaklanan Ramiz, dağda kurşuna dizilen Sorgul, 'Hakkımdaki ölüm kararını ben uygularım' diyen Devrim ve diğerleri
*"PKK içinde, Mehmet Şener gibi yüzlerce infaz var. Oğulları, kızları devlet güçleri tarafından öldürülenler, köyleri yakılıp yıkılanlar, faili meçhullerle karşılaşanlar şu veya bu şekilde haklarını arayabiliyor, seslerini duyurabiliyorlar. Oğulları, kızları kendi arkadaşları tarafından, PKK tarafından infaz edilenler ise bir sessizliğe gömülmüş, hayattan tamamen kopmuşlardır. Bu aileler için başvurulacak bir makam yoktur… PKK, örgütlerinin isimlerinde, yazılarında, konuşmalarında, ‘demokratik’ sözcüğünü çok kullanıyor. Bu sözcüğü çok kullanarak demokrat olduğu izlenimini yaratmaya çalışıyor. Demokratik ulus, demokratik vatan, demokratik özerklik vs. sözcüklerini sık sık kullanarak demokrat olamazsınız. Demokrat olmanın tek ölçütü vardır. O da ifade özgürlüğüdür. İfade özgürlüğü yaşama geçmeden demokrat, demokratik olamazsınız. PKK’nin övgüye değil, eleştiriye ihtiyacı vardır. PKK’yi ilerletecek olan eleştiridir. Özeleştiri de şüphesiz önemlidir."*
5 Ekim 2010’da rizgari.com’da yayımlanan bu satırlar, Kürt sorununa ilişkin çalışmaları ve görüşleri nedeniyle hayatının yaklaşık 18 yılını cezaevinde geçiren **İsmail Beşikçi** ’ye ait.
"Devrimci şiddet", "parti kararı", "merkez komitesi tasarrufu" veya "ihanet", adını ne koyarsanız koyun, eski, çok eski bir hikâye bu. Misal, dünyada sol, hâlâ Bolşevizm’in liderlerinden **Nikolay** **Buharin** ’in 1938’de idam edilmesini tartışıyor. Yaklaşık 50 yıl sonra itibarı iade edilse de, gri alandaki soru aynı; "ihanet" mi etmişti, yoksa görüşleri mi tehlikeli bulunmuştu?
Sosyalizmin sembol ismi **Rosa Luxemburg** ’un, 1919'da Almanya’da kendilerini "sol"da kabul eden "vatanseverler"in yönlendirmesiyle linç edilerek öldürülüp nehre atılmasını hatırlayın. Her şeye kadir "merkez komite"lerinin sorgulanamayan kararlarına, "çürümüş bir ceset"e benzettiği "bürokratik parti" yapılarına isyan ederken "Tarihsel olarak, gerçekten devrimci bir hareket tarafından işlenen hatalar, en zeki merkez komitesinin yanılmazlığından son derece daha verimlidir" görüşüyle donmuş yapılara isyan eden… "Hareket etmeyenler zincirlerini fark etmezler. Özgürlüğün fikri, kendisinden daha değerlidir" diyen… Ve tarihin cilvesine bakın ki, Diyarbakır’daki bir afişten hareket eden acar savcılığın soruşturma evrakına "PKK terör örgütü üyesi" olarak kaydedilen Rosa Lüksemburg!
Kürt sorununa çözüm yolunda hayatı boyunca gözünü budaktan esirgemeyen Beşikçi, örgüt içi infazları mahkûm ederken kadim bir tecrübeden hareketle demokrat olmanın tek ölçüsünü " ifade özgürlüğü"ne bağlıyor.
O tecrübenin sağ tarafını biliyoruz; "Davadan döneni vurun!"
Peki "sol" örgütlerde neler oldu, neler "ihanet" sayıldı, hangi gerekçelerle canlara kıyıldı, işkenceler yapıldı?
Bu cinayetleri diyelim ki "devrimci şiddet" gibi gerekçeler yaratarak işleyenler arınıp örgütlerini güçlendirdiler mi, yoksa "katil devlet"in tetikçilerine benzer işlere bulaşıp kirlettiler mi?
Sorgulanmayan kararlar örgütleri nereye götürür? Zamanla partilerin yerine merkez komiteleri, onların da yerine kararları/talimatları sorgulanmayan şahıslar geçmez mi? "Her şeyi bilen" merkezlerin altındaki insanlar konuşabilir mi? İnsanlar konuşamazsa hesap nasıl sorulur, kitle örgütü "demokratik" olma vasfını neye dayanarak iddia edebilir?
Bir örgüt içinde farklı görüşler olması zaaf mıdır? Ve "farklı düşünce" bir "parti suçu" olabilir mi?
Ve "işkencede çözülme" iddiasıyla cezalandırma ne kadar meşru olabilir? İnsanlardan nereye kadar "fevkalade" davranışlar bekleyebilirsiniz? "Çözülme"nin zarar vereceği örgütler "illegal" yapılanmalar olduğuna göre, çözülmeyle zarar gören bir örgüt, işkence gören mensubu "rızai bir tavır" sergilemiş gibi infaza mı yönelmelidir? Yoksa tek "çözülme"den bütün yapılanmaya gelen zararın, bir örgütlenme zaafı olduğunu mu sorgulamalıdır?
İnfaz ve işkencelerle örgütün alt düzeyine aynı zamanda güç gösterisi yapmanın bedelinin insan hayatı olması kabul edilebilir mi, "omertà yasası" işletilip cinayetler seyredilebilir mi?
Nihayet, cana kıymak, yargısız infaz sadece devlet yaptığı zaman mı bir "insanlık suçu"dur?
Soru çok, tecrübe derin, yüzleşme zor, hesaplaşma çetin. Türkiye’de sol, toplumsal muhalefet kanalını ifade ettiğini öne sürüyorsa, bu kanalın temizlenmesi gereği de ortada. Özgürlüğü savunmayı, farklı olana saygıyı başka zamanlara ve yerlere bir kez daha havale etmemek için konuşmak, hesaplaşmak lazım.
Unutmamalı; adlarının önünde ne olursa olsun, zorbaların en büyük zaferi, buyruğundakileri de kendi kılığına büründürmesidir!
İşte, kanla da kirlenen bir mazinin muhasebesi yolunda çok önemli bir kitap İletişim Yayınları’ndan çıktı:** "Yoldaşını öldürmek!"**
Adı özet bu kitabın yazarı ** Aytekin Yılmaz**.
1992’nin 24 Mart’ında Bayrampaşa Cezaevi’ne 25 yaşında bir PKK’lı olarak giren Yılmaz, 25 Temmuz 2001’de Gemlik Hapishanesi’nden çıktı. Bugün Mahsus Mahal Dergisi Yayın Yönetmenliği’nin yanı sıra kurucusu olduğu derneklerde çalışmalarına devam eden Yılmaz, cezaevinde geçen 9 yıl 4 ay 15 günde ve sonrasında tanıklıklarını önce 2003’te çıkan "Labirentin Sonu: İçimizdeki Hapishane" kitabında anlattı.
Birikim Dergisi Genel Yayın Yönetmeni** Ömer Laçiner** ’in editörlüğünde ve sonsözüyle yayımlanan "Yoldaşını Öldürmek" kitabında, Aytekin Yılmaz yazdıklarına bu kez, birlikte başka bir dünya savundukları örgütlerin yaşama hakkı tanımadığı kadın ve erkeklerin hikâyelerini ekledi.
DHKP-C tarafından 17 yaşında öldürülen **Şimel Aydın**, TİKKO’nun göğsünde kaşık sapından yapılmış kör bıçak bıraktığı **Ramiz Şişman**, PKK’nın kendisine reva gördüklerine katlanamadığı için başını duvarlara vuran **Sorgul** ve daha fazlasının yer aldığı bu kitaba bir giriş için buyrun.
**‘1990 ve 2000 arası örgütler hapishanelerde iktidar oldu’**
** - 1990’ların Bayrampaşa Cezaevi’ni bilmeyen birine nasıl özetlersiniz?**
Bayrampaşa Cezaevi, cumhuriyet tarihinde araştırılması, yüzleşilmesi gereken, Dersim ’38, 6-7 Eylül yağması, Maraş katliamı ve Diyarbakır hapishanesi gerçeği gibi olgulardan biridir. Bayrampaşa hapishanesini hem devletin 19 Aralık 2000’de yapmış olduğu "Hayata Dönüş operasyonu" bakımından, hem de örgüt içi infazlar bakımından araştırılması gerekmektedir. Sol demokrat çevreler devletin 19 Aralık operasyonlarını anarken, örgüt içi infazları anmamaktadırlar.
**- Onca hapishane arasında Bayrampaşa Cezaevi’ni ayırt eden ne****?**
Cezaevlerini üç döneme ayırıyorum: 1923-1980, 1980-1990 ve 1990-2000 yılları arası. Üçüncü dönemin diğerlerinden farklı olarak özel bir yeri var, çünkü bu dönem, hapishane içinde hapishanelerin kurulduğu bir dönemdir.
**- "Hapishane içinde hapishane" ne demek?**
1990 ve 2000 yılları arasında hapishanelerde radikal sol örgütler iktidar oldu ve merkezi Bayrampaşa olmak üzere büyük birkaç hapishanede ‘hapishane içinde hapishane’ kurdular. Bu hapishanelerde örgüt içi infazlar yapıldı, "gereksiz şiddet" kullanıldı.
**‘10 yılda 5 bin siyasi mahpus **
** örgütlerinin işkencesine maruz kaldı’ **
** - Sizce şiddetin gereklisi var mı?**
Nazi toplama kamplarını yazan ** Primo Levi** "Boğulanlar ve Kurtulanlar!" kitabında bu deyimi kullanmıştı. Ben de ilk okuduğumda böyle bir tepki vermiştim. "Gereksiz şiddet" ihtiyaç fazlası uygulanan bir şiddettir. Diyelim ki kurbanı eninde sonunda öldüreceksiniz, "gereksiz şiddet" öldürmeden önce kurbana yapılan işkencenin zamana yayılmasıdır. Nazi kamplarında tek amaç vardı: Kamplardaki Yahudilerin tamamının öldürülmesi. Bazı kamplarda bu işlem hemen yerine getirilirken, bazı kamplarda zamana yayıldı. Bayrampaşa’da da radikal sol örgütlerin kurduğu hapishane içindeki hapishanelerde böyle bir yönteme başvuruldu. Ölüme mahkûm edilmiş olanlara sürece yayılmış işkenceler yapıldı. ’90 ve 2000 yılları arasında 5 bin civarında siyasi mahpusun, örgütlerin bu uygulamalarına maruz kaldığını söyleyebilirim. Bayrampaşa tutukevi olduğu için sürekli bir sirkülasyon vardı.
**- Bayrampaşa’da kaç örgüt, kaç koğuş, kaç kişi vardı?**
Bayrampaşa Sağmalcılar’da C blok, siyasilerin kaldığı bloktu, 12 koğuş vardı. Örgütler ayrı ayrı koğuşlarda kalıyordu. Bir koğuşta 70 kişi kalan da vardı, 10 kişi kalan da. Bir dönem nüfusu yaklaşık 800'dü. PKK, Rizgari dâhil iki üç Kürt örgütü, gerisi Türk solundan olmak üzere 10 civarında örgüt vardı. Hapishane içinde hapishaneyi kuranlar, başta PKK, DHKP-C ve TİKKO olmak üzere devrimci şiddeti mücadele biçimi olarak benimseyen radikal sol örgütlerdi.
**- Cezaevinde baskın örgüt hangisiydi?**
Kürtlerde PKK, Türk solunda DHKP-C.
**‘Örgütler yoldaşlarını en çok çözüldükleri için öldürdü’ **
** - Bu iki örgüt arasında üst alt ilişkisi var mıydı?**
Örgütler arası konsey olur, herkes bağımsızdır. Birilerinin "içişleri"ne karışmazlar, bu infazlar için de geçerlidir. 1992’de Bayrampaşa Cezaevi’ne girdiğimde bazı infazlara tanık oldum. Saydığım örgütler "hain", "ajan", "işbirlikçi" diyerek yoldaşlarını öldürdüler, onları en çok da poliste çözüldükleri için öldürdüler.
** - PKK’nın yaptırdığı bir araştırmaya referansla kitabınıza şu notu düşüyorsunuz: "Sorgulananların yüzde 98’i poliste çözüldü." Bu doğruysa sadece bir grubun ölüm cezası almasına sebep olan ne? **
Polise verdiğiniz bilginin ehemmiyeti. Mesela verdiğiniz bilgiyle bir yoldaşın ölümüne sebep vermek gibi kritik bir çözülme yaptıysanız örgüt hakkınızda karar alabilir, yine örgütten insanların yakalanmalarına sebep olmuşsanız bu kararı alabilirler. Ama yoldaş ölümüne sebep olmamasına rağmen öldürülenler de oldu.
**DHKP-C 17 yaşındaki Şimel’i nasıl öldürdü?**
** - "Yoldaş ölümüne sebebiyet verme" iddiası nasıl ispatlanıyor? Ya da ispatlanabiliyor mu?**
Polis sorgusundan geldikten sonra örgütün yaptığı ikinci bir sorguyla karşılaşıyorsunuz. Sorulduğunda zaten söylüyorsunuz sorguda olup bitenleri. Ayrıca polis ifade tutanaklarını alıp okuyorlar! Örneğin, **Şimel** için örgüt, iddiayı "yoldaşların ölümüne sebebiyet vermek" olarak açıklıyor.
**- Anlatır mısınız, Şimel’in başına ne geldi? **
Şimel Aydın, 17 yaşında İstanbul’da DHKP-C’ye yönelik bir operasyonda yakalanıyor. Sorguda birçok şey anlatıyor. Tutuklandıktan sonra örgüt süreci rapor etmesini istiyor. Yaklaşık 20 gün sonra koğuşundaki örgüt sorumluları ajan olduğunu iddia ederek Şimel’i gözaltına alıyor.
**‘İki yıla varan ranza hapislerinde konuşmak yasaktı’**
** - Hapishanede gözaltı nasıl oluyor? **
"Uygulama" denilen ranza hapsiyle. Sizi ranzaya koyuyorlar ve sadece tuvalet ihtiyacınızı gidermek için o ranzadan kalkabiliyorsunuz. Bu uygulama cezası durumunuza göre değişebilir, bazen günlerce, bazen aylarca sürebilir bu hapislik. DHKP-C’nin bazı kişilere iki yıl süre ranza hapsi verdiğini duydum. Bittiğinde konuşmakta zorlananlar olmuş. Bir arkadaşım PKK koğuşunda 9 ay kaldı, uygulama bittiğinde ağzından ses çıkaramıyordu! Çünkü uygulamada kaldığınız sürede herhangi bir kişiyle konuşmanız yasaktır.
Şimel bu ranza hapsinin ne anlama geldiğini bilmediği için başta ses çıkarmıyor. Bir süre sonra koğuş sorumluları geceleri Şimel’i yemekhaneye indirerek sabaha kadar sorgulamaya başlıyor. İddiaları reddediyor, yalvarıyor ama nafile. Sonunda intihar girişiminde bulunuyor ve iki kol bileğini kesiyor.
**Örgütün ajan dediği kıza babasından ‘örgüte yardımcı ol’ telkini!**
** - Bunun üzerine DHKP-C geri adım atıyor mu?**
Aksine, daha da zor günler yaşatıyorlar Şimel’e. Örgüte sempati duyan babası ve annesi ziyaretine geldiğinde "örgüt ablası" da yanında bekliyor. Babası örgüte yardımcı olmasını istiyor. Kitapta doğrulatamadığım için yazamamıştım ama sonra doğrulattım, babası örgüte yardımcı olmasını isteyince Şimel, "Öyle diyorsun ama bana ajan diyorlar" diyor.
**- Ailesi kime inanıyor?**
Şimel’in ailesine maalesef ulaşamadım. Belki bu kitap vesile olur. Anladığım kadarıyla, babası kızının devrimci olmasıyla gurur duyan bir baba, örgütün ona zarar vereceğini düşünmüyor. Sonra günlerden bir gün gidip cenazesini alıyorlar.
**- Nasıl öldürüyorlar Şimel’i? **
Tutukluluğu sürerken koğuşta serbest bırakma kararı alıyorlar. Hatta Şimel çıkınca bir yoldaşına "Arkadaşlar doğru olanı yaptılar, ben gereksiz heyecanlandım" diyor. Ama yaklaşık bir hafta içinde sorgulamalar yeniden başlıyor.
**Gece yarısı kadınlar koğuşunu inleten ‘Anneee’ çığlıkları**
** - Sorgulamalar yemekhanede yapılıyorsa gardiyanlar veya koğuştaki diğer kadınlar bu olanları duymuyorlar mı?**
Koğuşta bulunan bir kadınla konuştuğumda ikinci gözaltı sürecinde bir sabah çocuk çığlığı ile uyandığını söyledi. Koğuşun hepsi de onun gibi uyanıkmış.
**- Ve kimse bir şey demiyor mu?**
Hayır, yataklarından çıkmadan bekliyorlar. 30’a yakın örgütten kadın var o koğuşta ve bir kız çocuğunun "Anneee" diyen çığlıklarını dinliyorlar. Görüştüğüm tanık "yavaş yavaş artan ve sonunda çığlığa dönüşen bir bağırma" diye tarif etti duyduklarını.
**‘Farelerde denedikleri elektrik işkencesini **
** Şimel’e uyguladılar, sonra boğarak ****öldürdüler'**
** - Ateş mi?**
Hayır, elektrik. Manyeto bu etkiyi yapar, yaşadığımdan biliyorum. O dönem de erkekler koğuşunda güvercinlere ve lağım farelerine elektrik akımı vererek tatbikat yapıyorlarmış. Bildiğiniz büyük radyo pilleri, manyeto pilleriyle yapıyorlar bunu. Başka yerlerden de doğrulattım bu bilgiyi.
**- Örgüt üyeleri 12 Eylül darbesiyle devletten gördüğü işkenceyi yoldaşlarına mı uyguluyordu?**
Aynen öyle. Şimel bunlara rağmen çözüldüğünü kabul etse de ajan olduğunu iddiasını reddediyor. Ama örgüt ölüm cezası veriyor. Ve 21 Ağustos 1994 gecesi uykusunda bir grup kadın yoldaşı onu boğarak öldürüyorlar.
**‘Nöbet tutturarak suça ortak ettiler, **
** 30 kadın ‘Şimel’i biz öldürdük’ dedi’**
** - Koğuştaki onca kadın 17 yaşında bir kıza elektrik verilmesine, öldürülmesine seyirci mi kalıyor? **
Bir şey diyememişler. Yıllar sonra öğrendim, Şimel öldürüldüğünde Rizgari davasından **Recep Maraşlı** ve arkadaşları DHKP-C’ye tavır alıyorlar, onlarla diyaloglarını kesiyorlar. Ama koğuşta, nöbetçileri değiştirerek insanları suça ortak ediyorlar. Hatta daha sonra hapishane idaresi "Şimel'i kim öldürdü" diye sorduğunda, 30 kişi "Biz öldürdük" diyor.
**‘İnfaz sonrası halay çekilir, koğuşlara tatlı dağıtılırdı!’**
** - İnfaz ertesinde cezaevinde neler oluyor? **
Ben iki olayda halay çekildiğini gördüm. Biri 1990'lı yıllarda gerillalar karakol basıp 20-30 askeri öldürdüğündeydi. Bana korkunç gelirdi. İkinci halay da yoldaşlarını öldürdükten sonra çekilen halaydı. Bir de üstüne koğuşlara tatlı dağıtırlardı. Öldürdükleri insan dün arkadaşlarıyken bunu yaptılar! İnanabiliyor musun bunlara? Hatta 1996 yılında Buca'da DHKP-C birini öldürtüyor, bu sırada başka bir cezaevinde olan kardeşine tatlı ikram ediyorlar. Yemeyince de sorun yaşanıyor diye duymuştum.
**- Cezaevinde bedenlere ne yapılıyor?**
1996 yılında **Hasan Hüseyin Er** 'i öldürüp kapının önüne koyan TİKKO idareye haber veriyor, gönderdiği haberde şöyle diyor: "Gelin çöpünüzü alın."
**- Saydığınız örneklere dair akla takılan bir soru; ****örgütünün infazına itiraz edenin başına ne gelirdi?**
Hakkında "Acaba onu niçin savunuyor" diye düşünülüp işbirlikçilikle suçlanırdı. 1996’da Ankara Ulucanlar Cezaevi'nde böyle bir şey olmuş. Bana anlatılanlara göre, DHKP-C kadınlar koğuşunda bir kadını öldürüyor, başka bir kadın "Niye yapıyorsunuz, ben onu tanıyorum, öyle biri değil" diyerek itiraz ediyor ve ona ölümden beter etme cezası veriyorlar.
**‘DHKP-C kendilerine itiraz edeni soyup gardiyanlara vermiş’**
** - "Ölümden beter etme" cezası kapsamında neler var?**
Osmanlıların "ibreti âlem" dedikleri şeyler. Bu örnekte yaklaşık altı ay işkence yapıyorlar, altı ayın sonunda kolunu kırıyorlar. Bu da yetmiyor, kırdıktan sonra "Öyle bir ders verelim ki bir daha kimse böyle bir işe kalkışmasın" diyorlar ve kadını soyup gardiyanlara veriyorlar.
**- Gardiyanlar tecavüz mü ediyor?**
Hayır, battaniyeyle örtünmesine yardımcı oluyorlar.
**Cezaevinde linç: 'Tekme atıp tükürün!'**
** - Örgütün kadını çıplak verme sebebi ne?**
O içeriye bir mesaj. Diyor ki, "Örgüte hesap soranı böyle yaparız!" Bartın'da PKK örgüt sorumluları **Hüseyin H.**’ye de yapıyorlar ölümden beter etmeyi. Hüseyin, ailesine yakın olmak için örgüt yerine hapishane idaresinden sevk isteyince "örgüt saflarından kaçıp düşmana sığınmak"la suçlanıyor. Örgüt yöneticisi Hüseyin’i kolundan tutup toplam 180 kişinin olduğu 4 koğuşa sokuyor ve herkese "Hüseyin’e tekme atıp tükürme" talimatı veriyor.
Yıllar sonra orada bulunan eski mahpus arkadaşımla görüştüğümde, bana "Saçından, kaşlarından, çenesinden, bıyıklarından, gömlek yakasından balgamlar sarkıyordu" dedi. "Lince katılmayan oldu mu" diye sorduğumda dedi ki: "Örgüt sorumlusu yanındaki adamlarıyla izliyordu. Sadece birkaç kişi denileni yapmadı bizim koğuşta."
**‘1980’lerde Diyarbakır Cezaevi’nde olanlar **
** 1990'larda Bayrampaşa’da zalim oldu’**
** - Bu işkenceye karar veren örgüt yöneticisi kim? Örgütün hapishane sorumlularının profili ne?**
PKK’nin hapishane sorumluları 1980'li yıllarda Diyarbakır Hapishanesi’nde çok kötü işkencelere maruz kalanlardı. Ama 1990'lı yıllarda Bayrampaşa’da ve başka hapishanelerde zalim oldular. Belki de iktidar olgusundan kaynaklı olarak, bugün mağdur olan yarın iktidar olduğunda zalim oluyor.
**- Bir "yoldaş" hakkında işkence ve infaz kararlarını bu kişiler mi alıyordu? **
İstisnaları var ama genelde sizin hakkınızda bir toplantı yapılır, o toplantıda bir karar alınır, üst örgüte rapor edilir, o rapora göre talimat gelir: "Öldürün" ya da "öldürmeyin."
**- Raporu kim yazıyor?**
Örgüt sorumluları. Bir Leninist partinin olmazsa olmazlarından "rapor-talimat" sistemi arızalıdır. Rapor yanlış giderse talimat da yanlış gelir. Bu tip illegal ya da radikal sol örgütler doğası gereği uzaktan kumandalı örgütler oluyor. Örneğin senin hakkında bir rapor yazılıyor, (**Abdullah** ) **Öcalan** 'a gidecekse o dönem rapor Şam'a gidiyor, DHKP-C'deysen (**Dursun** ) **Karataş** 'a, Avrupa'ya gidiyor ve tüm bunlar olurken sen bir mağdur olarak o raporu göremiyorsun. Ayrıca talimat geldiğinde bunu tartışamıyorsunuz, "Uygula" deniyor. Vakit geçtikten sonra da "Yanlışsa hatayı düzelt" diyorlar. Ama infazın geri dönüşü yok! PKK’de iç infazlar kuruluştan beri var, özellikle de 2. Kongre'den beri. 1993'e gelindiğinde infazlar hem hapishanelerde, hem dağda çok artmaya başlıyor.
**‘Öcalan kendisine karşı olanların infazını onaylıyor’**
** - 1993’te infaz kararlarının Öcalan’a bağlanması sizce kararı verenler a****çısından bir önlem mi?**
Örgüt diyor ki, "Bu ne böyle vuran vurana." Öcalan da, dağdakilere ve cezaevlerine de ulaşacak bir talimat yayınlıyor: "Parti önderinden izinsiz infaz yapılmayacak." Ama sanıyorum Öcalan şöyle bir taktik izliyor: Örgüt içi sorun yaşayanlar söz konusu olduğunda "Bana karşılar mı" diye soruyor, "Evet, sana karşılar" dendiğinde infazı onaylıyor. **Sorgul** ’un infazı buna bir örnek.
**- Sorgul’a ne oldu?**
Sorgul’u üniversitedeyken tanımıştım. Dağa çıkmak istiyordu. Çıktı, sonra Bayrampaşa’da karşılaştık. Cezaevinden çıktıktan sonra yine dağa gitmiş ama bazı sorunlar yaşamış. Yönetim ve Öcalan hakkında da sözünü esirgememiş. Ve 1996’da tutuklanmış.
**- Dağda hapishane mi var?**
O işlevi görecek yerler var kamplarda. Sorgul tutuklanmayı yediremiyor, kafasını vurmaya başlıyor duvarlara. Örgüt de psikolojik durumunun iyi olmadığını söylüyor. Hakkında "ajan" diyenler de çıkıyor ve idamı isteniyor. Sonra bir şans daha veriliyor Sorgul’a. Ama o eleştirmeye devam ediyor.
**- Kitapta Sorgul’un eleştirilerini sayarken dağda kadınlara yönelik cinsiyetçi tutumdan da bahsediyorsunuz. Bunlardan biri; aşk ilişkisi yaşanınca kadınların bu "suç"tan mahkûm edilirken erkeklere dokunulmaması. Suç ve ceza PKK içinde kadın ve erkeklere farklı mı uygulanıyor? **
Bunu genelleştiremeyiz. Ama PKK her ne kadar Marksist-Leninist bir örgüt olsa da Kürt toplumunun feodal yapısı dağa da yansıyor. Kürt toplumundaki erkek egemen refleksi, dağa çıkmış Kürt erkeklerde de görmek mümkündür.
**‘Eşcinselliğe tedbir olarak koğuş değiştirilirdi’**
** - Parantez açılmışken erkek egemenliğin yanı sıra erkekler arası hiyerarşiyi de soralım: Erkekler koğuşunda eşcinsellerin durumu nasıldı? Örgütlere göre eşcinsellik suç muydu?**
1990’larda hiçbir örgüt eşcinselliği bir kimlik olarak kabul etmedi. Muhafazakâr bir Müslüman gibi "sapkınlık", "yoz ilişki" olarak görüyorlardı eşcinselliği ve tartışılmıyordu, çünkü "çarpık ilişki"ydi. Bu "çarpık ilişki"lerden bazıları tespit edildi örgüt içinde.
**- Hapishanelerde bu nasıl tespit edildi? Kişilere mi sordular?**
Sorulmaz. Komün yaşamda iki kişinin birbirine fazla yaklaştığı hissedilirse, ortada somut bir şey yokken mesela voltada onunla daha çok geziyorsan diğer kişiyi tedbir olarak başka koğuşa gönderirlerdi, "Ne olur ne olmaz, kafa kol ilişkisi gelişmesin" diye düşünerek. 90'lı yıllarda eşcinsel olanların radikal sol örgütlerde kalacak yeri yoktu. Tespit edilenler, örgütlerin ortak kararlarıyla siyasi mahpusların olmadığı hapishanelere gönderildiler.
**‘Tırnağı uzun diye elini kırmak istediler’ **
** - Onlar da Eskişehir Cezaevi'ne mi yollanıyordu?**
Evet, 12 Eylül kuşağının direnerek kapattırdığı ama ‘90 sonrasında örgüt baskısından kaçmak için mahpusların gitmek zorunda kaldığı Eskişehir’e yollanıyorlardı onlar da. Örgüt, bağımsızların koğuşunda en son gitar çaldığı için tırnağını uzun tutan **Gündüz’**ün elini kırmak isteyince, bir gecede 20 kişi gitti o cezaevine.
**- Kitapta saçı uzun olanlardan da saçlarının kestirilmesinin istendiğini yazıyorsunuz. Örgütlerin hapishane içinde giyim kodu mu vardı?**
Kötü örnek oldukları gerekçesiyle yapıldı onlar. Mesela anarşist biri vardı, aynı gerekçeyle cezaevinden gönderdiler.
** ‘Dağda infaz kurşuna dizerek yapılır, ölen kefensiz gömülür’**
** - Öcalan’a ve sisteme yönelik eleştirileri nedeniyle dağdakilere "kötü örnek" olan Sorgul’un idamı nasıl gerçekleşiyor?**
Dağda infaz genelde kurşuna dizerek olur. Öğrendiğim kadarıyla, Sorgul bu kez başka bir kampta yine ajanlıkla suçlanıyor. Nihai karar Öcalan’a sorulduğunda, hakkında olumsuz şeyler de söyleyen Sorgul hakkında "Ajan olabilir" diye bir cümle kurduğunu söyleyenler oldu.
**- Dağda infaz edilen kişinin bedenine ne yapılıyor?**
Kefensiz gömülür. Bu infazlara dair ne desen eksik kalır. Öldüğünü bile bilmezsin, ailesine haber verilmez, belli bir zamandan sonra mezarın yeri aşınır. Unutmayalım, illegal bir yaşam örgüt dilinde yeraltı yaşamı olarak geçer. Bu gibi illegal örgütlerde bu tür şeyler yeraltında, yani kayıt dışı bir alanda olup biter.
**‘İnfazlar en çok hizipleşme dönemlerinde yaşanıyor’**
** - PKK içinde lideri eleştirmenin, muhalefet etmenin cezası, iki nokta üst üste konduğunda ölüm mü? **
PKK tarihi incelendiğinde biraz öyle olmuş. Partiye içeriden muhalefet etme birincil derece suç, cezası ölüm. Bunun ucu da Bolşevik Partisi'ne gidiyor. 1921’de yapılan 10. Kongre’de Lenin hizipleşmenin önünü alıyor. Örgütler de diyor ki "Eğer Lenin bunu böyle yaptıysa biz haydi haydi böyle yapmalıyız." PKK'de, DHKP-C'de, TİKKO'da infazların tarihi incelendiğinde bunların en çok hizip dönemlerinde yaşandığını görürüz.
Mesela 1993'ten sonra DHKP-C'de infazlar çoktu, çünkü **Bedri Yağan** ve ** Dursun Karataş** ayrılığında şiddet uygulandı. TİKKO'da 1996'da infazlar çoktu, çünkü Kardelen Hareketi’yle örgüt bir grup arkadaşını "ajan", "hain" ilan edip öldürdü. 1991’de PKK içinde çıkan **Mehmet Şener** olayı da örgüt içi hesaplaşmanın soncudur. *(PKK’nın üst düzey yöneticilerinden olan ve Öcalan’ı eleştiren Mehmet Şener 1 Kasım 1991’de infaz edildi. Şener, 9 Ocak 2013’te Paris’te öldürülen üç kadından Sakine Cansız’ın eski nişanlısıydı-T24)*
**- Kitapta "çizgi suçu" dediğiniz düşünce suçu, 1990’ların ortalarında suç olmaktan çıkmıyor mu? **
Hiçbir örgütte çıkmaz. PKK’de kalkmadığını nereden biliyoruz; 2004'te **Kani Yılmaz** ’ın vurulmasından. *(PKK’dan ayrılan Yılmaz, Nizamettin Taş gibi Kürt siyasetinin dönemin bazı önde gelen isimleriyle PWD’yi kurmuştu- T24)*
**- Bugün örgüt içi infazlar devam ediyor mu?**
Eskisi gibi olduğunu düşünmek doğru olmaz. 2004’teki olaydan sonra bir şey olduysa bile ben duymadım.
**- Osman Baydemir'in "Şiddet miadını doldurdu" dediği için sorgulanması sizce "çizgi suçu" kapsamında mı yapıldı? **
Belli ki rahatsız olmuşlardı. Öcalan, 1997’de **Mahir Sayın** 'la yaptığı röportajda, "Diyelim ki size bir şey oldu, sizden sonra kim partiyi yürütebilir" sorusuna "Bizde iki numara olmaz" diye yanıt veriyor. Buna rağmen Öcalan’ın onayı olmadan bazı infazların yapıldığını görüyoruz. Örneğin **Devrim** 'in durumu karışık.
**Devrim: Hakkımdaki ölüm kararını ben uygularım,**** yeter ki bana hain denmesin**
** - Devrim’in hikâyesi nedir?**
** Devrim**, üniversiteden ayrılıp dağa çıkanlardan. Polis sorgusunda çözülünce polisler, "örgüt içine giderse öldürülebileceğini, isterse onu ayrı tutabileceklerini" söylüyor. Devrim, teklifi önce kabul ediyor, ama içi rahat etmiyor. Bu arada onunla yakalananlar tüm suçu Devrim’e atınca örgüt Devrim’i aralarına getirme kararı alıyor ve Devrim’i ikna etmek için ziyaretler yapıyorlar. Devrim ikna olup geldiğinde ranza hapsine alınıyor ve rapor yazması isteniyor. Raporunda "Hata yaptım" deyip af diliyor. Bu olayların geçtiği, cezaevlerinin ana merkezi Bursa Cezaevi’nde değerlendirme yapılırken dışarıdaki örgütten Devrim için infaz talimatı geliyor. Devrim de başına gelecekleri anlayınca "Hakkımda ölüm kararı varsa, bu eylemi ben yerine getirebilirim. Yeter ki parti beni hain ilan etmesin" diyor.
**- Bunu söylemesi bir işe yarıyor mu?**
Hayır. Kendisi mi yaptı, yoldaşları mı, bilgisi kesin olmasa da gardiyanlar Devrim’i hücre tuvaletinde ölü buluyor. Ben Gulag'ları, Stalin’i, Auschwitz'i ve Diyarbakır Hapishanesi’ndeki işkence yöntemlerini inceledim. Bayrampaşa ve benzer hapishanelerde radikal sol örgütlerin kurbanlarına yaptıkları, Nazilerin uygulamalarına çok benziyor. Bayrampaşa'da kurbanların neredeyse yüzde 90’ının "Evet, hatalıyım, bana şans verin" demesine rağmen öldürülmüşler. Yani hedef, hain dediklerini mutlak anlamda öldürmek. Diyarbakır hapishanesinde subaylar, Kürt mahpuslara "Türk olduğunu söyle kurtul" diyorlardı ve söyleyenleri "Genç Kemalistler" koğuşuna yolluyorlardı, işkence bitiyordu.
**‘Diyarbakır’daki işkencelerin hiçbiri ranza hapsi kadar çökertmez’**
** - Evet, ancak Diyarbakır’da bok yedirme, İstiklal Marşı okuturken cop sokma gibi çok ağır işkenceler yapılıyordu. **
Diyarbakır Hapishanesi’nde yapılmadık işkence yönteminin kalmadığına inanıyorum. Ama bu saydıklarının hiçbiri, 50 kişilik bir koğuşta ranzaya hapsedilip, kimseyle konuşmama cezası almak kadar insanı çökerten bir şey değildir. Bunu polis sorgusunda her türlü işkenceye maruz kalmış biri olarak söylüyorum. Ayrıca, düşman bildiklerinin sana işkence ettiğinde moral değerlerini koruyabiliyorsun. O yüzden Diyarbakır'ı yaşayanlar baskılara karşı direnip ayakta kaldılar. Devletin baskıları grup olarak devrimcileri bir arada diri tuttu.
Bayrampaşa’da örgütlerin uygulamalarına maruz kalanlar, örgütlere direnemediler, devrime ve örgütlere olan inançları kırıldı, oradan tanıdığım birçok arkadaşım hapishane sonrası yaşamlarında siyasetten uzaklaştılar. 12 Eylül döneminde Diyarbakır Hapishanesi’nde devletin işkencelerine maruz kalanlar, inançlarını ve örgütlülüklerini korurlarken 90’lı yıllarda Bayrampaşa’da örgütlerin baskılarına maruz kalanlar, inançlarını ve mücadele azimlerini yitirdiler. Aradaki fark budur. Kendi deneyimimden de çıkardığım sonuç benzer bir şey. Mesela polis sorgusunda çok ağır bir işkence süreci yaşamama rağmen, çok dert etmedim. Ama Bayrampaşa’daki ranza hapsi denilen şey bana çok ağır gelmişti. Düşünsenize, düne kadar "yoldaşım" dediğiniz birileri başınızda 24 saat nöbet tutuyor. Bunu fark ettiğinizde kendinizi devrime ihanet etmiş bir hain konumunda görmeye başlıyorsunuz. Bazıları ranza hapsine uzun süre dayanamayıp intihar girişimlerinde bulundular, bileklerini kesenler, avuç dolusu hap yutanlar, şah damarını kesenler oldu.
**‘Osman Tim unsuru cezalandırılmıştır deyip alkışlattılar’ **
** - Siz neden ranza hapsi aldınız, sizin hikâyeniz nedir?**
İlk kez **Osman Tim** ’in infazına tanık olduktan sonra örgütle aram iyi olmadı. Osman üniversiteyi bırakıp dağa çıkmıştı. İstanbul Bölge Sorumlusu’yken yakalandığında anlattıklarına göre tek tokat yemeden çözülmüş. Örgüt Osman’ın ranza hapsini çok sıkı tuttu, kimseyle görüştürmediler. O da tutukluyken "Beni öldürecekler" yazılı bir kâğıdı, gardiyana vermesini söyleyerek güvendiği bir nöbetçiye veriyor. Ama o not idareye değil, örgüt yöneticilerine gidiyor. Günler geçerken bir sabah "Osman arkadaş ilişkiye alınmıştır" dedi örgüt yöneticisi, biz de sevindik. Bir gün birlikte volta atarken çözülmesini sordum, "Heval" dedi, "Dizlerimin bağı çözüldü." Çok geçmeden bir gün örgüt sorumlusu geldi ve "Osman Tim unsuru partimiz tarafından cezalandırılmıştır" dedi. Suskunluk olunca da "Eylemimizi selamlıyoruz, alkışlıyoruz" diyerek oradaki mahpuslara infazı alkışlattı.
Osman’dan sonra benim örgütün adaletine olan inancım kırıldı. Örgütle arama gündelik hayatımda da koyduğum mesafe yüzünden kötü örnek olarak gösterilmeye başlandım. Hakkımda itibarsızlaştırılma yapılıyordu. Hapishane içinde takip bile ediliyordum! Çözülmek insanlar için telafi etmesi yeterince güç bir şeyken, o insanları bir de örgütün böyle cezalandırmasını kabul edemiyordum. 1993’te Bayrampaşa Hapishanesi’nden Öcalan’a haber gönderdim, dedim ki "Bayrampaşa örgütünü yönetenler tam bir çete. Önü alınmazsa sonucu ağır olur." İki ay sonra mektup geldi, "Olan bitenleri amca da biliyor" diye. Ama Öcalan’a gönderdiğim mesajla da bir şey değişmeyince bir toplantıda "Örgüt kendini parti merkezi yerine koyarak gerçek partiyi tasfiye ediyor. Örgütle ilişkimi kesiyorum. Merkezin kararını bekleyeceğim" dedim.
**’30 sivili öldüren Bayrampaşa direkt Öcalan’a bağlı çalışıyormuş’**
** - Merkez Bursa’ysa, Bayrampaşa nasıl bu kadar özerk davranıyordu sizce? **
Çünkü Bayrampaşa direkt Öcalan’a bağlı çalışıyormuş. 10 yıl sonra PKK, Bayrampaşa yöneticilerini devletle işbirliği yaptıkları için ihraç ettiğinde Öcalan, avukatı aracılığıyla kararın gözden geçirilmesini istiyor ve sorumlunun "kendisini anlayan bir kişi" olduğunu söylüyor! Bayrampaşa örgüt sorumluları Öcalan’dan aldıkları yetkiyle, astığım astık, kestiğim kestik yapıyorlardı. Bu kişilerin etkileri sadece Bayrampaşa Hapishanesi’yle sınırlı değildi. İstanbul’a ve çevre illere kadar müdahale edebiliyorlardı. PKK’li legal kurumları kontrol ediyorlardı. ’90-99 yılları arasında İstanbul’da 30 sivil insanın "ajan", "hain", "işbirlikçi" oldukları gerekçesiyle PKK tarafından öldürüldüğünü belgelerden anlıyoruz. Bu sivillerin infazlarından Bayrampaşa örgütü sorumludur. 90’ların ortasında hapishane merkez örgütünün Bayrampaşa’daki örgüt sorumlularını görevden almaya çalıştıklarını, ama alamadıklarını biliyorum. 99’da Öcalan İmralı’ya getirildiğinde PKK ilk kongresinde Bayrampaşa örgüt sorumlularını devletin işbirlikçisi olarak suçladı ve mahkûm etti.
Ama o vakte kadar biz de yaşayacaklarımızı yaşadık. Örgüt parti merkezini tasfiye ediyor, dediğim toplantıda, daha sonra ajanlıkla suçlanacak bir kişi beni destekledi. Sonra bizi örgüt içinde örgüt kurarak, darbe yapmakla suçladılar ve tuhaf bir oylama sonucunda soruşturma komisyonu kuruldu ve tutuklandık.
**‘Örgüt sorumlusu bir gece geldi ve son sözümü sordu’ **
** - Siz ajanlıkla suçlanmadınız mı?**
Hayır, çünkü ben poliste çözülmemiştim, örgüt başlarda beni "direnişçi bir yoldaş" olarak anlatmıştı. Dilimin uzunluğu, kendime olan güvenim bu direnişçi geçmişe dayanıyordu. Ama ajanlıkla suçlanmasam da eleştirilerim nedeniyle ranza hapsine alındım. Hapis sürerken, bir gece nöbetçiler beni başka bir koğuşa götürdü. Öldürüleceğimi düşünürken son sözlerimi sordu örgüt sorumlusu.
**- Neydi son sözünüz?**
"Yeni sözüm yok" dedim. Böylece "Daha önceden yaptığım eleştirilerin arkasındayım" demiş oluyordum. 5 kişi bir süre bana baktılar, sonra öte bir yere geçip konuşmaya başladılar. Ben ölüme yakın bir yerde dururken onlar aşağı indiler… Hayata yeniden döndüm. Bir gün sonra da partinin kararıyla ihraç edildiğimi söylediler. Ve örgütün baskısıyla çıkarılan özel bir genelgeyle siyasilerin olmadığı Kırklareli Cezaevi’ne gönderildim.
**'Cezaevi müdürü: Durumunuz beni aşıyor, bakanlığa bildirdim'**
** - Nasıl bir "baskı"dan söz ediyorsunuz?**
Örgüt, idareye "can güvenliğimin olmadığını", "örgütlerin bulunduğu hapishanelere gönderilmemem gerektiğini" söyleyerek cezaevi idaresine baskı yaptı ve devletle anlaştı. Cezaevi müdürüne, "Beni neden örgütlerin bulunduğu hapishaneye göndermiyorsunuz?" dediğimde, "Durumunuz bizi aşıyor, bakanlığa bildirdik, oradan gelecek cevabı bekliyoruz" demişti. Birkaç gün sonra ise bakanlık benim durumuma ilişkin özel bir genelge yayınlayarak Kırklareli Hapishanesi’ni "can güvenliği olmayanlar" için açmış oldu. 1993’te oraya gönderilen ilk siyasi mahpus oldum.
**‘Devlet bazı infazlara yardımcı bile oldu!’**
** - Söyleşinin başında da "örgütün polis ifadelerini alıp okuduğunu" söylemiştiniz. Cezaevlerinde örgütle devlet arasında nasıl bir ilişki olduğunu düşünüyorsunuz?**
Devlet, mahpusların can güvenliğini korumakla görevliyken bu kitap boyunca gördüğünüz hiçbir kurbanı korumuyor, hatta benzer nedenlerle, TİKKO tarafından öldürülen **Ramiz Şişman** örneğinde olduğu gibi, devlet, infazlara yardımcı bile oluyor. Onca infaz yapılırken ortalıkta olmayan, varlığı kapı altı *(İfade, cezaevindeki idareye ait bölüm için kullanılıyor-T24)* ile sınırlı idare, iş örgütün isteklerine gelince ortaya çıkıyor.
**‘Sevgilisiyle görüşteyken kaşık sapıyla bıçakladılar’**
** - Devlet infaza nasıl yardımcı oldu sizce?**
TKP/ML, içlerinde ajanlar olduğu gerekçesiyle Kardelen Hareketi’ni başlattı. Örgütün yayınlarına göre 13 kişi öldürüldü. Ramiz Şişman infaz edilenlerin ajan olduğuna inanmadığını söyleyince kendisi de ajan ilan edildi. Hakkında infaz kararı alındı. Ancak Ankara Ulucanlar Cezaevi’nin yapısı zor olduğundan diğer örgütlere danıştı örgüt sorumluları. Örgüt dayanışmasının güzide örneklerinden biri de ziyaret gününde sergilendi! Ramiz sevgilisiyle görüşteyken iki yoldaşı, Ramiz’i sayısız kez bıçakladı. Hatta en son kaşık sapından yapılmış kör bıçağı göğsüne saplanmış halde bırakmışlar.
**‘Devlet Bayrampaşa’da örgütlere kontrollü imkân tanıdı’**
** - Ramiz Şişman sevgilisinin gözleri önünde öldürülürken gardiyanlar neredeydi?**
O dönem aynı cezaevinde kalmış bir mahpus arkadaşımın duyduğuna göre, Ramiz ilk başta kendisini idare kapısına atmayı başarıyor ama gardiyanlar kapıyı kapatıyor. İdare isteseydi bu infazı engelleyebilirdi. Herkesin gözü önünde öldürüldü Ramiz. Tanıdığımız devlet bu kadar özgürlükçü müydü ki hapishaneleri örgütlere bıraktı? Hayır! Kürdistan'daki savaşta dönemin Genelkurmay Başkanı **Doğan Güreş** "Biz bu savaşı düşük yoğunluklu düzeyde tutuyoruz" demişti ve sonlandırma değil ama bir konsept olarak çatışmanın sürekliliğinden bahsetmişti. Bence, devlet bu politikasını 90’lı yıllarda cezaevlerinde de uyguladı. Ben, Bayrampaşa’nın, İstanbul'daki emniyetin özel bir biriminin denetiminin altında olduğunu düşünüyorum. Bayrampaşa'da radikal sol örgütlere imkân tanıyarak, ama kontrolde de tutarak çatışmayı sürdürmekten yanaydı devlet.
**- "Kontrol" iddianızın kaynağı ne?**
O dönemi bilenler hatırlayacaktır, o yıllarda çok operasyon yapıldı; örneğin DHKP-C sokakta bir polisi vurduğunda sonraki gün bir ev basılıp üç DHKP-C’li öldürülürdü.
**- Operasyon bilgilerinin hapishane yönetimiyle paylaşıldığını mı savunuyorsunuz?**
Tabii ki hayır! Bu denetim, izleme, istihbarat toplama üzerinden de yapılabilir. Sonuçta örgütün ilgili birimleri görüşmeye gelir giderdi, birçok tekniği olan polis de bu görüşmeleri kolaylıkla dinleyebilir, dışarıya yazışmalar gittiğinde operasyonlar yapıp o bilgileri alabilir. Veya örgüt, "Aytekin’i bizim arkadaşlarımızın bulunduğu hiçbir cezaevine göndermeyeceksiniz" dediğinde ortada bir uzlaşma yoksa devlet, örgütün isteğini kabul edip neden özel genelge çıkarsın? Bayrampaşa örgüt sorumluları devlet yöneticileriyle çok içli dışlıydı.
**‘PKK’yla ateşkes Bayrampaşa üzerinden sağlandı’ iddiası**
O yıllarda cezaevini kontrol eden devlet yetkililerinin, 1998 ateşkesini Bayrampaşa üzerinden sağladığı söyleniyordu. Öcalan, Bayrampaşa örgüt sorumlularına çok güveniyordu. Oysa ‘98 ateşkes ilanının içi boş, PKK’yi aldatmaya yönelik bir girişim olduğu anlaşıldı. Öcalan 1 Eylül 1998’de ateşkes konuşması yaptı. Bu konuşma öncesi örgüt temsilcisi Bursa Hapishanesi’nde bana geldi, "Ateşkes yapılacak, çok önemli gelişmeler var, yakın bir zamanda hepimiz çıkabiliriz" dediğinde çok şaşırmıştım. Öcalan’ın 1 Eylül 1998 konuşmasını koğuşta MED TV’den birlikte izledik. Programı **Günay Aslan** sunuyordu. Programda Öcalan’ın sesi duyulur duyulmaz, ekran titremeye başladı. Çok sonraları duyduk ki, sözde ateşkese uyacaklarını söyleyen devlet yetkilileri programa sinyal göndererek sabote etmişler programı. Birkaç gün sonra ise Türk Kara Kuvvetleri Komutanı **Atilla Ateş** Suriye’yi tehdit ederek, Öcalan konusunda uyardı. Bir ay sonrası ise Öcalan Suriye’den çıkmak zorunda kaldı.
Ben bu ekibin, yani Bayrampaşa örgütüyle ilişkide olanların, Öcalan’ı İmralı’ya getiren ekiple bir ilişkisi olduğunu düşünenlerdenim. Bayrampaşa örgütüne inanan bir Öcalan yönetimi soluğu Kenya’da aldı.
**‘Hayata Dönüş’ten sonra örgüt eylemleri sonlandı’**
** - Bunu açar mısınız?**
İkna olmadıysanız şunu da söyleyeyim: Hayata Dönüş operasyonları yapıldıktan ve Bayrampaşa Cezaevi kapatıldıktan sonra radikal sol örgütlerin eylemleri dışarıda ve içeride bitmiştir. Bu operasyon bir devlet katliamıdır. 32 insanın yaşamına mal oldu. Tasvip edilecek bir yanı da yoktur belirtmek isterim.
**- Dediğiniz gibi "devletin de çıkarı var"sa neden sonlandırsın bu ilişkiyi?**
1980’lerde siyasi mahpuslara işkence yapan devlet 1990’lara geldiğinde "Bunlar zaten elimizde, istediğimiz gibi yön verebiliriz" dedi. Kürdistan’daki özel savaşa göre uygulamaya konan bu konsept, Öcalan’ın İmralı’ya getirilmesiyle birlikte son buldu. Radikal sol örgütlerin hapishanelerdeki denetimlerine 19 Aralık 2000’deki Hayata Dönüş operasyonuyla son verdiler. Eski yapıyı sürdürmeye artık çok da gerek kalmamıştı. 90’lı yıllarda hapishaneler gerçeğini, Kürdistan’daki özel savaştan ayrı düşünülmemesini anlatmaya çalışıyorum.
**‘Öcalan yakalandıktan sonra kimse çözüldüğü için öldürülmedi’**
** - Peki Öcalan’ın Kenya’dan getirilme süreci hapishanede nasıl izlendi? Yakalandığında "Hizmete hazırım" diyen Öcalan, örgüt içinde "çözülen" olarak mı kodlandı, yoksa sözleri "taktiksel" mi görüldü?**
Öcalan'ın yakalanmasından sonra poliste direnmek eski önemini yitirdi.
**- Nasıl?**
1999'dan sonra PKK'de kimse çözüldüğü için öldürülmedi. Ama bu dönemi konuşurken savaşı ve faili meçhulleri de unutmayalım. İnsanlar öldürüldükçe "İçimize sızmış ajanları var. Çözülenler parti suçu işliyorlar" diyorlar ve cezalandırmalar oluyordu. Hâlbuki poliste direnmek nasıl insani bir şeyse çözülmek de bir o kadar insanidir. Aynı şeyi Öcalan için de düşünüyorum. Öcalan uçakta "Ben hizmete hazırım" dediğinde biz koğuştaydık PKK’liler olarak, canlı yayında izliyorduk.
**- Tepkiler nasıldı?**
Böyle düşünmeyenler yıkıldılar ama ben Öcalan'ı gördüğümde de aklıma Osman geldi, Osman Tim’in yaşadıklarını bildiğim için çok şaşırmadım.
**‘Öcalan’dan sonra çözülenleri öldürenler özeleştiri yapmadı’ **
** ‘Öcalan’dan sonra çözülenleri öldürenler özeleştiri yapmadı’****- Yoldaşlarını çözüldü diye öldürebilen örgüt yöneticileri Öcalan’ı eleştirebildi mi? **
Ayrılanlar oldu. "Biz bunun için mi mücadele verdik" diye kırılanlar, o savunmaları beğenmeyenler oldu. Ama örgüt devam etti ve çözülenleri öldürenler özeleştiri yapmadılar.
**- İade-i itibar özeleştiri kapsamında yapılan bir hareket mi?**
Evet. Diyelim ki bir infaz yapılıyor, sonradan yanlış olduğuna kanaat getirilince iade-i itibar yapılıyor. Sadece ölenler için geçerli bu, yaşayanlara yapılmıyor.
**- PKK içinde iade-i itibar nasıl yapılıyor?**
Raporlar gelir, bakar ki buna haksızlık olmuş, ailesini çağırıp "Özür dileriz, bir hata oldu" derler.
**- İade-i itibarın, infazı organize edenlere yaptırımı oluyor mu?**
Hayır, genellikle muhatabı bulunamaz. Geçmişe saplanmamak gerektiği, artık konunun partiye aktarıldığı, bundan sonrasının partinin sorunu olduğu vb. şeyler söylenir.
**‘Çoğu infaz edilenin ailesi örgüt sempatizanı, susuyorlar’ **
** ‘Çoğu infaz edilenin ailesi örgüt sempatizanı, susuyorlar’****- Ölümler ailelere nasıl haber veriliyor?**
Hiçbir yere haber verilmiyor. Cezaevi veriyordur muhtemelen.
**- Nasıl öldüklerini sorduklarında doğru cevabı alabiliyorlar mı?**
"Arkadaşları vurdu" derler. Basın da bu ölümleri kayıp kimlik ilanı kadar haber yapar. İyiyse 3. sayfada küçük, kötüyse 16. sayfada bir köşede.
**- Aileler örgütlerin infaz kararlarını nasıl karşılıyor?**
Anlatılması zor bir soru, öldürülenlerin çoğunun ailesi örgüt sempatizanı. Örgüt çevresinden insanlar, devrime, örgüte inanmış insanların sessizliği diyelim.
**- Aileler "Kol kırılır yen içinde kalır" duygusundan mı susuyor, yoksa korkuyorlar mı sizce?**
İşkence inanılmaz bir şeydir, hele bir de aynı değerleri paylaştığın insanların o işkenceyi yaptığını düşünmek daha da inanılmaz bir şey olsa gerek. 2003 yılında Bayrampaşa’da örgütlerin yaptıklarını anlattığım "İçimizdeki Hapishane" kitabım çıktığında yazılanlara inanmadılar. Ve bugün yine göreceksiniz, kitabıma bazıları yine inanmayacak. Devrimcilerin işkence yapmayacağına, yoldaşlarını öldürmeyeceğine inanan hazır bir kitle var bu ülkede.
**‘İnfaz edilenlerin aileleri ne örgütten, ne devletten davacı’ **
** ‘İnfaz edilenlerin aileleri ne örgütten, ne devletten davacı’****- Diyelim ki hesap sormak isteyen bir aile var; nereye gider?**
Örgüt merkezine gidiyorlardır muhtemelen. Orada sözle itibarı iade ediliyor veya edilmiyor. Ama sonrası yok. Her kayıp annesinin içinde üstü örtülmemiş bir mezar vardır. Bu yüzden yakınlarını kaybetmişler her cumartesi Galatasaray Meydanı'nda toplanıyor. Dicle Haber Ajansı’ndan Mehmet Hatman’ın 10 yıllık araştırmasına göre 5 bin 453 faili meçhul var. Ve bu ailelerin nerede olduğu sorusunun yanıtı var. Peki infaz edilenlerin aileleri nerede? Devlet, yakınlarının güvenliğinden sorumlu değil miydi? Sorumluydu. Ama ne devletten, ne örgütten davacı olamıyorlar.
**"Öcalan’ın ‘15 bin infaz’ dediği söyleniyor’**
** "Öcalan’ın ‘15 bin infaz’ dediği söyleniyor’****- Ailelerin ses çıkarmasına PKK izin verir mi sizce?**
Faili meçhul cinayetlerde yakınlarını kaybedenler, her Cumartesi günü Galatasaray Meydanı'na çıkıyor ve devlet bunu kabullenmiş durumda. Bu çok değerli bir hak arayışı eylemidir. Benzer bir eylem biçimi 90’lı yıllarda örgüt içi infazlarda yakınlarını kaybetmiş aileler için de bir haktır. Ancak bu hakkı aile yakınları kullanabilir. Bugüne kadar böyle bir girişim olmadı bu ailelerden, bundan sonra olur mu, olmalı bence. PKK izin verir mi, vermez mi? Henüz böyle bir girişim olmadığı için bilemiyoruz, girişim olduğunda sorunun yanıtını öğreneceğiz. PKK örgüt içi infazları reddetmiyor. Öcalan’ın mahkemede "15 bin infaz" dediği söyleniyor. İbrahim Güçlü ve Kemal Burkay da defalarca söylediler bunu, Öcalan'dan veya PKK'den yalanlama gelmedi. Ama 50 bin kişinin yaşamını yitirdiği bir savaşta örgütün kendi içinde bunca infaz yapması bana abartılı geliyor.
**- Sizce PKK’da infazlara dair bir arşiv var mı?**
Bunların arşivi olmaz, her örgütte örgüt içi infaz kayıt dışıdır. Bir an evvel unutulması, açığa çıkmaması gereken bir şeydir.
**- Gültan Kışanak, "PKK yönetimi ve Öcalan defalarca ‘Hakikatleri Araştırma ve Gerçeklerle Yüzleşme Komisyonu kurulsun biz de hesabımızı vermeye hazırız’ çağrısı yaptı" demişti. Belge yoksa PKK ne için hesap verecek?**
Bence Kışanak’ın söylediği çok yanlış. Bir insan veya örgüt özür dilemek için başkasını beklememelidir. Bir örgüt hatasını, yanlışını kabul etmek için karşı olduğu devleti niye beklesin? Bir insanın hatasını kabul etmesi nasıl ki erdemli bir tutumsa, örgütler için de öyledir. Aksi "Hatalar yaptım ama devlet hatasını kabul etmedikçe ben de etmem" demek gibi bir şey olur ki çok yanlış buluyorum böylesi bir tutumu.
**‘50’ye yakın infaz Şemdin Sakık’a yıkıldı’**
** ‘50’ye yakın infaz Şemdin Sakık’a yıkıldı’****- Murat Karayılan, 2011’de çıkan "Bir Savaşın Anatomisi" adlı kitabında şu cümleleri kayıt düşüyor: "Bazı kişiler sadece yönetim kararıyla diledikleri insanları cezalandırmışlardır, bu tipler filan kişi ajanıdır dediklerinde anında cezalandırdılar hatta daha ileri giderek dürüst, bağlı, devrimci kadroları da cezalandırmaya başladılar." Sizce bu sözler bir başlangıç olabilir mi?**
1995'teki 5. kongrede 50'ye yakın iç infazın itibarı iade ediliyor. Ama mesela Şemdin (Sakık) devlete sığındıktan sonra bunların neredeyse hepsi ona yıkılıyor. Başka bir örgüte gittiğinizde de "Evet, öyle tatsız bir olay oldu ama onu yapan bizden değil" diyorlar. Bunların vebalinin sistem değil, kişilerin olduğunu söylüyorlar.
**‘Milliyetçi köylü kesim üniversiteli gençliğe baskın çıktı’ **
** ‘Milliyetçi köylü kesim üniversiteli gençliğe baskın çıktı’****- Sizce sistemdeki sorun nerede?**
Mücadele biçiminizin merkezine şiddeti alırsanız, iktidar/güç olma adına her yol mübah derseniz tam da böyle olur! Bütün mesele devrimci şiddet yönteminden, iktidar olma hırsından kaynaklanıyor. Devrimci şiddeti mücadele biçimi olarak uygulamaya koyduğunuz an bu uygulamalar kaçınılmaz olur. Şiddetin iki gözünün de kör olduğunu düşünüyorum, şiddet sonunda vuranı da vurur. Şiddetin böyle büyülü bir yanı vardır. Dünya devrimler tarihi incelendiğinde benzer olayların benzer sonuçlara yol açtığını görüyoruz. Her ne yapacaksak, kendi evlatlarını yemeyen devrimler yapmamız lazım. Biz 90'lı yıllarda koğuşlarımızda şunu tartışırdık: "Bir Kürdistan'ım olsun nasıl olursa olsun" mu, yoksa "Bir Kürdistan'ım olsun ama sosyalist olsun" mu? İçinde bulunduğum aydın, üniversite kökenli gençlik "Faşist Kürdistan istemiyoruz, sosyalist özgürlükçü bir Kürdistan olsun" diyordu. Ama sayımız hep azınlıkta kaldı. Milliyetçiliğin yoğun olduğu köylü kesim, "Nasıl olursa olsun bizim olsun" diyordu. Sonraki yıllarda PKK de bu eğilim baskın çıktı.
**‘Belge isteyen Google’a baksın’ **
** ‘Belge isteyen Google’a baksın’****- "Bunların arşivi olmaz" demenize rağmen 2012’de şunu yazdınız: "Eğer sol, geçmişle yüzleşme gibi bir konuda samimiyse 40-50 yıl öncesine değil yakın döneme, 1990'lara, bugüne baksın istemediğiniz kadar bilgi belge mevcut." Mevzu bahis belgeler ne? **
İnsanlar yeter ki araştırmak istesin, bulur o belgeleri. İnternet çağında Google arama motoru diye bir şey var. Google yukarıdan onlara bakıyor ve araştırma yapacak, belge toplayacak olanları bekliyor. Bu konularda çalışma yapmak isteyenler "Yoldaşını Öldürmek" kitabımda gereken belgeleri bulabilirler.
**‘PKK, DHKP-C ve TİKKO infazlarının toplamı bini buluyor’**
** ‘PKK, DHKP-C ve TİKKO infazlarının toplamı bini buluyor’****- Elinizde toplam kaç kişinin infazına ilişkin somut bilgi var?**
1990 ve 99 yıllarını kapsayan on yıllık dönemde bin faili meçhul, bin de örgüt içi infaza dair somut bilgi var, isim isim.
**- Bunlar kanıtlayabileceğiniz olaylar mı? **
Evet, kanıtlanmış şeyler bunlar.
**‘1990-99 arasında cezaevinde devlet 28, **
** ‘1990-99 arasında cezaevinde devlet 28,****3 örgüt 36 siyasi öldürüyor’ **
** 3 örgüt 36 siyasi öldürüyor’****- Elinizdeki örgüt içi infazların ne kadarı hapishanede, ne kadarı dağda, ne kadarı ovada gerçekleşmiş?**
PKK, DHKP-C ve TİKKO infazlarının toplamı bini buluyor. Bu ölümler arasında polis, asker yok; dağlarda yapılmış örgüt infazları yok. Bunlar köylerde, şehirlerde yaşayan siviller. "hain", "işbirlikçi" ve "ajan" denilip öldürülenlerdir. Bunun 64’ü DHKP-C'nin, 62’si TİKKO'nun, geri kalan PKK'nin.
Bir de infazını söyle sana yöreni söyleyeyim durumu var. Bir Dersim örgütü olan TİKKO’nun infazlarından yaklaşık 15’i Dersim’de. DEV-SOL'un da 64 infazından 30'u İstanbul'dan. PKK’nın 1990-99 arası öldürdüklerinden 292’si devlet yanlısı olduğu için, 190'ı muhbir, 25’i itirafçı olduğu için öldürülüyor. 16 da köy muhtarı var listede.
Örgütlerin öldürdükleri arasında 74 kadın var. 1990'la 2000 yılları arası hapishanelerde Hayata Dönüş operasyonuna kadar olan sürede 28 siyasi mahpus devlet tarafından öldürülürken, aynı tarihlerde 1990-99 yılları arasında PKK, DHKP-C ve TİKKO'nun öldürdüğü siyasi mahpus, yani iç infaz sayısı 36.
**- Örgütün hapishanedeki infazları devletinkileri aşıyor mu? **
Yarışıyorlar; aralarındaki fark, ihtiyar kurtla genç kurt arasındaki fark kadar. Bence her örgüt henüz iktidar olamamış devlet adayıdır. Bunlar da diğer örnekler: Dersim’de 32 PKK, 34 devlet infazı var; Hakkâri’de 33 PKK, 48 devlet infazı; Batman-Silvan’da 16 PKK, 46 faili meçhul… Bu bölgelerin hepsinin bir anlamı var; Batman’da Hizbullah’ın o dönemki varlığı gibi…
**- Siz bu sayıları neye dayanarak veriyorsunuz?**
TİHV (Türkiye İnsan Hakları Vakfı). Bu vakıf kuruluşundan beri, aylık raporlar tutuyor, çok anlamlı bir faaliyet olduğunu söylemem gerekiyor. Bazı bilgilere bu raporlardan ulaşmak mümkündür. "PKK saldırısı sonucu 3 kişi yaşamını yitirdi, devlet saldırısı sonucu 5 kişi yaşamını yitirdi" diye not düşüyorlar.
**- Ölümlerin devletten mi, PKK’dan mı kaynaklandığı tespitlerine nasıl güveniyorsunuz?**
Yanılma payı bırakmak iyi olabilir. Çünkü 90’lı yıllarda birçok sivil eyleminin devletin JİTEM birimlerince yapıldığı biliniyor. Birçok yerde kadın çocuk ayrımı yapmaksızın katliamlar yapıldı ve "PKK’li gerillalar yaptı" denildi. Sonraki yıllarda öyle olmadığı anlaşıldı. Böyle eylemler var, bu bilgilere dikkat etmek lazım. Bunun yanında örgütlerin merkez yayın organlarında üstlendiği sivil öldürme eylemleri de var.
Mesela PKK'nin merkez yayın organı olan ve ayda bir çıkan Serxwebun gazetesi savaş döneminde sorun olmayacağını düşünerek "İki hain vuruldu", "Bir aileden 5 kişi cezalandırıldı" gibi bilgileri yayımlamış. Örnek: Serxwebun, 17 Eylül 1990: "Kızını bir astsubaya veren Hüseyin Kadir ile kızı ölümle cezalandırıldı." Serxwebun, sayı 115, Temmuz 1991: "10 gerillanın ölümünde parmağı olduğu düşünülen 6 işbirlikçi Maraş Pazarcık'ta öldürüldü." Serxwebun, özel sayı 17, Eylül 1990: "Sömürü mekanizmasının birer aleti olan 9 mühendis Elazığ’da ölümle cezalandırıldı!"
**YARIN: Sivil toplum örgütleri ne yaptı?**
## Okuyucu Yorumları |
235069 | haber | Çekilen PKK'lılar son kez barış için kurşun sıktı | null | # Çekilen PKK'lılar son kez barış için kurşun sıktı
## PKK'lılar, Kuzey Irak'a yola çıkmadan önce ormanlık alanda meşe ağaçlarına asılan, üzerinde İngilizce 'Güven' ve 'Birlikte' yazıları bulunan tişörtlere ateş etti
PKK'lılar 15- 17 kişilik gruplar halinde çekilirken iki grup da kısa süre önce yola çıktı. PKK kaynakları 3 grubun daha hazırlık yaptığını, diğerlerinin de 15 Ağustos'a kadar çekilmeyi tamamlayacağını öne sürdü.
Ferit Demir'in Doğan Haber Ajansı'nda yer alan haberine göre, Tunceli'den son olarak ayrılan 15 kişilik bir PKK'lı grup, Kuzey Irak'a yola çıkmadan önce ormanlık alanda meşe ağaçlarına asılan, üzerinde İngilizce 'Güven' ve 'Birlikte' yazıları bulunan tişörtlere ateş etti. Grubun lideri 'Şiyar Dersim' kod adlı PKK'lı, "Barış için çok radikal bir karar aldık. Bu topraklar yeterince gözyaşı ve kan gördü. Artık bundan sonra kan ve gözyaşı ile karşılaşılmamasını istiyoruz" dedi.
Yola çıkan grupta bulunan ve 12 yıldır örgütün dağ kadrosunda yer aldığını söyleyen kadın PKK'lı da "Çekilme sürecini başarı ile atlatmak istiyoruz. Tarihi bir süreçten geçiyoruz. Hepimiz, herkes üzerine düşen görevi yerine getirmelidir. Barışa asla kurşun sıkılmaz bunun bilincindeyiz. Barışın gelmesi için elimizdeki son kurşunlarımızı sembolik de olsa bu cansız tişörte sıkarak dünyaya barış mesajı vermek istiyoruz" dedi.
PKK'lılar silahlarla tişörtlere ateş açtıktan sonra sınır dışına gitmek üzere bölgeden ayrıldı.
## Okuyucu Yorumları |
227293 | haber | 'PKK'nın Türkiye'deki üst kadrosu geçen ay sınır dışına çekildi' | null | # 'PKK'nın Türkiye'deki üst kadrosu geçen ay sınır dışına çekildi'
## Markar Esayan: Bu savaş bitti. Aksamalar, gecikmeler, provokasyonlar olsa bile, bu artık geri döndürülemez bir süreç. Tekrar edeyim, bu savaş bitti
Taraf gazetesi yazarı **Markar Esayan**, PKK’nın Türkiye’deki üst kadrosunun geçen ay sınır dışına çekildiğini öne sürdü. Esayan, "15 hazirana yetişmese bile, en geç 15 ağustosta çekilme tamamlanacak. Çekilme geceleri yapılacak. Güzergâhlar belli. Size son bir haber daha: Örgütün sınır içindeki üst ve değerli kadroları, bir aydır ülkeyi terk etmiş durumda. Eylül gibi, yani çekilme ve silah bırakma tamamlandığında toplanacak Kongre ile, bu durum örgütün tüm kesimlerine ortaklaştırılacak, tescillenecek" dedi.
Markar Esayan’ın "Üst kadro çekildi" başlığıyla yayımlanan (8 Nisan 2013) yazısı şöyle:
## Üst kadro çekildi
PKK’nın kurucu kadrolarında yer alan Ali Haydar Kaytan, geçenlerde özetle şu anlama gelecek bir cümle kuruyordu: "PKK’nın kuruluş ve işleyiş zihniyetini bilmiyorlar. PKK bir önderlik hareketidir. Öcalan çekil derse çekilir. Önderlik ne derse o olur."
PKK’nın savaştırılması üzerinden kendisine göre menfaati olanların, hükümetle sadece demokratikleşme zemini üzerinden barışa evet demesine duydukları öfke ile Öcalan’a yönelik bir itibarsızlaştırma kampanyasında oldukları gözleniyor. Öcalan’ı hedef almaları, Ali Haydar Kaytan’ın ifade ettiği örgüt yapısını anlamamalarından mı, yoksa yapacak fazla bir şey kalmadığından mı kaynaklanıyor bilinmez; ancak "kötü" haberi vereyim: "Öcalan PKK’ya çekilin ve silahlı mücadeleye son verin" dedi, örgüt buna "tamam" dedi, nokta. Bunun silahla mı silahsız mı, yasayla mı yasasız mı olacağı, sadece teknik meseleler. Bu hususların kendi içindeki önemini yadsımıyorum. Söylemek istediğim şu; bu savaş bitti. Aksamalar, gecikmeler, provokasyonlar olsa bile, bu artık geri döndürülemez bir süreç. Tekrar edeyim, bu savaş bitti. Taraflar anlaştı... Taraflar anlaştı, çünkü savaş paradigmasını zihinlerinde mahkûm ettiler. Bu savaş bitti, çünkü bu savaş ekonomik, konjonktürel, varsa vicdani ve ahlaki ömrünü tamamladı. Bu üç kelimeyi hazmetmeli artık.
PKK’ya ne verildi, hükümet bunun karşılığında ne aldı, Öcalan’ın İmralı şartları nasıl değişecek gibi sorular tabii ki kamuoyunu etkilemeye yönelik. Yani öyle kötücül bir pazarlık olmalı ki, karşılığında üç aydır hiçbir insanın ölmemiş olması, bundan sonra da gençlerimizin ölmeyecek olması, bu kötücül pazarlığın yanında ehemmiyetini kaybetsin. Hani şu, "ülke şeriatla bin yıl geri gideceğine, darbe ile 10 yıl kaybetsin" mantığı. Peki, bu kuşkularımızı nasıl giderebiliriz? Öneri? Çare? O da yok.
## **Yazının haber kısmı**
Örgüt sınır dışına çıkmak üzere. 1 mayısta çekilme başlayacak. Örgüt çekilmenin başladığını resmen ilan edecek. 15 hazirana yetişmese bile, en geç 15 ağustosta çekilme tamamlanacak. Çekilme geceleri yapılacak. Güzergâhlar belli. Size son bir haber daha: Örgütün sınır içindeki üst ve değerli kadroları, bir aydır ülkeyi terk etmiş durumda. Eylül gibi, yani çekilme ve silah bırakma tamamlandığında toplanacak Kongre ile, bu durum örgütün tüm kesimlerine ortaklaştırılacak, tescillenecek. Bu tarihe kadar, Esed’le savaş pozisyonuna geçen Kürtlerin Suriye’deki durumu da netleşmek üzere olacak.
Belli ki, "AKP’ye karşı savaşan" PKK’nın silahı bırakması ve anti-siyasetten, siyasete dönen bir BDP, bu kesimler için kullanım ömrünü tamamlamış gözüküyor. Kürtlerin öldüğü müddetçe değerli görülmeleri ne hazin. Peki ya Kürtlerin barışı sağlayan bir duruşu inşa etmekte böylesi bir mahareti göstermelerinin aşağılanması? Aslında yıllardır hepimizin çözüm olarak işaret ettiği, demokratik bir ülkede eşit ve özgür yaşama konseptinin, taraflar bunda anlaştığı anda kötücül bir tuzağa terfi etmesi, barışın arkasında pazarlıklar aranması da çok hazin değil mi?
## **Muhalif aydının kutsal paradoksu**
Devlet kötüdür, öyleyse devletin sahibi olduğu kudret, iyi bir amaç için de kullanılamaz. Devletin ışığına kanan aydın yandaş veya aptaldır. Hele âkil hiç değildir. Hükümet barış için adım atıyorsa, daha büyük bir savaşı başlatmak üzere bizi kandırıyordur. Yani Etyen Mahçupyan’ın dediği gibi, "demokrasi olmadan Kürt sorunu çözülemez, ama Kürt sorunu çözülmeden de demokrasi olamaz" paradoksu. Muhalif demokrat olmak için de, kötücül devlet ve bizim demokrat duruşumuz zaman ve koşullardan bağımsız olarak sabit olmalıdır. Buralarda bir değişim emaresi görülüyorsa, bundan kuşku duyularak bu sabitlik korunur. Ama toplum "hayır ölmeyeceğim, bu barışa bir şans vereceğim" dediği zaman her daim muhalif ve steril aydınımız yalnız kalır, melankoliye düşer, safları sıklaştırır, diğerlerine, "barışa kurban ettikleri Ceylan’ları, Uludere’leri işaret eder. Gerçek sorumlular bulunmaz, ülkede nükleer santraller kurulurken, nasıl olur da bunun barış olduğuna ikna olurlar? Hani, "barış da olsun, Ceylan ve Uludere’nin hesabını da soralım" pozisyonu yeteri kadar muhalif değildir.
Ne diyorum biliyor musunuz? Bazıları için savaş hiç bitmeyecek.
## Okuyucu Yorumları |
220665 | haber | 'Plastikteki maddeler erkeklik fonksiyonuna zarar veriyor' | null | # 'Plastikteki maddeler erkeklik fonksiyonuna zarar veriyor'
## Prof. Dr. Küçük: Plastik paketler, pet şişeler, östrojen yani kadınlık hormonu ve benzeri maddeler açığa çıkararak erkeklik fonksiyonuna karşı çalışır
Genellikle kadınların erken menopaza girmesinden bahsedilse de, erkekler de andropoza giriyor ve çeşitli sorunlar yaşıyor. Acıbadem Maslak Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği’nden Prof. Dr. **Tansu Küçük, **henüz baba olmayan erkeklerin plastik kaplarda sıcak içecek içmemelerini belirterek, erkeklik fonksiyonuna zarar verdiğini açıkladı.
acibadem.com.tr'de yer alan habere göre, andropozun erkeklik hormonlarındaki düşüşle birlikte, cinsel ve fiziksel aktivitenin azlığıyla ve en önemlisi de sperm azalması ile ortaya çıktığını belirten Prof. Dr. Küçük, şunları ekledi:
"Henüz baba olmayan erkekler, plastik kaplarda sıcak içecek içmemeli. Çünkü 'bisfenol’ ve ‘ftalat’ içeren plastik paketler, pet (Poli Etilen Tereftalat) şişeler, östrojen yani kadınlık hormonu ve benzeri maddeler açığa çıkararak erkeklik fonksiyonuna karşı çalışır. Sıcak suyla karşılaşan plastikler normalden 55 kat fazla bisfenol salgılar"
## '30 yaşında da başlayabiliyor'
Prof. Dr. Küçük, genellikle 50 yaşından sonra başlayan bu andropozun, 30 yaşında bile görülebileceğine işaret ederek, şu bilgileri verdi:
"Dünya Sağlık Örgütü 11 yıl sonra çıkardığı yeni rehberde normal sperm sayısını 5 milyon daha aşağıya çekti. Yeni çalışmaların sonuçlarına göre günümüzde 15 milyon spermi olan erkeği normal kabul ediyoruz. Oysa bu değerin geçen yüzyılda 200 milyon civarında olduğu biliniyor. "Çocuğumuz olmuyor" diyerek başvuran çiftlerin ortalama yüzde kırkında sperm sayısıyla ilgili sorun ortaya çıkıyor.
Henüz 30 yaş civarında olan bu genç erkeklerin yarısında 60-70 yaşındaki erkeklerin sperm sayılarına rastlanıyor ve tedavi edilemiyor, aksine yıllar içinde sperm bulguları daha da kötüye gidiyor. Hormonları ya da cinsel aktivitesi normal olsa da bu durum erken menopoza eşdeğer bir erken andropoz olarak kabul ediliyor."
## Erkeklik fonksiyonu için zararlı maddeler
Sperm sayısındaki hızlı düşüşün ve andropoz bulgularının daha genç yaşlarda görülmesinin nedenini çevre kirliliği ve kimyasal maddeler olarak belirten Küçük, bu konudaki şunları belirtti:
-"Bisfenol A" ve "ftalat" içeren plastik paketler, pet (Poli Etilen Teleftalat) şişeler estrojen, yani kadınlık hormonu, benzeri maddeler salgılayarak erkeklik fonksiyonlarına karşıt çalışıyor.
-Özellikle plastik paketiyle mikrodalgada ısıtılan hazır yiyecekler daha fazla bisfenol salgılıyor.
-Sıcak su ile karşılaşan plastikler normalden 55 kat fazla bisfenolu ortama vermiş oluyor.
Soğukken saatte 0,2-0,8 nanogram olan ftalat salınımı, sıcak su ile temasından sonra saatte 8-32 nanograma yükseliyor. Önce sıcak su ile yıkanıp sonra içine soğuk su konulsa bile bu salınım oranı değişmiyor.
-Ayrıca tarım ilaçları, hormonlu et ve besinler ve deterjanlar da benzeri etkiler gösteriyor.
-Testis ameliyatı geçirenlerde, kanser kemoterapisi alanlarda, kilo fazlası olanlarda ve çevre kirliliğinin yoğun olduğu yerlerde yaşayanlarda bu etkiler daha da fazla ve hızlı olabiliyor.
## '20’li yaşlarda sperm sayımı yapılmalı'
Ergenliğin tamamlanıp erişkinliğin başladığı 20’li yaşlarda ise sperm sayımı yapılması önerisinde bulunan Küçük, "Yaptırdıkları test sonucunda 15 milyondan az spermi olanlar sperm dondurmayı düşünmelidir. Böylece ileride normal yoldan ve hatta tüp bebekle bile çocuk sahibi olamayacak duruma düşülürse saklanmış sperm kullanılabilir.
Ayrıca, vazektomi yaptıracak olanlar, kanser için kemoterapi alacak olanlar, testislerinden ameliyat olacak olanlar da bu işlemler yapılmadan önce sperm dondurarak ilerideki bebeklerini garanti altına alabilirler" dedi.
## 'Andropoz bulguları saptayanlar aile kurmalı'
Erken andropoz bulguları saptanan bir erkeğin aile kurmakta acele etmesini ya da sperm saklatmasını öneren Küçük, yaşlanan erkekte andropozun saptanma kriterleri hakkında şu bilgileri verdi:
"Erkeklerde erken andropoz varlığını düşündürecek bazı bulgular vardır. St. Louis ADAM (Androgen Deficiency in the Aging Male - Yaşlanan Erkekte Andropoz) kriterlerine bakacak olursak, aşağıda sıraladığımız kriterlerden bir veya ikincisinin tek başına, ya da diğer kriterlerden dört tanesinin birlikte görülmesi, andropoza girildiğine ilişkin teşhis konulmasını sağlıyor"
**Erkeklerde erken andropozun belirtileri**
- Cinsel dürtünün azalması.
- Daha az sertleşme olması.
- Günlük yaşam enerjisinde düşüş olması.
- Güç ve dayanıklılığın azalması.
- Boy kısalması.
- Hayattan daha az zevk alınması.
- Üzgün ve depresif olunması.
- Spor yeteneklerinin azalması.
- Yemekten sonra uyuklanması.
- İş performansının düşmesi.
## Okuyucu Yorumları |
322549 | haber | Polis Diyarbakır’da kameramanı gözaltına aldı, zırhlı aracı gazetecinin üzerine sürdü! | null | # Polis Diyarbakır’da kameramanı gözaltına aldı, zırhlı aracı gazetecinin üzerine sürdü!
## Gözaltına alınan kameraman henüz serbest bırakılmadı
Diyarbakır’da dün Sur’a yürüyen kalabalığa tazyikli su ve biber gazıyla müdahalede bulunan polis, bu esnada çekim yapan Kürtsat News kameramanı **Baran Ok** ’u gözaltına aldı. Ok’un gözaltına alındığı sırada Kürtsat News Bölge Sorumlusu **Ferat Mehmetoğlu,** "Durun o benim kameramanım, gözaltına almayın" diyerek polise tepki gösterdi. Mehmetoğlu'nun tepkisine rağmen Baran Ok'u gözaltına alan polis, zırhlı aracı da Mehmetoğlu’nun üzerine sürdü.
Diyarbakır Valiliği, dün tüm gösteri ve yürüyüşleri yasakladı. Ancak yasağa rağmen HDP, DBP, KJA, DTK, HDK ve Barış Grubu öncülüğünde sokağa çıkma yasağının devam ettiği Sur’a yürüyüş düzenlendi. Polisin yürüyüşe müdahalesi sırasında Baran Ok da çekim yaptığı için gözaltına alındı. Kameramanın gözaltına alınmasını engellemeye çalışan Ferat Mehmetoğlu, önce polislerle konuşmaya çalıştı. "Durun o benim kameramanım, gözaltına almayın" diyen Mehmetoğlu, polislerden, Ok’un kameraman olması nedeniyle serbest bırakılmasını talep etti ve zırhlı aracın önünde durdu. Polisin, Mehmetoğlu’nun önünde durduğu zırhlı aracı üzerine sürdüğü anlar kameralara yansıdı. Baran Ok ise henüz serbest bırakılmadı.
## Okuyucu Yorumları |
137887 | haber | Prof. Balcı: Profesörlük ve doçentlik unvanını para karşılığı satalım! | null | # Prof. Balcı: Profesörlük ve doçentlik unvanını para karşılığı satalım!
## Prof. Metin Balcı, bilimsel dergilerde çıkan Türkiye kaynaklı makalelerin önemli bir bölümünün para karşılığında yayımlandığını saptadığın
T24 - **Prof. Metin Balcı, bilimsel dergilerde çıkan Türkiye kaynaklı makalelerin önemli bir bölümünün para karşılığında yayımlandığını saptadığını açıkladı. Akademik unvan için yayın yapma zorunluluğu nedeniyle söz konusu dergilerde para karşılığı makale yayımlatan akademisyenlere isyan eden Balcı, "Öğretim üyelerimizin önemli bir kısmı paralı dergilerde makale yayımlayarak derece alma yollarına başvurmaktadır. Dışarıya bu önemli miktarlarda döviz ödenmektedir. Bu nedenle paralı doçentlik ve paralı profesörlük atamasını bile düşünmeye başlamamız zamanı gelmiştir" ifadesini kullandı.**
* *
*Prof. Metin Balcı, 2010 yılında bilimsel dergilerde yayımlanan Türkiye adresli makale sayısının 21 bin 529 olduğunu belirterek, bu yayınları tarayarak elde ettiği sonuçları Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji ilavesinde yayımladı.*
*Araştırmasını "Yüksek sayıda makalelerin sırrı!" başlığıyla yayımlayan (8 Nisan 2011) Balcı'nın yazısı şöyle:*
*Prof. Dr. Metin Balcı***, ( TÜBA Üyesi ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi )**
[email protected]__,
Son yıllarda kamuoyunda tartışılan konulardan biri de ülkemizde bulunan üniversitelerden kaçının dünyada ilk 500 arasına girmiş olmasıdır. Bu konunun tartışılması elbetteki sağlıklı bir gelişmenin göstergesidir. Bu tür tartışmalar zaman zaman istismar da edilmektedir. Dünyada bazı kuruluşlar, her yıl üniversiteleri inceleyip bir sıralama yapmaktadırlar ki böyle bir çalışmayı yapmak oldukça zordur. Üniversitelerin sıralamaları yapılırken çeşitli kriterler temel alınır. Bunlardan birisi, ülke adresli yayımlanan bilimsel makalelerin sayı ve kalitesidir. Bugün ülkemizde, yayın sayısını arttırmakla kişileri doçent ve profesörlüğe yükseltmenin ötesine gidemiyeceğimizi ileri süren bilim insanı sayısı maalesef oldukça fazladır.
Onlara basit bir mantıkla şu cevabı vermek isterim. Çok sayıda ve kaliteli bilimsel makale üreten eğitim kurumlarında çok iyi yetişmiş bilim insanları bulunur. Onların olduğu yerde kaliteli eğitim verilir ve kaliteli insan gücü yetişir. Kaliteli yetişmiş insan gücü ileride istihdam edildiği kurum ve kuruluşlarda ülke için en iyi hizmeti verir ve dolayısıyla ülke kalkınmasına, ülkenin refah düzeğinin artmasına önemli katkılar sağlar. Bilimsel araştırmalar bir amaç doğrultusunda yapıldığı gibi (uygulamalı, patente yönelik), doğayı anlamak için de yapılır (temel araştırmalar) ve bu araştırmalar insan gücünün yetişmesinde aynı zamanda araç rolünü de görürler. Ayrıca oluşan bilgi birikimi ileride uygulamaya dönüşebilir.
Bu yazıda 2010 yılında Türkiye adresli makalelerin yayımlandığı **ilk 10 dergi** incelendi. Bu dergiler WEB of Science veritabanınca taranan dergiler grubundadır. Son yıllarda bu veritabanınca taranan dergi sayısı bazı nedenlerden dolayı**[1]** arttı ve bu da Türkiye adresli makale sayısının artışına neden oldu.
2010 yılında WEB of Science veritabanı tarafından taranan bilimsel dergilerde yayımlanan Türkiye adresli makalelerin sayısı 21.529’dur. Bu sayıda yalnız bilimsel makaleler var; kongre özeti, konferans v.s. yok. En çok makalenin yayımlandığı ilk 10 dergi **Tablo 1** ’de görülmekte. Bu dergilerde yayımlanan yaklaşık 1900 makale, toplam makale sayısının %10’u civarındadır. Bu 10 derginin analizi, karşımıza ilginç tablolar çıkartıyor. Dergilerin 3’ü Türkiye’de farklı kurumlar tarafından çıkarılıyor, diğerleri ise yabancı dergilerdir. Bu dergilerin 9’u TÜBİTAK’ın yaptığı gruplandırmada **C ** grubuna, yalnız biri **A** grubuna girmektedir. Bu da, Türk bilim camiasının çoğunlukla **etki değeri çok düşük dergilerde yayın yaptığını** ortaya koymakta.
En can alıcı noktalardan biri ise bu 10 dergiden 5’inin makaleleri **belli bir ücret karşılığında** yayımlamasıdır. Bu ücretler 500 ile 750 $ arasında değişiyor. Özellikle paralı dergilerin geniş bir editör ekibi bulunuyor ve **Türk editör sayısı** da oldukça fazladır.
**BİLİMİ KULLANIYORLAR**
Son yıllarda bazı kişiler, kuruluşlar ve hatta ülkeler organize bir şekilde bilimsel dergi çıkarmak için bir yarış içerisine girmişlerdir. Bunların amaçları kesinlikle bilime katkı sağlamak olmayıp tamamen maddi çıkar sağlamaktır. Örneğin **Journal of Animal and Veterinary Advances**** ** başlıklı dergi 2007 yılında yayın hayatına girmiş Pakistan (Medwell Journals) tarafından yayımlanan bir dergidir (Şekil 1). Derginin ismi her ne kadar hayvancılık ve veteriner ile ilgili bir çağrışım yapıyorsa da, yayın dağılımı hemen hemen homojen olup çoğu sahayı (tıp, temel bilimler, mühendislik, ziraat) kapsamaktadır.
Bugüne kadar dergide yayımlanan toplam makale sayısı 1762 olup bunların **722’si (%41) Türkiye adresli** iken, Pakistan adresli tek bir makale yoktur. **Derginin mevcut 69 editörünün 14’ü Türk’tür.** Burada hemen şu soru akla geliyor. Bu dergi ne zaman Türk bilim camiası tarafından benimsendi ve neden bu kadar Türk editör atandı? **Yoksa bu dergi Türk bilim insanlarının makalelerini yayımlamak için mi hayata geçirildi?**
Diğer bir dergi ise Malezya tarafından 2005 yılında çıkarılmaya başlayan ** Scientific Research and Essays** isimli dergi çok kısa bir sürede Türk bilim camiası tarafından keşfedildi. **Son 5 yılda yayımlanan makale sayısı** **911** ’dir (Şekil 2). **Türkler** son iki yılda yapmış olduğu yayımlarla (toplam 373 makale, %40) hemen bu dergide de **birinci sıraya** oturmuştur. Türk bilim camiası, bu dergide yayın yapan Nijerya, Malezya, Çin ve İran ile yarışa girmiştir.
Son yıllarda **bilim camiamız Afrika dergilerini keşfetmeye** başladı ve çok kısa sürede bu dergilerde de yayın yapan ülkeler arasında ** birinci sıraya** oturmayı başardı (Şekil 3 ve 4). **African Journal of Agricultural Research **ve** African Journal of Biotechnology**** ** dergileri *Academic Journals *adlı bir firma tarafından çıkarılıyor. Bu firmanın tüm sahalarda yayımladığı bilimsel dergi sayısı 103 olup dergilerin tamamı paralı (500-750 $)’dır. Bu firmanın merkezi Kenya’dadır, dergi editörleri çeşitli ülkelerdendir.
**Asian Journal of Chemistry ** 30 yılı aşkın bir süredir Hindistan tarafından yayımlanan bir dergi olup kimyacıların yanı sıra biyolog ve ziraatçıların da yoğun ilgi gösterdiği bir dergidir (Şekil 5). Bilim camiası bu dergiyi biraz geç keşfetmiş olsada son yıllarda Türkiye, Hindistan’dan sonra yayın sayısı açısından birinci sıraya oturmuş olup, İran ile bir rekabet içerisine girmiştir. Bu dergi sayfa başına 30 € almakta ve makale yayınlayanların dergiye abone olma koşulunu getirmektedir. Bu da ortalama bir makalenin 750 $’a yayımlanacağını göstermektedir.
**Expert Systems with Applications**** **adlı dergi** **Elsevier tarafından çıkarılan ve ** A** grubuna giren bir dergidir. Genel olarak **A ** grubuna giren ve etki değeri yüksek olan dergilerde yayın yapan ülkeler çoğunlukla bilimde gelişmiş ülkelerdir. 2003 yılında yayın hayatına başlayan bu derginin dikkat çeken noktalardan birisi; **her 3 yayından birisinin Tayvan adresli** olmasıdır. Dergide en çok yayın yapan ülkeler arasında Tayvan’ın yanı sıra **Türkiye, İran, Kore, Çin** v.s gibi ülkelerin ön plana çıkması çok ilginçtir.
Türkiye adresli makalelerin en çok yayımlandığı ilk 10 bilimsel dergide yayımlanan makaleler üniversiteler bazında incelendiğinde, makalelerin daha çok **Anadolu üniversitelerinde** çalışan öğretim üyeleri tarafından yayımlandığı görülüyor. Gelişmiş üniversitelerin yayın sayısı bu dergilerde daha azdır. Örneğin, birinci sırada bulunan Ondokuz Mayıs Üniversitesi’nin yayın sayısı 122 (Bu makalelerin 60’ı Acta Crystallographica Section E-Structure Reports Online dergisinde yayımlanmıştır) iken Orta Doğu Teknik Üniversitesi 5 makale ile 85. sıradadır.
**YÜKSELME KRİTERLERİ **** GÖZDEN GEÇSİN**
Ülkemizde doçentlik için yükseltilme kriterleri ilk kez 1995 yılında oluşturulan komisyonlar tarafından belirlendi. Çok iyi niyetlerle o yıllarda belli sayıda yayın yapma zorunluluğu getirildi. **Aradan 16 yıl geçti. Bu kriterler elden geçmedi ve hiçbir yenilik getirilmedi. **Öğretim elemanları yayın yapmaya zorlandı. Bu da doğal olarak Türkiye adresli yayınların sayısını arttırdı.
Bu süreç zarfında Türkiye’de üniversite sayısı da hızlı bir şekilde artmaya başladı. Yakın üniversitelerde doktora derecesini alan kişiler hemen bu yeni üniversiteleri doldurmaya başladı. Hiçbir altyapısı olmayan bu üniversitelerde istihdam edilen kişiler, altyapısı olan fakat bilimsel üretkenliği olmayanlar, yayın yapma zorunluluğundan dolayı, tümü olmasa da bir kısmı, yayın için çeşitli yollara, **etik dışı davranışlara** başvurmaya başladı. **Ciddi bir bilimsel süzgeçten geçmeyen ve para ile yayın yapan bu dergilere yönelme yolunu seçtiler**.
Ülkede profesör sayısı da artmaya başladı.
Doğal olarak tüm profesörler (profesörler arasında ayırım yapılamayacağına göre) doçentlik sınavlarına girmeya başladı. **Jürilerin önceden toplanması kaldırıldı**. Öğretim üyelerinin önemli bir kısmı yeterli eser sayısını gördükleri takdirde adayları eserlerden başarılı buldular. Böylece çok kişi doçent ünvanını aldı. Türkiye’de bir şekilde doçent olan bir kişi 5 yıl sonra profesördür. Bunun önüne geçmek çok da kolay değildir. Çünkü ülkemizde bu ünvanlar, liyakata göre verilen değerler olmaktan çok uzakta olup kişinin tamamen **özlük hakkına indirgenmiştir**. Öğretim üyelerimizin önemli bir kısmı tek başına doğru karar veremiyor. Böylece çok aday eser aşamasında aradan sıyrılmaktadır.
**Girdiğim sınavlarda, öğretim üyelerinin bir kısmının se-**
Yazının devamı 15. sayfada
**viyelerinin ne kadar düşük olduğunu görmekte ve hayretle izlemekteyim**. **Adaya sordukları soruların cevabını dahi bilmeyen hocalar mevcuttur**.
Ayrıca yıllardır izlediğim bir diğer nokta ise** doçentlik sınavlarında adaylara sorulan soruların seviyesi**, Yüksek lisans veya doktora sınavlarında sorulan sorulardan farklı değil. Bu sistemle derece almış ve bu sınavlara giren hocaların daha üst seviyede soru sormasını beklemek de doğru değildir.
**PARALI PROFESÖRLÜK ÖNERİSİ**
Öğretim üyelerimizin önemli bir kısmı paralı dergilerde makale yayımlayarak derece alma yollarına başvurmaktadır. Dışarıya bu konuda önemli miktarlarda döviz ödenmektedir.
Bu nedenle **paralı doçentlik **ve **paralı profesörlük ** atamasını belki de düşünmeye başlamamız gereken zaman gelmiştir. Kendi kendimizi avutmaktansa böyle bir çözüm öğretim üyelerini hem rahatlatır ve hem de zor koşullarda çalışarak hakkıyla bu ünvanları almış öğretim üyelerimize de daha fazla haksızlık etmemiş oluruz. Doçentlik ve profesörlük ataması için bir gün (doçentlik ve/veya profesörlük bayramı) tespit edilir. Her yıl o gün derslere ara verilir, kampuslarda hoca öğrenci kol kola girer halay çekeriz, hem de hocalarımıza verilen bu ünvanları doyasıya kutlamış oluruz. Ne dersiniz?
Üzerinde durmak istediğim bir diğer nokta ise, son yıllarda giderek sayısı artan "**doktoradan birkaç ay sonra doçentliğe müracaat eden** " adayların durumudur. Doktorayı alır almaz doçentliğe müracaat eden kişiler bir şekilde doçentlik için gerekli yayın koşullarını sağlamaktadır. (Doktorayla bağlantısı olmayan makale sayısı açısından.) Böyle durumda olan bir kişinin bağımsız ve/veya kendi öğrencisi ile yayın yapmış olması **teorik olarak mümkün değildir.** Bu iki şekilde olabilir.
1. Aday hocası ile doktora esnasında yapmış olduğu çalışmaların bir kısmını doçentlik için saklamaktadır.
2. Daha yaygın olan yöntemlerden birisi, bir hocanın yöneticiliğinde doktora yapan kişilerin karşılıklı olarak isimlerinin yayınlara konulmasıdır.
Burada asıl etik dışı davranışı sergileyen hocaların kendileridir. Jüri üyeleri bu durumu hemen fark edip kişinin doçent olmasını engelleyebilir. Ancak bu durumda gerçekten yürekli hocalara çok ihtiyacımız vardır. Nerede cesurca o kararı verecek hocalar? Bu vesile ile herkesin doçentlik sınavlarına jüri üyesi olarak girmemesi gerekir.
Eğer bu durumun önüne geçilemiyorsa benim ilgililere yeni bir teklifim olacak, bütünleşik doktora eğitiminde olduğu gibi **bütünleşik doçentlik ** programının bir an önce gündeme getirilmesidir.
**Referans**
[1] M. Balcı, *Türk Mucizesi Değil*, CBT 1135, 14, 2008.
## Okuyucu Yorumları |
227289 | haber | Prof. Volkan: Gelecekte İslam bağı hayal; Kürtler Kürt, Türkler Türk şef alacak | null | # Prof. Volkan: Gelecekte İslam bağı hayal; Kürtler Kürt, Türkler Türk şef alacak
## Politik psikolojinin duayeni Prof. Vamık Volkan: Çocukları yetiştirenler annelerdir; süreçler geliştireceksek kadınları, anneleri konuşturmak lazım...
**Hazal Özvarış**
[email protected]
Prof. **Vamık Volkan** neden önemli bir isim?
Soru, Kürt sorununa barışçı çözüm arayan bir Türkiye için önemli bir cevaba da tekabül ediyor. Ve o cevap, Volkan’ın, 60 yılı aşan özel kariyeri ile başlıyor.
Ankara Üniversitesi’nde aldığı tıp diplomasının ardından eğitimine ABD’de devam eden Volkan, "denek" olarak adım attığı "toplum psikolojisi" alanında uzmanlaşınca Orta Doğu’dan Balkanlar’a, Kıbrıs’tan Rusya’ya geçmişinde travmalar bulunduran pek çok bölgede siyasetin ötesine geçip toplumlar arasındaki gerilimleri çözmenin yollarını aradı.
Süzgecinden geçirdiklerini aktardığı toplam 51 kitapta imzası bulunan Prof. Volkan’ın son kitabı "A Swordfight on the Couch", geçtiğimiz ay "Divandaki Düşmanlar" adıyla Alfa Yayınları tarafından yayımlandı.
Volkan, politik psikoloji alanındaki serüvenini anlattığı kitabında Türkiye durağını da es geçmedi ve Kürt - Türk meselesinde danışmanlık yaptığı Ekopolitik’te başlattıkları süreçleri aktardı.
"Ağaç modeli"ni Türkiye’de uygulamaya çalışan Volkan, Ekopolitik’in Başkanı **Tarık Çelenk** ve Yöneticisi **Murat Sofuoğlu** ’nun katkılarıyla Prof. **Murat Belge**, emekli subay **Mete Yarar**, 1999’da Kandil’den Türkiye’ye gelen grupta yer alan **Seydi Fırat**, eski MİT Müsteşar Yardımcısı **Cevat Öneş**, ülkücü hareketin önde gelen isimlerinden **Musa Serdar Çelebi**, **Raif Türk**, BDP Eş Genel Başkanı **Gültan Kışanak**, gazeteci **Avni Özgürel**, Kürt aydın **Ümit Fırat**, BDP milletvekili **Altan Tan**, eski Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı **Özdem Sanberk**, İstanbul Türk Ocağı Başkanı **Cezmi Bayram** ve bir dönem MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin danışmanlığını yapmış olan Prof. **Vedat Bilgin** ’den oluşan çekirdek kadroyla yola çıktı.
Çözüm için çekirdek kadronun uzlaştığı "tarifler" çıkarılmasına, Hakkari ve Manisa gibi şehirlerde çalışmalar başlatılmasına rağmen "Büyük Çatı Projesi" yola devam edemedi. Ancak, Prof. Vamık Volkan, Türkiye’ye çözüm süreci için ilham verici bir metot ikram etmiş oldu.
Bugün, öngördüğünden farklı ilerleyen süreç hakkında Volkan’ın ne düşündüğünü öğrenmek için Türkiye ziyareti sırasında ayırabildiği kısa süre içinde kendisini dinledik.
Hükümetin son süreçte kendisiyle temas kurmadığını belirten Volkan, Akil İnsanlar Komisyonu için *"Ne yapacaklarını görmeden bir şey söylemek zor. Belki yardımı olur" *diyor ve ekliyor:
*"Fakat onlar da politikaya girerse ikinci sınıf bir hükümet olur."*
*"Amerika'dan Türkiye'ye baktığınız zaman şu anda allak bullak bir memleket var"* diyen Prof. Volkan, Türkiye’de yaşanan büyük gelişmelere karşın kadın meselesi gibi ilerleme kaydedilmeyen köklü sorunlar olduğunu söylüyor ve not düşüyor:
*"Herkesi aynı görmek, etnik kimlikten başlamaz. Kadın ve erkekten başlar. Onun için ben kadın hakları ile Kürt meselesini birleştiriyorum." *
Kadın haklarının altını çizen Volkan, Türk sorununun temelini de Osmanlı ve Türkiye arasındaki devamlılığın kurulmamasında görüyor.
**Abdullah Öcalan** ’ın Nevruz mesajındaki Kurtuluş Savaşı göndermesi için *"Çok güzel bir şey yaptı. Türklere ait olan bir seçilmiş zaferi beraberleştirdi" *diyen Volkan, hem Öcalan’ın, hem Başbakan **Tayyip Erdoğan** ’ın son dönemde yaptığı İslam vurgusu içinse "*Araplar şef olarak nasıl Arapları alacaksa, Kürtler Kürt, Türkler Türk şef alacak" *diyor ve gelecekte İslam bağının hayal olduğunu söylüyor.
Söylediklerine her daim kulak verilmesi gereken Prof. Vamık Volkan’ın T24’ün sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
**- "**
*Türkiye'de âkil kişileri içeren bir diyalog sürecinin başlaması ve yağmur da yağsa, güneş de açsa çalışmalarına devam etmesi gerekiyor."* **Ocak, 2013’te T24’te yayımlanan makalenizde â****kil adamlara verdiğiniz önemi bu sözlerle açıklamış ve şu teklifi yapmıştınız:**
*"**Türkiye’de benzer bir süreç geliştirme sorumluluğunu almak isteyenlere gereken bilgiyi vermek ve yardım etmek için tecrübeli insanlarla nasıl temas kurulabileceğini bulabilirim."*
**Yakın zamanda Âkil İnsanlar Komisyonu kurma girişiminde bulunan h**** ükümet, sizinle herhangi bir temasta bulundu mu?**
Hayır.
**- Siz "****politika dışında, fakat politikacıların da dinleyeceği" bir âkil insanlar oluşumu önermiştiniz.**** Bugünkü komisyonun üyelerini belirleyen ise Başbakan Erdoğan ve AKP yetkilileri oldu.**
İçlerinde tanıdığım birkaç kişi hariç hükümetin âkil adamlarını bilmiyorum.
## ‘Kürtlerin istedikleri ‘hürmet’’
**- Amacımız isimleri konuşmaktan ziyade, âkil insanları seçenin sivil toplum yerine, Başbakanlığın olduğu bu komisyonun ne kadar verimli olacağına dair sizin fikrinizi almak.**
Çok zor buna cevap vermek, çünkü nasıl kullanacaklarını bilmiyorum. Ben, âkil adam nedir bilmiyordum. Burada böyle fikir ortaya çıkınca, "Gerçekten kurulsun" dedim, çünkü buna ihtiyaç var. Süreçlerin oluşturulması gerekiyor. Süreçler ne? Burada *(Vamık Volkan, "Divandaki Düşmanlar" kitabını gösteriyor*) Ekopolitik'i anlatıyorum. Ben Sayın **Beşir Atalay** 'la birkaç defa buluşmuştum. Çok iyi karşıladı, notlar tuttu. Fakat ne kadar destekleri olduğunu bilmiyorum. Ben Ekopolitik'in bütün toplantılarına katılmadım, benim önerilerim vardı, fakat onların dışında da bir sürü şeyler yaptılar. Senelerden beri anlattığım gibi, teker teker, yavaş yavaş gelişen bir süreç olmalıydı, öyle olmadı. Ama çok önemli şeyler yaptılar, söylenmeyen şeyleri söylediler.
Mesela (**Abdullah** ) **Öcalan** 'la konuşan bir Kürt'le, milliyetçi bir kişi veya eski MİT mensubu birinin konuşabileceğini gösterdiler. Ayrıca, "Öcalan'a danışabilirsiniz" dedik. O zamanlar "Öcalan'la konuşun" demek çok zor olurdu, yanlış anlaşılabilirdi. Kürtlerin ülkeyi parçalamak istediğini düşünenler vardı. Ancak Öcalan'la konuşan kişilerle konuştuğunuz zaman mevzunun bu olmadığı çıkıyordu. Kürtlerin istediklerinin "hürmet" olduğunu görüyordunuz.
## ‘Akil İnsanlar politikaya girerse ikinci sınıf bir hükümet olur’
Bunun dışında Dr. **Ayla Yazıcı** 'nın Hakkâri’deki çalışması çok önemliydi. Bunların yayılması gerekirdi. Bu, hükümetin takip ettiği bir şey olsaydı, o yazılar ardından bir süreç başlatılabilirdi Hakkâri’de. Mesela "annelerle nasıl çalışılır" üzerine kafa yorulabilirdi. Benim İstanbul dışında gittiğim tek Ekopolitik toplantısı Mersin'de oldu. Çok enteresandı; vali, belediye başkanı, Halk Partisi'nin başkanı, Cumhuriyet Halk Partisi ve AKP milletvekilleri, polis şefleri bir araya gelmişti. Aynı zamanda oradaki halkı görüyordunuz. Göç eden Kürtler vardı, yaklaşık üç mahallede çocuklar vardı, taş atıyorlardı... İstediğim Mersin'de bir çalışma başlatmaktı. Polisle çalışıp, belediyelerin iş bulmasını sağlayıp, annelerle konuşup... Ama içine girmeden bilmiyorsunuz. Benim âkil kişilerden kastım bu. Gidip orada politik konuşma yapacaklarsa o da iyi olabilir. Örneğin, bir Kürt ile bir Türk rahat rahat halk önünde konuşursa... Fakat onlar da politikaya girerse ikinci sınıf bir hükümet olur. Onu istemem.
**- Bilmeyen okuyucular için Türkiye'de de uygulamaya çalıştığınız "ağaç modeli"ni kabaca anlatalım. Önce Türkiye'nin farklı kesimlerini temsil eden kişilerin toplum psikolojisi üzerinde çalışmış olan psikanalistler eşliğinde konuşması ve bu kesimlerin birbirlerine dair öngördüğü "psişik gerçekler"den arınarak gerçekliğe yönelmeleri sağlanıyordu. Aralarında Kürt milliyetçilerin de, Türk dindarların da olduğu bu kişiler, güvenleri arttıkça çözüm üzerine tarifler çıkarmaya başlıyordu. Zamanla, bu toplantıları aldığınız mekânları diğer kritik şehirlere kaydırarak süreci biraz daha somutlaştırıyor ve siyasilere de sürecin gelişimine dair bilgi aktarımında bulunuyordunuz. Dantel gibi işlenerek büyütülen bu paralel çalışmalar yavaş yavaş ve sindirilerek ilerliyordu. Ancak bugün yürürlükte olan çözüm süreci...**
Bugünkünde ağaç modeli yok.
## ‘Türkiye'deki psikolojiyi değiştirmek için süreci dantel gibi örmek lazım’
**- Ve Âkil İnsanlar Komisyonu'nun kamuoyuna açıklanan görevleri birbirleriyle diyalog kurmaktan çok, süreci, barışı farklı bölgelerde halka anlatmak.**
Değişik bir şey. Ne yapacaklarını görmeden bir şey söylemek zor. Belki yardımı olur. **Seydi ** (**Fırat** ) ve **Mete ** (**Yarar** ) Bey gibi isimler beraber konuşursa düzeltmek için önemli bir şey olur. Ancak ne yaparsak yapalım, eninde sonunda Türkiye'deki psikolojiyi değiştirmek için süreçlere girmek lazım. Küçük bir yerde başlayıp büyütülebilir, dediğiniz gibi süreci dantel gibi örmek lazım.
Psikolojinin dünya meselelerine bakışı başlangıçtan beri var, ama ilgisi iki türlü. Devamlı olarak her hükümet psikolojiyi kullanır. Ama ne için kullanır; seni aldatmak için, kazanç yapmak için. Bizim yaptığımız ise gerçek psikoloji, toplum ve insan psikolojisi. "Toplum psikolojisinde gerilemeye giden yolları nasıl önleriz, halka barışçıl duyguları nasıl geliştiririz" üzerine kurulu.
**- Aralarına acının, öfkenin, intikamın girdiği iki insanın barışmasıyla, halkların, toplulukların barışması arasındaki fark ne?**
Tekniğe girmeden anlatırsak; insan psikolojisini anlamak isterseniz sizinle beraber Güney Afrika'ya gideriz. Orada Kruger diye bir park var, aslanları, filleri seyrederiz ve bu hayvanların kadın için, seks için, yemek için birbirleriyle kavga ettiklerini görürüz. Ama birbirlerini öldürmezler. Aslan başka hayvanı öldürür, fil başka hayvanın üzerine basar. İnsanlarsa böyle büyümedi. İnsanlar birbirlerini öldürüyorlar.
Ben Türk’sem, "Kürt insan değil" diyorum, Kürt’sem "Türk, insan değil" diyorum. Öyle düşünmeseniz de bir şey olduğu zaman buradan yola çıkarak hareket ediyorsunuz. 100 sene önce psikanaliz diye bir şey çıktı. Filozoflar, hâlâ Freud'dan bahseder. Bu mesleğin içindeyseniz (**Sigmund** ) **Freud** 'la başlarsanız, nasıl geliştiğini izleyerek bugüne gelirsiniz. Ama filozofsanız Freud'a, (**Charles** ) **Darwin** 'e gidersiniz. Ben 2006'da Viyana'daydım, 4 ay, Freud'un evi ofisimdi. Ne kadar depresif olduğunu hissettim. Çünkü kız kardeşlerinin, komşularının Naziler tarafından öldürüleceğini biliyordu. Bu nedenle belki de korkuyordu ve dış dünya hakkında bir şey yazmadı.
## ‘Toplumlarda milyonların iki gözü yok ki ağlasın’
Peki, toplum psikolojisi nasıl gelişti? Toplumun ne demek olduğuna dair bir psikoloji geliştirmişler. "Annem gibidir", "Babam gibidir..." Bir toplumun üyesi olduğunuz zaman yalnız değilsiniz. Dünya da toplumlarla gelişmiş. Fakat toplumla toplum arasındaki psikoloji hiç gelişmedi. Ben bunu yapmaya çalışıyorum. Ciddi bir şekilde 30 sene çalıştım. Başlangıçta bilmiyordum, ama şimdi ne yaptığımı biliyorum.
Toplumlarda milyonlarca insanın iki gözü yok ki ağlasın, bir burnu yok ki nefes alsın. Bir psikolojik süreç paylaştığı zaman ortaya bir psikoloji, sosyal, politik, kültürel veya askeri süreci çıkıyor. Bunlar psikolojik nedenlerle başlıyor. Politikada ise süreçle ilgileniyorsunuz, başlangıçla değil. Benim yaptığım bu sürecin başlangıçlarını, paylaşmaları bulmak. Mesela yas paylaşılıyor ve yeni sosyal - politik süreçlerin ortaya çıkmasına neden oluyor veya ülkelerde "Şimdi biz kimiz" ortaya çıkıyor. Bu durumla karşılaşınca ülkelerde arındırma (purification) da ortaya çıkıyor. Bunlar her yerde oluyor.
## **‘Öcalan, Nevruz mesajında çok güzel bir şey yaptı’**
** - Burada bir parantez açsak; paylaşma noktalarında, sizin tabirinizle "seçilmiş yaslar, travmalar" veya "seçilmiş zaferler" olabiliyor. Öcalan da Nevruz mesajında, "****Çanakkale'de omuz omuza şehit düşen Türkler ve Kürtler, Kurtuluş Savaşı'nı birlikte yapmışlar" diyerek zaferi ortaklaştırdı.**
Çok güzel bir şey yaptı, güzel bir psikoloji kullandı. Türklere ait olan bir seçilmiş zaferi beraberleştirdi. Ne güzel kullanmış. Ama benim dediğim, politikacılar dışında, halk arasında bu süreçleri başlatmak. O zaman, politikacılar gerçekten halkı düşünürlerse, bunu desteklerler. Mesela en güzel şeyleri Estonya'da yaptık. Estonya’nın ziyaret ettiğimiz bazı bölgelerinde Coca Cola'yla vücudumu yıkıyordum, çünkü sularda radyasyon vardı. Ben ve grubum neler neler yaşadık ki hükümet değişti. Hükümetin en büyük adamları beni kucaklamasına rağmen biz hiç politikalara girmedik. Biz onlara "Bunu yap" filan demedik. Biz, süreci başlattık.
**- İki ülkede de çalışma yapan biri olarak ülkeler arası bir karşılaştırma yaptınız ve Türkiye'deki meselesinin çözülmesinin Estonya'dan daha kolay olduğunu söylediniz. Kürt ve Türklerin beraber yaşayan iki halk olmasının altını çizerken iki topluluk arasında habis bir ırkçılığın olmamasını da vurguladınız. Bu özelliklerine rağmen...**
Ama 30 sene oldu. Hiçbir süreç yaşanmadı. Devamlı politika ve terörizm ve askeri süreçler oldu, bunlar dışında hiçbir süreç başlamadı.
## ‘Türkiye'de yürütülen bir süreç görmüş değilim’
**- Türkiye'deki eksikliği sivil toplumda da mı görüyorsunuz?**
Sivil toplumda bir şey ortaya çıkmadı, hükümetin de aklına bir şey gelmedi. Ki açılım buydu. **Beşir Atalay** ile buluştuğum zaman bu yöntemin aklına yattığını düşündüm. Ağaç modellerini anlattığım zaman beni üç saat dinledi. Fakat ne yaptılar bilmiyorum, sağa sola baktılar, şurayı açtılar, burayı kapadılar gibi geldi bana. Ekopolitik'i desteklediler mi, desteklemediler mi bilmiyorum; kim para verdi onu da bilmiyorum.
**- Hükümetlerin, kapanan kapılara direnmemesi sizin için "barışta ısrar yok" mu demek?**
Bir süreç olursa, o sürecin başkanı olur. Ona bırakılır ki o yürütsün, Türkiye'de yürütülen bir süreç görmüş değilim.
**- Bugün de buna dâhil mi?**
Âkil kişilerin çoğunun kim olduğunu, onlara verilen ödevleri, ne yapacaklarını bilmiyorum. Bu konuda bir şey söyleyemem. Bunu halkı anlatmaksa başka bir şey, Mersin'de, Hakkâri’de, İstanbul'da süreç başlatmaksa başka bir şey.
## ‘Halk, şaşaa dışında bir süreçte yetişir’
**- Sürecin liderinin Erdoğan olması sizin için ihtimal dışı mı?**
En sonunda Erdoğan, hükümet karar verecek. Fakat sürecin, şaşaalı durumların, politikanın, isim yapmanın dışında gelişmesi gerekir. Toplumda bir değişiklik olmalı. Mesela Mersin'de 3-4 sene önce bir süreç gelişseydi, şimdi konuştuğumuzda o süreci anlatacaktık ve bunu halk görecekti. Mesela "Şu mahalledeki Kürtlerde intihar oranları düştü, öldürme bitti" diyecektik. Pilot bölgeler büyüyecek, yayılacak, halk yavaş yavaş öğrenecekti. Halk, şaşaa dışında bir süreçte yetişir.
## ‘Ümit kaybolursa, tabii ki travma olacak’
**- Türkiye’deki süreçte bilgi akışına dair, "Türk kamuoyunu alıştırmak" gerekçesiyle şeffaflığın sınırlı olması gerektiğini ileri sürenler de var, şeffaflık olmazsa kötü sürprizlerin daha büyük travmaya yol açabileceğinden kaygılananlar da. Kamuoyunun, tarafların masaya hangi maddelerle oturduğunu bilmemesi sizce olağan mı?**
Yeni bir ümit var şimdi. Bu ümit kaybolursa, tabii ki travma olacak.
**- Şimdiye kadar yaşanılan travmalardan farkı ne olur?**
Olaylara bağlı. Benim ümidim bunun devam etmesi. Öldürmelerin durması gerekiyor, sadece bir seneliğine değil, yeniden başlamayacak şekilde durmalı.
## ‘Türk milliyetçilerini de bu işin içine koyacaksınız’
**- T24'e verdiğiniz söyleşide "Barış, dindar Kürt ve Türkler ile milliyetçi Türk ve Kürtlerin uzlaşacağı önerilerle başlar" demiştiniz. Son süreçte, Türk milliyetçileri, anayasadaki vatandaşlık tanımının değişmesine eleştirel bakıyorlar. Son olarak, 300 aydın ortak bir ****bildiriye imza attı ve "****Türk Milleti’nin adı, vatandaşlık tarifinden ve Anayasa’dan çıkarılamaz" dedi. Barış sürecinde Türk hassasiyeti gözardı edilebilir mi? ****Türk milliyetçilerini arka plana atacak bir barış ne kadar mümkün? **
Türk milliyetçisi olarak tanıdığınız insanları bu işin içine koyacaksınız. Ama o geldiği zaman, toplantıyı ben yapıyor olsaydım, ona "milliyetçi" denilmesine izin vermezdim.
## ‘Başarı olunca, eskiden ‘terör örgütü lideri’ olan ‘kurtuluş lideri’ oluyor’
**- Süreç, sizin önerdiğinizden farklı ilerlediği için, kişiler görüşlerini imza kampanyaları, eylemler ve medya aracılığıyla iletiyor.**** Bazı Türk milliyetçilerinin aklındaki "Genelkurmay Başkanı terör suçundan tutuklu, AKP katil Apo'yla görüşüyor" algısı sizce ne kadar aşılabilir?**
Bunda hem gerçek bir yan var, hem de gerçek olmayan. Mesela 10 sene önce bu söylediğiniz çok geçerliydi. Bir "katil"le konuşmak mümkün değildi. Ama dünya çok değişti, dünya değişince çözüm yöntemi de çok değişiyor. Eğer 20 sene önce söylediğim sivil şeylerle çözüm yapılsaydı, başka bir süreç yaşanırdı. Şimdiki süreçteyse ABD, İngiltere vs. PKK'yı terör örgütü olarak görüyor. Gerçek hayatta ise bir siyasi süreç gelişti. Avrupa'nın çeşitli yerlerinde PKK'nın siyasi oluşumları, paraları var. Gerçek bu. Bizim şimdi siyaset sürecinin gerçek olduğunu göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Başarı olunca, siyasette eskiden "terör örgütü lideri" olan, "kurtuluş lideri" oluyor. Bunu tarihin geçişine bağlayacaksınız. Ben "10 sene, 30 sene önce bu neden olmadı" diye kime bağırabilirim.
## ‘Amerika'dan Türkiye'ye baktığınızda allak bullak bir memleket var’
**- Bazı insanların kafasında soru işareti yaratan, Öcalan'la konuşulurken, geçmişinde darbeler barındırmasına rağmen bir devlet kurumu olarak güvenilen ordunun en tepesindeki ismin terör suçundan tutuklu bulunması...**
Bana hükümetin, partinin politikasını soruyorsun. Ben bunu bilmiyorum.
**- Sormaya çalıştığım siyasetten ziyade, bu karşılaştırmanın bazı zihinlerde yarattığı algının süreci ne kadar zorlaştıracağı.**
Türkiye'de algı allak bullak. Ben hem kendimi Türk olarak görüyorum, hem de Amerika'da yaşıyorum. Amerika'dan Türkiye'ye baktığınız zaman şu anda allak bullak bir memleket var. Neden? Çünkü birçok şeyde çok büyük gelişme var. Şu otele bakın mesela, büyük bir ekonomi gelişti, Anadolu'daki halk uyandırıldı filan. Bunun yanında bazı şeyler gelişmedi.
## ‘Kadın hakları ile Kürt meselesini birleştiriyorum’
**- Ne gibi?**
Bir numarada kadın meseleleri var. Bu çok kötü, çünkü kadın meselelerini değiştirmeden, halkı değiştiremezsin. Para kazansa bile kısıtlı oluyor. Herkesi aynı görmek, etnik kimlikten başlamaz. Kadın ve erkekten başlar. "Ben erkek çocuğum, kız çocuklarından ayrıyım" diye başlarsam hayata, herkesi aynı görmeyi öğrenemem. Onun için ben kadın hakları ile Kürt meselesini birleştiriyorum.
İkincisi, eski ile yeni arasındaki ilginin kesilmesi. Osmanlı ile bugün arasında devamlılık olacağına kesintiler oldu. Osmanlı'nın son dönemi gibi bazı şeyler "kötü", "fena" oldu, bazıları "iyi." Bu yüzden ülkede parçalanma var. Parçalanma olduğu zaman bu etnik işleri de etkiliyor. İki Türk arasında parçalanma olduğu zaman, Türk ile Kürt arasındaki parçalanmayı aşmayı öğrenemem. Kadın ve erkek arasında parçalanma olduğu zaman öteki parçalanmaları nasıl sonlandıracağımı öğrenemem. Bu yüzden tüm bu parçaları birleştirmemiz gerekiyor. Kadın hakları, Türk sorunu ve Türkiye'nin devamlılığı.
**- "****Atatürk öldükten 50-60 sene sonra Türkiye toplumunda Osmanlı’ya geri dönüş, yani geç bir yas tutma süreci yaşanıyor. Mesela, kitapçılarda Osmanlı kitapları satılıyor" demiştiniz. ****Osmanlı için tutulmaya başlanan yas, Türk sorunu için bir gelişme mi?**
Yas tutma fakat doğal olmadı. Ben çocukken, yeni Türkiye kuruluyordu. O zamanın heyecanı başkaydı. "Osmanlı'yı fena görelim, ama Kanuni Sultan iyidir, Fatih Sultan iyidir" dediler ve onları seçtiler. Ve yeni bir başlangıç yapılması için o şekilde bir bağlantı kuruldu. O zaman öyle yapılması gerekirdi. Yeni bir Türkiye kuruldu, 10 paramız yoktu. Şimdi o bağlantının kurulması gerektiği için Osmanlı'ya döndük. Bu bağlantıya döndüğümüz zaman, 1- Osmanlı'nın bazı özelliklerini zamanla değişen, gelişen şeyler olarak görmek var, 2- Osmanlı'nın bugüne uymayan şeylerini canlandırmak var.
## ‘Süreçler geliştireceksek anneleri konuşturmak lazım’
**- Somutlaştırabilir misiniz, sizce bugüne uymayanlar neler?**
"Mesela kadınları saklayacağız" fikri bugüne uymaz. Ekopolitik'teki çekirdek kadronun oluşturulmasında **Tarık ** (**Çelenk** ) ve **Murat ** (**Sofuoğlu** ) çok iyi iş başardı. Ben kimseyi tanımıyordum, Öcalan'a yakın biri, çok dinci insanlar, MİT'in emekli ikinci kişisi vardı... Bu isimler yan yana gelebildi. Ama başlangıçta kadınlar yoktu. Olmalarını çok istedim. Türkiye'de hâlâ kadın hakları konusunda çok geriyiz. Sizin gibi kadınlar İstanbul'da var, ama gerçekte onların hakları savunulmuyor. En sonunda bu kadınları gelecek nesli yetiştirenler annelerdir. Kürt çocukları da, Türk çocukları da yetiştirenler annelerdir. Kadınları içine almadan olmuyor bu işler. Bazı süreçler geliştireceksek kadınları konuşturmak, anneleri konuşturmak lazım.
**- Annesiz veya daha geniş bir parantezde kadınsız yürütülen bir süreç sizce eksik mi kalır?**
Evet. Türkiye'de 30 senedir bu halde yaşadığımız için psikolojik durumun farkında değiliz. Her gün bir şey oluyor.
Mesela bu kitaptan önce Alfa Yayınları "Atatürk/ Anatürk" kitabımı yayımladı. Kaç tane kitap satıldığını bilmiyorum. Niye satmıyor? Ben o kitabı Türk gençleri için yazdım, çok çalıştım ve teknik kelime kullanmadım. O kitap kayboldu, kimse bilmiyor.
**- Son dönemde Atatürk’e ilginin kaybolduğunu mu düşünüyorsunuz?**
Bilmiyorum. Kesintiler var. Aslında bazı ülkelerden daha iyi durumdayız. Yeni kitabımı ("Divandaki Düşmanlar") okursanız, Arap Baharı başlıyor. Bu kitabı Arap Baharı'nın ne olacağını bilmeden yazdım, hepsini tahmin ettim.
## ‘Mısır, bir iki sene sonra karman çorman olacak’
**- Kitabınızda "2011'de bu satırları Hüsnü Mübarek'in devrilmesinden hemen sonra yazıyorum" mealinde bir cümleniz vardı.**
Vardı, ama ne olacağını tahmin etmiştim. Bu devrimlerden sonra eğer talihliyseniz yeni dünyaya daha uygun bir duruma döner toplum, değilseniz Mübarek öncesi döneme gidersiniz. Mesela Mısır, bir iki sene sonra karman çorman olacak. Gençlere ne olacak? Dünya değişti, teknoloji aracılığıyla her şeyi biliyorlar. Türkiye'de de "eski fenadır"dan vazgeçmemiz gerekiyor. Bir yerde (**İsmet** ) **İnönü** 'ye (**Adolf** ) **Hitler ** demişler. Ben üç defa kazara karşılaşmıştım İnönü'yle; ne kadar iyi insandı, babacandı. Otobüs beklerken, bir baktım önümdeki adam İnönü. Bir de dayımın göz hastasıydı tabii. Ben 80 yaşındayım, o zamanın insanlarını, **Sabiha Gökçen** Hanımı filan çok iyi biliyorum.
## ‘Arkadaşımın dinlenme korkusundan ödüm patladı; bunları gidermek lazım’
Türkiye’de sadece Türk-Kürt meselesi yok, erkek-kadın, eski-yeni meselesi de var. Bir yerde buluşmaya gittiğimde arkadaşım, "Telefonun var mı" diye sordu, "Var, kapalı" dedim, "Yok, sekretere bırak" dedi. Klinik bir mesele konuşacaktık, ama bir korku var. O kadar ödüm patladı ki benim. Çok üzüldüm.
**- Yanlış hatırlamıyorsak, bu buluşmanız 2005'te olmuştu. Daha sonraki Türkiye ziyaretlerinizde dinlenme korkusunun arttığına veya azaldığına dair bir izlenimiz oldu mu?**
Korku var. Çok iyi tanıdığım insanların korku nedeniyle başka türlü konuştuğunu görüyorum. Bunları gidermek lazım. Bunun için halkın içindeki sosyal gruplara söz hakkı vermek lazım. Herkese aynı şekilde hürmet etmek gerekiyor. Bu yüzden bu işler bağlantılı. Âkil adamlar önemli, ama asıl onların ne yapacakları önemli. Ayla Hanım'ın yaptığı gibi işlerin devamı getirilmeli.
## ‘Türkiye’nin Müslümanların başı olması hayal’
**- Getirilmezse?**
Olmazsa, böyle böyle gideriz. Ama dünya çok hızla değişiyor. Aynı şeyler Amerika'da da var; mesela, göçmenler için bağırmalar, çağırmalar oluyor. Meksika'dan birileri gelince Amerikalıklarının azalacağını düşünenler var. Dünyada "Biz kimiz" diye bir devreye girdik. Yeni bir medeniyet içindeyiz. "10 sene içinde Viyana'nın yüzde 40'ı Müslüman olacak" sözünü duyduğunda Viyanalı titriyor. Berlin'de her yedi kişiden biri Türkiye'den gelmiş, ya Türk ya da Kürt. Zamanla bu gibi şeyler doğal olacak. Ben Alman’sam bunu sevmem, fakat dünya değişiyor. İnsanlar yer değiştiriyor veya telefonu açıyorsun buradan Çin'deki biriyle görüşüyorsun.
## 'Herkese hürmet edilen sosyal süreçler lazım'
Türkiye büyük bir devlet olmak istiyor, bir ara bütün Müslümanların başı olmak istedi, ama bu hayal. Ben bunun farkındayım, çünkü hiçbir Arap, işin sonunda etnik olarak bir Türkü şef olarak seçmez, bir Arap'ı tercih eder. Arkadaşlık etmek başka, onların başı olmak başka. Onların başı olacaksa Türkiye'nin de Müslüman olması lazım, ama biz Türk'üz, Kürt'üz, Arap değiliz. Burada "Dünya Türk Forumu" diye bir toplantı var. Dünyadaki bütün Türk devletlerinin bir araya gelmesi de hayal. Ama arkadaşlık başka. Bence bu toplantıda arkadaşlığı, yakınlık bağlantılarını geliştirme üzerinde duruyorlar. Ben çocukken hayal kurardım, "Bütün Türk dünyası bir araya gelecek, 80 milyon Türkler" filan. Tüm bunlar çocuk hayali. Ama dünya değişiyor şimdi, "Biz kimiz" meselesi "Biz her yerdeyiz" olacak. Bu nedenle Kürtlerle Türklerin bir araya gelip yaşamasından daha doğal bir şey yok, nasıl olsa yaşıyoruz hep beraber. Bunu yapmak için hürmetle, bağırmadan, çağırmadan, yumuşak sosyal süreçler lazım.
## ‘İslam bağı gelecekte hayal; Kürtler Kürt, Türkler Türk şef alacak’
**- Öcalan da, Erdoğan da Kürtler ve Türkler arasındaki ilişkide İslam’ı vurguladı.**
Bir yere kadar doğru, ama sonrasında bu bağ duruyor. Gelecekte bu hayal. Araplar şef olarak nasıl Arapları alacaksa, Kürtler Kürt, Türkler Türk şef alacak.
**- Etnik kimlik, sizce gelecekte de dinin üstüne mi çıkacak?**
Tarihe bakın, insanlar birbirlerinin kafasını kesti. Eğer kadınları birleştirecek bir şey yapmazsanız her şey boşuna. En kötü durum orada. Kadın haklarında 124. sıradayız dünyada. Ne ayıp şey! Ben sizi ikinci sınıf insan olarak görüyorsam, bir Kürt'ü insan olarak görmeyi öğrenemem. Bu çocukluktan başlıyor. Bunun için de annelik için süreçler geliştirmemiz gerekiyor.
**- Kadınların ikinci sınıf vatandaşlığı sizce nerelerde somutlaşıyor?**
Türkiye çok garip; kadın doktorlar da, hâkimler de var. Bir bakıma yeni Türkiye kadınlara hak verdi. Öyle olduğu halde, Anadolu içinde ve İstanbul'da yolda giderken, adam önde yürüyor, kadın arkada gidiyor, adam ona emir veriyor. Bunu değiştirmek için süreçler gerekiyor. Gidip adama tokat atmakla olmuyor. Bunu çocukluktan, okullardan değiştirmek lazım.
## ‘Sana ‘5 çocuk yapacaksın’ desem, bana ‘Sana ne be’ dersin’
**- Başbakan Erdoğan, barış sürecinde kadınlara yardım için seslenmesine rağmen diğer yandan "3 çocuk yetmez, 5 çocuk yapın" diyor. Sizce bu kadınların güçlenmesi için ne kadar uygun bir yöntem?**
Erdoğan'ı bilmiyorum, tanımıyorum. Sen ne düşünüyorsun, kadınlar ne düşünüyor? Ben sana gelsem, "10 çocuk, 5 çocuk yapacaksın" dersem bana "Sana ne be" dersin.
## ‘Öcalan, bir ‘aile’ kurdu’
**- Söyleşiyi sonlandırmadan soralım; okumalardan yola çıkarak Öcalan’ı analiz ettiniz ve "Çıkış noktasının yeni bir ‘aile’ kurmak" olduğunu söylediniz. Öcalan’ın Kenya'da yakalandıktan sonra gazetelere yansıyan fotoğrafı için de "Aradığı baba figürünü sonunda buldu! İçi rahatladı. Ellerini önüne kavuşturdu. Babasının, yani devletin önünde uslu bir çocuk gibi oturdu" yorumunu yapmıştınız. Şubat ayında yayımlanan İmralı Zabıtları’nda da Öcalan, "PKK beni babası, abisi olarak görüyor" dedi. Sizce Öcalan, aradığı aileyi Türkiye- Öcalan - PKK arasında kurdu mu?**
Bir "aile" kurdu. Ama bunu kabul etmek lazım, çünkü siyaset değişti. Öcalan’sız ölümleri durduramayacaksak Öcalan'la konuşmaya mecburuz, ama 10 sene, 20 sene önce durum başkaydı. Barışçıl bir çerçeve yaratmak için Öcalan'la konuşmak gerekiyorsa, bunu yapmaya mecbursunuz. Eskiden bunu yapsaydık, Türkiye sarsılırdı.
**- Öcalan'ın kurduğu aileyi siz nasıl değerlendiriyorsunuz?**
Çocukluğunda travma geçiren bazı insanlar kendileri bir "aile"yaratır. O da öyle yapmış. Ama bu arada binlerce insan öldü. Siyaset bakımından o başkan ve "Sen ne dersen onu yapacağız" diyorlar. Eğer bu adam "Ben ölümleri durduracağım" derse bu Türkiye için en önemli şey olur. Devamını sonrasında tartışırız. Öcalan'ı ne yapacaklar bilmiyorum, odasında mı kalacak, bir kasabaya mı götürülecek... Bütün mesele bu ölümlerin, annelerin yasının durdurulması.
**- Siz ümitli misiniz?**
Ümitli olmak isterim.
**- Öcalan'ın aile dizgisini oturtması ümitlenmenizi sağlayacak nedenler arasında mı?**
Anlattığınız gibi, Öcalan, "Biz de Kurtuluş Savaşı'nda beraber çalıştık. Beraber yaşayacağız. Türkiye'yi parçalamak istemiyoruz" dediğinde söylediklerini kabul edip bir süreç geliştirmeye mecburuz. Aksi halde yine silahlar konuşacak. En önemlisi bu silahları durdurmak ve annelere yas tutmalarını öğretip yeni bir süreç geliştirmek. Bunu yapmak için kadınları 2. sınıf olarak görmemek gerekiyor ki bir sonraki nesil kadınları ikinci sınıf olarak görmesin.
## Okuyucu Yorumları |
262158 | haber | 'Radikal yaşayabilirdi, en büyük sorun gazetecilerde, beceremedik' | null | # 'Radikal yaşayabilirdi, en büyük sorun gazetecilerde, beceremedik'
## İsmet Berkan'a Radikal'in serüveni dışında Kabataş tweetlerini de sorduk, sözünü kendisinden esirgemedi: Hataydı, benim hıyarlığım!
**T24** ’ün "Yayın yönetmenleri **Radikal** ’i anlatıyor" dizisinin ilk bölümü dün yayımlandı.
Cumartesi günü kâğıt nüshası son kez basılan Radikal’i 1996’da kuran **Mehmet Y. Yılmaz**, ilk bölümde Radikal fikrinin doğuşundan Susurluk kazası sürecinde 720 bine ulaşan tiraja gazetenin ilk dört senesinde iz bırakan dönemeçleri anlattı.
Anlattıkları dört sene ile sınırlı kalmayan ve kendisinden sonraki dönemlere dair eleştirilerini esirgemeyen Yılmaz’a göre, Radikal kâğıda veda etmeyebilirdi.
Mehmet Yılmaz’a göre bu yoldaki en temel sebep "son 10 yılda yeterince aktif bir gazetecilik yapılmaması."
Yazı dizisinin ikinci bölümünde Yılmaz’ın eleştirilerini halefi **İsmet Berkan** ’a yönelttik. Berkan, Türkiye’nin gazeteciliğe başlayan en genç isimlerinden. 14 yaşında Cumhuriyet gazetesinde mesai harcamaya başlayan İsmet Berkan spor muhabirliğinden sayfa sekreterliğine, dergi editörlüğünden gazete yönetmenliğine gazeteciliğin tüm duraklarında bulundu. Para ve Aktüel dergilerindeki çalışmaları ardından başladığı Posta gazetesi yazarlığı sürerken Mehmet Yılmaz’ın teklifiyle Radikal serüveni başladı.
Radikal’i simgeleyen en önemli isimlerden İsmet Berkan, Ankara temsilciliği ardından 2000’de gazetenin genel yayın yönetmeni oldu. Berkan, 10 sene boyunca sürdüreceği bu görevde 2001 krizini, AKP’nin iktidara gelişini, Avrupa Birliği reformlarını, Taraf gazetesinin ortaya çıkışını, Ergenekon ve Balyoz soruşturmalarının başlangıcını gördü ve Türkiye’nin en hareketli dönemlerinden birinde Radikal’e imzasını attı.
Gazetenin yaklaşık 80 bin tiraj kaybettiği bu 10 yılında neler yaşadıklarını anlatan Berkan, gerekçeleri konusunda hem fikir olmasa da Mehmet Yılmaz gibi kâğıt Radikal’in yaşayabileceği görüşünde.
"Bu ortak bir sorumluluk" diyen İsmet Berkan’a göre, "Süreçte patronajın da sorumluluğu var. Ama en büyük sorun gazeteyi yapanların."
Bebek’te T24’ün sorularını yanıtlayan İsmet Berkan’ın Radikal hikayesi şöyle:
**- Sizin Radikal serüveniniz nasıl başladı?**
Yeni Yüzyıl’ı 1994 yılında kuran dört kişilik ekiptendim ve sorumlu yazı işleri müdürüydüm. 1996’nın Şubat ayında bir anlaşmazlık oldu ve oradan ayrıldım. Bir süre ortadan kaybolduktan sonra Para ve Aktüel dergisinde birlikte çalıştığım, çok eski ahbabım **Mehmet Yılmaz** aradı. Mehmet Yılmaz çok hızlı karar veren ve çok hızlı hareket eden bir insandır. Dedi ki,"Sen gel buraya, aklımda Yeni Yüzyıl gibi, Cumhuriyet gibi bir gazete yapmak var, seninle de konuşalım."
**- "Yeni Yüzyıl ve Cumhuriyet gibi" ne demek?**
Ciddi, yazı ağırlıklı bir gazete diyeyim. O zamanlar bir yandan da Mehmet Yılmaz yönetiminde Posta ve Fanatik çıkıyordu. Posta acayip başarılıydı ve o sırada bir promosyon veriyordu ve 700 bin civarında satıyordu. Mayıs 1996'dan itibaren, daha sonra adı Radikal olacak gazeteyi düşünmeye başladık. Fikirlerimizin olgunlaştığına inandığımızda Mehmet Yılmaz bu fikirlerle **Aydın Doğan** ’a gitti ve Aydın Bey’i prensipte ikna etti. Biz de sayfa sayfa detaylandırmaya başladık gazeteyi; ekonomi, kültür sanat ve dış haberler sayfaları nasıl olmalı gibi sorulara yanıtlar aradık. Sonra da 10-12 ajansa gittik. Bize gazeteyi tarif et dediklerinde, hep "gazete gibi gazete olacak" derdik. Yani fikri takip yapacak, slogan atmayacak, habere ağırlık verecek, haberle yaşayacak. Diğer gazeteler gazete olmayı unuttular diye bir düşüncemiz vardı, bu fikir bence hala geçerli.
**‘Hazırlıklar 5 ay sürdü’**
Ajansların önerilerinden içimize en sineni meşhur ‘’O bir Radikal’’ kampanyası oldu. Pek çok insan ciddi tepki gösterdi isme. İki kritik konu vardı; birincisi 'radikal' olumsuz anlamlarla anılan bir kelimeydi, ikincisi biz radikal miydik, değil miydik? Ajansımız, yani Young and Rubicam Reklamevi ve onun iki yaratıcı yönetmeni **Serdar Erener** ile ** Uğurcan Ataoğlu** Türkiye’de radikal kelimesinin aslında içi boş bir kelime olduğuna bizi ikna etti. Bu kelimenin içini doldurabileceğimizi düşünerek tamam dedik ve "O bir Radikal" kampanyasının yanı sıra"Radikal ne demektir?" diye bir kampanya da yapıldı. Radikalin çeşitli sözlük anlamları arasında"benzerlerinden belirgin biçimde ayrılan" ifadesi vardı. Biz de radikali o şekilde tanımladık.
İkinci soru olan "Biz radikal miyiz"e cevabı da bir toplantıda Mehmet Yılmaz verdi, 'Bu ülkede çoğulcu demokrasi ve insan haklarının eksiksiz gerçekleşmesini istemek bizi radikal yaparsa, varsın yapsın' dedi. Ve Mayıs ayında başlayan çalışmalar ardından gazete Ekim’de çıktı. Ki bu aslında kısa bir süre. İngiliz Independent için bir buçuk yıl çalışıldı.
**‘Ankara 22, Radikal ekibi 130 kişiydi’**
** - Normalde gazeteciler Ankara’dan İstanbul’a gelirken siz neden Radikal’le birlikte İstanbul’dan Ankara’ya gittiniz?**
Bir türlü Ankara temsilcisi bulamamıştık. Mehmet Yılmaz son dakikada "Sen gitsene Ankara’ya" dedi. Ankara’ya gidip gelmeyi seviyorum ama orada yaşamayı sevmem, fakat geçici olurum diye düşünerek tamam dedim. Ve 2 yıllığına gidip 4 sene kaldım. Ankara bürosunu kuran da ben değilim, rahmetli **Hakkı Erdem** ’dir. Hakkı benim Cumhuriyet gazetesinden arkadaşımdı, Radikal’e emeği büyüktür. Hastalık seviyesinde dürüst bir insandı ve çok iyi bir gazeteciydi. Ben Hakkı’nın bürosunda temsilci olurken, o da istihbarat şefimiz oldu. Ankara’da 22 kişilik bir ekiptik, zaten tüm Radikal de yaklaşık 130 kişiydi.
**Cumhuriyet toplantılarından Radikal Ankara’ya**
Ben gazeteciliği usta-çırak ilişkisiyle öğrendim. Biz Cumhuriyet gazetesinde çok uzun toplantılar yapardık. Herkes her şeyi konuşurdu, daha çok da **Hasan Cemal** konuşurdu. O kadar hararetli olurduk ki, o toplantılarda iki kere Hasan Cemal kafama kocaman kristal kül tablasını fırlattı. Aktüel’in haftalık toplantıları da çok güzeldi, Mehmet Yılmaz’ın toplantı yöneticisi olarak tavrı hayranlık vericiydi. Provokatif olurdu ki herkes içindekileri döksün, konuşulan konuyla ilgili muhtemel bütün görüşler ortaya çıksın. Ben de Ankara’da işi engellemek pahasına saatler süren toplantılar yapardım. Çünkü orası bir yöneticinin birlikte çalıştığı arkadaşlarıyla en sağlıklı iletişim kurduğu ortamdır.
**-Mustafa Balbay ve Özden Örnek’in günlüklerinde yazılanlara göre Ankara temsilciliği pek çok anlama gelebiliyor. 1996 ve 2000 yılları arasında Radikal’in Ankara temsilcisi olmak ne demekti? **
1996 Türkiye’de Silahlı Kuvvetler partisinin büyük ölçüde iktidar olduğu bir dönemdi. Biz ilk çıktığımızda Refah-Yol hükümeti vardı. Refah-Yol’la hayat zordu, bürokrasiden haber almakta güçlük çekiyorduk. Gelen bütün haberler siyasi bir sosa bulanmış olarak muhalif birilerinden geliyordu. Ama Radikal çıktıktan 20 gün sonra yaşanan Susurluk kazası bir anda her şeyi değiştirdi. Ankara büro Susurluk hadisesinde çok iyi çalıştı, çok iyi haber aldık. Başta **Evren Değer** olmak üzere habercilerimiz çok iyi haberlerle geldiler ve bizim kendimize olan güvenimizi çok yükseltti bu durum. O güvenle de yolumuz hep açık oldu.
**Yayın yönetmenliğin ilk ayında gelen ekonomik kriz**
** - İstanbul’a genel yayın yönetmeni olarak dönüşünüz nasıl oldu?**
Mehmet Yılmaz en başta"Benden sonra sen alırsın burayı" demişti. 2000’de Milliyet’teki yönetim değişikliğinde Mehmet Yılmaz tercih edildi ve Mehmet Yılmaz da Aydın Bey’e benim adımı söylemiş. Aydın Bey de uygun görmüş. Böyle oldu.
**- Vizyonunuz neydi? Değiştirmek istediğiniz alanlar var mıydı yoksa olduğu gibi devam mı etmek istiyordunuz?**
Hiçbir şeyi değiştirmek gibi bir niyetim yoktu, zaten yapanlardan biri bendim. Tabii eksik ya da yanlış bulduğum şeyler vardı. Bunlar hep Mehmet Yılmaz’la da konuştuğumuz şeylerdi.
**- Ne gibi şeyler?**
Şimdi hatırlamıyorum ama ufak tefek şeylerdi, öyle devasa değişiklikler değil. Fakat ben Ekim ayında genel yayın yönetmeni olduktan sonra Kasım başında Türkiye krize girdi. Kasım krizi benim açımdan çok şok ediciydi. Onu görünce anladık ki bu bir yerde duvara çarpacak. Nitekim birkaç ay sonra 2001 kriziyle çarptı da.
**- Radikal’i nasıl etkiledi kriz?**
Krizden hemen sonra mali grup toplandı, yaptıkları öngörü şuydu: Radikal’in gelir hedefi yüzde 40 aşağı çekilecek. Bütün grup için gelir hedefleri aşağı çekildi ve grup çapında birtakım kararlar verildi.
**- Nasıl kararlar?**
Gelirleriniz yüzde 40 azalacaksa, giderlerinizi de yüzde 40’a yakın azaltmalısınız. Giderleri nasıl azaltırsınız? Önce gereksiz giderleri kestik ama personel çıkartmadan gider azaltmanın bir yolu yoktu. Yazarların ücretlerini indirdik. Ben kendi maaşımda indirim yaptım. Çok sancılı bir süreçti. Bu aynı zamanda stand alone (tek başına) olmak üzere tasarlanmış bir gazeteden de bir ölçüde vazgeçmek demekti.
**‘Spor servisini ve özel haber birimini kapattık’**
** - Siz ne kadar alıyordunuz, ne kadar kesinti yaptınız maaşınızda?**
Hatırlamıyorum ama zammımı almadığım gibi anlamlı da bir indirim yaptım. O zaman bindiğimiz dalı kesiyoruz diye kararların bir kısmına itiraz ettim. Gazeteciliğimizden fedakârlıkta bulununca, o gazeteciliği geri toplamak çok zor olabilir ya da okuyucumuzu küstürebilirdik. Ama itirazlarım kayda bile geçmedi, yapılacak bir şey yoktu. Bu arada Radikal’in editoryal bütçesi Radikal’in kendisine rakip kabul ettiği gazetelerle, Milliyet’le, Hürriyet’le, Sabah’la kıyaslanmayacak kadar küçüktü zaten. Minimumda yaşarken o sınırların da altına inmek Radikal’in gazeteciliğini çok kötü etkiledi. Özel haber birimimizi kapadık, İstanbul’daki istihbarat servisimizi yarı yarıya küçülttük. Ankara büromuzu üçte bir oranında küçülttük. Spor servisini yok ettik.
** - Bugün 130’un yüksek bir sayı olduğunu düşünmüyor musunuz?**
Hayır.
**- İdealiniz kaç?**
Nasıl bir gazete yapmak istediğinizle ilişkili bir şey bu, o sıralar Posta gazetesinin editoryal kadrosu 25 kişiydi örneğin. Radikal için bence 180’le 200 arasında bir sayıydı olması gereken.
**‘Taraf, Radikal’den ciddi okuyucu götürdü’**
** - Krizin Radikal’in tirajına etkisi ne oldu?**
Satış 2001 ortalarında 90 binlerden 70 binlere geriledi. Bir süre sonra mali durumu topladık aslında. 2002 yılında reklam gelirlerimiz yeniden arttı. Zarar etmez oldu gazete ama satışı bu arada erimeye başladı. 70 binlerle 50 binler arasında dalgalanır oldu tiraj. Ta ki Taraf çıkana kadar. Taraf çıktığında bizden ciddi okuyucu götürdü.
Yalnız şunu söylemek lazım; 2001 kriziyle birlikte sadece Radikal kaybetmedi, bütün gazeteler kaybetti. Bunun etkileri uzun döneme yayıldı. İşte krizden yıllar sonra ilk düşen Radikal oldu belki ama göreceksiniz, diğerleri de aynı sebeple düşecek. Çünkü gazetecilikten bir ölçüde vazgeçildi. Bu okuyucunun gözünden kaçan bir şey değil.
Gazeteciliğiniz eksilince siz haberlerinizde oluşan eksiği kendi kanaatlerinizle kapatmaya çalışıyorsunuz. Veya bir haber için iki ekstra görüş daha alabilecekken bunu alamıyorsunuz. Çünkü elemanınız yok, zamanınız kısıtlı. O iki ekstra görüşü siz kafanızdan tamamlıyorsunuz. Haberinizin içine kanaatlerinizi ekliyorsunuz. Bir süre sonra manşetinizi sloganlarla atıyorsunuz. Ondan sonra da bilgi almak isteyen okuyucu gidiyor, kanaat almak isteyen okuyucu geliyor. Bazı haberlerde hala adil olmaya devam ediyorsunuz ama pek çok haberde olamıyorsunuz. Çünkü diyelim ki taşrada muhabiriniz yok. DHA’nın Nevşehir muhabiri size bir haber gönderiyor ve bunu kontrol etme şansınız yok. Hakikate ulaşma imkânınız azalıyor gazetecilerinizin sayısı azaldıkça. Veya örneğin bir bakan hakkında yolsuzluk haberi yapacaksınız ama açıp o bakana sormuyorsunuz. Artık karşı tarafın görüşü denen şey gazetelerde yok gibi bir şey. Bunun iki sebebi var: 1-Karşı tarafa sorma alışkanlığımızı kaybettik. 2- Sorulunca o insanlar tepeden devreye girip o haberi engellemeye çalışıyor. Bazen de başarılı oluyorlar.
**- Sizi kimler aradı?**
Tek tek isim hatırlamama imkân yok.
**- Makam hatırlayabilirsiniz.**
Hatırlamıyorum. Ama çok aradılar. Tercihim zaten benim aranmamdı, patronu değil beni arasınlar, ne diyeceklerse bana desinler. Karşımdakine tek vaat ettiğim şey bu habere bir daha bakmaktı ve uygunsa itirazları haberin içine eklemekti.
**- Önünüze gelip de yayımlamadığınız, bugünden geriye bakınca "Yanlış kararmış" dediğiniz haberler var mı?**
Tekemmül etmiş bir haber olarak yayınlamadığımı hatırladığım en çarpıcı örnek bizim Ahmet Şık’ın haberiydi. Hizbullah davasıyla ortaya çıkan Hizbullahçıların işkence görüntüleri ve işkenceyle itiraflarını aldıkları insanların söylediklerine dair belgelerdi. İşkence altında, hayatta kalmak için son bir ümitle söylenenleri yayımlamanın uygun olmadığını düşündüm. Ahmet de kabul etti bu durumu.
Başka bir örnek Deniz Feneri’yle ilgiliydi. Davalar başlamadan **Hakan Gülseven** Çanakkale’nin bir ya da birkaç köyünden bazı insanlar kendilerine sahte makbuz imzalatıldığını söylüyordu. "Genişletip kanıtla" dedim Hakan’a ama bunu bir türlü tamama erdiremedik. O gün o haliyle yayınlasaydım büyük bir gerçeğe işaret edecekmiş bu haber ama benim gözümde tam değildi.
**‘Nokta’nın Darbe Günlükleri’ni olduğu gibi kullandık’**
** - Özden Örnek günlükleri size geldi mi?**
Hayır.
**- Gelseydi yayımlar mıydınız?**
Gerçekliğini kontrol edip mutlaka yayınlardık.
**- İnsan bazı durumlarda bir tarafa ikna olmaya hazır olabiliyor. Siz gerçekliği nasıl kontrol edecektiniz? **
Bir itirafta bulunayım, biz bir kere bunu çok geç fark ettik. Nokta dergisi yayınlamazdan önce aslında bir iki web sitesinde bazı pasajlar çıkmış. Nokta’da yayımlananınca açtık, sorduk, "Tamamını bize verir misiniz" diye. Veremeyiz, dediler. Biz de Nokta dergisinin yayınını olduğu gibi kullandık. Sonra Özden Örnek çıktı dedi ki, "Ben hayatımda hiç günlük tutmadım. Bu günlükler de sahte." Bir insan ya günlük tutar ya da tutmaz. Ben tutmadım diyorsa ne diyebilirsiniz bu adama? Kafamız karıştı açıkçası. Daha sonra günlüğün bütününü gördüm, adamın günlük tuttuğu çok belliydi.
**‘Murat Belge, Radikal’de faşistler de yazıyor diye düşünüyordu’**
** - Çıkışıyla Radikal’in tirajını düşürdüğünü söylediğiniz Taraf, sadece okuyucu değil, Radikal’den yazar da götürdü.**
Ben en çok **Murat Belge** ’ye üzüldüm. Ama bunlar hayatın gerçekleri.
**- Murat Belge’nin Taraf’a gidişi için iki gerekçe gösterdi. 1- Radikal’in Taraf gibi bir "Don Kişot" olmaması…**
Murat’ın esas itirazı yazarlaraydı, "Bu gazetede faşistler de yazıyor" diye düşünüyordu. O dönem **Gündüz Aktan, Namık Kemal Zeybek** yazıyordu.
**- Neden köşelerinizi farklı fikirlere açmaya başladınız?**
Ölçütüm şuydu; bu gazete medenice ifade edildiği sürece bütün görüşlerin duyurulabileceği bir gazetedir. Bu görüşlerin duyurulması, gazetenin kendisinin siyasi görüşünü etkilemez. Görüşlerinin çoğuna katılmasam da bence rahmetli Gündüz Aktan görüşlerini medenice ve düzgün ifade eden bir insandı. Namık Kemal Zeybek de bence kötü bir yazar değildi. Ne kadar okunuyordu, temsil gücü ne kadardır vs. bunları kestirmek zor. Ama Namık Kemal Zeybek’ten o kadar da şikâyetçi değildim.
**- Yayın yönetmeni sizdiniz, "şikâyetçi değilim" derken kastınız ne, sizin arzunuz dışında ricayla mı geldi bu isimler?**
Benden önce varlardı, niye çıkartayım ki.
**- Yanlış hatırlamıyorsam, Namık Kemal Zeybek Radikal yazarlığına sizin dönemizde başladı.**
Çok iyi hatırlamıyorum. Belki de benden önce vardı, belki benim zamanımda başladı. Mesela Gündüz Aktan’ın gelmesi için ben aracılık ettim. Ankara’daydım, Dışişleri’nden haksızlığa uğrayarak emekli olduğunda Gündüz Bey’in Radikal’de yazmasını çok istedim. Görüşlerimiz hemen hemen hiç uyuşmazdı ama görüşlerini medeni bir şekilde ifade ediyordu ve güzel yazıyordu.** Hasan Celal Güzel** vardı bir de.
**‘Hasan Celal Güzel telkini patrondan da gelmiş olabilir’**
** - Nasıl oldu bu açılım? Bir sabah kalktınız ve "Hasan Celal Güzel gazetemde yazmalı" mı dediniz?**
Mutlaka birisi tavsiye etmiştir veya bir telkin gelmiştir.
**- Telkin meslektaşlardan mı, yukarılardan mı gelmiştir?**
Patrondan da gelmiş olabilir, her şey olabilir. Çok iyi hatırlamadığım şeyler bunlar.
**- Daha yakın tarihli bir isim: Akif Beki?**
İslami kesimle Türk basın kurumlarının ilişkisi sıfıra yakındır. Türkiye’de siyasal İslam hareketi ve çok kuvvetli bir İslami düşünce var. Hele 90’lı yıllarda İslami kesimde çok büyük bir entelektüel hareketlilik varken biz öyle insanlar yokmuş gibi davranıyorduk kurumlarda. Bırakın sosyal hareketleri 1980’li yıllarda Refah Partisi’ni izleyen muhabir yoktu, ben ısrar ettim bunun için Cumhuriyet’te. Yeni Yüzyıl’da çalışırken Akif’e yazı dizileri yazdırdım, iyi bir gazeteciydi, çok da eski arkadaşım.
**- Tartışma Beki’nin İslami kesimden olmasından değil, Radikal yazarlığının Başbakanlık Sözcülüğü ertesinde denk gelmesinden kaynaklanıyor.**
Akif’in Başbakanlık’tan teklif geldikten sonra aradığı sayılı ilk kişiden biriydim. Ben Başbakanlık’ta çalışmasına karşı çıktım ama o gazeteciliğini etkilemeyeceğini söyledi. Ayrıldıktan sonra da telefon edip Radikal yazarlığı teklif eden benim. Dedim ki "Akif kardeşim, sen git dinlen. Sonra bir yerde çalışacaksan Radikal’de çalışmanı isterim."
**‘Sağ kanattan yazarlar tirajı etkilemedi’**
** - Bu isimlerin varlığı Radikal’in hedef kitlesi olarak koyduğu genç-sol kitleden vazgeçtiği anlamına mı geliyordu?**
Hayır gelmiyordu. Biz okuyucumuzun hep akıllı insanlar olduğuna inandık.
**- Diğer gazetelerin okuyucuları için aksini mi düşünüyorsunuz?**
Ne münasebet... Şimdi Radikal hakkında konuşuyoruz. Radikal okuyucusu akıllıdır, kül yutmaz. Birisi yazı yazdı diye o yazıdan etkilenip görüşünü değiştirmez. O yüzden karşı görüşü de dinlemek ister diye düşündük ve böyle bir alan açtık.
**- Bu tirajlara olumlu mu yansıdı, olumsuz mu?**
Olumlu ya da olumsuz bir etkisi olmadı. Gazetenin bu zenginliğinden niye şikâyet edildiğini hiçbir zaman anlayamadım. İnsanlar görüşlerini medeni bir şekilde anlatabiliyorsa bence sorun yok.
**‘Solcu yokken sol gazete yapmanın ne manası var?’**
** - Sağdan gelen yazarların varlığı da etkilemediyse 2002’de ekonomik durumunu toparlayan Radikal’in tirajları sizce neden düşmeye devam etti?**
Gazeteciliğimizden büyük fedakârlıkta bulunmuştuk, onu geri alamadık. Slogan gazeteciliği dediğim habercilik daha büyük bir ağırlık kazandı. Tabii gazeteci milletinin kendi tembelliğinden kaynaklanan bir tarafı da var bunun. Taraftarlar her sabah kendilerini iyi hissetsinler diye Sözcü gibi gazeteler yapılmaya başlandı mesela.
Bir de siyasi savruluşu ekleyin bunun üzerine. Kendine muhafazakâr demokrat da dese siyasal İslamcı bir kökenden gelen bir partinin Türkiye’de iktidar olması, Türkiye’de birden bire taşları yerinden oynattı. Riya dönemi sona erdi, herkes kendi gerçeğine döndü. Herkesin "Ben solcuyum", "sosyalistim" gibi maskeleri vardı. Karşında bir İslamcı olunca birden herkes eski Türk kimliğine geri döndü. Radikal gibi kendini Batılı siyasal terimlerle tanımlamış olan bir gazete açısından bu başka bir çıkmaz yarattı. Ortada solcu yokken sol gazete yapmanın ne manası var veya liberal yokken liberal gazete yapmanın manası var mı?
**- Tirajların düşüşünden okuyucuyu da mı sorumlu tutuyorsunuz?**
Okuyucuyu sorumlu tutamazsınız, onlar için gazete çıkarıyorsunuz. Siz de ona uyum sağlayacaksınız. Ama okuyucu slogan istiyorsa ben bunu karşılayamam veya ancak bir yere kadar karşılayabilirim. Türkiye’de şu anda yandaş olmayan gazetelerin temel tüketicisi, reklamcıların A grubu diye tabir ettiği "beyaz Türk" demeye dilim varmıyor ama siyaseten bir tarafta duran insanlar. Cumhuriyet mitinglerine gidenler, belli siyasi duyarlılıkları gösterenler… O yüzden hem o kitleyi kapsayıp, hem o kitlenin dışına doğru uzanacak ortak bir dil bulmak ve geniş kitle gazeteciliği yapmak artık kolay değil. Ama imkânsız da değil bence.
**- 2002’den sonra "Sol diye hitap ettiğimiz okuru tanımıyormuşuz, aslında milliyetçilermiş" mi dediniz?**
Bu düşünce aklımda hep vardı ama göz ardı ediyormuşum. 2002 benim için de bir uyanma vesilesi oldu. O vakte kadar "Bunun milliyetçi tarafı da var ama sosyalisttir" derken bir bakıyorsunuz "Aslında sosyalist tarafı da varmış ama milliyetçi tarafı daha ağır basıyormuş." Senden de AKP karşısında sıkılı bir yumruk olmanı bekliyor.
**"Kızıl Elma koalisyonu" ****ve Selçuk-Bahçeli görüşmesi**
** - Madem böyle bir düşünceniz vardı, sol ve milliyetçilik ilişkisi neden bir dosya konusu olmadı Radikal’de? Ticari kaynağı rahatsız etmemek için mi?**
Dosya değil ama haber oldu. "Kızıl Elma koalisyonu" manşetiyle bu ilişkinin tanımını ilk biz yaptık. MHP ile solun bir kesiminin AKP’ye karşı bir araya geldiğini ilk tespit eden biz olduk.
**- İlhan Selçuk ve Devlet Bahçeli arasında yürüyen görüşmelerden bahsediyorsunuz?**
Evet ama bu daha sonra oldu. Biz çok daha önce bunu yazdık. Kıbrıs görüşmeleri sırasında birtakım dergilerde yayımlananları gördük ve bu tespitimizi ta o zaman yaptık. Kıbrıs bir turnusol kâğıdı gibiydi ama bence esas turnusol kâğıdı Kürt sorunu. "Kürtler eşit olmalı, ana dillerinde eğitim görebilmeli, ayrılıkçılık dâhil her şeyi siyaseten savunabilmeli" dediğinizde, bu milletin en temel kırılmasını da görüyorsunuz. Radikal'in bu konulardaki bir manşeti de "Dikkat ırkçı var"dı, çok büyük tepki aldık.
**‘Erdoğan’ın da saygı duyduğu bir gazeteydi’**
** - Peki okuyucusunun gerçek kimliğini gördüğünü düşünen Radikal yönetimi kendini yeniden tanımladı mı? Bu değerlendirmenin Radikal’e nasıl bir geri dönüşü oldu?**
"Ne yapacağız" diye gazetedeki arkadaşlarla da konuştuk. Sanırım **Tuğrul Eryılmaz** ’dı. Şunda karar kıldık: Biz insan hakları ve demokrasi diyoruz ve demeye de devam edeceğiz. Bir taraf seçeceksek demokrasi ve insandan yana tarafız. Hükümet doğru yaparsa yanında dururuz, yanlış yaparsa karışışında durur eleştiririz. Nitekim Avrupa Birliği (AB) süreci benim açımdan bir gurur vesilesi oldu. 2002’de seçime giden aylarda AB reformlarını çıkış yolu olarak gösteren gazete Radikal gazetesidir. Mesela o zamanlar Hürriyet inanmıyordu parlamentodan böyle bir reform paketi çıkacağına. 2002’de AKP iktidara geldiğinde AB ipine sarıldıysa eğer bunda o yayınların ve yaratılan havanın büyük bir etkisi oldu.
**- Söyleşinin başında "Siyasilerin de sevdiği bir gazete oldu Radikal" demiştiniz. AKP’nin sevdiği bir gazete oldu mu?**
Evet, oldu.
**- Erdoğan’ın da sevdiği bir gazete miydi?**
Sabahları açıp ilk okuduğu gazete olduğunu sanmıyorum ama en azından saygı duyduğu bir gazeteydi. Bence Erdoğan şunu düşündü: Bu gazete kategorik olarak düşmanlık gütmez.
**‘Radikal siyasi savrulmalarda hala doğru yolu bulamadı’**
** - Siyasi savrulmalar olurken Radikal doğru yolu bulabildi mi yoksa o da savruldu mu sizce?**
Bulamadı. Radikal’in hala doğru yol nedir bilen bir gazete olduğunu sanmıyorum. Biz ortada durmaya çalışıyorduk. Başbakan, Kopengah Zirvesi sonrasında bir basın toplantısı yaptığında oradaki gazetecilerden biri bendim. İnsan hakları eleştirilerini soran ve "Bu konuda ne yapacaksınız" diyen benim. Başbakan buna karşılık "İşkenceye sıfır tolerans" dediğinde biz bu hükümeti alkışladık. Ama aradan kısa zaman geçip hükümet kendisi kurduğu **Baskın Oran** ve ** Mehmet Kabasakal** gibi isimlerin olduğu insan hakları kurulunu bir çıkıntılık nedeniyle dağıtınca bunu eleştirdik. Aynı şekilde "Kürtlerin sorunu bizim de sorunumuzdur" dediğinde alkışladık, "Şemdinli’deki insanların şahadeti kabul edilmez" dediğinde eleştirdik.
**‘Balyoz’u tam anlayamadım ama ****Ergenekon’da çelişkileri yazan biziz’**
- **Mehmet Yılmaz’a göre, Radikal Ergenekon ve Balyoz davalarında "Davalar fos" ve "Ergenekon’a bulaşan herkes Ergenekoncu" tarafları arasında savruldu, ortada durup iddiaları yeterince araştırmadı. **
Balyoz bizim dışımızda bir hadiseydi, Taraf gazetesi tarafından çıkartıldı. Ben hiçbir zaman tam olarak da olayı anlayamadım. Bu konuda cehaletimi söyleyeyim, çok meşguldüm ve oturup Balyoz’un dava dosyalarını incelemedim. Ergenekon’uysa detaylarıyla okudum. Ergenekon’daki çelişkileri de yazan biziz, davaya büyük ölçüde haklılık atfeden de. Dava açılmadan önce bir yazı dizisi yazdım. Onda kendimce bir çerçeve çizdiğime inanıyorum ve o çerçeve benim için bugün de geçerli. Sanık sayısını eleştirirken gerçek darbe girişimleri olduğunu da söyledim.
**- "Biz Ergenekon’un peşini kovaladık" mı diyorsunuz?**
Ben bu anlamda davanın da yanlış bir dava olduğunu lisan-ı münasip ile kendi köşemde yazdım, gazetem de bunun haberini yaptı. Ortada somut darbe girişimleri var, Sarıkız gibi, Ayışığı-Yakamoz gibi. Yargılanan sivil ekip de büyük ölçüde Ayışığı-Yakamoz planının uygulaması olmakla suçlandı. Bütün bunlara "Ergenekon" adını kim neden koydu, bilmiyorum. Benim için bu dava, 2003-2005 arası darbe girişimlerinin davası.
**‘Bıraktığımda Radikal’in tirajı 27 bindi’**
** - Sizin "iz bırakan Radikal manşetleri" listenizde hangi başlıklar var?**
Bir tanesi "Gerçeğe dönüş" manşetidir. Onu hatırladıkça gülerim çünkü birisi şaka olarak söyledi o başlığı, sonra biraz üzerine konuştuktan sonra başlık yaptık. Çok var böyle manşetimiz. Bir kez 6 sütun 2 satır manşetten bir özür dilemiştik. "Bir şeyi yanlış yazdık ama sor bakalım neden" diye. O da iyiydi. En eleştirdiğim şey slogan ama iyi slogan atardık.
**- Savunmadıklarınız var mı?**
Sevdiğim manşetleri bitirmedim. Bir tane daha söyleyeyim. O sırada yayın yönetmeni değilim ama o gün gazeteyi ben yaptım. Mehmet Yılmaz yoktu, ben de İstanbul’daydım. Manşet yapacak haber yok. Ne yapacağız diye düşünürken bir fotoğraf gördük, **Süleyman Demirel **adaya gitmiş ve bir aile fotoğrafı çekilmiş ama fotoğrafta ** Cavit Çağlar** da var. Biz de "Baba ve çocukları" diye yarım sayfa o fotoğrafı koyduk. Demirel çok kızmıştı. Mediacat dergisinin abonesiydik, her yıl ödülü Radikal alırdı sloganlı sayfalarıyla.
**‘Radikal bazı yıllar 2,5 milyon dolar zarar ediyordu’**
** - Siz Radikal’in kapanma sürecine dair nasıl bir özeleştiri yapıyorsunuz? Bugünden geriye dönüp baktığınızda tiraj düşüşüne karşı "Şu önlemleri alabilirdik" diyor musunuz?**
Ben 2010 Ağustos’unda Radikal’i 27 bin gibi bir tirajda bıraktım. 2008 başlarından itibaren CEO'muz **Hanzade Doğan** 'a Radikal'de sürdürülemez bir düzenin olduğunu ve "ya yatırım yapıp bir şans daha vermemiz ya da bunu bırakmamız gerektiğini" açık bir dille söyledim. Çok yapıcı toplantılarımız oldu. Aydın Bey’in huzurunda da söyledim. Gazete bazı yıllar bir, bazı yıllar 2,5 milyon dolar gibi zararlar ediyordu. Büyük rakamlar olarak kabul etmeyebilirsiniz ama bu grup karlılık konusunda çok dikkatlidir. Doğrusu da budur. Bu zararın sürdürülemeyeceğini Aydın Bey de birkaç defa söyledi. "Böyle zarar ediyorsanız kapatırım" bile dedi birkaç defa.
**- Siz Aydın Doğan’ın yerinde olsanız, on sene boyunca tirajlar düşerken bir noktada "İsmet Berkan’la olmuyor" kararı alır mıydınız?**
Böyle şeyleri Aydın Doğan’la ya da Hanzade Doğan’la konuşmanız lazım. Bu gazeteyi daha yukarı çekmek için çok toplantı yaptık, fikirler geliştirdik, bir kısmını uyguladık, bir kısmını uygulayamadık. Bir yere kadar yapabiliyorsunuz. Gündelik rüzgârlardan etkilenmemenize de imkân yok. O rüzgârlar size bir yol çizebiliyor ve o yolun da yanlış olduğunu daha sonra görüyorsunuz. Ama şunu söyleyeyim, ben de, Mehmet Yılmaz da bu gazetenin karlılığına ya da az zarar etmesi için çok emek verdik. En önemlisi buydu.
**‘2009’da yatırım kararı alındı ve Eyüp Can geldi’**
** - Zarara rağmen sizce Doğan Grubu neden Radikal’i neden kapatmadı?**
Bir şans daha verelim diye Aydın Bey’i ikna ettik. Nihayet yatırım kararı 2009’un sonunda alındı. Referans’la birleştirilmesi ve bu sırada bir yatırım yapılması kararı verildi. Ben o toplantıdan sevinç içinde çıktım, ama birkaç ay sonra dedim ki "Ben yorgunum. Uzun zamandır bu sistemin içindeyim. Kutunun dışında düşünebilen birisinin gazetenin geleceğini düşünmesi belki daha doğru olur." Yanılmıyorsam Haziran, 2010’da patronlar bunu **Eyüp Can** ’la yapma kararı aldılar.
**- Ne kadarlık bir yatırım kararıydı bu?**
Ne kadar olduğunu hatırlamıyorum ama önemli olan yatırım kararı almaktı. Buraya eleman alınacak ve reklam kampanyası yapılacak demekti bu.
**- Sizce Eyüp Can ismi doğru bir karar mıydı?**
Onun takdiri bana ait değil.
**- Sizin yönettiğiniz gazeteye sizden sonra gelen yayın yönetmeni hakkında bir fikriniz vardır.**
O gazeteyi kendi çocuğum gibi, bana ait hissediyorum ama o gazetenin bir sahibi var. Bir şey söylemem yanlış olur. Eyüp birlikte çalışmadığım, o zamana kadar iyi tanımadığım bir gazeteciydi ama parlaktı ve farklı bakabiliyordu.
**- Sevinçle çıktığınızı söylediğiniz toplantıda alınan yatırım kararı daha iyi değerlendirilebilir miydi?**
O yatırımla gelen para benim denetimimde olsaydı başka türlü harcanırdı, Eyüp’ün denetiminde başka türlü harcandı. Hangisi daha doğru olurdu bilemeyiz.
**‘Bu zarar taşınabilir değildi’**
** - Eyüp Can yönetimindeki Radikal’in 4 yılını nasıl izlediniz?**
Duygusal olarak çok tarafım bu konuda. O yüzden objektif bir şey söyleyemem.
**- Objektif olmanıza gerek yok.**
Aynı şey geçerli.
**- Bir şey söylemedikçe "Her şey iyiydi ve neden kapandı bilmiyoruz" da demiş olmuyor musunuz?**
Öyle bir şey söylemiyorum. Gazete zarar ediyordu. Benim zamanımda da, benden sonra da. Bu zarar taşınabilir bir şey değildi.
**‘Gazeteci sayısı azaldıkça siyaset işgal ediyor’**
** - Radikal’in kar etmemesine yol açan sebepleri merak ediyoruz.**
Bu gazetenin gidebileceği bir tane yol var: İyi gazetecilik yapmak. Ama biz bu imkânı 2001 krizinden itibaren derece derece kaybettik. Önce spor havuzu, ardından haber havuzu oluşturuldu. Aynı haberleri yayınlayan 5-6 gazete varken sizin yapabileceğiniz tek şey masa başı cambazlıklarıyla ona biraz farklı başlık koymak, diğerinin öne çıkartmayacağını düşündüğünüz bir şeyi öne çıkartmak. Böylece farklıymış gibi yapmak, hâlbuki mal aynı mal. Siz kâğıdın üzerine harfler basıyorsunuz ve bunlar okunmayacaksa bunları basmanın da bir anlamı yok.
Bizim ve bütün Türk basınının sorunlarından biri de 1. sayfalar. Çoğu zaman birinci sayfa, içerideki sayfalara bakma ihtiyacını ortadan kaldırabiliyor. Bence az elemanla çalışmanın, gazeteciliği azaltmanın yarattığı bir başka sorun, siyasetin gazetelerimizde işgal ettiği olağanüstü geniş yer. Siyaset önemsiz değil, çok önemli kuşkusuz ama gazete hayatın tamamını kapsamalı, siyaset de siyasetçi olmayanların hayatında bir yere kadar önemli. Örneğin **Haşim Kılıç** ’ın demeci kaç insanın hayatına değiyor? Siyaset hayatın sadece bir kısmı, geriye kalan onlar alan ve bu alanları haberleştirecek muhabir yok. Sonra güzel okunur olmalı gazeteler; neredeyse edebi bir zevk de verebilmeli okuyucusuna. Zamanında Günaydın gazetesi muhabirlerini gönderirdi büyük olaylara. Muhabirler ürünü getirir ve haber merkezi de **Aziz Nesin** ’e yazdırırmış haberi. Sabah gazetesinde de böyle yazarlar vardı, muhabirlerin haberleri alır edebi bir tarzla hikâyeleştirirlerdi. Gazeteleri herkesin zevkle okuyabilmesi gerek. Kara kuru bir dil olmamalı. Ama bunun için iyi yazan iyi muhabirler gerek. O yok. Olmayınca da biz bu açığı köşe yazısıyla kapatmaya çalışıyoruz.
**‘Radikal kuşkusuz kâğıtta yaşayabilirdi, beceremedik’**
** - Sizce Radikal’in kâğıda veda etmesi kaçınılmaz mıydı?**
Kuşkusuz ki yaşayabilirdi, bu ortak bir sorumluluk. Patronajın da bir sorumluluğu var. Ama en büyük sorun gazeteyi yapan gazetecilerin, çalışanların. Beceremedik. Ama 18 yıl da az değil. Böyle ciddi izler bırakmış olması da bence çok önemli.
**- Başlangıçtan itibaren hangi noktalarda farklı davranılsa Radikal kâğıda veda etmezdi?**
Bence biz başlangıçtan son güne enerjimizin son damlasına kadar bu gazeteye verdik. Yumruklu, bağırış çağırışlı kavga bu gazetede o kadar az oldu ki. Bunun sebebi de şu: Herkes gazetesini sahiden seviyordu. Biz böyle bir ortam yaratmayı başardık. Sıfırdan başlayan bazı gazeteciler yıldız da oldu. Bunlar bende bıraktığı iyi izler. Şimdi şunu şöyle yapsaydık diyebildiğim bir şey yok, elimizden ne geliyorsa onu yaptık. Belki biz beceriksizdik.
**‘Bedava haber sitesi işlevini yapamaz’**
** - Sizce dijital bir Radikal ayakta kalabilir mi?**
Dijital gelirleri çok düşük Türkiye’de. Dünyada da, Türkiye’de de okuyucusundan para almayan bedava sunulan bir haber sitesinin işlevini yapabileceğine inananlardan değilim.
**- Paralı bir abonelikle sürdürebilir mi hayatını?**
New York Times’ın online satış gelirleri kağıda basılmış gazetenin satış gelirinden daha fazla. Eğer iyi bir gazeteyseniz bunu sağlayabilirsiniz. Eğer okur tabanınız da mobil tabanlara kayıyorsa bu alana geçmelisiniz. Ama gazetecilikten fedakârlıkta bulunduğunuzda okuyucunuzu kaybedersiniz. Sonra da kısır döngüye girer ve kapanır gidersiniz.
**- Dolayısıyla muhabir kadrosunu küçülten Radikal sizce kapanacak mı?**
Hayır, hiç sanmıyorum. **Ezgi Başaran** gazetecilik hırsı çok fazla olan, başarılı bir arkadaşımız. Dünyayı da çok iyi biliyor, Batı’da internet gazetelerinin nasıl ayakta durduğu konusunda bir fikri var. Eminim o dönüşümü başaracaktır; önce okur tabanını genişletmek, sonra bir çeşit 'birinci sınıf' içeriği parayla sunmak gibi yöntemler var Batı’da uygulanan, tahminim Radikal de bu yolu deneyecek.
**‘Kabataş tweetleri benim hıyarlığım, hataydı’**
** - Konudan bağımsız ancak sizinle konuşurken sormadan geçilmeyecek bir soru: Kabataş olayında ne oldu?**
Ben de anlamadım aslında. Benim hıyarlığım, atmamalıydım o tweetleri. O tweetleri atarken tam olarak şurada oturuyordum.*(Masanın kenarını gösteriyor.)*
**- O iki tweetten birinde "Olanların savunulur tarafı olmadığını" söylemiştiniz. Neye istinaden söylediniz bunu?**
Daha sonra Kanal D’nin yayınladığı görüntüler için demiştim. Ama şimdi detay tartışmasına girmek de, kendimi savunmak da istemiyorum. Hataydı benim açımdan.
**- O görüntüleri tweetleri attğınız gün mü izlemiştiniz?**
Hayır, birkaç gün önce. Bu önemsediğim bir konu değil. Önemsesem yazı yazarım bununla ilgili, o yüzden tartışmanın detayına girmeyelim. Ama neden böyle olduğunu da anlamadım, iki tane tweet attım sonuçta.
**- O iki tweette önemli şeyler söylediniz.**
Hayır, onu söyleyen başkaları da oldu. Hatta yazanlar bile oldu. Ki o zamanlarda her şey olabilir. Bir kadın taciz edilmiş olabilir ya da o kadın yalan söylüyor olabilir. İnsanlar öldü diyenler oldu, gerçekten ölenler oldu, ama bir sürü yalan haber de yapıldı. Bu da o onlardan biri.
**- Kanal D’nin yayımladığı görüntüleri izlerken siz orada bir olayın olduğunu mu düşündünüz?**
Hata yaptığımın farkına vardım. Teyit etmeden böyle bir şey dememeliydim. Benim Twitter’ı yanlış anlamamdan da kaynaklanan bir şeydi. Daha fazla detaylara girip yine bu tartışmanın içine girmek istemiyorum. Ne olduysa oldu, ben geçtim orayı çoktan.
**Yarın: Radikal İki’nin 16 yıllık yayın yönetmeni Tuğrul Eryılmaz anlatıyor**
## Okuyucu Yorumları |
207980 | haber | Rakel Dink doğduğu topraklara döndü | null | # Rakel Dink doğduğu topraklara döndü
## Rakel Dink, yaklaşık 40 yıl önce çıktığı ve bir daha da hiç gitmediği köyünün peşine düştü
Rakel Dink, Uludere ziyaretinin ardından doğduğu Ermeni Varto aşireti köyünün izini sürdü.
Hürriyet gazetesinden Cansu Çamlıbel'in "Operasyon bölgesinde özel konvoy" başlığıyla yayımlanan (8 Temmuz 2012) haberi şöyle:
Operasyon bölgesi olduğu için 2 üst düzey askerin de eşlik ettiği konvoyumuzla annesinin mezarının olduğu köye ulaşamadık. Ama Rakel Dink, köy ahalisinin cenaze kaldırırken buluşup ağıt yakarak geçtiği ovadan yüksek tepelere karşı selam yolladı. Böylece babası Siament Ağa’nın vasiyetini de yerine getirdi.
Uludere kurbanları için İstanbul’dan yola çıkarken hiç aklında yoktu aslında. Hâlâ yas tutan ailelere omuz vermek, eşi Hrant Dink’in öldürülmesinin ardından geçen 5 yılda bir gün adaleti göreceğine dair umudunu onlarla paylaşmaktı tek gündemi. Ancak yolculuğumuzun ilk durağı Mardin’e adım atar atmaz doğduğu toprakların kokusu çocukluk anılarını tetikledi. Gülyazı köyünde herkes memleketini soruyor, Rakel Dink "Silopi’ye yakın Ermeni Varto aşireti köyü" diyordu. Bir de annesinin avlusuna gömüldüğü kiliseyi tarif ediyordu. Uludere projesindeki ortakları Bejan Matur ve Zeynep Tanbay ile bu özel yolculuğun gözü kulağı olan bizlerin ısrarları Rakel Dink’i cesaretlendirdi. Rakel Dink’in yaklaşık 40 yıl önce çıktığı ve bir daha da hiç gitmediği o köyün peşine düştük.
##
Şırnak’ta mola
Cizre-Silopi istikametinde ilerlerken Şırnak’ta mola verdik. Geceyi Gülyazı’da geçirdiğimizden haberdar olan Şırnak Valisi de, BDP Şırnak İl Başkanlığı da ağırlamak için mesajlar göndermişti. Ancak siyasetten uzak geçen bu geziye gölge düşmesini istemeyen Rakel Dink ve arkadaşları, bir tek Şırnak Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Osman Geliş’in kahve davetini kabul etti. Rakel Dink’in adını ‘Hassene’ olarak hatırladığı köyünü bulmak için yola düştüğümüzü öğrenen Osman Geliş, bizim de baştan beri merak ettiğimiz güvenlik meselesini gündeme getirdi. Oralar operasyon bölgesiydi. Kısa sürede hızlı bir telefon trafiğiyle Osman Geliş, valilik ve kaymakamlığı harekete geçirdi. Biz kahvelerimizi içerken devlet, 5 kadın ve 2 erkekten oluşan 3 arabalı heyetimizin güzergâhı konusunda güvenlik güçlerini bilgilendirmişti bile. Sessizce ve fazla hissettirmeden bir yol protokolü hazırlanıyordu Rakel Dink için. Uludere’ye giderken sadece arabaların plakaları kontrol noktalarına bildirilmişti, belli ki bu kez daha farklı bir hazırlık vardı.
##
2 üst düzey asker
Konvoyumuz Habur’da kuyrukta bekleyen TIR’lara varmadan Cudi Dağı’na doğru sola saptığında bizi sivil plakalı bir minivan bekliyordu. Konvoyu karşılayan 2 üst düzey asker, mihmandarlık yapacaklarını söylüyordu. Dağ köylerine çıkan asıl yollar mayınlı olduğu için alternatif patikalardan ilerlemeye başladık. Hassene’ye epey yaklaşmıştık ama araziye uygun olmayan arabalarımız ilerleyemiyordu. Rakel Dink arabadan "Yürüyelim o zaman" diye indi. Ancak askerler köye ulaşımın sarp kayalıklar ve mayınlar nedeniyle uzun zaman alacağını söylüyordu.
##
Babasının vasiyeti
Askerler Hassene’de yıkık bir kilisenin varlığını doğruladı ama o noktaya kadar gitmemiz imkansız gözüküyordu. Annesinin mezarını bulmayı umduğu mevkiye ulaşamayacağımızı anlayan Rakel Dink, bu kez babası Siament Ağa’nın diktiği dut ağaçlarını bulmaya yöneldi. Tekrar arabalara binildi ve patikadan aşağıya doğru birkaç kilometre gidildi, komşu köy Dadere’ye varıldı. Rakel Dink, ovaya bakan bir dizi ağacın bulunduğu tepeye doğru koşarken adeta çocukluğuna dönmüştü. Rakel Dink tam da istediği yeri bulamamıştı, ama köy ahalisinin cenaze kaldırırken buluşup ağıt yakarak geçtiği bu ovayı hatırlıyordu. Bu da yeterdi. Rakel Dink, bu kısa ziyaret ile köyünün özlemi içinde Belçika’da hayata veda eden babası Siament Ağa’nın vasiyetini de yerine getirmiş oldu bir anlamda. ‘İşte benim Cudim’ diyerek seyrettiği yüksek tepelere karşı Türkiye’den uzaktaki tüm akrabalarının selamını gönderdi. Çünkü o, bir zamanlar Güneydoğu’nun en büyük Ermeni aşireti olan ‘Varto’ların bugün Türkiye’de yaşayan tek üyesiydi.
## Okuyucu Yorumları |
222277 | haber | Rober Koptaş: Güler'in İçişleri Bakanı olması Türkiye için büyük ayıp! | null | # Rober Koptaş: Güler'in İçişleri Bakanı olması Türkiye için büyük ayıp!
## AGOS Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Koptaş: Muammer Güler'in İçişleri Bakanı olması Türkiye için büyük bir ayıbı işaret ediyor
AGOS Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni **Rober Koptaş, Hrant Dink** cinayetinde sorumluluğu olduğu iddiasıyla aile avukatları tarafından yargılanması istenilen 24 kamu görevlisinden biri olan **Muammer Güler** 'in yeni İçişleri Bakanı olmasını eleştirdi. Koptaş, "AKP, soruşturulması gereken isimleri terfi ettirmekte ve onları önemli görevlere getirmekte hayli ısrarlı görünüyor" dedi.
AGOS Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Rober Koptaş'ın Hrant Dink cinayetinin işlendiği 19 Ocak 2007 tarihinde İstanbul Valisi olan Muammer Güler'in İçişleri Bakanlığına atanması hakkında yaptığı açıklama şöyle:
"AK Parti, Hrant Dink cinayetinde haklarında şüpheler ve soru işaretleri olan, soruşturulması gereken isimleri terfi ettirmekte ve onları önemli görevlere getirmekte hayli ısrarlı görünüyor. Bu ısrar ise Başbakan’ın ve siyasi iktidarın, Türkiye’nin yakın tarihinin bu belki de en kritik olayını asla umursamadığını, onu çözmekle, arkasındaki odakları açığa çıkarmakla zerre ilgilenmediğini gösteriyor. Dink ailesinin ve Agos’un avukatları, Şubat 2012’de ‘yardım ve yataklık’ ile ‘kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi’ nedeniyle, AK Parti Milletvekili Muammer Güler ile Osmaniye Valisi Celalettin Cerrah’ın da aralarında bulunduğu 24 kamu görevlisi hakkında dava açılmasını talep etmişti. Sırf bu dilekçede dile getirilen kanıt ve şüpheler bile, Muammer Güler’in herhangi bir yüksek göreve atanmak bir yana, siyasi kariyerini dahi sonlandıracak önemdeyken, memlekette içişleri bakanlığını üstlenecek başka kimse yokmuş gibi, Muammer Güler’in bakan atanması, ne akla ne izana sığıyor.
## 'Video kayıtları silinirken valiydi'
Muammer Güler, Hrant Dink, 2004 yılında İstanbul Valililiği’ne çağırılıp MİT mensupları tarafından tehdit edildiğinde İstanbul valisiydi. Cinayet hazırlıkları yapıldığı İstanbul valisiydi. Trabzon Emniyeti’nden İstanbul Emniyeti’ne Şubat 2006’da Yasin Hayal’in Hrant Dink’e karşı ses getirici eylem hazırlığında olduğu yazısı gittiğinde İstanbul valisiydi. Cinayetin ardından en kritik deliller, video kayıtları silinirken İstanbul valisiydi. Bütün bu süreçte Dink’i korumayan, aksine onun ölümüne zemin hazırlayan devlet görevlilerinin en başında gelen isimlerden biridir kendisi. Onun İçişleri Bakanı olması, Türkiye için büyük bir ayıbı işaret ediyor. Ama Dink cinayeti davasında biz bugüne kadar ayıptan başka bir şey görmedik. Bu da, o ayıplar deryasında yeni bir damla oldu işte. Vatana millete hayırlı olsun."
## Okuyucu Yorumları |
141508 | haber | Rol arkadaşı, Beren Saat’in aleyhine tanıklık etti | null | # Rol arkadaşı, Beren Saat’in aleyhine tanıklık etti
## Ünalmış, Beren Saat’in promosyon çalışmalarına katılmayarak sözleşmeye aykırı davrandığını belirtti.
**T24** - ‘Gecenin Kanatları’ filminin yapımcısı ile Beren Saat arasındaki göğüs davasında rol arkadaşı Murat Ünalmış, Saat aleyhine tanıklık yaptı. Ünalmış, Beren Saat’in promosyon çalışmalarına katılmayarak sözleşmeye aykırı davrandığını belirtti.
Beren Saat ile "Gecenin Kanatları"nın yapımcısı arasında süren göğüs ucu davasında rol arkadaşı Murat Ünalmış oyuncunun aleyhine aleyhine tanıklık yaptı. Önceki yıl seyirciyle buluşan "Gecenin Kanatları" filminin yapım şirketi Boyut Film’in, gala ve promosyon çalışmalarına katılmadığı için başrol oyuncusu Beren Saat hakkında açtığı 30 bin liralık davanın yeni duruşması dün sabah İstanbul Adliyesi’nde görüldü. Saat, filmin fragmanına Murat Ünalmış’la çekilen sevişme sahnesi sırasında aynadan göğüs ucunun göründüğü görüntünün konulmasına çok bozulmuş, gala ve bazı promosyon çalışmalarına katılmayarak yapımcıyı protesto etmişti. Boyut Film’in ortağı Murat Tokat da, Beren Saat’in bu davranışıyla filmin daha çok seyirciye ulaşmasını engellediği gerekçesiyle dava açmıştı. Duruşmada Saat’in başrolü paylaştığı Murat Ünalmış, Boyut Film lehine tanıklık yaptı. Filmin yönetmeni Serdar Akar ise tanık listesinde göründüğü halde mazeret belirterek duruşmaya gelmedi.
‘Sözleşmeye aykırı davrandı’
10 dakika süren davada Murat Ünalmış, Beren Saat’in imzaladığı sözleşmeye aykırı davrandığını belirtti ve "Ben ve bütün oyuncu arkadaşlarımız filmin promosyon çalışmalarına katıldığımız halde Beren gala dahil hiçbir promosyon çalışmasında yer almadı. Bu durum yaptığımız sözleşmeye aykırı" dedi. Yeni duruşmada yönetmen Serdar Akar ve filmin basın danışmanı Filiz Öcal tanıklık yapacak. 11 Aralık 2009’da gösterime giren film 2 milyon 865 bin 500 lira hasılat elde etmişti.
Nikâh 17 Mayıs’ta
Murat Ünalmış ile Kapadokya’da çekilen "Yer Gök Aşk" dizisindeki rol arkadaşı Birce Akalay, geçen aylarda 17 Mayıs’a nikâh tarihi almış, ancak çift daha sonra kavga edip ayrılma kararı almıştı. Son gelen haberlere göre yeniden barışan çift, daha önce belirledikleri 17 Mayıs’taki nikâhı yeniden gündemlerine aldı. Yedi aydır beraber olan ancak bir ayrılıp bir barışan çift, bu kez yakın çevrelerine nikâh masasına oturmakta kararlı olduklarını belirtti.
## Okuyucu Yorumları |
29143 | haber | Ruhumuz acıktıkça karnımız da acıkır | null | # Ruhumuz acıktıkça karnımız da acıkır
## Kendimizi; gıdayı, parayı, zamanı, hırsı tüketerek doyurmaya çalışırız. Oysa ruhumuz gittikçe daha çok acıkır.
-
A
+
**Her birimiz dünyaya kendimizi gerçekleştirmek, kapasitemizle tanışmak öz ve biricik olduğumuzu hissetmek için kodlanmış olarak geliriz.**
Psikolog Aytül Sarpel Diyet dergisine yaptığı açıklamada: "Kendimizi; gıdayı, parayı, zamanı, hırsı tüketerek doyurmaya çalışırız. Oysa ruhumuz gittikçe daha çok acıkır" diyor.
Ünlü Amerikalı psikolog Abraham Maslow’un ihtiyaç piramidindeki gibi önce güvenlik, beslenme ve temel ihtiyaçlarımız, ardından kendimizi bulma ihtiyacımız gelir.
Huzur, dinginlik, coşku ve sevinç yaşadığımız anlar ruhumuzun doyduğu, kendimizi tam ve bütün hissettiğimiz, kaygı ve korkulardan sıyrıldığımız anlardır. Duygularımızın ve ihtiyaçlarımızın farkına varmak ve onlara sahip çıkmak, kendi iç sesimizi duyabilmek bizi doyurur, geliştirir.
Günlük hayatımız ise bunları unutturan yapay kaygılarla doludur. Güvenlik ve temel ihtiyaçlarımızla ilgili kaygılarımız ve daha iyisini elde etme çabamız yakamızı bırakmaz. Yoğunluk ve stres, kendimiz olmamızı güçleştirir, kim ve nerede olduğumuzu unutturur ve becerilerimizle ilgili güdülerimizi bastırır, iç sesimizi susturur.
Bazen biz bile dönüp kendimize baktığımızda kendimizi tanıyamaz oluruz. Ne zaman hayallerimizden, neşemizden, ideallerimizden vazgeçmişizdir, gözlerimizdeki tükenmişlik ne zamandan beri oradadır bilemeyiz. Sıklıkla yorgunluk, hayattan tatminsizlik ve boşluk duygularından şikâyet etmeye başlarız. Bir şeyler eksiktir hep, ruhumuz açtır.
Kendi iç sesinizi dinleyerek doyun!
Kendimizde tükenenleri görmek ruhumuzdaki boşluğu görmektir. Kendimizi, gıdayı, parayı, zamanı, hırsı tüketerek doyurmaya çalışırız. Oysa ruhumuz gittikçe daha çok acıkır, çünkü ruhumuz tüketerek değil üreterek doyar.
Başkasının ya da kendimizin zamanından, başarısından, parasından, sevincinden eksilterek, çoğalmaksa bizi daha da ıssızlaştırır. Bizi doyuran, kendi iç sesimizi duyarak yaşamak ve ürettiğimiz her şeye sevgi ve erdemi eklemektir.
Kaç yaşında kim olursak olalım hiçbir zaman kendimize yeniden bakmak ve yeniden sevmek için geç değildir.
Tutkularınızı keşfedin
Hepimizin tutkuları var. Sanılanın aksine tutkularımız öyle büyük ve şaşalı şeyler değil. Basit, hayatımızın içinde olan, kimse bize para ödemese bile yapmaktan sıkılmayacağımız, hatta çoğu kez yaptığımız ve iyi yaptığımızı duyduğumuz şeylerdir. Eski hayallerinizi hatırlayın. Eğer hiç hata yapma ihtimalim olmasaydı neler yapmak isterdim sorusunu kendinize sorun. Bu özünüzde ne istediğinizi bulmanıza yardımcı olur. Tutkularımız kim olduğumuz ve nereye ait olduğumuzu yansı tır. Bunun aksine çabalamak umutsuzluk ve başarısızlık getirir. Çoğu kez başkalarından daha az akıllı ya da beceriksiz olduğumuz için değil becerilerimize uygun işler yapmadığımız için mutsuz oluruz. Tutku ve yeteneklerinizden vazgeçmeyin onlar, sizin için en büyük başarı ve enerji kaynaklarıdır.
Hayat seçimlerden ibarettir
Yaşadığımız her an bir seçim yaparız aslında. Bunun farkına varmak hayatımızın ve hatalarımızın sorumluluğunu almaktır. Artık başımıza gelenler için başkalarını suçlamak yerine hayatımızın kontrolünü çevremizden geri almaktır. Böylece hayatın kurbanı rolünden çıkıp direksiyona kendimiz geçmiş oluruz. Kendimizi keşfetmek, kendi istek, karar, başarı ve hatalarımızın farkına varmak, hayatı seçmek elimizdedir. Hatalarımıza da başarılarımızı da seçimlerimiz belirler. Kendimiz olmanın en önemli basamaklarından biri kontrolün bizde olduğunu kabul etmek ve hatalarımızdan korkmadan harekete geçebilmektir.
Kendinize sorun
Ruhumuzu doyurmak aynı anda hem hareket hem dinginlik gerektirir. Doğru zamanda harekete geçmeyi doğru zamanda durup düşünmeyi öğrenmemiz gerekir. Kaygılar ve sürekli koşturma kendi iç sesimizi ve bedenimizin dilini duymamızı engeller. Gün içinde durun ve kendinize sorun: Neredeyim? ‘Ne yapıyorum? Nasıl hissediyorum?, Bugün beni neler mutlu etti, neler rahatsı z etti? Neye ihtiyacım var? Olayları n daha farklı ve iyi olması için ben daha başka neler yapabilirdim? Neyle yetinebilirim?
Hayatınız roman olsun!
Hayatınızın bir kitap olduğunu hayal edin. Sizi bu kitabı okumaya itecek bir başlık seçin. Kitabın kahramanlarını belirleyin. İstemediğiniz karakterleri bu kitaptan çıkarıp ihtiyacınız olan yenilerini ekleyebilirsiniz. Her kitap birçok bölümden oluşur. Bizim için de ideallerimize tümüyle ulaşmak mümkün değil.
Kitabınızı bölümlere ayırın ve kendinize başaracağınız gerçekçi hedefler koyun. Kitabınızın ismini görebileceğiniz bir yere yazın ve her gün mutlu sona ulaşmak için ona yeni şeyler eklemeniz gerektiğini unutmayın. Tüm temel ihtiyaçlarımızı sonsuz kez doyursak, her şeyin en güzeli, en pahalısına sahip olsak da ruhumuzdaki açlık gölgemiz gibi bizimledir. Hayatta her şeyden kaçabiliriz ama bir tek kendimizden kaçamayız. Kulaklarımızı tıkasak da içimizdeki boşluk konuşmaya devam eder. O nedenle midemizden önce ruhumuzu doyurmakta fayda var.
## Okuyucu Yorumları |
213622 | haber | Saatler ekim ayında geri alınacak mı? | null | # Saatler ekim ayında geri alınacak mı?
## Saatler, 2013 yerine 2014 yılı mart ayında son kez ileri alınarak 'sabitlenecek'
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın, insan psikolojisine olumsuz etkide bulunduğu gerekçesiyle 2013 yılında son vermeyi planladığı ileri-geri saat uygulaması, teknik nedenlere bağlı olarak 1 yıl daha ertelendi.
Saatler, 2014 yılının mart ayında son kez ileri alınarak sabitlenecek. Enerji Bakanlığı'nda, yeni saat uygulamasıyla ilgili olarak yasa tasarısı taslağı hazırlığı sürüyor.
1925 yılında çıkarılan ‘Günün Yirmi Dört Saate Taksimine İlişkin Yasa'da değişiklik öngörülen düzenleme, mevcut yasada bulunan "Grinviç'e göre otuzuncu derecede bulunan boylam dairesi bütün Türkiye Cumhuriyeti'nin saatleri için esas alınır" ifadesi "Grinviç'e göre kırk beşinci derecede bulunan boylam dairesi bütün Türkiye Cumhuriyeti saatleri için esas alınır" yönünde değiştirilecek. Böylece saat hesaplamasında İzmit'in üzerinden geçen 30. boylam (GMT+2) yerine Iğdır'dan geçen 45. (GMT+3) boylam esas alınacak. Böylece, 60 dakikalık saat farkı oluşacak.
##
Yeni uygulama 2014'te
Enerji Bakanlığı kaynakları, yasayla ilgili hazırlıklar nedeniyle saatlerin, 2013 yerine 2014 yılı mart ayında "sabitleneceğini" söyledi.
Bakanlık kaynakları, bu ay sonunda 27 Ekim'i, 28 Ekim pazara bağlayan gece, saatlerin bir saat geri alınacağını belirterek, "2013 yılının mart ayında saatler 1 saat ileri alınacak. Aynı yılın ekim ayında geri alınacak" dedi.
Kaynaklar, 2014 yılının mart ayında son kez saatlerin bir saat ileri alınarak sabitleneceğini söyledi.
Türkiye'nin referans meridyeninin 45. boylama alınmasıyla birlikte bazı ülkelerle saat farkı daha da açılacak.
Türkiye'nin halen Doğu Avrupa ülkeleriyle saat farkı bulunmuyor.
## Okuyucu Yorumları |
206042 | haber | 'Şafak Pavey Dersim katliamını yapanın CHP olduğuna değinmedi' | null | # 'Şafak Pavey Dersim katliamını yapanın CHP olduğuna değinmedi'
## Kaplan: Atatürk kültleştirilmeye devam edildiği müddetçe Dersim Katliamı gibi o dönemden beri kanayan yaralarla yüzleşilmesi imkânsızdır
-
A
+
**Hilal Kaplan**
(Yeni Şafak, 11 Haziran 2012)
**Dersim Konferansı, TBMM'de yapılsa**
Geçtiğimiz hafta, AP Sol Grup ve Yeşiller Grubu'nun ev sahipliğinde Dersim Konferası'nın beşincisi Avrupa Parlamentosu'nda düzenlendi. Dersim ve özellikle 1937-38 Katliamı üzerine uzmanlaşmış pek çok katılımcıya ek olarak bu seneki konferansı diğer yıllardan farklı kılan en önemli özellik, TBMM'deki üç partiden -MHP hariç- vekillerimizin de bizimle olmasıydı.
AK Parti'den İsmail Aydın, CHP'den Şafak Pavey ile BDP'den Gültan Kışanak'ın hazır bulunduğu ve moderatörlüğünü Avrupa Birliği-Türkiye Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Helene Flautre'nin yaptğı oturum doğal olarak en dikkat çekici olandı.
TBMM Dilekçe Komisyonu Dersim Araştırma Komitesi Raportörü AK Parti Milletvekili İsmail Aydın, konuşmasında İttihat Terakki'den bu yana var olan tek dil-tek din yaklaşımının sorunun temelini oluşturduğunu söyledi. Dilekçe Komisyonu'nun çalışmalarından söz ederken kendilerine Dersim'le ilgili en çok belgenin Genelkurmay Başkanlığı'ndan geldiğine dikkat çekti. Dersim 38'in mağdurlarını dinlerken vahşeti iliklerine kadar hissettiklerini de ekledi.
Şafak Pavey ise Alevilerin toplumsal sorunlarına dikkat çekti. Ancak bunu sanki bu sorun AK Parti iktidarı döneminde yaşanmaya başlanmış gibi bir alt metinle yaptı. Sünni olmayan herkesin dışlandığını iddia etti. Ancak ne Diyânet İşleri'ni kuranın ne de Dersim Katliamı'nı yapanın CHP olduğuna değindi. Bu kaçak döğüşen tavır, Flautre'nin de dikkatini çekmiş olacak ki "CHP'nin Dersim'in tarihindeki rolüne ilişkin bir şey söylemeyecek misiniz?" diye sordu. Şafak Hanım yine ne yazık ki "Dersim'de katliam olmuştur, çok da kötü olmuştur" bile diyemedi.
Gültan Kışanak ise hak ve özgürlüklerin pazarlık konusu yapılmasından şikâyet etti. Ayrıca TBMM Dilekçe Komisyonu'nun çalışmalarının derde deva olmayacağını belirtti. Lâkin o sırada İsmail Aydın'dan ilginç bir bilgi öğrendik. Meğer Dersim Araştırma Komitesi üyesi olan BDP vekili Emine Ayna, bugüne kadar hiçbir çalışmalarına iştirak etmemiş. Meclis'e girip 'içerden' muhalefet etmeyi tercih ettikten sonra gösterilen bu kayıtsızlığın diasporada yaşayan bazı BDP'lileri bile hayal kırıklığına uğrattığını bizzat işittim. Sonraki oturumda söz alan Sebahat Tuncel ise acıların paylaşılmasının yetmediğini, sorunlar çözülmedikçe acılara yeni acılar eklendiğini söyledi.
Konferansta dinleme fırsatı bulduğum diasporadaki Dersimlilerin hepsi Başbakan'ın özrünü oldukça önemsemişti. Bu özür ve özre giden yolda AK Parti'nin kurduğu argümanlar sayesinde devletin şimdiye kadar savunduğu "İsyan vardı, bastırıldı" tezinin resmen çökertilmesinden duydukları memnuniyeti ifade ettiler. Ancak "Özür varsa, yükümlülük de vardır" diye hatırlattılar. Dile getirilen talepler arasında Seyit Rıza ve diğer mağdurların mezar yerlerinin bulunması, Dersim başta olmak üzere değiştirilmiş tüm yer isimlerinin iadesi, HES'lerle ilgili sorunun halka uzlaşarak çözülmesi, zorla ailesinden kopartılanların bu hususta bilgilendirilmesi öne çıkıyordu.
Kendi sunuşuma da biraz değinmek isterim. Öncelikle Kemalist rejimin âdeta sömürgeci bir mantıkla, "halk-vatandaş" ayrımına giderek halkın değerlerine yukarıdan aşağıya müdahalelerde bulunduğundan söz ettim. Dersim hakkında çıkarılan özel kanunların, halkın bir kısmının diğerlerinden farklı bir hukuka tâbi olduğu sömürgeci devlet zihniyetiyle uyuştuğunu ekledim. Ancak konuşmanın ana eksenini Türkiye'nin Atatürk kültünü aşmasının gerekliliği oluşturuyordu. Zira Atatürk kültleştirilmeye devam edildiği müddetçe Dersim Katliamı gibi o dönemden beri kanayan yaralarla yüzleşilmesi imkânsızdır. Bu minvalde Avrupalı parlamenterlerin de hazır bulunduğu salona hitaben Avrupa'nın da Atatürk kültünü aşması gerektiğinin altını çizdim. Türkiye'de 1923-1938 arası yapılanlara benzer uygulamalara giden diğer liderlere Avrupa'nın yaklaşımıyla, Mustafa Kemal'e yaklaşımları arasındaki farkın izah edilemez olduğunu hatırlattım.
Son söz, Dersim Belediye Başkanı Edibe Şahin'in temennisi olsun. Konferans sürerken tam kendi meselelerimizi Avrupa'da tartışmanın getirdiği o ikircikli ve garip hislere kapılmıştım ki öğle yemeğindeki sohbetimizde Edibe Hanım "Keşke Dersim 38'i kendi Meclisimizde konuşup, tartışabilsek" dedi. Evet, keşke kendi Meclisimiz, çerçevesi sıkı kurallarla belirlenmiş komisyon toplantılarında, kendilerinin seçtikleri belirli kişileri tek tek dinleyerek değil de, bu tip organizasyonlara bizzat ev sahipliği yaparak dert/talep sahiplerinin seçtiği temsilcileri dinleyebilse.
Keşke altıncı Dersim Konferansı, TBMM çatısı altında olsa...
## Okuyucu Yorumları |
204177 | haber | Sağlık Bakanlığı: O ilaçların hepsi yasaklı, almayın | null | # Sağlık Bakanlığı: O ilaçların hepsi yasaklı, almayın
## Bakanlık yasak olduğu halde internette satılan zayıflama haplarına karşı halkı uyardı
-
A
+
Sağlık Bakanlığı yasaklıyor, Sanayi Bakanlığı ceza kesiyor, Reklam Kurulu reklamları durduruyor ama yine de internet ortamında satışı devam eden zayıflama haplarını pazarlayanlar, ünlü isimleri ve doktorları kullanıyor. Seda Sayan "Elma Krom", İvana Sert "X-TRA Kapsül" ve Mesut Yar "Antakya Biberi" satıyor!
## Bakanlık: RTÜK durdursun
Alarma geçen Sağlık Bakanlığı genelgeyle uyardı: "Tarım Bakanlığı onaylı diye satılan ilaçların izni iptal edildi, reklamı yayınlayan bazı sitelere de ceza kesildi. Denetim artsın, RTÜK reklamları durdursun."
Sağlık Bakanlığı'nın defalarca yasaklamasına rağmen "gıda takviyesi" adı altında Tarım Bakanlığı'ndan izin alınarak ithal edilen bazı ürünler, toplumun yakından tanıdığı ünlü kişilerin isimleriyle internet ortamında peynir ekmek gibi satılıyor. Sağlık açısından sakıncalı bu ürünleri satabilmek için çekilen reklam filmlerinde, ünlü isimler ve doktorlar rol alıyor.
## Ünlüler reklamda
İnternette bu ürünlerin sitelerine girenler, Seda Sayan, İvana Sert ve Mesut Yar ile karşılaşıyor. Seda Sayan "Elma Krom", ikoncan İvana Sert "X-TRA Kapsül" ve yakın zamanda verdiği kilolarla gündeme gelen televizyon sunucusu Mesut Yar ise "Antakya Biberi"nin reklam filmlerinde oynuyor. Seda Sayan, bir doktor eşliğinde ürünün ne kadar faydalı olduğunu anlatıyor. İvana Sert, incecik formunu reklam filminde oynadığı ürünü kullanmasına borçlu olduğunu söylüyor, Mesut Yar ise Antakya Biberi'ni öve öve bitiremiyor. Dr. Mustafa Eraslan "Clavis ve Clavis Panax"ın reklamında, Dr. Ömer Coşkun ise "Klavis Panax" adlı ürünün reklamında "göz boyuyor".
## 'Onaylı' yalanı
Bu hapların satıldığı internet sitelerinde, ürünün Sağlık ve Tarım bakanlıklarınca "onaylı" olduğu özellikle belirtiliyor. İlaçların kısa sürede zayıflatıcı etkisi olduğu vurgulanarak ayda 6-8 kilo zayıflattığı ileri sürülüyor. Oysa ünlülerin reklam filmlerinde oynadığı bu ürünler, daha önce Sağlık Bakanlığı tarafından yasaklanmıştı. Bakanlık 2 ay önce, 13 Şubat'ta Antakya Biberi adlı hapı yasakladığını da açıklamıştı.
## İvana Sert: Bilmiyordum yayını durduracağım
Haberde adı geçen sağlıklı zayıflama ürününün reklam yüzü olan İkoncan lakaplı modacı İvana Sert, yasaktan haberi olmadığını ifade etti. Sert, şunları söyledi: "Ben bu ürünler yararlı ve yasal olarak satılıyor düşüncesiyle gelen teklifi kabul edip tanıtımında yer aldım. Böyle bir yasağı sizden duydum. Hemen avukatım devreye giriyor. Eğer öyle bir şey varsa durduruyoruz. Ben sağlıksız bulunan bir ürünü asla tanıtmam, böyle bir şeyin içinde asla yer almam. Oğlumun Sırp asıllı bakıcısı biraz şişmandı. Önce onun denemesini istemiştim. Kilo verdiğini görünce teklifi kabul ederek tanıtım filmlerinde oynamıştım.
Şimdi gerekli yasal incelemeleri yapıp anlaşmamı gözden geçirerek yayını durduracağım."
## Sağlık Bakanlığı'ndan 'Satış ve tanıtımı durdurun' genelgesi
Ünlülerin oynadığı reklam filmleriyle ilgili herhangi bir inceleme olup olmadığını sorduğumuz Sağlık Bakanlığı'ndan hem açıklama geldi, hem de bütün illerin sağlık il müdürlüklerine gönderilmek üzere bir genelge yayınlandı. Bakanlık, Elma Krom, X-Tra Kapsül gibi ürünlerin satış ve tanıtımlarının engellenmesini istedi.
Bakanlık ayrıca Dr. Mustafa Eraslan isimli kişinin, "Clavis" ve "Clavis Panax" isimli ürünün televizyon ve internette satışını yaptığı ve gerçeğe aykırı beyanlarla halkı istismar ettiğini belirtti. Bakanlık, bu ürünün de yasaklandığını duyurdu ve toplatma kararı aldı. Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı'ndan Habertürk'e yapılan açıklamada ise "Elma Krom" adlı ürünü pazarlayan bir internet sitesine 67 bin 200 TL para ve 2 internet sitesine de rekl aml arın durdurulması kararı verildiği belirtildi. Mesut Yar'ın reklamında oynadığı Antakya Biberi'ninin satışının yapıldığı 21 internet sitesi ile ilgili incelemenin ise devam ettiği bildirildi.
## 100 milyon dolarlık pazar
Mesut Yar'ın tanıtımını yaptığı ürünlerin satıldığı Markamed şirketinin genel müdürü Aslı Albayrak, kilo vermeye yardımcı ürünlerin Türkiye'de yılda 100 milyon dolarlık bir pazarının olduğunu belirterek, geçen yıl "altın çilek" hapının yaklaşık 1 milyon kutu satıldığını söyledi. Mesut Yar ile birlikte resmi işbirliği içinde olduklarını belirten Albayrak, Sağlık Bakanlığı yetkililerinin 1 ay önce yaptıkları kontrolde kendi ürünlerinde herhangi bir kimyasal maddeye rastlamadığını söyledi.
## Okuyucu Yorumları |
221071 | haber | Şakran Cezaevi'nde tutuklu ve hükümlüler çıplak mı aranıyor? | null | # Şakran Cezaevi'nde tutuklu ve hükümlüler çıplak mı aranıyor?
## Ertuğrul Kürkçü, İzmir'deki Şakran Cezaevi'nden gelen şikayetleri yerinde inceledi
**HÜLYA KARABAĞLI / Ankara**
TBMM Cezaevi Alt komisyonu Üyesi, Mersin Milletvekili **Ertuğrul Kürkçü**, Şakran Cezaevi’nde yaptığı incelemeleri, "Tedirgin edici bir durumla karşı karşıyayız. Çok tedirgin ayrıldım" diye değerlendirdi.
Mahkûmların, Kürkçü’ye "Çok tuhaf şeyler oluyor" dedikleri Şakran Cezaevi’nde şikâyetler de başı aramalar çekiyor.
Şakran Cezaevi’ne girişte "çıplak arama" yapıldığı öne sürülürken, mahrem yerlere, "elle" ve "gözle" bakma çabası olduğu ve aramanın kapılar açıkken asker ile gardiyanların gözü önünde yapıldığı iddiaları dikkat çekti.
Tutuklu ve hükümlülerin yoğun direnişinin uygulamayı biraz kırdığı söylense de uygulamanın devam ettiği ileri sürüldü.
## Gardiyanlar ‘lan’ diye sesleniyor
TBMM İnsan Hakları Cezaevi Alt Komisyonu, Ertuğrul Kürkçü’nün incelenmesi yönünde yoğun çaba gösterdiği ve girişimlerde bulunduğu İzmir Şakran Cezaevi’nde incelemede bulundu.
İncelemeden sonra daha da endişelenmesine neden olan Şakran’la ilgili Kürkçü, cezaevi binasının iyi görüntüsünü hatırlatıyor ve "Cila var ama cilanın altından tedirgin edici bir durumla karşı karşıyayız" dedi.
Kürkçü, gardiyanların, mahkûmlarla kurdukları diyalogun kaba ve kırıcı olduğunu söyledi. Sadece siyasi değil, adli mahkûmlara "lan" hitap edildiğini anlatan Kürkçü, koğuşlardaki hemen hemen herkesin bu hitaptan şikâyet ettiğine dikkat çekti.
## 28 Aralık gecesi dayak
Siyasi mahkûmların olduğu koğuşa 28 Aralık gecesi baskın yapıldığı öne sürüldü. Mahkûmların, çatışmadan kaçmak istediklerini söylese de dayaktan kurtulamadıkları, komisyon ziyareti öncesi bir başka cezaevi Kırıklar’a gönderildikleri de iddia edildi.
## Kürkçü: Bizden mi kaçırdınız
Kürkçü, cezaevi yönetimine mahkûmların son dakika nakledilmesini, "Bizim geleceğimizi öğrenince mi kaçırdınız" diye sordu.
AKP’li Hamza Dağ ile Kürkçü, Kırıklar Cezaevi’ne nakledilen iki mahkûmla görüştü. Yüz yüze görüşmede mahkûmlar, "Canımızı zor kurtarmış olduk" derken Şakran’la ilgili endişelerini dile getirdi.
## ‘Gardiyan ve askerlerin gözü önünde çıplak arama’
Kürkçü’nün değerlendirmeleri şöyle:
"Tutuklu ve hükümlüler onur kırıcı aramalardan yakındı. Onur kırıcı muameleye maruz kaldıklarını söylediler. Girişte, çıplak aramada mahrem yerlerin ‘elle’ ‘gözle’ görme çabası var. Cezaevi yönetimi, bu çıplak arama için Adalet Bakanlığı, genelge ve tüzükleri gerekçe gösteriyor."
## ‘Çıplak aramaya direnenlere dayak’
"Ancak, uygulamalarda kişi haklarına, mahremiyetine özen gösterilmediği açık. Bunun istismar edildiği görülüyor. Aramaların, kapalı bir yerde yapılması lazım. Oysa kapılar açık biçimde 5-6 gardiyan asker girerek, kadın hükümlüleri soyunmaya zorluyorlar. Direndikleri zaman dayak yiyorlar. Dayak yemeyen kalmamış. Soyunmaya zorlanıyorlar. Mahremiyete özen gösterilmiyor. Elle ve gözle müdahale ediliyor."
## Okuyucu Yorumları |
225581 | haber | Savcı 90'lı yıllarda öldürülen Kürt işadamlarının listesini istedi | null | # Savcı 90'lı yıllarda öldürülen Kürt işadamlarının listesini istedi
## 90’lı yıllarda failli meçhul cinayetlerle ilgili soruşturmayı yetersiz bulan savcı Bilgili, cinayetlerin ortka noktaları, medyadaki haberlerin ve Kürt işadamlarının ölüm listesinin mercek altına alınmasını istedi
90'lı yıllardaki faili meçhuller mercek altına alındı. Soruşturmayı derinleştiren Savcı Mustafa Bilgili, Kürt işadamlarının ölüm listesinin araştırılması talimatını verdi.
90’lı yıllarda işlenen faili meçhul cinayetler ve Susurluk kazasıyla ilgili soruşturmayı yürüten Ankara TMK. 10. maddesiyle yetkili savcı Mustafa Bilgili’nin Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi’nde faili meçhul cinayetler ile ilgili araştırma yapması için görevlendirilen özel ekiple Emniyet’te üç kez toplantı yaptığı ortaya çıktı. Polis ekiplerinin 90’lı yıllarda işlenen faili meçhul cinayetlerle ilgili hazırladığı raporlarla ilgili bilgi alan savcı Bilgili, ekibin hazırladığı bu raporu yetersiz bularak genişletilmesini istedi. 2011 yılında Ankara’da bürosunun önünden alınarak infaz edilen Avukat Yusuf Ekinci’nin ailesinin başvurusu üzerine yeniden açılan soruşturmada, savcı Bilgili, tüm cinayetlerin ortak noktalarının tespit edilmesini, o dönemde medyada yer alan haberlerin derlenmesini, Kürt iş adamlarına yönelik ölüm listesinin bulunup bulunmadığı konuları öncelikli olmak üzere, dönemin tüm detaylarının araştırılmasını istedi.
## Çiller, Yılmaz, Ağar dosyada
Arzu Yıldız'ın Taraf'ta yer alan haberine göre, 28 Şubat’la ilgili evraklardaki 90’lı yıllarda işlenen faili meçhul cinayetlerle ilgili bilgiler, fişleme tutanaklarındaki iddialar, o dönemde etkin siyasette olan Tansu Çiller, Mesut Yılmaz, Mehmet Ağar gibi siyasilerle ilgili bilgiler de faili meçhullerle ilgili soruşturma dosyasında dâhil edildi. Ergenekon Mahkemesi ve Gölcük’te yapılan aramalarda elde edilen birçok belge de İstanbul’dan Ankara’ya gönderildi. Soruşturma dosyasına eklenen deliller arasında siyasetçiler, mafya ve emniyet ilişkisine dair belgeler ve basına yansıyan iddialar da eklendi. Son.tv isimli internet sitesinde yazan eski MİT’çi Mehmet Eymür’ün köşe yazıları, Mesut Yılmaz ile ilgili iddiaları da dosyaya konuldu. Eymür’ün son.tv’de "ibret belgesi" başlıklı yazısında "uyuşturucu kaçakçısı ve mafya" olarak tanımladığı Yavuz Yaşar Yamak’ın Mesut Yılmaz ile ilişkisini anlattığı "En önde şeref misafirleri için ayrılmış bölümde tanıdık, meşhur bir sima var. Çetelerle müthiş bir mücadeleye girdiğini söyleyen, ancak yeraltı dünyası ile ilişkileri, usulsüz inşaat ve banka ihaleleri ile dosyası kabarık olan Mesut Yılmaz..." iddialarının araştırılacağı öğrenildi. Bu iddialarla ilgili söz konusu sitede yayınlanan videonun da savcılık tarafından talep edileceği belirtildi.
## Somut delil değil, somut olay
Savcılık, geçen yıl kasım ayında soruşturma kapsamında tutuklanan özel harekâtçılar İbrahim Şahin, Ahmet Demirel, Ayhan Akça, Seyfettin Lap, Enver Ulu, Uğur Şahin, Ayhan Özkan’ın nöbetçi mahkeme tarafından "somut delil yok" denilerek serbest kalmasının ardından soruşturmayı derinleştirildi. Emniyetle yapılan çalışmalarda, o dönem yaşananlar ve gelişmeler bir bir incelendi. Savcılık, "Kumarhaneler Kralı" olarak bilinen Ömer Lütfi Topal cinayetinin ardından İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nce gözaltına alınan, daha sonra İbrahim Şahin, Mehmet Ağar ve Sedat Bucak’ın müdahalesi sonucu eski Özel Harekâtçılar Ayhan Çarkın, Ercan Ersoy ve Oğuz Yorulmaz’ın Ankara’ya getirildikten sonra serbest bırakılmasını "somut olay" olarak değerlendirdi. Cinayet gerekçesiyle gözaltına alınan şahısların serbest bırakılmasının "somut delil" olarak görülmese de "somut olay" olduğu savcılık tespitlerine yansıtıldı.
## MİT’in zabıtları savcılıkta
Öte yandan, daha önce faili meçhullerle ilgili 1 ve 2. MİT raporunun dışında savcılıklara belge göndermeyen MİT, ilk kez Susurluk döneminde MİT tarafından derlenen bilgileri, o dönemde bizzat MİT’e yapılan sorgulamalar ve alınan ifadeleri, Tarık Ümit’in beyanları ve istihbarat notlarını, çalışma alanlarını içeren birçok belgeyi savcılığa gönderdi. Bu belgeler arasında Ömer Lütfi Topal cinayetine ilişkin birçok bilgi olduğu öğrenildi. Dosyaya yeni giren belgeler ışığında soruşturmanın mart sonunda hızlandırılacağı, sene sonuna kadar da tamamlanacağı öğrenildi.
## 'Haraç alınan işadamlarından hesap soracağız' demişti
Tansu Çiller, 4 Kasım 1993 tarihinde Başbakan iken yaptığı açıklamada, "PKK’nın haraç aldığı işadamları ve sanatçıların isimlerini biliyoruz, onlardan hesap soracağız" demişti. İddialara göre, Çiller’in bu açıklamasından sonra Kürt işadamlarına yönelik suikastlar başlamıştı. Eski özel harekat polisi Ayhan Çarkın, 1990’lı yıllarda işlenen faili meçhul cinayetlerden Milli Güvenlik Kurulu ve devletin bilgisinin olduğunu söylemişti. Çarkın, bu kapsamda öldürülenler arasında 4 kişinin ismini vermişti: Yusuf Ekinci, Namık Erdoğan, Faik Candan ve Mecit Baskın. TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu’nun 7 Kasım 2012 tarihinde 28 Şubat müdahalesiyle ilgili olarak İstanbul’daki yalısında dinlediği eski Başbakan Tansu Çiller’in, 1993 yılında Kürt işadamlarının listesini açıklaması konusunda, "Bu süreç benimle alakalı değildi. 1993 öncesi vardı, sonra da devam etti. Benim o listeyi okumamın sebebi, bunlara ‘Arkanızda devlet olarak ben varım. Kimse size baskı yapamaz. Baskı, tehditle haraç toplayamaz’ mesajı vermekti. Hedef göstermek için değil, devletin arkalarında olduğunu hissettirmek, ‘korkmayın’ demek için o listeyi açıkladım. Çünkü bize gelen bilgilere göre PKK bunlardan haraç toplamaktaydı" dediği öğrenildi. Çiller’in, "Haraç alınan dediğiniz insanlar tek tek öldürüldü. Siz hesap sormak için ne yaptınız?" sorusuna ise, "Ben anayım. Beni nasıl bununla itham edip, bağlantılı olarak düşünebilirsiniz?" dediği belirtilmişti.
## Okuyucu Yorumları |
247229 | haber | Erdoğan'ın 'Seninle daha işimiz var' dediği Savcı Akkaş'tan ikinci açıklama | null | # Erdoğan'ın 'Seninle daha işimiz var' dediği Savcı Akkaş'tan ikinci açıklama
## Savcı Akkaş, ikinci dalga yolsuzluk operasyonu kapsamında gözaltılar yapılmasını istemiş, Emniyet ise buna uymamıştı
-
A
+
Başbakan
**Tayyip Erdoğan** 'ın "yüzkarası, militan savcı" sözleriyle tekpi gösterdiği ve hakkında "Seninle daha işimiz var" dediği savcı Muammer Akkaş ikinci basın açıklamasını yaptı. Kendisini hedef alan iftiraların "linç kampanyasına dönüştüğünü" belirten Akkaş, Başbakan Erdoğan ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Turan Çolakkadı'nın "belge ve bilgi sızdırdığı" iddiasını reddetti. Akkaş, "Bugüne kadar yürüttüğüm hiçbir soruşturma hakkında yetkili olmayan kişilere bilgi veya belge sızdırmadım. Soruşturmanın gizliliğinin ihlal edilmesinin sorumluları mahkeme kararlarını icra etmeyenlerin içinde aranmalıdır" dedi. Muammer Akkaş açıklamasında şu ifadelere yer verdi:
"TMK’nin 10. maddesi ile yetkili İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekilliği’nde görevli bir Cumhuriyet Savcısı olarak çıkar amaçlı suç örgütü kapsamında ihaleye fesat karıştırmak, rüşvet, nüfus ticareti, sahtecilik, tehdit, 2863 sayılı yasaya muhalefet gibi suçlara ilişkin yürütmekte olduğum soruşturmada alınan mahkeme kararları kolluk tarafından uygulanmamış ve soruşturmaya devam etmem engellenmişti."
## 'Gizliliği ihlal etmedim'
"Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bir çok kararında vurgulandığı üzere demokratik bir toplumun olmazsa olmazları arasında yer alan ve bu yönüyle kamu bekçiliği görevi yürüten basın aracılığı ile 26/12/2013 tarihinde yaptığım basın açıklamasında yürüttüğüm soruşturma hakkında hiçbir kişi ya da kurumu hedef almadan soruşturmanın gizliliğini ihlal etmeyecek şekilde durumu kamuoyunun bilgisine arz etmiştim."
## 'Linç kampanyasına dönüştürüldü'
"Bu açıklamamdan sonra hakkımda farklı makamlar ve kişiler tarafından başlatılan ve adeta bir linç kampanyasına dönüştürülen ve kullanılan ifadeler nedeniyle ikinci kez bir açıklama yapmam zorunluluğu doğmuştur."
Anayasamızda da belirtildiği üzere devletimizin 3 temel erkinden olan yargının bir mensubu ve bu kapsamda bir kamu görevlisi olarak tarafıma yöneltilen hakaret ve iftiralara cevap verme imkanım bulunmamaktadır. Bugüne kadar yargıyı temsil makamlarından yargısal fonksiyonları savunan bir açıklamanın gelmemesi nedeniyle kanunların bana verdiği yetkiler çerçevesinde mesleğimi tüm engellemelere ve baskılara karşı icra etmeye çalışmama rağmen maruz kaldığım ve dozu her geçen gün artan bu saldırılara cevap vermek zorunda bırakıldım."
## 'Suçlamaları kabul etmiyorum'
"Yürütülen soruşturmalar kapsamında farklı makamlarındaki temsilcilerin ve köşe yazarlarının hakkımda yapmış olduğu hakaret ve iftira boyutunu da aşarak linç kampanyasına dönüşen suçlamaların hiç birisini kabul etmiyorum. Bu konuda direkt cezai, gerekse hukuki yollara başvurma hakkımı saklı tutarak durumu kamuoyuna arz ediyorum."
"Esasen bir kamu görevlisi olan şahsıma yapmış olduğum görevden dolayı işlenen bu suçların şikayete tabi olmaksızın resen takibi gerektiğini de ilgili makamlara bu vesileyle hatırlatıyorum."
## 'Ben sızdırmadım; sorumlular mahkeme kararlarını icra etmeyenlerdir'
"Meslek hayatım boyunca şerefim ve namusumla yerine getirmeye özen gösterdiğim Cumhuriyet Savcılığı görevini büyük bir özveri içinde ve tarafsız olarak yürüttüğüm herkes tarafından yakinen bilinmektedir.
Bugüne kadar yürüttüğüm hiç bir soruşturma hakkında yetkili olmayan kişilere bilgi veya belge sızdırmadım. Önceki basın açıklamamda da soruşturmanın içeriği hakkında herhangi bir bilgiyi deşifre etmedim. Soruşturmanın gizliliğinin ihlal edilmesinin sorumlulukları mahkeme kararlarını icra etmeyenlerin içinde aranmalıdır."
## 'Deliller karartılmış olabilir'
"Diğer tarafları İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yürütülen bir diğer soruşturma kapsamında şüpheli olarak gözaltına alınan ve hakkındaki suç şüphesi kuvvetli bulunarak Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesi uyarınca tutuklanmalarına karar verilen bir kısım şüphelilere evrensel bir ilke olan masumiyet karinesi üzerinden sahip çıkılırken, şahsıma yönelik hiç bir dayanağı olmayan ağır ithamların sürdürülmesi de dikkat çekicidir.
Bugün hala mahkeme tarafından dosyadaki delillere dayanılarak verilen arama ve gözaltına alma kararlarının infaz edilmemeye devam edildiğini, buna dayalı olarak delillerin karartıldığını ve bazı şüphelilerin kaçmış olabileceğini, adına yargı görevini icra ettiğimiz milletimin yanılmaz vicdanına sunuyorum. Kamuoyunun takdirlerine saygıyla arz olunur. "
## Okuyucu Yorumları |
187176 | haber | Savunma Bakanlığı'nın bütçesi yüzde 7,4 arttı | null | # Savunma Bakanlığı'nın bütçesi yüzde 7,4 arttı
## Milli Savunma Bakanlığı’nın bütçesi 2011 göre yüzde 7.4 arttı. Savunmayı arttıran Türkiye, şeffaflık sıralamasında Zambiya ve Uganda’nın da gerisinde kald
**T24 - **Milli Savunma Bakanlığı’nın bütçesi 2011 göre yüzde 7.4 arttı. Savunmayı arttıran Türkiye, şeffaflık sıralamasında Zambiya ve Uganda’nın da gerisinde kaldı.__Ahmet Altan: Sayın Başbakan, şeffaflıktan neden bu kadar korkuyorsun?__
Taraf gazetesinden Lale Kemal'in haberine göre; Milli Savunma Bakanlığı (MSB) bütçesi, vekillerin çoğunluğunun suya sabuna dokunmayan tartışmaları sonrası 13 aralık tarihinde Meclis Genel Kurulu’ndan geçti. MSB bütçesi 2011 yılına göre yüzde 7.4’lük artış gösterdi. Ama halen savunmaya ayrılan bütçe dışı kaynakların ne kadar olduğunu vekiller, dolayısıyla da kamuoyu bilmediği için ilan edilen rakamlar gerçek durumu yansıtmıyor. Savunmaya ayrılan bütçe dışı kaynaklar dahil Sayıştay’ın, askerî harcamalara yönelik yapacağı denetim henüz başlamadı. Ancak, askerî harcamalara ilişkin Sayıştay denetimi sonuçlarının, TSK baskısıyla kamuoyu ile sınırlı bir biçimde paylaşılacağı yolundaki haberler, savunma harcamaları üzerindeki gizlilik perdesinin pek kalkmayacağının işaretlerini veriyor. Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün (TI) ekim ayında yayımlanan "Ulusal Savunma Bütçelerinin Şeffaflığı," başlıklı raporunda, dikkat çekici bir biçimde Türkiye’nin NATO ile paylaştığı bilgileri bile kendi kamuoyu ile paylaşmadığına işaret ediliyor. Vekillerin de, askerî harcamalar konusunda sınırlı bilgiye ulaşabildiklerine dikkat çeken TI raporu, 59 yıllık NATO üyesi Türkiye’nin, orta düzeyde şeffaflık kategorisine bile ulaşamadığını gösteriyor. TI, savunmaya harcanan tüm kaynakların bütçe içinde gösterilmiyor olması nedeniyle Türkiye’nin, savunmaya ayırdığı kaynaklarının tahrif edilmiş biçimde daha düşük düzeyde bir tahmin yapılmasına yol açtığını vurguluyor.
Savunma ve güvenliğe yüzde 11.1
Halen Meclis’te görüşülmekte olan 2012 mali yılı bütçe tasarısına göre, ülkenin güvenlik ve asayişinden sorumlu olan kurum ve bakanlıklara aktarılan kaynak yaklaşık 39 milyar TL’lik düzeyiyle, bütçenin yüzde 11.1’ini oluşturuyor. 2012 yılı bütçesinde en fazla ödeneğin ayrıldığı bakanlıklardan biri olan MSB’nin bütçesi, yüzde 7.4 artışla 2012’de 18,2 milyar TL oldu. MSB bütçesi toplam bütçe ödeneğinin yüzde 5.2’sini oluşturdu. Bu oran, 2011 yılında yüzde 5.4 idi.
MSB bütçesinin, 2012 yılı hedeflerine göre gayrisafi yurt içi hasıla (GSYH) içerisindeki payı yüzde 1,3. Bu oranın, gizli tutulan savunmaya ayrılan kaynakları içermediğini yeniden hatırlatalım.
Diğer yandan, Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) bütçesi 2011 yılına göre yüzde 14.8 artışla 39 milyar 169 milyon TL olurken genel bütçe içindeki payı yüzde 11.2’ye ulaştı. MEB bütçesinin GSYH içindeki payı 2012 yılında %2,75 olarak öngörüldü. 2012 bütçesinde Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı bütçesi yüzde 30.4 artışla 19 milyon 123 bin TL düzeyinde gerçekleşirken, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün ödeneği yüzde 14.6 artışla 12,1 milyar TL’ye çıkarıldı. Emniyet Genel Müdürlüğü’nun bütçe içindeki payı yüzde 3.5 oldu.
Jandarma Genel Komutanlığı’nın (JGK) ödeneği yüzde 7.6 artışla 4,9 milyar TL olurken, İçişleri Bakanlığı’nın ödeneği yüzde 14.8 artışla 2,5 milyar TL düzeyinde öngörüldü. Jandarmanın toplam bütçe ödeneği içindeki payı yüzde 1.4, İçişleri Bakanlığı’nın binde 7 olarak gerçekleşti. Sahil Güvenlik Komutanlığı’nın (SGK) bütçesi yüzde 18.9 artışla 375,9 milyon TL oldu. Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı (MİT) bütçesi, yüzde 12.8 artışla 750,9 milyon TL düzeyinde gerçekleşirken, Milli Güvenlik Kurulu Sekreterliği yüzde 5.4 artışla 14,3 milyon TL’ye yükseldi. Sağlık Bakanlığı’nın ödeneği ise 2012 yılında yüzde 16.7 oranında gerileyerek 14,3 milyar TL oldu.
Gizlenen kalemler
Bilgi Üniversitesi’nin Kasım 2011 tarihli araştırmasında, MSB (Genelkurmay Başkanlığı ve kuvvet komutanlıklarının harcamalarını kapsıyor), (JGK), ve Savunma Sanayii Müsteşarlığı (SSM) fonu verilerine Maliye Bakanlığı internet sitesi üzerinden kolayca ulaşabilmesine rağmen, Türkiye’de askerî harcamaların izlenmesinde birçok güçlükle karşılaşıldığı belirtilerek, şu saptama yapılıyor; "Verilerin büyük ölçüde ulaşılabilir olmasına rağmen SSM fonu, Makine Kimya Endüstrisi Kurumu (MKEK), köy korucularına yönelik harcamalar, örtülü ödenekten yapılan harcamalar, askerî amaçlı alınan dış krediler ve askerî ARGE harcamalarının bütün ayrıntılarına ve uzun dönemli gelişme ve öngürülerine ulaşmak mümkün olmamaktadır."
Bilgi Üniversitesi, TSK’dan emekli olan asker ve sivil personelin emeklilik maaşlarının gizli tutulduğuna, çeşitli kanunlarda yer alan muafiyetlerden dolayı da askerî kurumların vergi ödemediklerine dikkat çekiyor. Askerî harcamaların incelenmesinde bilgi eksikliği olan bir diğer kurum ise 2009 yılında Türk Savunma Sanayi’nin cirosunun yüzde 42’sini oluşturan iştiraklerinden (16’ya yakın askeri firma) gelir elde eden Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı’nın (TSKGV) asker projelere aktardığı kaynaklar.
MSB için 2,5 sayfa ödenek cetveli
Araştırmada, "Bazı verilerin ulaşılabilir olması bunların şeffaf olduğu anlamına gelmiyor," denerek, savunma alanında şeffaflığın nasıl engellendiği üzerine bir diğer carpıcı örnek veriliyor; örneğin, emniyet, 28 sayfalık bütçe ödeneği sunarken Milli Savunma Bakanlığı ve Jandarma, sırasıyla 2,5 ve 2 sayfa bütçe ödeneği sunuyor.
Aynı araştırmada, "Ne yazik ki, milletvekillerinin askerî harcamalar konusunda yeterli bilgiye sahip olduklarını söylemek zordur," deniyor.
Zambiya ve Uganda’nın gerisinde
Dünya çapında yolsuzlukla mücadele amaçlı Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün (TI), Ekim 2011 tarihli savunma bütçelerindeki şeffaflığı konu aldığı raporunda, askerî harcamada şeffaflık kategorisinde Türkiye, düşük ve orta arası kategoride yer alıyor. Diğer bir deyişle, 59 yıllık NATO üyesi Türkiye, askerî bütçede şeffaflık kategorisinde orta düzeyde şeffaflığa dahi ulaşamamış. Bu kategorideki ülke sayısı 21 ve aralarında Türkiye’nin yanı sıra Afganistan, Bulgaristan, Hindistan, Rwanda, Tanzanya ve Vietnam gibi ülkeler de yer alıyor. TI’ye göre, Türkiye, savunma bütçesinde şeffaflık kategorisinde, Nepal, Sri Lanka, Uganda ve Zambiya’nın da gerisinde. Ancak, Türkiye’nin gerisinde kaldığı ülkeler sıralamasında NATO üyesi İtalya’nın da bulunduğunu belirtmek gerekiyor.
Türkiye’nin de içinde bulunduğu düşük ve orta arası kategorideki ülkelerde; kaydedeğer ölçüde bütçe dışı ve denetlenmeyen savunmaya ayrılan kaynaklar da bulunuyor.
## Okuyucu Yorumları |
201435 | haber | Şehirlerde muhtarlık sistemi kalkıyor mu? | null | # Şehirlerde muhtarlık sistemi kalkıyor mu?
## Türkiye, MERNİS ve e-devlet sistemi ile küresel dünyaya adapte olmaya başlarken, yıllardır kurulu olan muhtarlık sistemi kaldırılacak mı?
Küreselleşmenin hızla yayıldığı, ekonomik olarak sınırların kalktığı ve teknolojinin hergün giderek daha da arttığı bir dünya düzeninde ülkeler vatandaşlarının daha şeffaf bir ortamda yaşamasını hedefliyor. Türkiye'de gelişen teknoloji ve koşullara adapte olmaya devam ediyor. İlk olarak 2000'li yılların başından beri uygulamaya alınan MERNİS (Merkezi Nüfus İdaresi Sistemi) projesini hayata geçirdi. İçişleri Bakanlığı'na bağlı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğünce yürütülen merkezi nüfus bilgileri düzenlemesidir. Sistem ile birlikte nüfus verileri sağlam ve güvenli olarak sağlamakta. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının herbirine birer kimlik numarası sağlamıştır.
Küresel dünyaya adapte olma çalışmalarından bir diğeri de e-devlet sistemi. Bu sistem ile devletin hedeflediklerini şu şekilde sıralayabiliriz; zamandan kazanç, ekonomik gelişime destek, kağıt bağımlılığını ve kullanımını azaltmak, maliyetlerin düşmesi ve verimliliğin artması, her düzeyde vatandaşın yönetime katılmasını sağlamak, devletin hızlı ve etkin bir şekilde işleyişi sağlamak.
Şimdi de bir değişiklik muhtarlık sistemine geliyor. Radikal'den Ömer Şahin'in haberine göre hükümet artık çok fazla işlevi kalmadığını düşündüğü muhtarlık sistemine son verecek çalışma yürütüyor. Yapılan çalışmaya göre, belediye sınırları içinde kalan mahallelerde muhtarlık olmayacak. Muhtarların yaptığı nüfus, seçim ve ikametgahla ilgili işleri kaymakamlık ve belediyeler yürütecek. Buna karşın köy muhtarları ise yerini daha güçlendirilmiş şekilde koruyacak. Köy muhtarlarının yetkilerinin arttırılması, özlük haklarının da iyiliştirilmesine kesin gözüyle bakılıyor. Yasal düzenleme bu dönem çıksa bile uygulama gelecek seçimden sonra yürürlüğe girecek. Muhtarlar görev sürelerini tamamlayacaklar.
Muhtarlık sisteminin değişmesinden 17 bin muhtar etkilenmiş olacak. Muhtar Dernekleri Federasyonu’nun verilerine göre, Türkiye’de 36 bin köy, 17 bin mahalle muhtarı bulunuyor. Muhtarlar belediye başkanlarıyla aynı anda ve aynı süreyle 5 yıllığına seçiliyor. Mahalle muhtarları bölgesinde ikamet edenlerin nüfus, yer değiştirme, seçim gibi işlerine bakıyor.
Köy muhtarlarının görev kapsamı ise daha geniş. Köy muhtarları, devlet ile köylü arasında köprü görevi üstleniyor. Okuldan askerliğe ve evliliğe kadar bir dizi iş için muhtarlığın onayı gerekiyor.Muhtarlar, 1977 yılından bu yana bütçeye konan ödenekten maaşlarını alıyor.
##
'Vatandaşın ilk başvurduğu yer mahalle muhtarlıkları'
Muhtar Dernekleri Federasyonu Başkanı Hüseyin Özkan'ın **T24** 'e şunları söyledi:
"Şuan için bu konu hakkında bir çalışma yok. Muhtarlar olarak, muhtarlık sisteminin daha da güçlendirilmesini istiyoruz. Mahalle muhtarlarının kendi binaları olmadığı için büyük şehirlerde kiralık binalarda görevlerini sürdürüyorlar. Resmi bir bina olmadığı için giderler daha fazla oluyor. Muhtarlık seçimleri sonrası olan değişimlerde binaların yerleri değişebiliyor o yüzden resmi binalar olsun istiyoruz. Mahalle muhtarları vatandaş için önemli. İlk başvurdukları yerler mahalle muhtarlıkları."
## 'AKP'liler demokrasiyi sadece seçim olarak anlıyorlar'
Muhtarlık sisteminin kaldırılmasına yönelik siyasilerden ilk tepki HAS Parti Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu'ndan geldi. Twitter hesabından sistemin kaldırılmasına yönelik eleştirilerde bulundu: " Hükümet şehirde muhtarlık istemini kaldırıyormuş. Muhtarların işlerini bundan böyle kaymakamlıklar yapacakmış. AK Parti Hükümeti şu an Meclis gündeminde bulunan bir yasa ile de Belediyelerin işlerini geniş ölçüde Şehircilik Bakanlığına devrediyor. Bunlar demokrasiyi hazmedememenin, en azından anlamamanın sonucudur. AKP temsilin en temel birimi muhtarlığı kaldırarak yanlış yapıyor. Muhtar, katılım ve temsilin mahalledeki en temel taşıdır, halkın birebir seçtiği bir temsilcidir. Aslında AKP önce mahalleyi ortadan kaldırıyor, insanları siteler ve F Tipi konulara taşıyarak birbirlerinden koparıyor. Oysa mahalle değerlerin üretildiği ve yeni kuşaklara taşındığı önemli bir birimdir, kültürümüzün temel taşıdır. Medeniyet iddiası olan bir gelenekten gelen kadroların bunları yapması anlaşılır gibi değil".
## Okuyucu Yorumları |
176066 | haber | Şehit askerlerin evinde yas var | null | # Şehit askerlerin evinde yas var
## Hakkari'nin Çukurca ilçesinde PKK'lılarla girilen çatışmada 24 asker oldu, 18 asker de yaralandı.
-
A
+
**T24 -**Hakkari’nin Çukurca İlçesi’nde güvenlik güçleri ve sınırdaki askeri birliğe PKK’lı teröristler tarafından ağır silahlarla eş zamanlı düzenlenen saldırıda 24 asker şehit düştü, 18 asker yaralandı. Şehitlerin isimleri ve memleketleri belli oldu.Saldırıda şehit olan askerlerin isimleri belli oldu. Saldırıda şehit olan askerler şöyle;
''Jandarma Üsteğmen Murat Bek (Yozgat), Jandarma Kıdemli Başçavuş İbrahim Geçer (Konya), Piyade Astsubay Bilal Özcan (İstanbul), Piyade Uzman Çavuş Halil Özdoğru (Sinop), Piyade Uzman Çavuş Mustafa Aslan (Çorum), Piyade Uzman Onbaşı Reşit Eracan (Elazığ), Piyade Çavuş Koray Özel (Adana), Piyade Çavuş Yunus Yılmaz (Ankara), Piyade Çavuş Birol Elmas (Sakarya), Piyade Onbaşı Mesut Cengiz (Hatay), Piyade Onbaşı Mesut Kazanç (Erzurum), Piyade Onbaşı Yavuz Çoban (Aksaray), Piyade Onbaşı Fikret Özer (Samsun), Piyade Onbaşı Hüseyin Güldal (Kocaeli), Piyade Onbaşı Soner Ateşsaçan (Artvin), Jandarma Er Eyüp Çolakoğlu (İstanbul), Piyade Er İdris Çam (Kahramanmaraş), Piyade Er Fevzi Kazak (Gaziantep), Piyade Er Mehmet Çetin (Aydın), Piyade Er Süleyman Kalkan (Isparta), Piyade Er Ahmet Tunçer (Bitlis), Piyade Er Mehmet Ağgedik (Elazığ), Piyade Er Ramazan Akın (Ağrı), Piyade Er Ufuk Bozkurt (Kırklareli)''
Hakkari'de dün gece meydana gelen saldırı sonucu şehit olan 24 güvenlik görevlisinin evlerinde yas var!
Hakkari'nin Çukurca ve Yüksekova ilçesinde PKK'lılar gece saatlerinde çok sayıda yere silahlı saldırı gerçekleştirdi. Çatışmalarda 24 güvenlik görevlisi şehit düştü. 18 güvenlik görevlisi de yaralandı.
ÜSTEĞMEN MURAT BEK
Hakkari Çukurca'da PKK üyeleri ile girilin çatışmada şehit düşen Üsteğmen Murat Bek'in Yozgat'taki baba ocağına ateş düştü.
Şehit Üsteğmen Murat Bek'in şehit haberini İl Jandarma Komutanlığında görevli Binbaşı Süleyman Gürz, İl Müftüsü Nuh Korkmaz birlikte verdi. Yozgat'ın Söğütlüyayla köyünde ikamet eden şehidin annesi Elmas Bek, askeri araçların evinin önünde durduğunu görünce feryat etti. Ağlayarak askerlere sarılıp daha sonra yere yığılan anne Elmas Bek'e sağlık görevlileri müdahale etti. Sağlık görevlileri kalp hastası baba Abdullah Bek'e de ilaçlarını verip sakinleştirmeye çalıştı. Anne Elmas Bek, yavrum nerede, yavrum bu şekilde mi gelecektin, senin yerine ben ölseydim diye ağıtlar yaktı.
Nişanlı olduğu öğrenilen Üsteğmen Murat Bek'in yakın zamanda düğün yapacağı belirtildi.
BAŞÇAVUŞ İBRAHİM GEÇER
Hain saldırıda şehit düşen askerlerden Astsubay Başçavuş İbrahim Geçer'in Konya'nın Akşehir ilçesine bağlı Yazla kasabasındaki baba evine acı haber ulaştı.
Çukurca'da görev yapan Komando Astsubay Başçavuş Geçer'in şehit düştüğü haberi annesi Fatma Geçer'e askeri yetkililer tarafından sabah saatlerinde verildi. Şehit komutanın babasının 2 yıl önce vefat ettiği öğrenildi. Mehmet Batuhan (17) ve Murat Geçer (14) isimli iki oğlunun bulunan Geçer'in eşinden ayrıldığı bilgisine ulaşıldı. Şehidin annesi Fatma Geçer, ''Biz kurbanımızı Kurban Bayramı'ndan önce kestik'' diyerek gözyaşı döktü. Şehit haberi üzerine Geçer'in annesinin yaşadığı ev bayraklarla süslendi.
UZMAN ÇAVUŞ MUSTAFA ASLAN
Hakkari'nin Çukurca ilçesinde PKK'lılarla girilen çatışmada şehit olan Uzman Çavuş Mustafa Aslan'ın evinde yas var.
Çorum Garnizon Komutanlığı ekipleri, sağlık görevlileri ile birlikte gittikleri şehidin merkez Harmanlar 2. sokakta yaşayan yakınlarına acı haberi verdi.
Oğullarının şehit olduğu haberini alan anne Samiye Aslan ile baba Ali Aslan gözyaşlarına hakim olamadı.
Evli 2 çocuk babası olduğu öğrenilen şehidin Çorum'da yaşayan eşi Pınar Aslan'da gözyaşlarına boğuldu.
Garnizon Komutanlığı yetkililerince evin camına Türk Bayrağı asıldı.
JANDARMA ÇAVUŞ BİROL ELMAS
Hakkâri Çukurca'daki PKK saldırısında şehit olan askerlerden birinin Sakarya'lı Jandarma Çavuş Birol Elmas olduğu bildirildi. Elmas'ın, merkez Karakamış Mahallesindeki evine acı haber ulaştırıldı. Acı haber, Sakarya Merkez Komutanı Albay Kutluay Önay tarafından anne Mübyen Elmas'a verildi. Anne Mübyen Elmas, haberi alınca sinir krizleri geçirdi, kendisini yerden yere attı. Mübyen Elmas, bayılması üzerine sağlık görevlileri tarafından sedyeye alınarak ambulansla hastaneye götürüldü.
Birol Elmas'ın askerliğini tamamlamasına 120 gün kaldığı öğrenildi. Birol Elmas'ın Kocaeli'de çiftçilik yaptığı kaydedildi. Elmas'ın 1'i kız 3 kardeş, kardeşlerinden birinin engelli olduğu, babasını da daha önce kaybettiği öğrenildi.
JANDARMA KOMANDO ER MEHMET ÇETİN
Hakkari'nin Çukurca ilçesindeki PKK saldırısında şehit olan Jandarma Komando Er Mehmet Çetin'in Aydın'ın Nazilli ilçesine bağlı Beğerli köyündeki evinde yas var.
Nazilli Kaymakamı Mehmet Okur, Nazilli Garnizon Komutanı Yarbay Ekrem Turan ve Nazilli İlçe Jandarma Komutanı Binbaşı Seydi Salman, sağlık görevlileri ile gittikleri şehidin Beğerli köyündeki evinde anne Şerife Çetin ve baba Bekir Çetin'e durumu bildirdi.
Oğullarının şehit olduğu haberini alan anne ve baba gözyaşlarına hakim olamadı.
Anne Şerife Çetin, acı haberi aldıktan sonra gözyaşları içinde gazetecilere yaptığı açıklamada, ''Buna bir çare bulun. Bu daha ne kadar gidecek? Daha ne kadar şehit vereceğiz. Canlarımız boşa gidiyor. Üzüntümüz çok büyük. Askerliğinin bitmesine 3-4 ay kalmıştı. Dört gözle yolunu bekliyorduk'' diye konuştu.
Şehidin 5 kardeşin en küçüğü olduğu, askerliğinin bitmesine 100 gün kaldığı öğrenildi.
Acı haberi alan şehidin akrabaları ve yakınlarının eve geldiği görüldü.
PİYADE ER UFUK BOZKURT
Hakkari'nin Çukurca ilçesinde PKK'lılarla girilen çatışmada şehit olan Piyade Er Ufuk Bozkurt'un Kırklareli'nin Vize ilçesindeki baba evinde hüzün yaşanıyor.
Pınarhisar Kaymakamı ve Vize Kaymakam Vekili Mevlüt Özmen, Vize Garnizon Komutanı Jandarma Albay Hasan Basri Küçük, Vize Belediye Başkanı Selçuk Yılmaz ve askeri yetkililer, sağlık görevlileri ile birlikte gittikleri şehidin, Çavuşköy'de yaşayan yakınlarına acı haberi verdi.
Oğulunun şehit haberini alan baba Fedai Bozkurt, gözyaşlarına hakim olamayıp, ''Oğlum oğlum gitti'' diye feryat ederek baygınlık geçirdi. Sağlık ekiplerinin müdahale ettiği baba Bozkurt, daha sonra ambulansa alındı.
Bu arada teskeresine 5 ay kalan şehit Ufuk Bozkurt'un iki gün önce babasını arayıp, ''Baba ben izine gelmek istiyorum'' dediği öğrenildi.
JANDARMA ER MESUT CENGİZ
Hakkari'de hain saldırıda şehit olan jandarma er Mesut Cengiz'in İskenderun'da bulunan baba ocağına ateş düştü. Acı haberi alan baba Ahmet Cengiz kendinden geçti.
İskenderun'a bağlı Denizciler Beldesinde bulunan Cengiz ailesine acı haber Belediye Başkanı Esabil Soydan ve askeri yetkililer tarafından verildi. Acı haberle yıkılan ailenin reisi Ahmet Cengiz fenalık geçirdi ve sağlık ekipleri tarafından sakinleştirici iğne ile sakinleştirildi.
Eve dev Türk bayrağı asılırken akraba ziyareti için dışarıda olan anne Sultan Cengiz'de sinir krizleri geçirdi.
İskenderun Kaymakamı Ali İhsansu şehit evine gelerek aileye baş sağlığı diledi. Şehit Mesut Cengiz'in amcası Emin Cengiz, teröre lanet ederek gözyaşı döktü. Sekiz kardeşten biri olan Mesut Cengiz'in bekar olduğu ve 5,5 aylık asker olduğu, Kurban Bayramı için izine gelmeyi planladığı öğrenildi.
ER YAVUZ ÇOBAN
Hakkari'nin Çukurca ilçesinde PKK'lılarla girilen çatışmada şehit olan er Yavuz Çoban'ın evinde yas var.
Fatih Çoban, saldırı haberinden sonra kardeşinden haber alamayınca, Aksaray İl Jandarma Komutanlığına gitti. Çoban'a burada ağabeyi Yavuz Çoban'ın şehit olduğu haberi verildi.
Aksaray İl Jandarma Komutanlığından yetkililer, daha sonra sağlık ekipleriyle birlikte şehidin ailesinin oturduğu Taşpazar Mahallesi'ndeki babaevine gitti.
Şehit Yavuz Çoban'ın ailesine gönderdiği son mektupta, ''İzne gelmeyi düşünüyorum ama bu patlamalar falan gidip gelmek çok sıkıntılı onun için temelli gelmeyi düşünüyorum. Kendinize iyi bakın Allah'a emanetsiniz'' yazdığı öğrenildi.
JADARMA ER FEVZİ KAZAK
Hakkari'nin Çukurca ilçesinde PKK'lılarlagirilen çatışmada şehit olan Jandarma Er Fevzi Kazak'ın (21) evinde yas var.
PKK'nın Hakkari'de düzenlediği silahlı saldırıda şehit olan askerlerden Gaziantepli Fevzi Kazak'ın baba ocağına ateş düştü. Oğullarının şehit olduğunu öğrenen Kazak ailesinin fertleri, sinir krizi geçirdi.
Şehitkamil ilçesine bağlı Zeytinli Mahallesi'nde ikamet eden Kazak ailesine, çocuklarının şehit olduğu haberini askeri yetkililer bildirdi. Evin önünde sağlık ekipleri ve emniyet güçleri de hazır bekletildi.
Acı haberi alan aile fertleri, gözyaşlarına hakim olamadı. Anne Fatma Kazak, evlerinin penceresinden askeri yetkilileri görünce gözyaşlarına boğuldu. Şehidin kardeşlerini polisler güçlükle sakinleştirildi. Sağlık ekipleri, şehidin yakınlarını sakinleştirmek için iğne yaptı. Şehit Er Fevzi Kazak'ın 1,5 ay sonra terhis olacağı öğrenildi.
ER MEHMET AĞGEDİK
Hakkari'nin Çukurca ilçesindeki PKK saldırısında şehit olan er Mehmet Ağgedik'in (21) Elazığ'daki evinde yas var.
Ağgedik'in şehit olduğu haberi 8. Kolordu Komutanlığından askeri yetkililer tarafından, Olgunlar Mahallesi Atatürk Caddesi'nde yaşayan ailesine verildi.
Şehit haberinin duyulmasının ardından komşuları tarafından apartmana Türk bayrakları asılırken evi ziyaret eden bazı yakınları fenalaştı.
Ağgedik'in babası Bekir Ağgedik, gazetecilere yaptığı açıklamada, ''Vatan sağolsun ne yapalım başka bir şey yok'' dedi.
En son pazartesi günü görüştüğü oğlunun 8 aylık asker olduğunu ifade eden Ağgedik, ''Milletimizin başı sağ olsun ne yapalım. Yeter bu artık'' diye konuştu.
Ağgedik'in 3 kardeşin en büyüğü olduğu, askere gitmeden önce bir avukatın yanında çalıştığı, yaz mevsiminde Ağın ilçesinde dedesine tarlada yardım ettiği öğrenildi.
UZMAN ÇAVUŞ HALİL ÖZDOĞRU
Hakkari'nin Çukurca ilçesindeki saldırıda şehit olan Uzman Çavuş Halil Özdoğru'nun (41), Sinop'taki baba evine ateş düştü.
Sinop Garnizon Komutanı Jandarma Albay Mehmet Erkan Arıkan, Uzungürgen köyünde yaşayan ailesine oğullarının şehit olduğu haberini verdi.
Acı haberi duyan şehit uzman çavuşun yakınları fenalık geçirdi. 5 kardeşin ikincisi olan şehit Uzman Çavuş Özdoğru'nun Çukurca'dan önceki görev yerinin Afganistan olduğu ve kısa süre önce Çukurca'ya gittiği öğrenildi.
Oğlunun kısa süre önce memleketi Sinop'a izne geldiğini ifade eden anne Şehriye Özdoğru da, ''Oğlum Afganistan'da görevliydi. Yeni gelmişti Afganistan'dan. İzne geldiğinde az kaldı, daha doyamadan yeni görev yeri Hakkari'ye gitti, şimdi şehit oldu'' diyerek ağıt yaktı.
Şehidin evli ve 3 çocuk babası olduğu, ailesinin ise kent merkezindeki askeri lojmanlarda yaşadığı öğrenildi.
PİYADE ÇAVUŞ İDRİS ÇAM
Hakkari'nin Çukurca ilçesindeki PKK'lılarla girilen çatışmada şehit olan Piyade Çavuş İdris Çam'ın (21) Kahramanmaraş'taki evinde yas var.
Kahramanmaraş Vali Yardımcısı Ahmet Turgay İmamgiller ve askeri yetkililer İdris Çam'ın şehit haberini merkeze bağlı Döngele beldesinde yaşayan ailesine verdi.
Şehit haberinin duyulmasının ardından şehidin yakınları Ali Çam'ın evine geldi. Bu arada şehidin yakınları fenalık geçirdi. Şehit babası Ali Çam, gazetecilere yaptığı açıklamada, ''Vatan sağolsun. Oğlumla ayın 14'inde konuşmuştuk. 19 Ekim'de operasyona çıkacağını söylemişti'' dedi.
Bu arada şehit kardeşinin fotoğraf albümüne bakan ağabey Cuma Çam gözyaşlarına hakim olamadı. Kardeşinin terhisine 38 gün kaldığını söyleyen Çam, ''Kardeşimle dün konuşmuştum. İyiyiz diyordu. Ben arar hep terhisine kaç gün kaldığını söylerdi. Acımız çok büyük'' diye konuştu.
Çam'ın 6'sı kız 10 kardeşinin olduğunu ve askere gitmeden önce bir fabrikada çalıştığı öğrenildi.
PİYADE ER FİKRET ÖZER
Hakkari Çukurca'da şehit düşen piyade er Fikret Özer'in Samsun'da bulunan baba evine ateş düştü.
Hakkari Çukurcu'da PKK saldırısı sonucu şehit düşen 90/1 tertip 8 aylık asker Samsunlu piyade er Fikret Özer'in Atakum ilçesi Esenevler Mahallesi'nde ikamet eden ailesi acı haberle yıkıldı. Saat 13.30 sıralarında Garnizon Komutanlığı yetkilileri Özer ailesinin evine giderek acı haberi verdi.
Şehit askerin evine giden Vali Yardımcısı Haluk Şimşek, Atakum Kaymakamı Salim Demir, Atakum Müftüsü Adem Sayılır, baba Celal Özer'e taziyelerini bildirdiler. Atakum Müftüsü Adem Sayılır, şehit için dua okudu. Anne İnci Özer ise oğlunun şehit haberini misafir olarak gittiği yede aldı. Eve gelen İnce Özer gözyaşlarına boğuldu. 2 kızı 1 oğlu olan baba Celal Özer, tek oğlunu şehit vermenin acısıyla gözyaşına boğuldu. Şehit oğluyla en son dün akşam telefonda görüştüğünü belirten baba Celal Özer, " 'Göreve çıkacağız baba. 8 gün arayamam' dedi. Oğlum 8 aylık askerdi. Aziz Türk milleti sağ olsun. Dostlar sağ olsun. Hainlere fırsat vermesinler. Hainlerin biran önce işini bitirsinler" diye konuştu.
Ağabeylerinin şehit haberini okulda alarak eve gelen Buket (17) ve İrem (14) adlı kız kardeşler gözyaşına boğuldular. Bekar olduğu öğrenilen şehit askerin babası Celal'ın Kuzey Irak'ta çalıştığı, Ramazan Bayramı'nda Türkiye'ye döndüğü öğrenildi. Şehit Fikret Özer'in evinin balkonuna dev Türk bayrağı asıldı. Şehidin akrabası ve en yakın arkadaşlarından Sinan Erbil, "Allah ailesin sabır versin. Sözü özü birçok dürüst ve efendi bir arkadaşımızdı. Hiç kimseyi kırmaz ve kötü söz söylemezdi. Acımız büyük" şeklinde konuştu.
PİYADE ÇAVUŞ KORAY ÖZEL
Hakkari'nin Çukurca ilçesinde PKK'lıların saldırısı sonucu şehit olan Piyade Çavuş Koray Özel'in Adana'nın Feke ilçesinde baba evinde yas var.
Şehidin Feke ilçesine bağlı Süphandere köyündeki evine giden ilçe Kaymakam Vekili Mustafa Çiftçiler, Belediye Başkanı Ahmet Sel, İlçe Jandarma Komutanı Yüzbaşı Akgün Baydar ile İlçe Emniyet Amir Vekili Cumali Köden, acı haberi anne Elif Özel'e verdi.
Orman işçisi olan ve o sırada ormanlık alanda çalışan baba İdris Özel de köy muhtarı tarafından eve getirildi. Acı haberi alan anne ve baba gözyaşlarını tutamadı.
Bu arada, evin tek erkek çocuğu olduğu ve terhisine yaklaşık 50 gün kaldığı öğrenilen Koray Özel'in, uzman çavuşluk sınavına girip başarılı olduğu öğrenildi.
Acı haber üzerine köylüler taziye için şehit evine gelirken, köydeki evlere Türk bayrakları asıldı.
UZMAN ÇAVUŞ REŞİT ERCAN
Hakkari'nin Çukurca ilçesindeki PKK saldırısında şehit olan Uzman Çavuş Reşit Ercan'ın (25), Elazığ'ın Kovancılar ilçesine bağlı Yarımca beldesindeki evinde yas var.
Fatih Mahallesi'ndeki iki katlı kerpiç evde yaşayan aileye, Ercan'ın şehit olduğu haberi askeri yetkililer tarafından verildi.
Ercan'ın oturduğu eve büyük bir Türk bayrağı asılırken, şehidin eve gelen bazı yakınları baygınlık geçirdi.
Kovancılar Kaymakamı Selçuk Aslan da eve gelerek şehit Ercan'ın babası İsrafil Ercan'a başsağlığı diledi.
6 çocuklu ailenin en küçüğü olduğu belirtilen Ercan'ın 15 gün önce izne geldiği, izindeyken amcasının kızıyla nişanlandıktan sonra Çukurca'ya döndüğü öğrenildi.
ER YUNUS YILMAZ
Hakkari'deki hain PKK saldırısında şehit olan Er Yunus Yılmaz'ın Ankara'daki baba ocağına ateş düştü.20 yaşındaki Yunus Yılmaz'ın terhisine 4 ay kaldığı öğrenildi. Şehit Babası Hasan Yılmaz Meclis'teki BDP'li vekillere öfke saçtı.Hakkari'deki hain saldırıda Er Yunus Yılmaz'ın şehit olduğu haberini alan yakınları Pursaklar ilçesinde bulunan baba evine akın etti.
Şehit Babası İHA'ya verdiği özel röportajda BDP'li vekiller öfke saçtı. BDP'li milletvekillerine seslenen Şehit Babası Hasan Yılmaz şunları kaydetti: "Onların devletten aldığı maaş zehir zıkkım olsun, haram olsun. Allah bana bir imkan verirse, devlet bana bir imkan verirse gidip onları meclis'te taramak istiyorum, öldürmek istiyorum. bu devletin, bu milletin parası o 36 milletvekiline haram olsun, zehir zıkkım olsun. Yoksa benim bebelerim bu vatan feda olsun. Onlara zehir zıkkım olsun bu milletin parası."
## Okuyucu Yorumları |
95600 | haber | ŞEHİT VE GAZİ ÇOCUKLARINA ''NAKİL'' KOLAYLIĞI ANKARA (A.A) | null | # ŞEHİT VE GAZİ ÇOCUKLARINA ''NAKİL'' KOLAYLIĞI ANKARA (A.A)
-
A
+
-ŞEHİT VE GAZİ ÇOCUKLARINA ''NAKİL'' KOLAYLIĞI ANKARA (A.A) - 02.09.2010 - Sınavla öğrenci alan ortaöğretim kurumlarında öğrenim gören şehit ve gazi çocuklarına nakil kolaylığı sağlandı. Şehit ve gazi çocukları, kontenjan ve puan şartı aranmaksızın bu okullar arasında nakil yaptırabilecek. Milli Eğitim Bakanlığının, fen liseleri, Anadolu liseleri, Anadolu öğretmen liseleri, sosyal bilimler liseleri ile güzel sanatlar ve spor liseleri yönetmeliklerinde değişiklik yapılmasına dair yönetmelikler Resmi Gazete'nin bugünkü sayısında yayınlandı. Söz konusu değişiklikler uyarınca bu okullarda öğrenim görürken şehit veya gazi çocuğu durumuna düşen öğrencilerin nakilleri, istemeleri ve durumlarını belgelendirmeleri halinde bir defaya mahsus olmak üzere boş kontenjan ve puan şartı aranmaksızın istedikleri farklı bir yerleşim yerindeki okullardan birine yapılabilecek. Bu kapsamda nakilleri yapılan öğrencilerin yerleştirme puanı, nakil gidilen okulun nakillere esas taban puanı ve kontenjanında dikkate alınmayacak. Şehit ve gazi çocuklarıyla diğer öğrencilerin nakillerinin uygun görülmesi halinde, en geç 5 iş günü içinde yeni okula başlanacak. Anadolu liselerinde öğrenim gören bir öğrencinin okuldan ayrılması halinde dönüş şansı da olmayacak. Anadolu Liseleri Yönetmeliğindeki ''Ders yılı içinde kendi istekleriyle ayrılan öğrenciler, 10 gün içinde okullarına geri dönebilirler'' hükmü yürürlükten kaldırıldı. Anadolu Liseleri Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmeliğe göre, hazırlık sınıflarına ve hazırlık sınıfı olmayan okullarda dokuzuncu sınıflara alınacak öğrenci kontenjanını belirleyen komisyonda, bundan böyle okul müdürü, müdür yardımcısı, rehber öğretmen, iki öğretmen ve okul aile birliğini temsilen bir velinin yanı sıra okul öğrenci meclisi başkanı da bulunacak. Anadolu öğretmen liselerinde tüm öğrencilere uygulanan etüdün kapsamı daraltıldı. Bundan böyle sadece yatılı öğrencilere günde en az üç saat etüt uygulanacak.
## Okuyucu Yorumları |
235830 | haber | Şeker hastalarına erken emeklilik kolaylığı | null | # Şeker hastalarına erken emeklilik kolaylığı
## Yeni düzenleme, malulen emeklilikte kapsamı genişletiyor. Düzenlemede bazı kronik hastalıklar da maluliyet kapsamına giriyor
Sosyal Güvenlik Kurumu’nun hazırladığı yeni düzenlemeyle birlikte diyabet, tüberküloz ve sara gibi hastalıklar da malulen emeklilik kapsamına alınacak.
Yeni düzenleme, malulen emeklilikte kapsamı genişletiyor. Düzenlemede bazı kronik hastalıklar da maluliyet kapsamına giriyor.
Bu çerçevede şeker, tüberküloz ve sara gibi hastalıklar da malullük tanımına girecek.
Böbrek hastalarının şikayetlerine yol açan nakil sonrası maluliyetin sona ermesi durumu da ortadan kaldırılıyor.
Diğer organ nakillerinde de malulen emeklilik hakkı sağlanması öngörülüyor.
## Okuyucu Yorumları |
212219 | haber | 'Şemdinli'de PKK'lılarla buluşan 9 BDP'li vekile dokunulacak' | null | # 'Şemdinli'de PKK'lılarla buluşan 9 BDP'li vekile dokunulacak'
## 'Antep'te bebeklerin katledildiği, PKK'nın, bayrak dikmek için Şemdinli'ye saldırdığı bir sırada BDP milletvekillerinin teröristlerle buluşması, toplumu sarstı'
**Abdülkadir Selvi**
(Yeni Şafak, 3 Eylül 2012)
## BDP'ye dokunulacak mı?
Sorunun cevabını baştan vereyim.
Başbakan Erdoğan'ın açıklamalarından, öyle anlaşılıyor.
Şemdinli'de PKK ile buluşan BDP milletvekillerine dokunulacak.
Peki AK Parti yöneticilerine bu yönde bir talimat verildi mi?
Henüz verilmedi.
Ama fikri hazırlık için bir çalışma yapıldı.
Başbakan da değindi, bunun için bir Anayasa değişikliği gerekmiyor.
O nedenle MHP'nin, Anayasa'nın 83.Maddesinde değişiklik önerisi gündemde değil.
AK Parti, terör suçları nedeniyle Anayasa'nın 76 ve 83.Maddelerinin dokunulmazlığın kaldırılmasına engel olmadığı görüşünde.
Anayasa-Adalet Karma Komisyonu'ndaki dokunulmazlık dosyaları gündeme alınacak.
BDP'liler hakkında 560 dosya var. Ama bu dosyaların raflardan indirilmesi söz konusu değil. Şemdinli'de PKK'lılarla buluşan Gülten Kışanak, Aysel Tuğluk, Ertuğrul Kürkçü'nün de aralarında yer aldığı 9 milletvekiline dokunulacak.
Şemdinli buluşmasıyla ilgili inceleme başlatan Van Cumhuriyet Başsavcılığı'nın düzenleyeceği fezleke, jet hızıyla işleme konulursa, sürpriz olmasın.
Peki BDP'nin kapatılması gündeme gelebilir mi?
AK Parti Grup Başkanvekili Mahir Ünal ile konuştuk.
'BDP'nin kapatılması ve BDP milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırılarak cezaevine konulması gibi bir şey gündemimizde değil' dedi.
PKK'nın da bunu zorladığını söyledi. Çok önemli bir tespitti.
Başbakan Erdoğan da partilerin kapatılmasına karşı olduğunu söylemişti.
Mahir Ünal'ın açıklamasında bir de 'Ama' var. O da şu: 'Şemdinli'de PKK ile buluşan BDP'lilerin fezlekelerinin kaldırılması Meclis gündemine geldiğinde bir karar verilecek'
Hükümette BDP'lilerle PKK'lıların buluşması konusunda farklı bilgiler olduğu izlenimi edindim. En azından bu buluşmanın PKK tarafından 2 gün önceden planlandığı gibi...
BDP bu süreçte sorumluluk duygusuyla hareket etmedi.
Ama içinden geçtiğimiz uluslararası konjonktür öylesine kritik ki, attığımız adım bizi 20 yıl önceye götürmemeli.
2 Mart 1994'te DEP'lilerin dokunulmazlığının kaldırılıp, Meclis'ten cezaevine götürüldükleri bir dönemde, Mardin Dargeçit'te, devlete sığınmış PKK'lı bir kızla konuşmuştum.
Üniversite terk bir militandı ve Şam'da Öcalan'ın karargahında bulunmuştu.
O gün de Öcalan'ın yanındaymış.
Öcalan o gün ne yapıyordu diye sordum.
'Sürekli olarak TV kanallarını takip ediyordu' dedi.
'Peki, DEP milletvekilleri Meclis'ten alınıp cezaevine götürülürken, Öcalan ne yapıyordu. Üzülüyor muydu?' diye sordum.
'Çok sevinçliydi. Hatta onu hiç bu kadar sevinçli görmemiştim' karşılığını verdi.
Şaşırmıştım.
'Niye seviniyordu' dedim.
'Öcalan, 'TC'yi tuşa getirdim, davayı dünyaya mal ettim' diyordu' dedi.
Terör örgütlerini, Öcalan'ı anlamamda bu cümle çok öğretici oldu benim için.
O gün DEP'lilerdi.
Bugün BDP'liler.
Antep'te bebeklerin katledildiği, PKK'nın, bayrak dikmek için Şemdinli'ye saldırdığı bir sırada BDP milletvekillerinin teröristlerle buluşması, toplumu sarstı.
Yetmedi.
Selahattin Demirtaş, densizce, 400 kilometrelik alanın PKK'nın kontrolünde olduğunu söyledi. Bu toplumda çok derin bir travmaya yol açtı. Zaten amaç da buydu.
BDP milletvekilleri, Şemdinli'ye bunun için gönderildi.
AK Parti'yi yeniden 2 Mart 1994 tuzağına çekmek için yem olarak kullanıldı.
Arap Baharı'na, Suriye sürecine, alan hakimiyeti kurma çabasına, 1 yaşındaki bebekleri dahi katletmeyi göze almasına rağmen PKK bir istediğini elde edemiyorsa, bu çok önemli bir kazanım.
Milletin sağduyusu, Kürtlerin AK Parti üzerinden demokrasiyle kurduğu güçlü bağ, AK Parti iktidarı döneminde Kürt sorununun çözümü için atılan adımlar ve din kardeşliği gibi, sarsılmaz bağlar, PKK'nın her defasında duvara çarpmasına yol açıyor.
O nedenle örgüt strateji değiştirdi.
Şimdi AK Parti'yi yanlış yapmaya zorluyor.
Selahattin Demirtaş'ın sözlerini duyup, vücut kimyası bozulmayan kimse kalmadı.
BDP'lilerin o görüntülerini görüp, isyan etmeyen olmadı.
Ancak ayranımızın kabardığı bir dönemde, Kürt sorununu derinden etkileyecek bir adım atmamalıyız.
Serin zamanlarda, gelecek vizyonu perspektifinden bakarak hareket etmeliyiz.
Bu milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldırmayı bırakın, cezaevine atsak ne olacak? Asıl önemli olan bu çözüme mi hizmet edecek, yoksa tuzağa mı düşmüş olacağız?
Bunlar ilk kez yaşanmıyor.
DEP'lilerin Meclis'ten alınıp, cezaevine atılmaları PKK açısından bir sıçrama noktası oldu.
PKK'yı uluslararası üne kavuşturdu.
20 yıl önce Meclis'ten alıp, cezaevine tıktığımız Leyla Zana ile 20 yıl sonra bilge insan olarak görüştük.
20 yıl sonra da bunlarla görüşmek zorunda kalmayalım.
Yapmayın, etmeyin.
Kürt sorununun çözümü adına onca güzel iş yapıldı. Kendi doğrularımızın arkasında yürümek yerine, eskinin yanlışlarına sarılmanın ne faydası var?
O politikalar çare olsaydı, onlar çözerdi.
## Okuyucu Yorumları |
195985 | haber | Sendikacı polisler: Biz hem sağcı, hem solcu, hem de cemaatçi polisleriz... | null | # Sendikacı polisler: Biz hem sağcı, hem solcu, hem de cemaatçi polisleriz...
## Polisler neden intihar ediyor? Polis, polise şiddet uyguluyor mu? Amirler hukuka aykırı ne emirler veriyor?
**Hazal Özvarış-T24**
Bu söyleşiyi verenlerin isim ve fotoğraflarını göremeyeceksiniz. Çünkü basına demeç vermeleri de, talep ettikleri sendika da tabi oldukları yasalara göre yasak.
Onlar, sistemin gidişatından rahatsız polisler. Düzensiz mesai saatlerinden, üstü kapatılan polis intiharlarından ve amirlerin hukuka aykırı emirlerine karşı çıkamamaktan şikâyetçiler.
Facebook’ta "Polise de Sendika Hakkı" adlı bir sayfa üzerinden, kendi tabirleriyle "sanal bir STK" olarak çalışıyorlar. turkiyepolissendikasi.com üzerinden bir imza kampanyası yürütüyorlar. Son olarak "Cumhurbaşkanı’na sorun" projesi üzerinden 182 bin oy alarak "Polis ne zaman sendikalı olacak" sorusunu Cumhurbaşkanı **Abdullah Gül** ’e yönelttiler. Yanıt, olumsuzdu.
Emniyet’te nelerin ters gittiğini öğrenmek için internet aracılığıyla ulaştığımız polislere sorduk:
**Polisler neden intihar ediyor? Polis, polise şiddet uyguluyor mu? Amirler hukuka aykırı ne emirler veriyor? Emre karşı çıkan polis memuruna ne oluyor? İktidar partisi üyeleri söz konusu olunca şiddetin dozu neden artıyor? Polis öğrencileri neden dövüyor? Polis, siyasete neden bu kadar bağımlı? Sendika isteyen polisler ne talep ediyor? 70’lerin Pol-Der / Pol-Bir geleneğini yeniden canlandırmak mı istiyorlar? **
İşte sendika isteyen polislerin www.t24.com.tr’ye verdiği cevaplar:
**- Sendika talep eden kaç polis var? **
Polis sendikası için çalışan internet sitelerinin yöneticileri olarak 242 bin polis ve milyonlarca polis emeklisi ve şehit yakını için mücadele ediyoruz. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e sorulan "Polise de sendika hakkı" sorusuna 182 bin insan destek verdi. Biz diyoruz ki; tek bir polis memurunun bile kendisi ve ailesi için, polisin insan haklarına uygun çalıştırılmasını istemesi değerli değil mi?
**- Siz, "solcu polisler" misiniz?**
Türkiye’de, nasıl ışığın bütün renkleri varsa bizim içimizde de her kesimden insan var. Sonuçta, bizler uzaydan gelmedik. Tamam, çalıştığımız esnada devleti temsil ediyoruz ama bizler de köylü Mehmet Efendi’nin, memur Ayşe'nin çocuklarıyız. İlla ki bir sıfat konulması gerekiyorsa; bizler hem solcu, hem sağcı, hem cemaatçi polisleriz. Yani, her kesime yakın polisleriz. Siyasi kaygı içinde değil, mesleki dayanışma ve hak arama gayesindeyiz. Kendi aramızda dahi siyaset konuşmayız. Her türlü düşünceye saygılıyız. Diğer insanlardan da bizim düşüncelerimize saygı göstermelerini bekliyoruz.
**‘Özel harekâtçılar gelip bizi alacak diye korktuk’**
** - Kanuna aykırı**
** olmasına rağmen sendika istemekten veya basına demeç vermekten korkmuyor musunuz?**
İlk defa Facebook’ta profil oluşturduğumuzda, "Sendika istemek bir suçmuş" diye düşünmedik, desek yalan olur. Hatta gece yatarken, "Ne zaman özel harekâtçılar eve gelecek, bizi alıp, sorguya götürecekler" diye korktuk. İsmi bizde saklı bazı polis idarecileriyle, "Siz örgütçülük mü yapıyorsunuz" diye mesajlaştığımızı biliyoruz.
Eğer bunlar, evrensel hukuka aykırı Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğü’ne göre disiplin suçu sayılmasaydı, sizinle bu söyleşiyi, fotoğraflı ve gerçek isimlerimizle yapıyor olacaktık. Yine de söyleşiyi yapıyoruz, çünkü "Ölmüş eşek kurttan korkmaz." Biz namusluların da, namussuzlar kadar cesur olması gerektiğini düşünüyoruz.
**‘Gerekirse AİHM’e başvururuz’**
- Hukuki açıdan polis sendikası kurmak mümkün mü?
- Hukuki açıdan polis sendikası kurmak mümkün mü?
ILO (BM Uluslar arası Çalışma Örgütü) sözleşmelerinde "silahlı güce de ölçülü sendika" verilmeli diyor. IPA’ya göre de polisler örgütlenebilir, ama sadece dernek yurtdışında kurulmuşsa... Anayasa’da da "yasak" diye bir hüküm yok, kısıtlamaktan söz ediyor. Ancak, 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendika Kanunu, bu kısıtlamayı yasaklamaya çeviriyor. Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğü’nün 8. maddesine göre de dernek kurmak meslekten atılma sebebi.
Anayasa’nın 90. hükmüne göre milletlerarası antlaşmalar, uyuşmazlıklarda kanun hükmünde. Bugün polis için sendika kurma hakkı kanunla yasaklanabiliyorsa, polislerin de AİHM'ye, iç hukuk yolunu tüketmeden başvurma hakkı vardır. Zira kanunla yasaklamalar, istisnai olarak AİHM'ye direkt başvuru hakkı tanımaktadırlar.
**- AİHM’ye başvurmayı düşünüyor musunuz?**
Şimdilik en önemli ümit kaynağımız yeni anayasa çalışmalarıdır. Ümit ediyoruz ki anayasa daha özgürlükçü olacaktır. Eğer olmazsa, "devletimize rağmen, devletimiz için" bu yolu kullanmak zorunda kalabiliriz. Yeterli bilinçlenme seviyesine geldiğimizde, AİHM de dâhil olmak üzere, hukuki mücadelemizi başlatacağız.
**‘Grev hakkı istemiyoruz’**
** - Talepleriniz nedir?**
Sendika aracılığıyla yaşama hakkı, standart çalışma saatleri, fazla mesailerin ücretlendirilmesi gibi en doğal haklarımızı istiyoruz. Ayrıca, kadın polislerimiz arasında anne olanlar var. Ancak, çocuklar için gerekli kreş ortamları mevcut değildir. Süt izni, doğum öncesi ve sonrası izinleri gibi yasal hakların kullanımını da kolaylaştırmak istiyoruz.
**- Grev hakkı talep etmiyor musunuz?**
Avrupa’da bulunan 26 ülkenin 34 polis sendikası var, aralarından 13 devlet polislerine grev hakkı tanıdı. Ülkemizin sosyo-kültürel yapısı gereği, grev hakkımızın uzun yıllar sonra gerçekleşmesi gerektiği düşünüyoruz. Şu an istediğimiz ölçülü sendikadır: Grev, iş yavaşlatma, lokavt yerine tazminat gibi taleplerin olduğu deneme aşamasında tek bir sendika. Konuşulması, empati yapılması gereken bir konudur.
**- Grev veya diğer eylem hakları olmadan sendika, nasıl bir baskı unsuru olabilir?**
Biz sendikayı baskı aracı olarak değil, hakkı yenilenlerin hakkını koruması için istiyoruz. Bunun için illaki greve ihtiyaç yok. Bir memur sistemin karşısına çıktığında sistem tarafından eziliyorsa, tek başına ne yapabilir ki? Ama bir sendikadan alınan güçle sistem karşısında dimdik ayakta durabiliyor.
**‘Anayasa’da angarya yasak ama …’****- Polis, yılda ortalama kaç saat çalışıyor, fazla mesai için ücret alıyor mu?**
Kamu çalışanları ortalama yılda 1700 saat çalışırken, polisler arasında yılda 3 bin 400 saat çalışan var. Bütün polislerin haftalık mesai süresi aynı değil. Eşitsizlik burada başlıyor. Aynı birimde, aynı maaşı alan iki polisten biri (büroda görevliler) haftada 40-48 saat çalışırken, ekipte çalışan (sokak polisleri) haftada 60-80 saate arası çalışıyor. Bu durum istisnai bir durum değil. Ayrıca, ek mesai ücreti de almıyoruz. Anayasa’ya göre angarya yasak ancak emniyet teşkilatında ek mesainin normal mesai gibi değerlendirilmesi, bu çalışmaları "angarya" yapıyor.
**- Emeklilikte benzer sorunlar yaşıyor musunuz?**
Bizim komik olarak adlandırdığımız sistemin biriside emeklilik sistemidir. Bir polis emekli sürecinde önce birinci dereceden emekli olurken, emekli olduktan sonra devlet, "Biz seni kandırdık, sen üçüncü dereceden emekli olacaksın" diyor. Kadrolardaki, en azından üniversite mezunu olanların 1-1-4’e düşürülmesi, yani kadro oluşturulması gerekiyor. Devamında, ek göstergelerimizin aynı görevi yapan jandarma astsubayların ek göstergeleriyle eşitlenmesi gerekmektedir. 3 bin 600 ek gösterge istiyoruz.
**‘İHD’nin raporlarında polise şiddet ve polisin polise şiddeti eksik’****- Daha önce zikredilen, "Askerlikten muaf olma, maaşların iyileşmesi" gibi somut istekler nedeniyle polislerin "sürekli talep ettiğine" dair bir algı var. Ancak bu talepler arasında hiçbir zaman, polisin toplumdaki negatif imajına dair etik kaygılar görmüyoruz. Neden?**
Bir öğretmen ya da herhangi bir memurun, hak arama mücadelesinde "toplumdaki imajı" konusunda bir çalıştığına dair bir örnek var mı? Polislik, bizim mesleğimiz. Biz, bireysel kimliğimizi temsil ediyoruz. Kurumsal sorunlar ile ilgilenmemiz ne kadar doğru olur? Toplumdaki ve uluslararası arenada imajımız, yerine getirdiğimiz görevlerle son zamanlarda büyük ivme kazandı. Polis, uyuşturucu ile mücadele dünyada ikinci sırada. 10'dan fazla örgüt çökertti. Toplumsal sorunlarımızın hepsine polis ile çözüm aranıyor. Biz eksik kalan yanı, "polis de insan" kısmı ile ilgileniyoruz. İlk olarak kapımızın önünü süpürmekle işe başlıyoruz.
**- İHD’nin raporlarına göre sadece geçtiğimiz sene 818 kişi işkence ve kötü muameleye maruz kaldı. Bir yandan Festus Okey gibi gözaltında ölenler olurken, diğer yandan İzmir’de bir kadın, konsomatris olduğu gerekçe gösterilerek polisten dayak yedi. Koşullarınızın "normal" olmadığını söylediniz ancak ne diğer memuriyetlerde, ne de koşulların ağır olduğu başka mesleklerde buna benzer şiddet vakaları yaşanmıyor. Ayrıca, sendika, bireysel değil toplumsal bir girişim. Sendika isteyenler olarak, polisin "aşırı"ya kaçtığına dair özeleştiri vermek çok mu zor?**
Fatih Altaylı devamlı soruyor; ne zaman adam oluruz? Cevabı; "Senden, benden diye ayırım yapmadan haksızlıklara karşı gelebildiğimiz zaman." "Kol kırılsın, yen içinde kalsın" zihniyetinde değiliz. Bu zihniyette olanlarla hukuki zeminde mücadelemiz var. "Polise de insan hakları" derken, polislerin yaptığı ihlalleri tasvip etmemiz mümkün mü?
Biz, İzmir’deki olayı Facebook’taki sayfamızda kınadık. Ama bunun bir yaptırımı yok, sendikal bir mücadele gerekiyor. İHD’nin raporlarındaki hususların tamamı bizim kanayan yaramızdır. Ama eksik kısımları var. Bu raporlarda, polise yapılan şiddet veya polisin polise şiddeti belirtilmemektedir.
**~**
** ‘1 Mayıs’ta 12-14 saat aç, susuz ayakta bekletiliyoruz’****- Polisler arasında şiddet ne ölçüde var?**
Polisin sorunları dillendirilmesi ihanet olarak görülebilmektedir. Bu atmosferde bireysel hukuki mücadele zor ve masraflıdır. Evrensel hukuka aykırı disiplin mevzuatı da düşünüldüğünde; örneklerin basına yansıması azınlıkta kalmaktadır.
12.10.2011’de Milliyet gazetesindeki bir habere göre, Diyarbakır’ın Bismil ilçesinde görevli polis memuru Nadir Çınar, amirinden şiddete maruz kalmasına rağmen yine amiri tarafından yetkisini kötüye kullanarak açığa alındı. Basına yansımayan Diyarbakır Eğil ilçesinde halen açıkta olan bir polis memuruna amiri tarafından şiddet uygulandığı iddiası da mevcuttur. Örnekler çoğaltılabilir. Polise de sendikal haklar verildiği takdirde polisin hak arama kültürü oluşacaktır.
**- Toplu sözleşme için yüzde 10 barajı tartışılırken, polis sendikası ne kadar gerçekçi?**
Hiç 1 Mayıs’ta görevlendirilen polis gördünüz mü? Yani, onu görevi aldığı andan itibaren izlediniz mi? Muhtemelen o saatlerde uyuyorsunuzdur. Polis, 1 Mayıs’ta gece 02:00’de görev alır. Birçok arkadaşımız, Taksim Meydanı'nda sabaha kadar aç, susuz, ayakta beklemeye mecbur bırakılmıştır. Sabah olup insanlar, 10:00-11:00 gibi meydanlara gelmeye başladığında polis zaten moral ve fiziksel olarak göçmüş durumdadır. Bu esnada göstericilerin içerisinden bir grup çıkar ve polise küfür etmeye başlar. Provokasyon, taşlar, sopalar ve sonrasında da istenmeyen olaylar... Her sene aynı şey yaşanıyor ve polis eleştiriliyor.
Ortalama 12-14 saat, bu koşullarda bekletilen bir insandan, insan haklarına uymasını beklemek ne kadar gerçekçi ise, bizlerin de sendikal hak istemesi o kadar gerçekçi. Bu olaylar olmaya devam ettikçe, bizim de sendika talebimiz devam edecek.
**‘Polis intiharlarının üstü kapatılıyor’****- Teşkilat içinde bu görüşleri ne kadar seslendirebiliyorsunuz?**
Polisler arasında, "öğrenilmiş çaresizlik" var. Bir polis memuru, polis okullarından başlayarak psikolojik baskıya maruz kalıyor. Polis, amirlerine karşı itiraz edemez; emirleri sorgulayamaz; inisiyatif alamaz; özlük haklarını bile kullanmak için amirinden izin alır. En küçük bir problemini dahi çözmeyen amirine karşı hiçbir hukuki süreci başlatamaz. Bu, yıllarca uygulanan sindirme psikolojisinin göstergesidir.
Polis okullarında ve meslekte "Polis acıkmaz, susamaz, yorulmaz. Polis fedakârdır, kahramandır" gibi hurafeler öğretilmekte ve en eğitimli polis memurlarıyla idareciler bile bu hurafelere inanmaktadır. Bazı meslektaşlarımızın böyle düşünmeye bırakması gerekirken, sivillerin de bizi çizgi film kahramanı Herkül’müşüz gibi kusursuz ve ihtiyaçsız görmekten vazgeçmelidir.
**- Taleplerinizin en başında "yaşama hakkı" geliyor. 2011’de kaç polis intihar etti?**
Bizim bildiğimiz ve basına yansıdığı kadarıyla her yıl ortalama 60-65 personelimiz intihar etmektedir. Son 10 yılda 600 polis, intihar etti. Ayrıca, cinnet vakalarında kaç tane polis yakınının hayatını kaybettiği ile ilgili kamuoyu tarafından bilinen bir bilgi mevcut değil. Çünkü bu konu ile ilgili herhangi bir araştırma yok.
Olaylar incelendiğinde hemen hemen hepsinin meslekleriyle ilgili olduğunu görüyoruz, fakat nedense ailevi sebepler denilerek üstü kapatılmaya çalışıyor.
**‘Polisler ‘intihar sırası bende mi’ diye düşünmek istemiyor’****- İntihara yol açan mesleki sebepler nedir?**
Sebepler, emsalleri karşılaştırıldığında ortaya çıkmaktadır. İntiharlar, işyerindeki psikolojik ve fiziksel baskıdan kaynaklanıyor. Eğer hükümet yetkilileri konunun üzerine gitmek isterse, yine üst düzey polis şeflerine soracak ve onlar da "Yok böyle bir şey. Biz teşkilatımıza sahibiz" gibi sözler söyleyecekler. Üst düzey şeflerinin ''Evet, polisin sıkıntıları var ve sizler bu konunun üzerine eğilmelisiniz'' demesini ummak, komik değil mi? Siyasilerimizin ve medya mensuplarımızın bu konuda duyarsız olmaları da sıkıntılarımıza sıkıntı ekleyen bir faktördür. Polisler artık "Acaba yarın sıra bende mi" diye düşünmek istemiyor.
**- Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, "Poliste sendikanın daha ileri bir döneme bırakılması kanaatindeyim" dedi. Bu sözler sizde hayal kırıklığı yarattı mı?**
Kesinlikle hayır. Bize tarihte kendisinden özgürlük isteyenlere daha ilk seferinde "Tamam" diyen tek bir devlet gösterir misiniz? Bizler bunun bilincinde insanlarız ve bunun zaman alacağını biliyoruz. Eninde sonunda bu hakkı alacağız.
**- Cumhurbaşkanı**
** Gül, Pol-Der örneğini vererek "Ayrımcılık çıkabilir" de dedi. Pol-Der’i bugün hayata geçirmek gibi bir arzunuz var mı?**
Polis sendikasının kurulmasının önünde iki büyük engel var. Birincisi, zihinlerimizdeki sendika veya örgütlenmeye dönük olumsuz düşünceler. Kim, neden, kendi hak ve özgürlüklerinin mücadelesini verecek bir örgütlenmeye karşı olsun ki! Ama bizim teşkilatımız içerisinde numunelik sayıda da olsa böyle kişilere rastlayabiliyoruz. Öncelikle zihinlerimize işlenen bu önyargılardan kurtulmamız gerekmektedir.
İkinci olarak da, Pol-Bir ve Pol-Der geçmişi. Bu dernekleri, halkın gözünde polisi küçük düşüren teşebbüsler olarak görüyoruz, polisi polis yapan en büyük kavram "tarafsız" olmasıdır. Ama bu 2 dernek bunu sağlayamadı. Bizler şunun bilincindeyiz ki, polis tarafsız olduğu ve sadece devletin polisi olduğu sürece polistir.
**‘Halk tarafından sevilmek değil, güvenilmek istiyoruz’**
** - "Halkın polisi" olmak gibi bir kaygınız yok mu?**
Doğrusunu söylemek gerekirse, dünyanın neresine gidilirse gidilsin vatandaşın polisi sevmesi söz konusu değildir. Polis genel literatürde halkın değil, devletin polisidir. İcabında somut delillerle delillendirdikten sonra hükümet yetkililerinin bile canını acıtabilir. Bizim halk tarafından sevilme gibi bir beklentimiz yok, tek istediğimiz bize güvenilmesidir. Halkın polisi sevmesi normal hayatta da bir işimize yaramaz ama güvenmesi önemlidir. Halk, polis karakoluna gittiğinde veya "155 - Polis İmdat"ı aradığında kendisine tarafsız ve bağımsız olarak yardım edecek devlet yetkililerini bulmak ister.
**‘Cihangir ve Bebek’teki vakalarda nüfuz kullanılıyor’****- Polis, ne zaman taraflı davranıyor?**
Fail, siyasi ve ekonomik nüfuzu yüksek bir kişi ise ayrımcılık yaşanabiliyor. Vatandaş, polisin her iki tarafa da eşit yaklaşacağından emin olmak ister, ama bu ancak, polisin siyasi baskılardan arındırılıp, hak arama mekanizmasının güçlendirilmesiyle sağlanabilir.
**- 10 vakadan kaçında siyasi ve ekonomik nüfuz kullanılıyor?**
Bu soruya vereceğimiz cevap, göreceli olacaktır. Vakadan vakaya, vakanın gerçekleştiği mıntıkaya göre değişebileceğini düşünüyoruz. Kesin veriler elimizde olmamakla birlikte, size şu şekilde arz edebiliriz: İstanbul Bebek'te veya Cihangir'de bu sayı neredeyse 10’da 10, Esenler'de 10’da 3-4, Tarlabaşı'nda ise 10’da sıfıra, 1’e kadar düşebiliyor.
**‘Siyasilerin isteklerini karşılamayan makamından oluyor’****- Süreçte kilit nokta amirler mi?**
"Kesin onlar" demek, büyük vebal ve haksızlık olur. Bizler, onlar adına da ses olmaya çalışıyoruz. Onların haklarının da korunması için mücadele ediyoruz. Maalesef, rütbeli personelin yükselmesinde siyasetin önemi çok büyük. Siyasilerin isteklerini yerine getirmediklerinde, genelde makamlarından olacaklarını bildiklerinden, siyasilere "Hayır" demektense memur arkadaşlarımızın üstüne daha da yük bindirmeyi tercih edenler de az değil.
**- Polis teşkilatını siyasete bu kadar bağlayan nedir?**
1979 yılından beri uygulanan "Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğü"ne göre tam yetki Bakanlar Kurulu’na ait. Yani Bakanlar Kurulu, bir polis idarecisini ya da memurunu, istediği şekilde disipline edebilmekte ve istediği şekilde mesleğe alıp meslekten çıkarabilmektedir. Bugüne kadar, polisin neden siyasetçilerin iki dudağı arasında iş yaptığı sorusunun cevabı bu olmalı.
**‘Rüşvet ve yolsuzluk her birimde az ya da çok vardır’****- İki dudak arası iş yapmak, nasıl somutlaşıyor? Örneğin, bir vekil arayıp, tanıdığı içeri alınınca "Bırakın" mı diyor?**
Bürokraside işler o şekilde yürümüyor. Bir siyasinin veya ekonomik gücü yüksek birisinin bir yakını alındığında bir şekilde sorumlu müdüre ulaşılıp önce üstünkörü bir konu hakkında bilgi alınmak istenir. Lakin müdürün konudan bilgisi yoktur. Zaten müdüre de her alınan adamla ilgili bilgi verilmez.
Müdürün bilgisi olmadığı durumda, iki ihtimal yaşanır. Ya müdür fırçaya tabi tutulur ve okkalı bir ses tonuyla "Senin yapacağın işi ..." denilip "Bırakın adamımı, o suçsuz" denir; ya da "Müdür Bey, konuyu öğrenin, yardımcı olunacak bir şey varsa ..." denilerek ricada bulunulur. Tabii ki hiçbir rütbeli personel, siyasiden veya zengin birisinden gelen ricayı geri çevirmez.
**- "Polise rüşvet" denilince ilk akla gelen trafik polisleri oluyor. Bunun ne kadarı doğru, ne kadarı abartı?**
Trafik polisleri, halkın bildiği... Eğer yolsuzluk, rüşvet varsa, bilinmeli ki her birimde, her kurumda az ya da çok vardır. Bu konuda, güzel gelişmeler oldu. Diğer yandan, taviz tavizi doğuruyor. Sıralı amirlerin bilgisi ve göz yumması olmadan bu tür çirkin durumların olmayacağı düşünüyoruz. O yüzden, hukukun üstünlüğünü istiyoruz.
**Polis öğrencileri neden dövüyor?****- Başbakan'ı veya bakanları protesto etmek isteyen öğrencileri neden dövüyorsunuz?**
Dövmek, argo bir kelime. "Evet, dövüyoruz. Sebebi de bu, bu" desek, önemi olur mu? Polisin dövmek gibi bir yetkisi de, haddi de yok. Kademeli olarak, zor kullanma yetkisi var. Bu yetkisini kullanırken, "Aşırı kaçmış mı, kaçmamış mı" ona bakmalıyız. Biz, polislerin de insan haklarına aykırı çalıştırıldığını ifade etmeye çalışıyoruz.
**- Söz konusu, iktidar partisi üyelerine karşı eylem olunca şiddetin dozu neden artıyor?**
Polisin meslekten ihraç olması gibi konular, dediğimiz gibi Bakanlar Kurulu kararı ile düzenleniyor. Hangi siyasi parti iktidara gelirse gelsin, bu gücü kaybetmek istemiyor.
Polisin, iktidara karşı kendini koruyacak mekanizması da olmayınca gelen emre uyuyor. Dolayısıyla, çalışma, disiplin gibi konularda ayrıntılı kanuna ve anayasal denetime ihtiyaç var. Van’da depremzedelere yapılan müdahalede herkes cop vuran, biber gazı sıkan polisleri suçladı. Emri kimin verdiğini ve neden verdiğini sorgulamadı. Ayrıca, müdahale eden polislerin de depremzede polis olduğu unutuldu!
**Cop, biber gazı, tazyikli su kararları nasıl veriliyor?****- Eylemlerde, müdahale emri nasıl geliyor? Amir ve idareciler size tam olarak ne söylüyorlar? Örneğin, "Biber gazı sıkın" veya "Bu eylemde cop serbest" mi diyorlar?**
Polislerin başında amir, amirin de başında sorumlu müdür, müdürün başında il emniyet müdürü, il emniyet müdürünün başında da vali, onun başında İçişleri Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı başında da Başbakan var. Yetkili kim, tespit etmek zor.
Sıralı amirlerce, telsiz ya da telefon aracı ile "Dağıt" emri gelir. "Cop çek", "Doma aracı su sık", "Gazcı gaz fırlat" gibi emri hangi kademede uygulanacağına, yine sıralı amir karar verir. Her ne kadar eğitim verilse de, oradaki atmosfer farklı oluyor çünkü "Dur" emri de gelmesi gerekiyor. Ya bu emir geç gelirse ya da gelmezse?
**- Sizlere, karşı çıkmak istediğiniz, hukuka uygun olmayan ne gibi emirler veriliyor?**
Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu’nda "polis başka işlerde kullanılmaz" dendiği halde, polis, amir şoförlüğü, amir eşini kuaföre götürme, çocuğunun teneffüsüne beslenme çantası götürme gibi özel işlerden tutun da, silahlı ve çelik yelekli bir şekilde 12 saat nöbet tutmaya kadar çok geniş bir yelpazede hukuksuz emirler almaktadır.
Kanun ve yönetmelikte yazılanların uygulanmasını isteyen kişi, sistem tarafından öğütülmektedir. Örneğin, İzmir Polis Evi’nde mağdur polis H.T. emniyet müdürüne karşı hakkını savundu diye 7 tane soruşturma açıldı. Emniyette, maalesef hâlâ "üstünlerin hukuku" var. Biz ise "hukukun üstünlüğü" diyoruz. İdarecilerin birbirini denetlemesini değil, sivillerden oluşan bir bağımsız mekanizma tarafından denetlenmesini istiyoruz. Sendika da en büyük denetleme mekanizmasıdır.
## Okuyucu Yorumları |
154993 | haber | Serap Başak Çil:Altaylı'yla sevişiyorduk | null | # Serap Başak Çil:Altaylı'yla sevişiyorduk
## Habertürk Genel Yayın Müdürü Fatih Altaylı, aynı gazetede bir dönem moda yazarlığı yapan Serap Başak Çil'e davası açtı.
**T24- **Habertürk Genel Yayın Müdürü Fatih Altaylı, aynı gazetede bir dönem moda yazarlığı yapan Serap Başak Çil'e şantaj davası açtı. Şantaj iddiasını reddeden Çil, Altaylı'yla ilişkileri olduğunu öne sürdü.
Taraf'ta yayımlanan (6 Temmuz 2011) habere göre, Habertürk Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı’nın kendisine şantaj yapıldığı iddiasıyla savcılığa yaptığı başvuru üzerine açılan davanın üçüncü duruşması dün Beyoğlu 7. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Eşi Hande Altaylı ile birlikte şantaj yaptığını iddia ettiği Serap Çil’den şikâyetçi olan Fatih Altaylı bir önceki duruşmada olayla ilgili ayrıntılı bilgiler vermişti. Buna göre Altaylı’nın olay sürecinde ödediği paraların tutarı 38.265 lirayı buldu. Altaylı, değişik zamanlarda ve değişik miktarlarda yaptığı ödemelerin "haber amaçlı" olduğunu söyledi. Ancak davada yargılanan Çil’in Altaylı’ya hangi nedenlerle şantaj yaptığı ve Altaylı’nın kendisine neden para ödediği konusu hâlâ açıklık kazanmadı. Şantaj suçlamalarını reddeden Serap Çil ise Altaylı ile ilişki yaşadıklarını ve bu ilişki sırasında Altaylı’nın kendisine pahalı hediyeler aldığını söyledi.
Süreç 2009 yılının aralık ayında başladı. Birkaç kez bankalara para yatıran ve genç kadına elden para verdiği anlaşılan Altaylı, daha sonra eşine ve kendisine şantaj yapıldığını iddia ederek savcılığa başvurdu. Savcılığın yaptığı araştırma sonucu Altaylı çiftine "şantaj yapan" kişinin Habertürk Gazetesi’nde bir süre çalışan Serap Çil olduğu ortaya çıktı. Savcının hazırladığı iddianameyle Serap Çil hakkında dava açıldı.
‘Yardım amaçlı para yatırdım’
Davada ifade veren Fatih Altaylı, olayla ilgili süreç içinde çeşitli defalar para yatırdığını kabul etti. Parayı haber için yatırdığını söyleyen Altaylı, "2009’un aralık ayında Elif Mertel’den elinde siyasi bir dosya ile ilgili belge bulunduğunu söyleyen mailler almaya başladım. Gazeteci refleksiyle cevap yazdım. Mart ayında bu kişi para istedi. Yardım amaçlı olarak 5 Mart 2010’da ING Bank Kızılay Şubesi’nde Ayşe Pelin Başkale adına açılmış 5169601 no’lu hesaba 3000 TL gönderdim. Daha sonra şahsın maillerini yanıtsız bırakmam üzerine şahıs şantaj yapmaya başladı. Türkiye İş Bankası Teşvikiye Şubesi’nde Esra Akkök adına 0473016 no’lu hesaba 24.03.2010’da 1.265 TL yatırdım. ING Bank Kızılay Şubesi’ndeki Ayşe Pelin Başkale adına 5169601 no’lu hesaba 05.04.2010’da 4000 TL yatırdım. ING Bank Kızılay Şubesi’ndeki Ayşe Pelin Başkale adına 5169601 no’lu hesaba 14.04.2010’da 10.000 TL yatırdım. ING Bank Kızılay Şubesi’nde Ayşe Pelin Başkale adına olan 5169601 no’lu hesaba 19.04.2010’da 1000 TL yatırdım. Türkiye İş Bankası Teşvikiye Şubesi’ndeki Esra Akkök adına olan 0473016 no’lu hesaba 20.05.2010’da 1.250 TL yatırdım. Türkiye İş Bankası Teşvikiye Şubesi’ndeki Esra Akkök adına olan 0473016 no’lu hesaba 1.250 TL yatırdım" diye konuştu.
‘Meğer bizim gazetedeymiş’
Kendisini sürekli arayan kişinin aslında Yayın Yönetmeni olduğu gazeteden olduğunun sonradan farkına vardığını belirten Altaylı "Süreç devam ederken Serap Başak Çil, Habertürk Gazetesi’nde telif sözleşmesine bağlı olarak 01.06.2010’da çalışmaya başladı. Çil, bir gün benimle görüşerek bana Ankara’da yaşayan Elif Mertel’in kendisinin arkadaşı olduğunu söyledi. Elif Mertel’in 1.500 TL para istediğini söyledi, ben de verdim. Elif Mertel bir süre sonra aileme mail göndereceğini ifade ederek para istedi. Elif Mertel’e iletilmek üzere, Serap Başak Çil’e 15.000 TL verdim. Daha sonra araştırdık ve Elif Mertel adıyla gönderilen maillerin bina içinden gönderildiği tesbit edildi. Elif Mertel adıyla yazan kişinin Serap Başak Çil olduğuna inanıyorum" diye ifade verdi.
‘Odasında buluşuyorduk’
Bir dönem Habertürk’de moda yazarı olarak çalışan Serap Çil ise iddiaları reddetti. Üç yıl hapis cezası istemiyle yargılanan Çil, Altaylı ile birliktelik yaşadığını iddia ederek, "Fatih Altaylı’yı bir yıldır tanıyorum. Ona şantaj yapmadım. 2010’un mayıs ayında Habertürk’te moda köşe yazarı olarak işe başladım. Aramızda duygusal yakınlaşma oldu. Haftada 4-5 gün işyerinde kendi odasında akşam geç saatlerde diğer çalışanlar ayrıldıktan sonra görüşüyorduk. Öpüşüyorduk, cinsel ilişki haricinde sevişiyorduk. Bana duygusal sözler söylüyordu, bana aşık olduğunu bile söyledi. İşe başlama tarihimi Mayıs 2010 olarak gösteriyorlar. 24.04.2010’da Altaylı bana Prada mağazasından ayakkabı aldı, faturada ismi var. 02.04.2010’da Chanel mağazasından bana çanta aldı, faturada bilgiler ve ismi var" dedi. Dün görülen üçüncü duruşmada ise Çil’in bir komşusu ifade verdi. Altaylı duruşmaya katılmazkan dava ertelendi.
## Okuyucu Yorumları |
228190 | haber | Sertab Erener'in 'İyileşiyorum' şarkısına Beyaz yorumu | null | # Sertab Erener'in 'İyileşiyorum' şarkısına Beyaz yorumu
## Güzel şarkıcı Sertab Erener'in seslendirdiği, son günlerin en çok dinlenen şarkılarından biri olan "İyileşiyorum"u bir de Beyazıt Öztürk'ten dinleyin
Kanal D ekranlarında yayınlanan** Beyaz Show'da **dün gece yine kahkaha dolu anlar yaşandı. "İyileşiyorum" şarkısıyla müzik listelerinde 1 numaraya yükselen** Sertab Erener'in **konuk olduğu programda Erener'in** ** şarkısını diline dolayan Beyazıt Öztürk, şarkıya bir de klip çekti.
##
Sosyal medya bu klibi konuşuyor
Erener'in klibi üzerine montajlanan şarkıda Beyaz'ın araya girdiği görüntüler stüdyoda kahkahalara sebep olurken, klip sosyal medyada da günün en çok konuşulan konulardan biri oldu.
## İşte o klip:
## Okuyucu Yorumları |
216604 | haber | Sevag Balıkçı'nın annesi: Tetiği çeken o ellerle yan yana oturuyorum... | null | # Sevag Balıkçı'nın annesi: Tetiği çeken o ellerle yan yana oturuyorum...
## Anne Balıkçı: Oğlum yerine gelmeyecek biliyorum ama adalet yerini bulsun istiyorum
-
A
+
**Ruken Tuncel**
Sevag Balıkçı'nın zorunlu askerlik yaparken 24 Nisan 2011'de ölümüne neden olan Kıvanç Ağaoğlu'nun yargılandığı davanın dokuzuncu duruşması Pazartesi günü (5 kasım 2012) Diyarbakır 2. Hava Kuvvet Komutanlığı Askeri Mahkemesi'nde görülecek. Pazartesi görülecek dava öncesi Galatasaray Meydanı'nda, Nor Zartonk'un çağrısıyla biraraya gelen Balıkçı'nın ailesi, arkadaşları ve insan hakları savunucusu bir grup, adalet çağrısında bulundu. Ellerinde, Sevag Şahin Balıkçı'nın fotoğrafını taşıyan grup sık sık, "Askere gitme kardeş kanı dökme", "Yaşasın halkların kardeşliği" sloganlarını Ermenice ve Türkçe olarak attı.
## Bir yılda 22 asker 'intihar' etmiş!
Basın açıklamasını yapan
**Lerna Akyel**, kışlada "şaka", "intihar", "kaza" adı altında işlenen cinayetlerin devlet tarafından örtbas edildiğini söyledi. Sadece 2012 yılı içerisinde yirmi iki askerin kışlada "intihar" ettiğini belirten Akyel, konuşmasına şöyle devam etti: "Mayıs 2012'de açıklanan resmi rakamlara göre yirmi iki yılda, 2 bin 221 asker intiharı yaşanmış. Dikkat çeken bir diğer nokta ise 'intihar' ettiği ya da 'şaka' sonucu öldüğü söylenen insanların bir çoğunun Kürt, Alevi ya da Ermeni olması."
Farklı kimliklere karşı duyulan kin ve düşmanlığın ilkokul sıralarında aşılanmaya başlandığını vurgulayan Akyel, "Tarih kitaplarında Ermeniler, Rumlar, Süryaniler, ve diğer 'ötekiler' hain ya da Türk halkını sırtından bıçaklayan halklar olarak tanıtılıyor. Bu tedrisattan geçen çocuklar da askerde bile olsa tahammülsüzlüğünü gösterip bir Ermeni'yi kolayca "kazara" öldürebiliyor" dedi.
## 'Tetiği çeken o ellerle yan yana oturuyorum'
**T24** 'e konuşan Baba
**Garabet Balıkçı** "24 Nisan Ermeni Soykırımın 96. yıl dönümüydü. O gün bir Ermeni ölmesi gerekiyordu galiba, o da Sevag oldu. Oğlum kazara değil, üstüne basarak söylüyorum cinayete kurban gitti. Olay yerine görmeden önce kazaya 'tamam' dedik. Fakat olay yerini gördükten sonra 'Hayır. Kaza değil cinayet' dedik. İçişleri Bakanlığı'nı, Adalet Bakanlığı'nı göreve çağırıyorum" şeklinde konuştu.
Anne
**Ani Balıkçı** 'da "Onunla aynı kapıdan girip-çıkıyoruz. Tetiği çeken o ellerle yan yana oturuyorum. Gözümün içine bakıyor. Oğlumu öldüren adam üç ay yattı-çıktı, evine döndü. Ama benim oğlum toprağın altında, ben her pazar Şişli Mezarlığı'nı ziyaret ediyorum. Oğlum yerine gelmeyecek biliyorum ama adalet yerini bulsun istiyorum. Umarım bu sefer adalet yanılmaz ve adil bir karar verir" dedi. Sevag'ın ablası
**Lerna Özder**, Kıvanç Ağaoğlu'nun sadece görevi suistimalden üç hapis yattığını hatırlatarak şunları söyledi: "Olayın cinayet olduğu çok açıkken, savcı tutuklama talebinde bulunmuyor. Kıvanç, Sevag öldürdüğü için ceza almadı. Kardeşimi öldürdü ama çok rahat dolaşıyor. Ona bu cinayeti işletenler muhtemelen "tutuklanmayacaksın" garantisini de vermiş olacak ki oda bu kadar rahat davranıyor."
## Okuyucu Yorumları |
210266 | haber | Sevil Sevimli 88 gün sonra tahliye oldu! | null | # Sevil Sevimli 88 gün sonra tahliye oldu!
## Mahkeme 10 Mayıs’tan bu yana tutuklu olan Sevimli ve diğer 5 kişinin tahliyesine karar verdi
-
A
+
Fransa'dan Erasmus programı ile okumaya geldiği Eskişehir'de tutuklanan Sevil Sevimli ve 5 arkadaşı tahliye edildi.
Alican Uludağ'ın cumhuriyet.com.tr'de yer alan haberi şöyle: Bursa 6. Ağır Ceza Mahkemesi, Fransa’dan Erasmus programı ile okumaya geldiği Eskişehir’de tutuklanan Sevil Sevimli ve 5 arkadaşı hakkında "terör örgütü üyesi olmak" iddiasıyla hazırlanan iddianameyi kabul etti. Mahkeme bununla birlikte 10 Mayıs’tan bu yana tutuklu olan Sevimli ve diğer 5 kişinin tahliyesine karar verdi.
Sevimli tutuklu bulunduğu Eskişehir H tipi cezaevinden dün gece serbest bırakıldı. Sevimli ve arkadaşlarının yargılanacağı davanın ilk duruşması ise 26 Eylül olarak belirlendi. 3. yargı paketi kapsamında kurulan mahkemenin kabul ettiği ilk iddianame de 2012/1 esas numarasıyla Sevil Sevimli’nin davası oldu.
Cumhuriyet’in edindiği bilgilere göre, Sevil Sevimli ve aynı operasyonda tutuklanan üniversite öğrencileri Kezban Yıldırım, Burcu Akın, Ceren Cevahir, Seren Özçelik ve Mustafa Erdal Harman da "yasadışı silahlı DHKP-C terör örgütü üyesi olmak ve propagandasını yapmakla" suçlandı. 19 yaşındaki üniversite öğrencisi Sevil Sevimli ve 5 arkadaşı, Eskişehir Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nün düzenlediği operasyonda gözaltına alınmış, 10 Mayıs’ta tutuklanmıştı. 3. Yargı Paketi kapsamında Bursa’da da terör mahkemesi kurulunca, soruşturmayı yürüren Ankara Başsavcı Vekilliği, dosyayı buraya göndermişti. Dosyada Sevim Sevimli’nin suçlandığı eylemler "Damında Şahan Güler Zere" isimli belgesele ve İstanbul’da düzenlenen Grup Yorum konserine katılmak, bu amaçla bilet satmak; "Parasız Eğitim İstiyoruz" ibareli afiş asmak ile dernek pikniğine gitmek olarak sıralanmıştı. Sevimli, mahkemede verdiği ifadede Fransa’da serbestçe yaptığı bu eylemlerin Türkiye’de suç olduğunu bilmediğini belirterek, "Fransa’da ne şekilde bir yaşam sürdürdüysem Türkiye’de de o şekilde yaşanması mümkündür diye hareket ettim. Yani sansür ya da toplatma kararı diye bir şey olabileceğini tahmin etmiyordum" demişti.
## Okuyucu Yorumları |
224534 | haber | Seviye Belirleme Sınavı bu sene son kez yapılacak | null | # Seviye Belirleme Sınavı bu sene son kez yapılacak
## Milli Eğitim Bakanı "Sosyal bilimler liseleri kapatılmayacak. Ancak genel liseleri Anadolu Lisesi haline getirme çalışmamız var. Önümüzdeki yıldan itibaren genel lise kavramı kalmayacak" dedi
Milli Eğitim Bakanı **Nabi Avcı**, Seviye Belirleme Sınavı’nın (SBS) bu yıl son kez yapılacağını söyledi. Avcı, "Yeni sistemde; çocuklar özel yetenekleriyle, ailelerinin isteğiyle ve öğretmenlerinin kanaatiyle değerlendirilecek" dedi. Ancak belli liselerin sınav yapabileceğini belirten Avcı, "Galatasaray veya İstanbul Erkek Lisesi gibi okullar kendi sınavını yapabilecek. Her öğrenci her sınava girmek zorunda olmayacak" diye konuştu.
TRT Haber Yayın Yönetmeni **Ahmet Böken** ’in sunduğu "Neler Oluyor" programının bu haftaki konuğu Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı idi. Bakan Avcı, Ahmet Böken’in milli eğitime ilişkin sorularını yanıtladı:
**Yeni atanan bir bakan olarak nereden başlayacaksınız?**
10 yıldan beri özellikle eğitimde pek çok şeye birden başlandı. Yürümekte olan sürecin devamında olacağız.
**Sorunların kaynağında ne görüyorsunuz?**
Eğitim, hızla değişen bir alan. Özellikle son dönemde sürekli değişen sorunlara çare bulacak alt yapımız var. Bununla ilgili 17 alt birimimiz var. Ama sınırsız kaynağımız da yok.
**Bir taraftan eğitim planlamaları yaparken bir taraftan da sorunlara çözüm bulmak, hangisi öne çıkıyor?**
Bir yandan mevcut olanı hazırlamak, bir yandan da sorunları çözmek zor bir iş. Sistem yürümeye devam ederken sorunlar da çözülecek. 4+4+4’te sistemin bütün elemanları yeni düzene geçmek için çok çalıştı. Kısa zamanda geçiş süreci başarıyla tamamlandı.
**Üniversiteden mezun olacak öğretmen sayısıyla, öğretmen ihtiyacı örtüşüyor mu?**
ODTÜ’de öğretmenlerin istihdamıyla ilgili uzun vadeli bir çalışma yapılıyor.
**Genel liseler kapatılacak mı? Sadece Anadolu Liseleri’ne mi öğrenci alınacak?**
Bütün dünyadaki eğilim okul çeşitlerini azaltmak, eğitim çeşidini artırmaktır. Sosyal bilimler liseleri kapatılmayacak. Ancak genel liseleri Anadolu Lisesi haline getirme çalışmamız var. Önümüzdeki yıldan itibaren genel lise kavramı kalmayacak. Öğretmen, meslek ve hatip okulları devam edecek.
**SBS kalkacak mı?**
Bu yıl son kez yapılacak. Yeni sistemde; çocuklar özel yetenekleriyle, ailelerinin isteğiyle ve öğretmenlerinin kanaatiyle değerlendirilecek. Henüz yeni sitmeni parametreleri tam olarak oturmadı. Üzerinde çalışılıyor. Tamamının değerlendirileceği bir puan üzerinde çalışıyoruz.
Eğer belli bir okul üzerinde talep çok olursa, o okul kendi sınavını yapabilecek. Örneğin Galatasaray veya İstanbul Erkek Lisesi gibi okullar kendi sınavını yapabilecek. Her öğrenci her sınava girmek zorunda olmayacak.
**LYS ve YGS sınavlarında değişiklik olacak mı?**
YÖK taslağı Başbakanlıkta yeniden elden geçirilecek. Üniversite giriş sınavları da bu taslağın içinde… Burada değişiklik olabilir. Üniversiteler kendi sınavlarını yapabilecek. Genel sınav yapılıp yapılmayacağı henüz netlik kazanmadı.
**Müfredattaki hafifletmenin amacı neydi?**
Amaç, "ne öğreteceksek en iyisini öğretelim"di. Ders programları azaltıldı. Çocuklarımıza neyi öğretmek istiyorsak onu öğretelim.
**Fatih projesi devam edecek mi? Projede süreç nasıl işliyor?**
Evet devam edecek. Proje, dünyadaki en iddialı ve teknolojik projelerden biridir. Projede, okullara 480 bin etkileşimli tahta konulması amaçlanıyor. Ayrıca her öğretmek ve öğrenciye tablet bilgisayar vermek hedefleniyor. TÜBİTAK’la işbirliği yapılarak yaş gruplarına göre hazırlanan ders materyalleri üretiliyor. Meslek liseleri hariç diğer okullara 85 bin adet etkileşimli tahta yerleştirildi. 62 bin 800 adet tablet dağıtıldı.
**Öğretmen atamaları sadece ağustosta mı yapılacak?**
Zaruri haller, bir özür dışında ağustosta yapılacak.
**Ne kadar öğretmen atanacak?**
Sayısı henüz belli değil.
## Okuyucu Yorumları |
Subsets and Splits