Id
stringlengths 0
7
| Tag
stringclasses 3
values | Title
stringlengths 1
235
| Summary
stringlengths 0
1.64k
⌀ | Text
stringlengths 10
301k
|
---|---|---|---|---|
113530 | haber | Çocuk pornosu silinse bile suç kabul edildi | null | # Çocuk pornosu silinse bile suç kabul edildi
## Çocuk ve hayvan pornosu indiren 9 sanığın sildiği görüntüleri savcı delil olarak kabul etti.
**T24 - **Yabancı porno sitelerine girerek hayvan ve çocuk pornosu indirdiği iddia edilen 9 sanık için Ankara’da açılan davada, bilgisayarlardan silinen görüntüler de bulundu. Savcı silinmiş görüntüleri de delil olarak kabul etti.
Bir süre önce haklarında soruşturma başlatılan, aralarında akademisyenler ve işadamlarının da bulunduğu 9 kişi hakkında "çocuk ve hayvan pornosu" bulundurmak suçlamasıyla Ankara 7’nci Asliye Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. Sanıklar hakkında 5-10 yıl hapis cezası istenirken, hayvan pornosundan da 3 sanık için ayrıca 1-4 yıl daha hapis cezası öngörüldü. 1’i tutuklu 9 sanığın yargılanmasına önümüzdeki günlerde başlanacak.
Interpol tespit etmişti
Yabancı porno sitelerine girerek çocuk pornosu ve hayvanlarla porno görüntüleri indirdikleri Lüksemburg Interpolü tarafından tespit edilen şüphelilerin IP numaraları Türk polisine bildirilmiş, IP numaralarının sahiplerini tespit eden polis, aralarında ünlü bir işadamının da bulunduğu 9 kişinin ev ve işyerini basarak bilgisayarlarına el koymuştu.
Savcı, delil kabul etti
Bazı şüphelilerin görüntüleri indirip izledikten sonra sildikleri tespit edildi. Ancak uzman polisler, silinen görüntülere ulaştı. Soruşturmayı yürüten Bilişim Suçları Cumhuriyet Savcısı Bülent Yücetürk, bazı şüphelilerin görüntüleri silmelerinin suçu işlemedikleri anlamına gelmeyeceğini iddia etti. Savcı Yücetürk iddianamesinde, "Suçun oluşması açısından bulundurmanın kişisel veya ticari amaçla olmasının bir önemi yoktur. Bu nedenle harddisk’in silinmiş bölümünde bulunan öğeler, her zaman geri getirileceğinden ve üzerinde tasarruf sağlanacağından bulundurma olarak değerlendirilmiştir" dedi.
Diyelim ki adamın eşi porno yükledi
Silinen öğelerin "delil" kabul edilmesinin çok tartışma konusu olduğunu belirten Avukat Ahmet Çörtoğlu, şunları söyledi: "Silme fiilinin bilinçli olarak yapıldığı, savcı tarafından delilleriyle ortaya konulmalı, yoksa suç olmaz. Suçun oluşması bakımından, silme fiilinin mahkemede değerlendirilmesi gerekir. Yargılama aşamasında bu tip görüntülere ve sitelere başkaları tarafında da kolayca ulaşılıp kullanılacağı düşünülerek, silme filinin hangi şartlarda gerçekleştirildiği, suçun oluşması bakımından mahkeme tarafından tartışılması gerekir.
Örneğin, büromda ben yokken katibim girdi seyretti, ben de fark ettim sildim. Benim iradem dışında mail olarak geldi, baktım sildim. Art niyetli bir kadın, kocasının evde bilgisayarından girdi izledi, sonra ihbar etti. Ne olacak, adam kendisini mahkemelerde mi aklayacak?"
## Okuyucu Yorumları |
42818 | haber | Çocuklardan mektup var | null | ## Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı, yurdun dört bir yanındaki öğrencilere mümkün olsa hayatlarında neleri değiştirmek isteyeceklerini sordu.
-
A
+
**Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı, yurdun dört bir yanındaki öğrencilere mümkün olsa hayatlarında neleri değiştirmek isteyeceklerini sordu.**
Yurtta 23 Nisan Çocuk Bayramı - FOTOGALERİ
Cumhurbaşkanı Gül çocuklara doyamadı - FOTOGALERİ
__23 Nisan Çocuk Bayramı kutlanıyor__
İkinci soru da nasıl bir gelecek düşledikleriydi… Herkesin hayatında değiştirmek istediği şey farklıydı.ama ortya çıkan en çarpıcı gerçek bu çocuklarla daha sağlam bir geleceğe doğru ilerlediğimiz oldu. Milliyet'in 23 Nisan için çıkardığı 'Renkli Ufuklar' ekinden , çocukların verdiği yanıtlar :
KUZEYİN ÇOCUKLARI
**Çevre kirliliği kansere yol açıyor**
Yaşadığım şehirde trafiği düzenlemek isterdim. Kazalar sonucunda birçok insan hayatını kaybediyor. Bir kişi hayatını kaybetse bütün aile yıkılıyor.
İkinci olarak yaşadığım şehirde çevre kirliliğini önlemek isterdim. Çevre kirliliğinden ölen insan sayısı o kadar fazladır ki saymak mümkün değildir. Çevre kirliliği kansere de yol açıyor. Sokaklar her gün süpürülüp daha sonra da yıkanırsa ve insanlar da yerlere çöplerini atmazlarsa çevre kirliliği önlenebilir. Bazı insanlar denize gittiklerinde denizin içine bütün çöpleri atıyorlar. Böylece sadece kendilerini değil, bütün insanları tehlikeye atıyorlar. İnsanlar çevrelerini temiz tutarlarsa dünyamız çok daha güzel olacaktır.
*(Emine KARAKAYA, 13 yaşında, Samsun Eğitim Parkı)*
**Atatürk’ün bize bıraktığı Türkiye’ye eski güzelliği kazandırılsın**
Kendi yaşamımda insanların birbirleriyle savaşmasını değil barış içinde kardeşçe yaşamalarını isterdim. Ülkede krizin yani işsizliğin kalkmasını istiyorum. Parti başkanlarının birbiriyle laf kavgası etmesini istemiyorum. Atatürk’ün bize bıraktığı Türkiye’nin eski güzelliği kalmamış. Ülkemize eski güzelliği kazandırılsın istiyorum. (
*Şura ALIŞ, 12 yaşında, Samsun Eğitim Parkı)*
**Annesiz-babasız, fakir çocuklara yardım edin**
Ben geleceğimin güzel olmasını istiyorum. Türkçe öğretmen olmak istiyorum. Anneme kocaman, büyük bahçeli bir ev almak istiyorum. Eğer zengin olursam fakir olan insanlara yardım edeceğim. Bana, "aldırma" diyorlar ama, ben çok üzülüyorum. Fakirlere herkes yardım etsin istiyorum. Çok üzülüyorum bazı çocukların anneleri babaları da yok, aç kalıyorlar. Onların da anneleri ve babaları olsun istiyorum.
*(Emine Esen, 12 yaşında, Samsun Eğitim Parkı)*
**Tüm insanlar eğitilsin ki, dünyaya zarar veren kalmasın**
Ben gelecekte cahil insanların okutulup bilgilendirilmesini isterim. Çünkü, bazı cahil insanlar, başka insanlara zarar verebiliyorlar. Doğaya da zarar veriyorlar. Ağaçları kesiyorlar ve çimleri ezebiliyorlar. Kısacası gelecekte tüm dünya için cahil insanlar eğitilsin ki dünyaya ve insanlara zarar vermesin.
Gelecekte ben doktor olmak istiyorum. Mesleğim elimde, rahat bir yaşam sürmek istiyorum. Bir de mümkün olsa herkese müstakil ev verir, tüm apartmanları kaldırırdım.
*(Sevcan Altansoy,12 yaşında, Samsun Eğitim Parkı)*
**İyi oyuncakların canlandığı bir dünya**
Ağaç ve yeşilliklerle dolu, savaşsız bir dünya istiyorum. Uzayı daha rahat izleyebileceğimiz bir dünya olsun. Bir de şelalelerle güzelleşmiş olsun. İyi oyuncakların canlanabildiği bir dünya da istiyorum. Herkesin birbirine bir şey ısmarladığı bir dünya olsun. Saçımı istediğim gibi yapabildiğim bir dünya . Küfürsüz ve kavgasız sevgi dolu bir dünya . Her istediğim bebeği, oyuncakları alabileceğim bir dünya . Ozon tabakasının canlı olduğu, kendisini koruyabilen bir dünya. Kitaplardaki kahramanların canlanıp bize hikayeyi tiyatro şeklinde gösteren bir dünya.
*(Hamiyet Uçak, 12 yaşında, Samsun Eğitim Parkı)*
**Güzel bir gelecek için çalışıyorum, tembeller kötü bir gelecek mi istiyor**
Kendi yaşamımda daha sert kurallar koymak isterdim. Çünkü mesela Almanya’da yerlere çöp atanlar cezalandırılıyor. Bizim ülkemizde cezalandırmak yok. Cezalandırma olsaydı kimse çevreyi kirletmez, dikkat ederdi. Dolayısıyla bizim ülkemizde rahatlık olduğu için kimse kurallara uymuyor.
Ben güzel bir geleceğim olsun istiyorum. Her nereden olursa olsun testte, sınavda çıkmayacaksa bile öğrenmeye, bilgi edinmeye çalışıyorum. Hiç boş vaktim olmuyor. Kitap gazete ve dergi okumak beni dinlendiriyor, uykumu getiriyor. Eğer böyle nitelikli bir eleman olursak hem kendimiz için hem de tüm dünya da katkıda bulunabiliriz. Ben fen bilgisi öğretmeni ya da avukat olmak istiyorum. Dünya için benim de bir katkım olsun istiyorum. Sanırım çalışmayan arkadaşlarım yani tembel arkadaşlarım kötü bir gelecek istiyor.
*(Berna Köseler, 11 yaşında, Samsun Eğitim Parkı)*
**Çok borcu olanlara yardım etmek isterim**
Ailemle birlikte olmayı çok istiyorum. Ailemin sorunlarını paylaşmak ve kendi babam gibi iyi ve akıllı bir baba olmak istiyorum. Başka insanlar için de onların dertlerini ve sorunlarını paylaşarak çözüm üretmek istiyorum. Elimde imkânlarım olsa borçları çok olanlara maddi yardım etmek isterim.
*(Gökhan Güdük, 14 Samsun Eğitim Parkı)*
**Daha temiz, daha güvenli, daha modern bir şehir**
Ben hayatımda şehrimin daha temiz ve daha güvenli olmasını isterim. Yaşadığım şehrin modern ve ticarete daha verimli olmasını isterim. Gelişmiş ve çağdaş bir şehir olmasını isterim. Hem kendim için hem de dünya için isterim.
*(Ali Bayram, 14 yaşında, Samsun Eğitim Parkı)*
ORTA ANADOLU’NUN ÇOCUKLARI
**Küresel ısınmanın ve kinin, nefretin olmadığı bir dünya**
Aslında başka bir ilde yaşamak isterdim. Daha iyi bir eğitim alabilir, daha güzel bir ortamda yaşayabilirdim. Belki de daha iyi arkadaşlarım olabilirdi. Hayatı zorluklarla bu zamana kadar geçirdim. İnsanın yeri geldiğinde 1 liraya bile ihtiyacı oluyor. Bu, belki de iyi bir şey. Çünkü, yarın büyüdüğümüzde kendi ayaklarımızın üstünde nasıl durabileceğimizi öğrenmiş oluyoruz.
Gelecekte küresel ısınma olmayan, yetim çocukların olmadığı, sokak çocuklarının olmadığı, uyuşturucu, alkol ve sigara içen insanların ve onlara satan insanların olmadığı bir dünya istiyorum. Kin ve nefret olmasın dünyada. İnsanlar birbirini öldürmesin. İnsanlar, mutlu, bilgili ve yeniliklere açık olsun. Çocuklarıyla ilgilenen anne ve babalar istiyorum.
*(Halime, 14 yaşında, Afyonkarahisar Eğitim Parkı)*
**Hayvanların nesli tükenmesin**
Çevremi güzelleştirmek isterdim. Tüm kötü insanların iyi olmasını isterdim. Nesli tükenen hayvanların tükenmemesini isterdim. Şehrime spor salonları ve eğlence alanları yapılmasını isterdim. Benim yaşadığım yer olan Çobanlar’a sinema ve tiyatro yapardım. O zaman herkesin kültürü çoğalırdı. Sigara da içilmesini istemezdim.
Gelecekte her insanın mesleği olmasını isterdim. Dünyamızın güzelleşmesini, her insanın iyi kalpli olmasını isterim. Her aile de mutlu olsun isterim.
*(İsmail Yalman, 12 yaşında, Afyonkarahisar Eğitim Parkı )*
**Doğu ile Batı arasındaki farklar bitsin**
Ben Ankara’nın Etimesgut ilçesinde 4 çocuklu bir ailenin 3. çocuğu olarak dünyaya geldim. 12 yaşındayım.
Ülkemizin en batı ucundaki yaşıtımla, en doğusundaki yaşıtım arasında ne kadar çok mesafe varsa o kadar da çok aykırılık ve farklılık var. Keşke elimde bir değnek olsa da hepsinin aynı imkânlardan yararlanmasını sağlayabilsem.
Batıdaki yaşıtlarım belki teknolojinin ve imkânların sunduğu her şeyi kullanabilirken doğudaki yaşıtlarım belki de eğitim haklarından bile yoksunlar.
Buralarda bile fırsat eşitsizliği diz boyu. Özel okullar ve kolejlerde okuyan akranlarım son derece iyi eğitim alıyor. Bir de özel öğretmen ve özel dershanelerle destekleniyorlar. Oysa bizim okuduğumuz okullarda sınıflar 45 kişiden aşağı değil. Bırakın eğitim almayı, kendimizi bile bulmakta güçlük çekmekteyiz.
Siz ne kadar başarılı olursanız olun, şartlar sizin aleyhinizde gelişirse, ipi göğüsleme şansınız ya hiç olmayacak ya da tesadüflere bağlanacaktır.
FARKLILIK GÜZEL AMA FARKI FARK ETMELİSİN…
Bizi de fark edin…
*(Gülbanu DUMANLI, 12 yaşında, Ankara Semahat-Dr. Nusret Arsel Eğitim Parkı )*
Yaşama düzenimi tümüyle değiştirmek, daha rahat bir yaşam sürmek isterdim. Bunun için çok çalışmam gerektiğini iyi bir meslek sahibi olmam gerektiğini biliyorum. Ancak bazı insanlar çok şanslı ben de şanslı olmak isterdim. Herkesin evinde laptop olsun isterdim. Yaşadığım şehirde her yerin yeşillik olmasını ve denizin olmasını çok isterdim. Herkesin evinde doğalgaz olsun isterdim. Böylece hava kirliliği olmazdı.
*(Tuğba Çetin, 12 yaşında, Denizli Deliktaş Öğrenim Birimi)*
**Kötüler ölsün, iyiler kalsın**
Ben dünyayı değiştirmek isterdim, yepyeni güzel temiz bir dünya isterdim. İnsanların iyi olmasını ve çocukların ağlamamamsını isterdim. Kötülerin ölmesini iyilerin kalmasını isterdim. Benim dünyamın yaşlı değil, genç olmasını isterdim.
Benim şehrim temiz ve saf olmasını, evlerin apartman değil müstakil olmasını ve rengârenk olmasını isterdim. Kötü alışkanlıklar yok olsun isterdim. Arabaların havada uçuşmasını isterdim. Şehrimizde çöpler olmasın yok olsun isterdim.
*(Fatma EDİK, 13yaşında, Denizli Sevindik Öğrenim Birimi)*
**Vakıf kurarak çocukları kötü alışkanlıklardan koruyacağım**
Gelecekte anasınıfı öğretmeni olmak istiyorum. Çünkü çocukları çok seviyorum. Çocuklarla vakit geçirmek beni mutlu ediyor. Çocuklar, hayatın en güzel şeyi.
Hem kendim için hem de dünya için ben de Eğitim Gönüllüleri gibi vakıf açmak istiyorum. Bu vakfı açmam dünya için de çok faydalı olabilir. Dışarıda madde bağımlı çocuklar var. Onları bu kötü alışkanlıktan uzaklaştırırsak ve bu vakfa gelmeleri için çabalarsak çok iyi olur. Bu kötü alışkanlıklardan çocukları kurtarıp ve onların yapabildikleri durumları tespit edersek belki "ben ne yaptım?"diyerek pişman olurlar. Bu kötü duruma yine düşmezler ve birçok çocuğu bu vakıf sayesinde kurtarabiliriz.
*(Betül MAMUŞ, 13 yaşında, Eskişehir Atatürk Eğitim Parkı)*
**Büyüklerin parfümleri yüzünden ozon tabakası deliniyor**
Ben büyüyünce savcı olmak istiyorum. Savcı olarak insanların eşyalarını çalan, canlarına kıyan suçluları yakalamak isterim. Herkesin iyi bir gelecek yaşamasını sağlamak istiyorum. Ama önce dünyadaki suların hiç bitmemesini isterim. Savaşlar yüzünden çocukların ölmemesini isterim. Büyüklerin kullandığı parfümler yüzünden bizi şemsiye gibi koruyan, meteorların dünyaya çarpmasını engelleyen ozon tabakasının delinmemesini isterim. Kutuplardaki buzulların erimemesini, kürk uğruna fokların acı çekerek ölmemesini isterim.
*(Zeynep DOĞAN, 11 yaşında, Eskişehir Atatürk Eğitim Parkı)*
**Savaşın ve açlıkların olmadığı bir dünya**
Temiz bir toplum istiyorum. Barış içinde yaşayan, savaşların olmadığı, açlıkların görülmediği, huzur içinde bir dünya düşlüyorum. Okulumu bitirdikten sonra da çalışmak istiyorum.
*(Ceren Cerrah 13 yaşında, Sivas Divriği Öğrenim Birimi )*
**Bilginleri günümüze, babamı tekrar dünyaya döndürürdüm**
Ben annemin düşüncelerini değiştirmek isterdim.Çünkü benim bazı şeylerime çok karışıyor. Bir de beynimi çok dil öğrenecek hale getirmek isterdim. Yaşadığım şehirde deniz de olsun istiyorum. Bir de şehrimin Paris, Londra ve Rio kadar ünlü olmasını düşlüyorum. Gelecekte de tuttuğunu koparan bir avukat olmak istiyorum. Dünya için ise bilginleri, ressa mları ve peygamberleri günümüze geri getirmek istiyorum. Ayrıca babamın tekrar dünyaya dönmesini çoooooook ama çok istiyorum.
*(Elif Kanpolat, Sivas Merkez Öğrenim Birimi)*
GÜNEYİN ÇOCUKLARI
**Fabrikaların bacalarına filtre takılsın**
Herkes için güzel ve mutlu bir dünya istiyorum. Gelecekte de insanların savaş yerine barış içinde yaşamalarını istiyorum. Mümkün olsa insanların birbirleriyle dostluk kurmalarını, insanların tek kendini değil, dünyayı da düşünmelerini sağlardım. Fabrikaların bacalarına filtre takılmasını ve zararlı dumanların yok olmasını isterdim. Gelecekte insanların sigara ve alkolden uzak durmalarını isterdim. Huzur dolu bir gelecek olmasını isterdim.
*(Esra Çidam, 13 yaşında, Adana Süleyman Özgentürk Öğrenim Birimi)*
**Eziyet çekilmeyen, tertemiz bir gelecek istiyorum**
Yaşadığım şehirde insan yüzünden küresel ısınma ortaya çıktı. Keşke insanlar önceden düşünüp bazı önlemleri başından alsalardı. Buzullar eriyip dünya yok olmaya başladıktan sonra önlem alınmaya başlandı. İnsanlar ayriyeten trafik kurallarına da uymuyor. Cezalar veriliyor ama, insanlar aldırış etmiyor. Keşke insanları uyaracak başka bir şey de olsaydı.
Ben dünya için çok iyi, tertemiz bir gelecek istiyorum. Cahil insanların kalmadığı, eziyet çekilmeyen bir dünya istiyorum. Kendim için ise iyi bir lise ve meslek istiyorum.
*(Merve Özyeşilbaş, 13 yaşında, Adana Süleyman Özgentürk Öğrenim Birimi)*
**Çöpçü robotlar olsun, işsizlere aylık bağlansın**
Ben kendi yaşamımda TEGV de odalarımızın daha büyük olmasını isterdim. Erkeklerin daha nazik, duyarlı olmalarını ve eşlerini aldatmamalarını isterdim. Okulumda spor salonu olmasını isterdim. Okulumuzun içinde kırtasiye olmasını isterdim. Kantinlerde sıra ile alışveriş ve oturaklar olmasını isterdim.
Ben insanlar için büyüyünce veteriner veya anaokulu öğretmeni olmak isterdim. Tüm dünya içinse çöpçü robotların olmasını isterdim. Böylelikle insanlar çöp atmaktan, büyükler ise toplamaktan kurtulurlar. Çalışmayanlara her ay otomatik aylık bağlanmasını, emeklilerin de maaşlarının artmasını isterim. (
*Kübra YILMAZ, 12yaşında, TEGV Mersin Öğrenim Birimi)*
**İnsanlar yemek sevmiyor, ama o yemeklere muhtaçlar var**
Kendi yaşamımda mümkün olsaydı çok iyi bir dost olmak isterdim. Annemin öğretmen olmasını, babamın doktor olmasını, annemin hastalıklarının olmamasını isterdim.Ben bir de kardeşim olmasını isterdim.Çünkü, kendimi çok yalnız hissediyorum.Yaşadığım şehirde,hayvanların bir yuvasının olmasını istiyorum. Teknoloji her yerde gelişmiş olmalı. Yeşillikler daha çok olmalı. Doğa korunmalı. Gelecekte ailemin yaşadığı sıkıntıları ben çekmek istemiyorum. Eğer çocuklarım olursa onun görüşlerine daha saygılı olurum. Yerlere çöp atılmamasını, denizlerin kirletilmemesini istiyorum. Zengin olup bütün dünya ülkelerindeki fakir ve yoksulların ihtiyaçlarını karşılamak istiyorum. Çünkü herkes evlerinde sıcak çorbalarını içerken onlar soğukta ve yalnız. İnsanlar, yediği yemekleri sevmiyor ama o yemeklere muhtaç insanlar var.
*(Gülşen BOLAT, 13 Antalya Suna İnan Kıraç Eğitim Parkı )*
**Ağabeyim bana vurmasın, okulda bana kızılmasın**
Babamın vefat etmemesini çok isterdim. Ağabeyimin bana vurmamasını isterdim. Küçük ağabeyimin kötü huyundan güzel huylu olmasını isterdim. Okulda ve evde bana kızılmamasını isterdim. Arkadaşlarımın sinirli huylarını değiştirmek isterdim.
Elimde olsa mahallemde yolun kenarındaki taşları çekerdim. Bir futbol sahası ve kardeşime de oyun parkı yapardım. Okulumuzdaki bahçedeki su içme çeşmelerini değiştirir, mahallemi de çöplerden kurtarırdım.
Gelecekte havuzlu, futbol sahalı bir villam olmasını isterdim. İki tane erkek çocuk olmasını ve Fenerbahçeli olmasını isterdim. Yemyeşil parklar ve çok ağaçlı ormanlar olsun isterdim. Dünyada her şeyin olmasını istedim.
*(Mehmet ÇÖKER, 14 yaşında, Antalya Suna İnan Kıraç Eğitim Parkı)*
**Dünya konuşsaydı, içindeki insanların iyi olmasını isterdi**
Kendi yaşamımda mümkün olsa bazı arkadaşlarımın huylarını hareketlerini ve davranışlarını değiştirirdim. Annem ve babamın davranışlarını değiştirirdim. Özellikle annemin çünkü annem bana çok karışıyor. Beni sevdiğini biliyorum ama bana gerçekten çok karışıyor. Başka bir şey değiştirmek istemezdim çünkü hayattan memnunum.
Yaşadığım şehirde yeşilliğin artmasını isterdim. Hava kirliliğinin azalmasını istiyorum. Çöp arabalarının daha sık gelmesini istiyorum. Başka da istediğim bir şey yok.
Gelecekte Türkiye’nin en iyi hastanesinde doktor olmak istiyorum. İlerde büyük bir villam olsun istiyorum. Ve bu villada annem ve babamla birlikte yaşamak istiyorum. Dünya için en iyi gelecek içindeki insanların iyi olmasıdır. Eğer dünya konuşabilseydi eminim bunu isterdi.
*(Neval AYDIN, 13 Antalya Suna İnan Kıraç Eğitim Parkı)*
**Bütün okullara devlet baksın**
Annemin ve babamın okumasını isterdim. Çünkü annem ve babam okusaydı yaşamımız daha kolay olurdu. Daha az kardeşim olmasını isterdim. Bu durumda çok sıkıntı yaşanabiliyor. Ama yine de kardeşlerimi seviyorum. Keşke biraz daha imkanlı olsaydık.
Yaşadığım şehrin daha temiz olmasını, daha çok park ve yeşilliğin olmasını isterdim. Bir de bütün okullara devletin bakmasını isterdim. Çünkü okulda para topluyorlar. Bu paraları veremeyenler de olabiliyor.
*(Zeynep OKTAŞ, 14 Antalya Suna İnan Kıraç Eğitim Parkı )*
**Ormandaki bütün çöpleri topladı**
Güneş çoktan doğmuş, tatlımsı ışıklarını dört bir yana yaymıştı. İşte yeni bir güne daha başlıyorduk. Bugün 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’ydı. Sınıfça piknik yapmak için ormana gidecektik.
Okula ulaştıktan sonra bizi ormana götürecek servise binip yol almaya başladık. Ormana gittiğimde çok şaşırdım. Çünkü, piknik yapanlar çöplerini bırakıp gitmişlerdi. O an içimden neler geçmedi ki! Ben bu dünyayı yönetsem neler yapmazdım ki… Denizlerin, yerlerin, piknik alanlarının tertemiz olması için ilk olarak çöp atanları cezalandırırdım. Ama ben küçük bir çocuğum, bunları yapamayacağımı biliyorum. Hiç olmazsa bir kişiye bile olsa örnek olurum diye ormandaki bütün çöpleri toplayıp, elimi yıkadıktan sonra rahat rahat piknik yapabildim. Öğretmenlerin ve annem beni kutladı.
Evet, bugün en mutlu günümdü çünkü dünyayı yönetemesem de en azından örnek bir öğrenci olmuştum.
Küçükler büyük işler başarır.
*(Merve Arık, 12 Antalya Suna İnan Kıraç Eğitim Parkı )*
DOĞUNUN ÇOCUKLARI
**Diyarbakır’da her insan bilim adamı olsa**
Şehrimde teknolojik aletlerin daha da gelişmesini isterim. Çünkü, her insan daha da çok gelişir ve başarılı olur. Şehrimdeki her insanın bir bilim adamı olduğunu görürsem çok mutlu olurum. Gurur duyarım.
Gelecekte dünyanın tertemiz olmasını isterim. Hiç kimsenin çevreyi kirletmemesini isterim. Savaşlar olmasın. Kimse ölmesin. Barış olsun ve savaşlar olmasın. Dünyam tertemiz ve barış dolu olsun.
*(Sevgi Kaya, 12 yaşında, Diyarbakır Bağlar Eğitim Parkı )*
**Batılılar, doğuluları küçümsemesin, sevsin**
Kendim için bir şeyler yapmak istiyorum. Kendi şehrimin bazı özelliklerini beğenmiyorum. Temizlik açısından doğru konuşmak gerekirse hiç de iyi bir şehre benzemiyor. Benim en çok sinirlendiğim şey ise batılıların doğuluları sevmemesi ve onları küçümsemesidir.
Bizim ülkemiz için en önemli şey dostluktur. Dostluk ve birlik insanda bulunan en önemli özelliktir. Tabii bazı insanlarda bu özellik yoktur. İnsanlardan tek isteğim barış ve birlik olsun. Ülkemiz için bu çok önemli. Elimde olsa barış ve birlik için her türlü fedakarlığı yapmak isterim.
*(Berat İzgi, 13 yaşında, Diyarbakır Bağlar Eğitim Parkı)*
**Doğanın hiçbir şeyine zarar verilmesin**
Yaşadığım şehirde sigara içilmesini istemezdim. Çünkü içmeyenler de içenlerin yanında durunca içmiş kadar oluyor. Ve organlarımız zarar görüyor. İkinci bir şeyse kimsenin kavga yapmasını istemedim ve istemiyorum da. Üçüncü bir şeyse çevre kirliliğinin olmaması ve doğanın hiçbir şeyine zarar verilmemesi. Bir de insanların yalan söylememelerini ve hırsızlık yapmamalarını isterdim. Dünyada insanların kötü olmamalarını, yurda, dünyaya barış yaymalarını isterdim.
*(Saniye Polat, 12 yaşında, Gaziantep Eğitim Gönüllüleri Parkı )*
**Uzaya gidip bayrağımızı dikelim**
Ülkemizin gelişmiş olmasını isterim gelecekte. Uzay üslerimiz olsun. Uzaya gidip de, oraya bayrağımızı diken birileri olsun. Yaşadığım şehirde de tramvay, metro, metrobüs olsun. TEGV’in d gelişmesini istiyorum.
Bir de dünyamızın barış ve mutluluk içinde olmasını istiyorum. Bir de Gaziantep Eğitim Parkı’nin yöneticisi olmak istiyorum
*(Salih Aslankuş. 12 yaşında, Gaziantep Eğitim Parkı)*
**Fokların kafalarına çengelli mızraklarla vurmayın**
Ben gelecekte iyi bir meslek sahibi olmak isterim Bir evimin, bir arabamın olmasını isterim.
Gelecekte de küresel ısınmanın olmadığı bir dünya istiyorum. Ama insanlar, hayvanları ve ormanları yakıyorlar. Mesela, Kanada’da daha birkaç gün öncesine fok avlıyorlardı. Fokların kafalarına çengelli mızraklarla vuruyorlardı. Tıpkı bu yaptığım resimde olduğu gibi canice… (
*Kürşad Akgül, 13 yaşında, Mardin Midyat Öğrenim Birimi*)
**Kuraklığı, küresel ısınmayı durdurmak istiyorum**
Gelecekte iyi bir mesleğim olsun istiyorum. Aslında bir bilim adamı olup yeni şeyler keşfetmek istiyorum. İlçemizi yeşertmek, teknolojiyi ilerletmek istiyorum. Babama bir ev, kendime bir araba almak istiyorum. Dünya için ise kuraklığı durdurmak ve küresel ısınmayı önlemek istiyorum. Çünkü, 2080’lerde dünyada su kalmayacak, onun için de şimdiden önlem alınması lazım.
*(Osman Acar, 14 yaşında Mardin Midyat Öğrenim Birimi)*
**Nanoteknolojiyle arabalar kazadan sonra düzelsinler**
Okulun zamanını değiştirmeyi isterdim. Marketlerin, eğitimin ve düzenin değişmesini isterdim.
Teknolojinin çok ileri gittiği bir gelecek istiyorum. Ama yararlı şeyler olsun bunlar…
Mesela bu aşağıdaki resmim gibi: Bir araba duvara çarpıyor. Ezilen yer nanoteknoloji atomlarıyla eski halini alabiliyor.
*(Kamil Baran Kartal, 12 yaşında, Siirt Pervari Öğrenim Birimi )*
**Fabrika kurardım, insanlar iki lokma ekmek yesin diye**
Eski zamanlarda okul olmadığı için kimse okuma yazma bilmiyor. Mümkün olsa tüm köylere okul yapardım. Köy yollarını da asfaltlardım. Birkaç tane de fabrika kurardım. İnsanlar evde boş durmasın, iki lokma ekmek yedirebilsin diye.
Tertemiz bir gelecek istiyorum. Bir işim, bir de evim olsun isterdim. Dünya için barış, birlik ve beraberlik istiyorum. Elimden gelseydi dünyada insanlar arasında barış, birlik ve beraberlik sağlardım.
*(Hasan Tekin, 14 yaşında, Batman 50. Yıl Öğrenim Birimi )*
**Kürt-Türk ayrımının olmadığı Türkiye istiyorum**
Kendi yaşamımda ve yaşadığım şehirde her şeyi değiştirmek isterim. Örneğin kendi yaşamımda kız erkek ayrımı yapmaksızın herkesin eşit bir şekilde okutulmasını isterdim. Yaşadığım köyde bir lise olmasını isterdim. O zaman başka şehirlere gitmek zorunda kalmazdık. Çünkü, ailemiz biz kızları başka şehirlere göndermedikleri için okuyamıyoruz. Bizim suçumuz kız olmak. Kız-erkek ayrımının yapılmadığı bir şehirde okumak istiyorum.
Gelecekten şehirdekilerin köydekileri hor görmediği, herkesin eşit olduğu bir Türkiye istiyorum. Kürt-Türk ayrımının yapılmadığı, herkesin eşit ve kardeşçe yaşamasını istiyorum. Ölmek pahasına bile olsa bunu değiştirmek isterim. Tüfeklerin patlamadığı, sigaranın içilmediği tertemiz bir Türkiye istiyorum.
Özgürlük, özgürlük, özgürlük istiyorum.
*(Sevcan Oğurlu, 14 yaşında, Batman 50. Yıl Öğrenim Birimi )*
**ABD Başkanı olsam, savaşları, açlığı durdursam**
Ben kendi yaşımı değiştirs eydim önce mutlu olmak isterdim. Mesela ailemi tekrar bir araya getirebilirdim. Gelecekte dünyam ve kendim için bir hayalim var. Haya lim; ABD başkanı olmak. Çünkü Amerika başkanı olan kişi dünyanın birçok ülkesine başkandır. Bu nedenle ülke onun dediğinden çıkmıyor. Ben onun yerinde olsaydım savaşları durdurabilirim. Hem dünyadaki kardeşlerimizi hem de dünyayı savaştan kurtarabilirim. Güney Afrika’da aç olan kardeşlerime ve arkadaşlarıma yardım ederim.
*(Evin ASLAN,12 Van Feyyaz Tokar Eğitim Parkı )*
**Aileleri okula göndermeye ikna eden makine icat ederdim**
Bilim adamı olup bir icatta bulunurdum. Öyle güzel bir şey icat etmek isterdim ki, mesela, bütün ailelerin çocuklarını okula göndermeye razı edecek bir makine icat ederdim. Böylelikle okula gitmeyen ve cahil olan kimse kalmazdı.
Bir kalem olur, insanların akılarındaki kötülükleri karalar, yerine iyilik, sevgi ve saygıyı yazardım.
*(Betül Yıldız, 13 Van Muradiye Öğrenim Birimi)*
BATI’NIN ÇOCUKLARI
Büyüklere: Eşek ölür kalır semeri, insan ölür kalır eseri
Ben barışın, sevginin, kardeşliğin yok olduğu bir dünyada yaşıyorum. Gelecekte insanlık yok olacak. Bunun için bu dünyayı mahveden ve yok etmek için uğraşan insanları hayatımda istemezdim. Çünkü onlar yok etmek için uğraşıyorlar. Denizlerin, nehirlerin, ırmakların ve nehirlerin daha fazla olmasını isterdim. Ağaçlık alanların fazla olmasını, her yerde kurtarma timlerinin olmasını isterdim. Bir çöp kovasının gördüğü bütün çöpleri içine çekmesini isterdim. Teknolojinin gelişmesini ama insan oğluna asla insanlığını unutturmamasını isterdim. Teröristlerin olmamasını ve ayaklanmaların çıkmadığı bir dünya olmasını isterdim.
Ünlülerin daha az olmasını ve ülkede küçümsemenin olmamasını isterdim. Son olarak başkalarının geleceği kadar senin de geleceğin önemlidir. Veya da senin geleceğin kadar başka insanların geleceği de önemlidir. Eşek ölür kalır semeri, insan ölür kalır eseri. Bu da örnek bir atasözü anlamını da başkaları bulsun.
*(Elif ÖZ, 13 İstanbul İpek Kıraç Öğrenim Birimi )*
**Ben iyi bir gelecek düşünmüyorum, neden mi?**
Ben bu şehire Amasya’dan geliyorum, altı yıldır buradayım ama bu şehirden, bu insanlardan nefret ediyorum. Çünkü bu insanlar hırsız. İnsanların fikirlerini , eşyalarını hatta ailelerini çalıyorlar. Ben geldiğim yerde hiç böyle bir şey görmedim. Bu yüzden bu insanların çoğunu değiştirirdim.
Ben dünya ve kendim için hiç iyi bir gelecek düşünmüyorum.Neden mi? Çünkü siz yetişkinler yüzünden. Siz bu güzelim dünyada gönlünüzce yaşadınız . Çikolatanızı yiyip yere attınız , suyu açık bırakıp dışarı kaçtınız. Şimdi ise acısını biz çekiyoruz. Biz ne kadar güzel hayaller kuruyorduk ki siz yüzümüze bir bardak su serptiniz. Şimdi biz büyüyüp meslek sahibi olunca ne yapacağız? Ben söyleyeyim. Hiç evlenmeyeceğiz çünkü çocuklarımızın acı çekmesini istemeyeceğiz. Ama bu seferde nesli tükenen hayvanlar gibi tükeneceğiz. Dünya sadece sizlerden ibaret değil size yalvarıyorum. Atalarımız size nasıl bir gelecek bıraktıysa sizde bize yok olmayan bir dünya bırakın.
*(Kader KAYA, 11 İstanbul İpek Kıraç Öğrenim Birimi )*
**Dön bak dünyaya**
Herkesin birbirleriyle selamlaştığı, iletişimin kopmadığı bir dünya istiyorum. Küresel ısınmadan ve yoksulluktan uzak bir gelecek istiyorum.
Neden çocuk ağlar
Neden çiçek solar
Neden yaşam biter
Cevabını ararsan
Dön bak dünyaya
*(Seçil BAYDAR, 13 İstanbul Semiha Şakir Öğrenim Birimi )*
**Çevreyi kirletmeyelim**
İnsanların doğayı kirletmelerine, sigara, alkol kullanmaların a, trafiğe içkili çıkmaların a, yerlere çöp atmaların a, çocuklarını dövmelerine şiddetle ‘hayır!’ diyorum.
Gelecek için de şunları istiyorum: Güzel bir mesleğim olsun, çalışayım, anneme babama bakayım. Çevreyi kirletmeyelim, suları boşuna kullanmayalım. Güzel bir dünya bırakalım.
*(Zeynep Şahin, 14 yaşında, İstanbul Sema Aydın Doğan Eğitim Parkı )*
**Çocuklar okula gitmese, hep oyun olsa**
Villam olmasını, havuzum olmasını, ağaçtan kulübem olmasını, ağaçtan evim olmasını, parkım olmasını istiyorum. O parkta Ilgın'la oynayacağım. Ilgın'la ip atlama, yerden yüksek oynacağım. Benim hayal ettiğim ülkede çocuklar okula gitmiyor. Çünkü hepsi tatilde. Bir de top oynama yerlerim olmasını ve de bisikletim olmasını istiyorum.
*(Akyel Genç, 7 yaşında, İstanbul )*
**Benim Dünyam**
Benim dünyamda,
Her yer temiz olsun,
Arkadaşlıklar bol olsun,
Hiç kimse kötülük yapmasın.
Benim dünyamda,
Hiç avlanma olmasın,
Hiçbir çocuktan kötü söz çıkmasın,
Herkes saygı içinde yaşasın.
Benim dünyamda,
Herkes altın kalpli olsun,
Dünya mutluluklarla dolsun,
Ve en önemlisi, herkes güzelliklerin kıymetini bilsin.
*(Hasan Yağız GÖKKURT, 10 yaşında, Balıkesir Bandırma Şekerpiliç Öğrenim Birimi )*
**Yemyeşil ovalar, temiz ve sigarasız bir dünya**
Ben kendi yaşamımda mümkün olsa o kalabalık şehirleri kaldırarak onun yerine lunaparklar ve sirkler kurmak isterdim. Hem kendim için hem de dünya içinse yemyeşil ovalar, dağlar, kırlar yani kısacası temiz ve sigarasız bir ortam isterdim. Benim gibi daha birçok çocuk için.
*(Kardelen Tutkum DEMİRTAŞ, 11 yaşında, Balıkesir Bandırma Şekerpiliç Öğrenim Birimi )*
Adım İlayza. Daha 12 yaşındayım. Yaşadığım şehir doğal güzelliklerle dolu, gezip görülmeye değer bir yer. Ben gezmeyi, yeni yerler keşfetmeyi seven bir insanım.
Yaşadığım şehirde doğal güzelliklerin korunmasını ve o güzelliklere sahip çıkılmasını isterim. Gelecek nesillerin de ülkemizdeki doğal güzellikleri görmesini isterim.
Bu düşüncemi hayata geçirebilmek için lütfen bana ve çevreci arkadaşlarıma destek olun!
*(İlayza Küçükşahin, 12 yaşında, İzmir Çiğli Eğitim Parkı)*
**Fakirler için kıyafetlerin rengini değiştiren makine**
Dünyamız gün geçtikçe değişiyor. İnsanlar da. Tabii kimi iyi, kimi kötü. Dünyadaki tüm insanlar keşke iyi olsaydı. Bu insanların kimi mutlu,, kimi mutsuz. Keşke tüm insanlar mutlu olsaydı.
İşte bu insanların mutsuzluklarının nedenleri farklı. Bazı insanların üzüntülerinin nedeni yaşlanmaktır. Üzüntüyü daha çok kadınlar çeker. Bu nedenle estetik ameliyat yerine yaş gençleştiren bir ayna icat edilmelidir. Bir de fakirlerin veya parası az olanların kıyafet sorunu çekmesi, onları mutsuz eder. Bu nedenle kıyafetlerin rengini değiştiren bir makine olsa çok iyi olur aslında.
Bilim adamlarından bunları bekliyorum. Ama, daha iyi buluşlar da olabilir.
*(Hanife yaşar 12 yaşında, İzmir Çiğli Eğitim Parkı)*
**Doğayı mahvedenleri, hayvanlara eziyet edenleri yok etmek isterdim**
Benim yaşamımda sevdiğim herkesin mutlu olmasını, birbirlerine sevgi ile bakmasını ve birbirlerini hiç bir şey için kırmamasını isterdim. Arabaların olmamasın isterdim. Çünkü doğa o aletler yüzünden kirleniyor. Bir de doğayı mahvedenleri ve hayvanlara eziyet edenleri yok etmek isterdim. Ama, kedi hariç. Çünkü kedilerden nefret ediyorum ve korkuyorum. Halamın ve dedemin yaşamasını isterdim. Keşke onlar yaşasaydı da ben ölseydim. Herkesin isteği şeylere kolaylıkla kavuşmasını isterdim. Ailemin ve sevdiklerimin olduğundan daha çok mutlu olmasını istiyorum.
*(Eda DİZMAN, 14 yaşında, İzmir Gümüşpala Öğrenim Birimi)*
**Doğayı geri getirmek isterim**
İyi bir meslek sahibi olup mutlu bir aile kurmak istiyorum. Dünya için de şunları istiyorum: İnsanların sorumsuzluğu, kuraklığı getiriyor. Bu yüzden de insanların daha sorumlu bir nesil yetiştirmelerini istiyorum.Doğayı geri getirmek isterdim. Doğa, yeşil ve ağaçlar bizim havamızı temizler. İnsanlar bunları yok ettiği gibi kendilerini de yok ediyorlar.
*(Aybil GÜNGÖR, 13 yaşında, İzmit Gönül Andıran Öğrenim Birimi )*
**İnsanlar ölmesin, o yüzden askerler robot olsun**
Askerliğin 1 hafta olmasını, çocuklara ait bir alan ve park yerlerinin isterim. Askerlerin ölmemesi için de hepsinin robot askerlerin olması gerekir. Güzel bir meslek seçip insanlara yardım etmek ve dünyayı güzelleştirmek için.
*(Neriman YILDIZ, 13 yaşında, İzmit Körfez 2 Öğrenim Birimi)*
## Okuyucu Yorumları |
146703 | haber | ÇUKUROVA'YA DEV HAVAALANI MERSİN (A.A) | null | # ÇUKUROVA'YA DEV HAVAALANI MERSİN (A.A)
-
A
+
-ÇUKUROVA'YA DEV HAVAALANI MERSİN (A.A) - 23.05.2011 - Devlet Bakanı Zafer Çağlayan, Çukurova Havaalanı'nın 30 milyon yolcu kapasiteli olacağını belirterek, ''Bir taraftan yolcu trafiği yaşanırken, bir taraftan da kargo seferleri başlayacak. Kargo terminali ciddi nefes aldıracak'' dedi. Bakan Çağlayan, Ulaştırma Bakanı Habib Soluk ile birlikte Çukurova Havalimanı basın toplantısı düzenledi ve ulaşım projelerini tanıttı. Bakan Çağlayan, artık icraatın başladığı, sözün bittiği yerde olunduğunu kaydederek, arzla talebin kavuşması çok önemli olduğunu söyledi. Mersin'in geçmiş yıllarda Türkiye’nin gelişimine pek ayak uyduramadığını ifade ederek, Mersin'in maalesef patinaj yaptığını, patinaj yapan arabanın lastiğinin hem kendi kendini hemde patinaj yaptığı alanı yediğini söyledi. Mersin'in lojistiğinin, yerinin, konumunun, insan gücünün avantaj olduğuna dikkati çeken Çağlayan, Türkiye'de turizm denince artık akla Mersin'in geleceğini ve Mersin'in bir taraftan ticaretiyle, bir taraftan da turizmiyle gelişeceğini kaydetti. Çağlayan, Mersin'in temel probleminin işsizlik olduğunu ve söz konusu projelerin Mersin'in işsizliğine ilaç olacağını ifade ederek, projelerin hayata geçmesiyle Mersin'de işsizin iş bulacağını, tüccarın, sanayicinin iş kapasitesini geliştireceğini, ihracatçının da kapasitesi artıracağını anlattı. Mersin'in her türlü güce sahip olduğunu ama gücü kontrollü şekilde kullanmanın önemine işaret eden Çağlayan, Mersin'in en önemli rekabet avantajının ticaret becerisi ve üretim potansiyeli olduğunu ve bu rekabet avantajını daha fazla geliştirerek, AR-GE, inovasyon katarak, istihdamla buluşturarak, bu avantajları bir bütün halinde gerçekleştireceklerini söyledi. Çağlayan, ''Biz artık 'yapacağız edeceğizi' bıraktık, artık yapıyoruz dönemindeyiz. Bugün itibariyle artık, bunlar yapılmaya başlanıyor. Tüm alanlardaki çalışmalarımız bir taraftan proje, bir taraftan ödenek aktarmaları, bir taraftan da işin fiilen başlamasını sağlayacak çalışmaları yapacağız'' dedi. -''MERSİN, DÜNYANIN EN ÖNEMMLİ TİCARET AKTARMA MERKEZLERİNDEN BİRİ OLACAK''- İktidarları döneminde hava yolunu halkın yoluna çevirdiklerini anlatan Çağlayan, 2003 yılında Türkiye'de 25 havaalanı aktif iken, bugün Türkiye'nin 466 havaalanı bulunduğunu ve Türkiye'nin hava ulaştırmasında dünyanın en önemli merkezlerinden biri haline geldiğini söyledi. Bakan Çağlayan, Çukurova Havaalanı'nın 30 milyon yolcu kapasiteli olacağını belirtirken, İstanbul Atatürk Havalimanı'nın yolcu kapasitesinin 38 milyon 600 bin, Ankara Esenboğa Havaalanı'nın yolcu kapasitesinin ise 10 milyon olduğunu kaydetti ve şöyle devam etti: ''Bir taraftan yolcu trafiği yaşanırken, bir taraftan da kargo seferleri başlayacak. Kargo terminali ciddi nefes aldıracak. Artık Mersin'in çilekleri uçacak, uçan çilekler yapacağız. Nakliye konusunda belli bir süreye dayanıklı olan çilek gibi hassas ürünleri artık kargo seferleri ile dünyanın her tarafına göndereceğiz. 150 milyon avro yatırım yapılacak. Bu, çok kısa bir süre içinde Mersin ekonomisine karışacak. Mersinli işsizim çalışacak, üretenler ekmek yiyecek, inşaatlar yapılırken binlerce insan çalışacak. Havaalanı bittikten sonra da en az bin Mersinli kişi burada çalışacak. İşsizliği çözüm mü istiyorsunuz alın size çözüm. Havaalanı Mersin'de ticaretin, turizmin, yatırımın önemli bir başlangıcı olacak. Tüccarlar bilir yatırımcılar en kısa sürede ulaşıma bakar, ulaşım alt yapısına bakar. Lojistik alt yapısıyla Mersin dünyanın önemli bir aktarma merkezlerinden biri olacak. Singapur'da ne varsa Mersin'de olacak, Hong Kong'da ne varsa Mersin'de o olacak, Los Angeles, Rotterdam ne yapıyorsa Mersin'de onu yapacak. Mersin, dünyanın en önemli ticaret aktarma merkezlerinden biri olacak. Özellikle bu bölgede çok ciddi bir şekilde öne çıkacak.'' Bakan Çağlayan, Çukurova Bölgesel Havaalanı'nın hemen bitişiğinde yeni nesil bir serbest bölge yapacaklarını da belirterek, söz konusu bölge ile bugüne kadar Türkiye'de uygulanmamış, yapılmamış olan ticarete, ihracata konu işler yapılacağını söyledi. Tarsus-Kazanlı'daki tesislerin Akdeniz Oyunları'na yetişeceğini de ifade eden Çağlayan, Tarsus Turizm Yolu'nun startının da en geç bu ay sonu ya da Haziran ayının ilk haftasında verileceğini kaydetti. Tarsus-Mersin Karayolu ile ilgili bilgi veren Çağlayan, şu anda söz konusu yolda 2 geliş, 2 gidiş bulunduğunu, bu sayının 3 geliş, 3 gidişe çıkarılacağını, iki bağlantının da 6 bağlantıya çıkarılacağını ifade etti. Bakan Çağlayan, Mersin-Antalya, Karaman-Mersin duble yollarının açılmasıyla ilk etapta buradan 1 milyon araç geçeceğini de belirterek, bu çerçevede, Bozyazı, Aydıncık, Anamur ve Taşucu gibi bölgenin yüksek potansiyelli turizm merkezlerine daha fazla yatırımcı geleceğini, daha fazla turist geleceğini anlattı. Çukurova Havaalanı'nın hem otoyola, hem demir yoluna bağlanmasını programa dahil ettiklerini de belirten Çağlayan, şöyle konuştu: ''Akdeniz Sahil Yolu, 6 etapta yapılacak toplam maliyeti 630 trilyon lira olacak, 2011 yılı sonu itibariyle 171 km tamamlanıp trafiğe açılacak. Yolun tamamı ise 2014 yılında tamamlanacak. Bunlar en yeşil çalışmalar, doğaya en az hasar verecek çalışmalar olacak. Mersin-Mut Karayolu da toplam 112 km olacak ve yolun tamamı 2014'de bitirilecek. Mersin'i önemli bir lojistik merkez haline getireceğiz. Eskişehir'den sonra Mersin Türkiye'nin en büyük lojistik merkezi olacak. 300 dönümlük alanda gümrükleme alanı olacak, konteynır ve tır parkı olacak, elleçleme boşaltma hizmetleri olacak. antrepolarla beraber tam bir lojistik merkezi Yenice Lojistik Merkezini kavuşturuyoruz. Artık söz bitiyor, işin özü başlıyor.'' -ULAŞTIRMA BAKANI SOLUK- Ulaştırma Bakanı Habib Soluk da yaptığı konuşmada, havaalanlarının kapasitesinin 2002’de 49 milyon 500 bin olduğunu, şu an itibariyle 165 milyona çıktığını belirterek, "Hedefimiz 400 milyon, bunun 30 milyonu da Çukurova Havalimanı" dedi. Adanalıların Çukurova Havalimanı yapımı için gerek olmadığını söylediğini anlatan Soluk, Mersinlilerin ise ''ihtiyaç var'' dediğini söyledi. Soluk, ''Adana’da bizim bir hava limanımız var. Ancak Adana, havaalanı şehir merkezinin içinde bu havaalanın büyüme şansı yok. Ancak Adana havaalanının kapatılması gibi bir şeyde yok. Adana havalimanına bir saatin içinde 7 uçaktan fazlasının kaldırıp indirme şansına sahip değiliz" dedi. Bakan Soluk, dünyanın 10 büyük limanı içinde yer alacak bir konteynır limanının da Mersin’e yapılacağını vurgulayarak, bunun içinde havalimanının önemli olduğunu vurguladı. Bakan Soluk, "Bu konteynır limanı 5 kademede olacak. Türkiye’nin şu andaki yük kapasitesi 6 milyon teu, Mersin’de yapılacak limanını kapasitesi ise 12 milyon teu. Bu binlerce insana iş demektir, aş demektir, istihdam demektir" şeklinde konuştu. Ulaştırma Bakanı Soluk, dünya ölçeklerine göre bir kişinin kapısının önünden aracının kontağını açtığında Türkiye’de hangi yöne giderse gitsin 100 kilometre mesafede bir havaalanına ulaşabiliyorsa, o ülke için sorun çözülmüş olduğunu dile getirdi. "Türkiye 8 bin 333 kilometre kıyı şeridine sahip olmasına rağmen denize sırtını dönmüş, bayrak devletlerde gemileri adeta suçlu olarak damgalanmış kara listeden beyaz listeye çıktı" diyen Bakan Soluk, Akdeniz çanağından ki yaklaşık 1 milyon yattan, yat limanlarının yetersizliği ve kapasitesizliği nedeniyle nasibini alamayan durumda olduğunu, Yap-İşlet-Devret modelleriyle yapılan yeni yat limanlarıyla yat bağlama kapasitesinin 9 bin 500 adetten, 15 bin adede çıkartıldığını ifade etti. Soluk, 2015 yılında ise yapımı devam eden yat limanları ile kapasitesinin 25 bine, 2023 yılında ise 50 bin adet yat kapasitesine ulaştırılacağını söyledi. Soluk, İstanbul’da 37 adet olan faal tersane sayısının 70 adede ulaştığını, 56 adet tersanenin yapımının devam ettiğini, böylece toplamda 126 tersaneye ulaşılacağını kaydetti ve Mersin’de buraya gelen gemilerin bakımının yapılması havuzlanmasının yapılmasıyla ilgilide büyük bir tersanenin yapılmasını planlıyoruz" dedi. -MERSİN OTOYOLLA ANKARA’YA BAĞLANACAK- Soluk, Mersin’i Halep’e yüksek hızlı trenle bağlanacağını da belirterek, "Mersin-İskenderun arasındaki hattı da yeniledik,o hatta artık Mersinlilere hizmet edecek noktaya gelecektir" dedi. Bakan Soluk, Niğde üzerinden Mersin’in otoyolla Ankara’ya bağlanacağını belirterek, Mut üzerinden Karaman’ın da bölünmüş yolla Mersin’e bağlanacağını kaydetti. Bakan Soluk, tek yolların çalışmasının da devam ettiğini sözlerine ekledi. -4,5 MİLYAR LİRA YATIRIM YAPILDI- Havacılıkta, dünya sivil havacılık otoritelerinin Türkiye’ye ile ilgili 2015 yılı hedeflerini, 2005 yılında yakaladıklarını dile getiren Soluk, "Bu nasıl oldu derseniz, sivil havacılık sektörü önündeki çıkmazları düzenlenen yasalarla bir, bir ortadan kaldırdık. Havayolu elit tabakanın kullandığı bir ulaşım aracı olmaktan çıktı, halkın yolu haline geldi. Havayolunda 8 milyon 500 bin iç hatlar, 25 milyon dış hatlar olmak üzere toplam 33 milyon 500 bin yolcudan 50 milyon 500 bin iç hatlar, 52 milyon dış hatlar olmak üzere toplam 102 milyon 500 bin yolcuya ulaşıldı. Hayatında hiç uçağa binmeyen 10 milyon vatandaş uçakla tanıştı, havaalanlarına 4,5 milyar lira yatırım yaptık" şeklinde konuştu. Bakan Soluk, ayrıca, Iğdır, Bingöl Havalanlarının 2011, Şırnak-Cizre, Hakkari-Yüksekova havaalanlarının alt yapılarının 2011, üst yapılarının ise 2012 yılında hizmete gireceğini belirterek, 30 Ağustos 2013 yılında ise Zafer Havaalanını YİD Modeliyle hizmete gireceğini kaydetti. Kastamonu ve Cengiz Topel Havalanları’nın da 2011 yılı içinde hizmete gireceğini vurgulayan Bakan Soluk, Ordu-Giresun, Çukurova Bölgesel havaalanlarının ise ihale aşamasında olduğunun bilgisini verdi.
## Okuyucu Yorumları |
322497 | haber | Cumhurbaşkanı Erdoğan: Hitler Almanyası'nda da üniter başkanlık sistemi var | null | # Cumhurbaşkanı Erdoğan: Hitler Almanyası'nda da üniter başkanlık sistemi var
## Cumhurbaşkanı Erdoğan, kendisiyle birlikte Medine'ye giden gazeteci Hasan Karakaya'nın ölümüyle ilgili başsağlığı diledi
Yeni Akit Gazetesi Genel Yayın Koordinatörü ve yazarı **Hasan Karakaya** 'nın ölümü üzerine Suudi Arabistan ziyaretini erken bitiren Cumhurbaşkanı **Tayyip Erdoğan ** Türkiye'ye döndü. Havalimanında gazetecilerin sorularını yanıtlayan Erdoğan, kendisiyle birlikte Medine'ye giden heyette yer alan ve kalp krizi sonucu hayatını kaybeden Hasan Karakaya ile ilgili olarak "Uzun süredir bir yol arkadaşlığımız vardır. Hemen hemen her seyahatinde yanımda olan bir arkadaşımızdı. Güçlü bir kaleme sahip olduğuna inanıyorum. Doldurulamayacak bir yere sahip olan bir kardeşimiz olarak görüyorum" dedi.
Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ile görüşmesinin ardından yaptığı üniter başkanlık sistemi olabileceği yönündeki açıklamasını değerlendiren Erdoğan, Hitler Almanyası'nı örnek gösterdi. Erdoğan, "Üniter sistemli başkanlık baktığımızda var. Hitler Almanyası'na baktığımızda da bunu görürsünüz. Başka ülkelerde de görürsünüz" diye konuştu.
### Cumhurbaşkanlığı: Erdoğan'ın sözleri çarpıtıldı
Cumhurbaşkanlığı'nın Erdoğan'ın "Hitler Almanyası" ile ilgili sözlerinin sosyal medyada geniş yankı uyandırmasının ardından yaptığı açıklamada, "Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kullandığı 'Hitler Almanyası' benzetmesinin bazı haber kaynakları tarafından açıkça çarpıtılarak ve tam tersi bir mana verilerek kullanıldığı" belirtildi.
Erdoğan'ın açıklamalarından satır başları şöyle:
Bu ziyaret vesilesiyle iki ülke arasında mükemmel ilişkilerin her alanda daha da geliştirilebilmesi için atılacak adımlar nelerdir, bunları ele alma fırsatını bulduk. Suudi Arabistan'la bölgesel konuları da aramızda değerlendirdik. Görüşmelerimizde ikili ilişkilerimizin yanı sıra bölgesel konuları ele alırken tabii ki en önemli adım ikili ilişkilerde Stratejik İşbirliği Konseyi kurulması kararının alınması oldu. İslam İşbirliği Teşkiyatı Türkiye'de yapılıyor. Körfez işbirliği ile ilgili görüştük. Karşılıklı işbirliğin artırılması yönünde birlikte atılabilecek adımları görüştük.
Değerli kardeşim Hasan Karakaya'yı saat 01:00 civarında kaybettik. Kendisine rahmet filiyorum, Ailesine saırlar diliyorum. Uzun süredir bir yol arkadaşlığımız vardır. Hemen hemen her seyahatinde yanımda olan bir arkadaşımızdı. Güçlü bir kaleme sahip olduğuna inanıyorum. Doldurulamayacak bir yere sahip olan bir kardeşimiz olarak görüyorum. Rabiimden rahman ve rahim ismiyle tecelli çtmesini diliyorum. Yarın Fatih Camii'nde cenaze namazını kılacağız ardından Edirnekapı Şehitliği'ne defnedeceğiz.
### Başkanlık sistemi
Başkanlık sistemi ile ilgili çok geniş bir kesimi dinleyeceğiz.
Üniter sistemli başkanlık baktığımızda var. Hitler almayasına baktığımızda da bunu görürsünüz. Başka ülkelerde de görürsünüz. Yeter ki bütün mesele başkanlık sisteminin uygulamasında halkını rahatsız eden bir yapısı olmasın. Şu anda da "Başkanlık sistemleri de A’dan Z’ye pirüpaktır" diyemeyiz ama diğerlerine kıyasla baktığımız zaman parlamenter demokrasiye göre onların çok daha başarılı olduğunu görüyoruz. Gelişmiş ülkelerin kahir ekseriyetinde başkanlık sistemini olduğunu görüyoruz. ABD’deki partili başkanlık sistemidir.
### Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuşmasının tam metni
Suudi Arabistan'la bölgesel konuları da aramızda değerlendirdik. Görüşmelerimizde ikili ilişkilerimizin yanı sıra bölgesel konuları ele alırken tabii ki en önemli adım ikili ilişkilerde Stratejik İşbirliği Konseyi kurulması kararının alınması oldu.
Ticaret, savunma, karşılıklı yatırımlar, Türk firmalarının Suudi Arabistan'daki yatırımlarının artırılması, enerji ve güvenlik alanlarında iş birliği, aynı şekilde Suudi Arabistan'ın Türkiye'deki yatırımlarının artırılması, terörle mücadelede özellikle İslam ülkeleri arasındaki bir askeri iş birliği, koalisyonların görüşülmesi, bölgesel konularda da Suriye, bunun yanında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 2554 süreci, Libya, Irak, Filistin, Yemen, bu konuları değerlendirdik. Bildiğiniz gibi 2016 İslam İşbirliği Teşkilatı Liderler Zirvesi İstanbulumuzda yapılıyor. Körfez İşbirliği Konseyi Türkiye ilişkileri, bunları ele alma fırsatımız oldu. İkili ticaret hacmimizin ve karşılıklı yatırımlarımızın daha da artırılması imkanlarını bu görüşmelerde değerlendirdik. Askeri ve savunma sanayi alanında iş birliği, iki ülke arasındaki ilişkilerde önem arz ettiğimiz bir husus olmuştur. Bu alanlarda birlikte atılabilecek adımları da görüştük.
Ziyaretimizin ikinci gününde ise Medine-i Münevvere'ye de geçirdik. Oradaki görevlerimizi yaptık ve dün gece de medya dünyasında değerli kardeşim Hasan Karakaya'yı saat 01.00 civarında kaybettik. Kendisine Allah'tan rahmet diliyorum, ailesine sabırlar diliyorum. Mensubu olduğu Akit gazetesinin tüm mensuplarına aynı şekilde başsağlığı dileklerimi iletiyorum. Uzun bir dönemdir Hasan beyle, kardeşimizle bir yol arkadaşlığımız vardı. Hemen hemen her seyahatimde yanımda olan bir kardeşimizdi. Güçlü bir kaleme sahip olduğuna inanıyorum. Özellikle medya dünyasında fikir zenginliğinin, anında ürettiği cevaplarla doldurulamayacak bir yere adeta sahip olan bir kardeşim olarak kendisini görüyorum.
Bildiğiniz gibi yarın Fatih Camisinde öğlen cenaze namazını kılacağız. Daha sonra da Edirnekapı Şehitliğine defnedeceğiz. Bu vesileyle medya dünyasına tekrar sabırlar diliyorum" ifadesini kullandı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suudi Arabistan ziyareti dönüşünde Atatürk Havalimanı Devlet Konukevinde düzenlediği basın toplantısında, bir gazetecinin, "Suudi Arabistan'a giderken, yeni anayasa konusu gündeme gelmişti. Siz, 'En son süreçte halkla arama konferansı yapmak yoluna da gidebiliriz' demiştiniz ama bunun ne anlama geldiğini soramamıştık. Şimdi açıklarsanız sevinirim" şeklindeki sorusunu yanıtladı.
"Arama konferanslarını biliyorsunuz diye açıklamadım" diyen Erdoğan, arama konferanslarının akademisyenler arasında veyahut da o konuyla ilgili dağarcığında bir şeyler olanların katıldığı toplantılar olduğunu söyledi.
Bunu daha geniş planda tutup, halkla bu arama konferansını yapabileceklerini ifade eden Erdoğan, şöyle konuştu:
"Yani seçeceksiniz, ondan sonra telefonlarla vatandaşla bu irtibatları kurmak suretiyle, yani bir nevi kamuoyu araştırması da diyebiliriz ama burada vatandaşın diyelim ki anayasanın o maddesiyle ilgili düşüncesi nedir, ne diyor, bunları halkla irtibat kurmak suretiyle... Öyle ufak rakamlar değil yani 500 bin değil sayıyı daha da artırmak suretiyle. Dolayısıyla toplumsal bir mutabakatın sağlanabileceği bir anayasanın oluşmasına bu arama konferansı çok ciddi bir zemin oluşturacaktır. Bu düşünceyle bunu sizlere ifade etmiş oldum."
- "Üniter devlette başkanlık sistemi yoktur diye bir şey yok"
Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Sayın Davutoğlu ve Sayın Kılıçdaroğlu bir görüşme gerçekleştirdi. Bu görüşmenin ardından Sayın Davutoğlu bir televizyon programına katıldı. Orada 'Üniter devletlerde de başkanlık sistemi olabilir' dedi. Sizin bu konudaki görüşünüzü alabilir miyiz?" şeklindeki soru üzerine ise şunları anlattı:
"Doğru. Yani 'Üniter devlette başkanlık sistemi yoktur' diye bir şey yok. Şu anda bunun zaten dünyada örneği var, geçmişten bu yana da var. Yani Hitler Almanyasına baktığınızda orada da bunu görürsünüz, daha sonra değişik ülkelerde yine aynı şekilde bunun örneklerini görürsünüz. Bütün mesele, o başkanlık sisteminin uygulamada halkını rahatsız eden bir yapısı olmasın, karakteri olmasın. Uygulamada siz eğer adalet dağıtıyorsanız, halkın aradığı, beklediği nedir, adalettir. Bu olduğu anda zaten sıkıntı olmaz."
Erdoğan, şu anda 'Başkanlık sistemleri de A'dan Z'ye pirüpaktır' ifadesinin kullanılamayacağını dile getirdi.
Başkanlık sistemi olup sıkıntıların olduğu yerler de bulunduğunu ancak birbirine kıyasla parlamenter demokrasiye göre başkanlık sistemlerinin daha başarılı olduğunu gördüklerini aktaran Erdoğan, şöyle devam etti:
"Biz daha iyiye nasıl gideriz bunun arayışı içindeyiz. Şu anda da gelişmiş ülkelere baktığımızda, gelişmiş ülkelerin kahir ekseriyetinde bu sistemin olduğunu görüyoruz veya yarı başkanlığın olduğunu veya partili başkanlık sisteminin olduğunu görüyoruz. İşte bir nevi şu anda Amerika'daki sistem partili bir başkanlık sistemidir. Yani başkan partisinden ne yapmıyor, kopmuyor. Arkasında yine ne var partisi var. Bunu görüyorsunuz. Şu anda bizdeki yapı öyle mi değil. Yarı başkanlık sistemine bakıyorsunuz yine partili. Orada da başkan partisinden ne yapmıyor, kopmuyor. Partiyle arkasında onunla beraber o süreci işletiyorlar. Bunların birçok örnekleri var."
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye'nin böyle bir sisteme girmesiyle çok daha güçlü adımlar atmalarının mümkün olacağını vurguladı.
Başbakan Davutoğlu'nun ziyaretleri sonucunda ortaya bir şüphesiz bir hamule çıkacağını aktaran Erdoğan, şunları kaydetti:
"Onlar tartışılacaktır. Benim şahsen yani Beştepe'de devam ettireceğim bu tür çalışmalar var. Bu çalışmalarla birlikte bizler de bu konuda konuşacak kimler varsa bu alanda konuşacak kimler varsa gerek akademisyen olarak gerek medya dünyasında hepsini inşallah dinleme fırsatı bulacağız. Bunlar sadece anayasacılar olmayacak, onu söyleyeyim. Siyaset bilimcisi de bunun içinde olacak. Bunun yanında normal bütün hukukçulardan idare hukukundan birçok insanları bu işin içine katacağız. STK'lardan birçok insanları buraya davet edeceğiz. Bu konuları ekonomist vesaire kendilerini dinlemek suretiyle, kendilerinden düşüncelerini alacak ondan sonra istiyoruz ki Türkiye bunları tartışır bir hale gelsin. Yani vatandaş eğer bu başkanlık sisteminin ne olduğunu bilmiyorsa veya başkanlık sistemini anlatan başkanlık sisteminin ne olduğunu bilmiyorsa o zaman ortaya bir netice çıkmaz."
## Okuyucu Yorumları |
126878 | haber | Cumhurbaşkanlığı seçimi ne zaman? | null | # Cumhurbaşkanlığı seçimi ne zaman?
## kal gazetesi yazarı Tarhan Erdem cumhurbaşkanlığı seçimi üzerine bir yazı kaleme aldı.
-
A
+
**T24** - Radikal gazetesi yazarı Tarhan Erdem cumhurbaşkanlığı seçimi üzerine bir yazı kaleme aldı. Erdem, Abdullah Gül'ün görev süresindeki muammaya açıklık getirdi.Erdem'in "Cumhurbaşkanı seçimi ne zaman?" başlığı ile yayımlanan yazısı (10 Şubat 2011) şöyle:
Pazartesi günü, anayasa değişikliği tartışmalarının içeriğini ve üslubunu etkileyen CB seçim zamanına da kısaca değinmiştim.
Bugün, işin diğer yanlarını bir yanda bırakıp, sadece CB seçim zamanını açmak istiyorum.
Hukukta hatanın yayılma karakteri vardır: Anayasa Mahkemesi 2007’de, "CB seçmek amacıyla davet edildiği Meclis toplantısı ancak, yapılacak yoklamada 367 üyenin bulunması halinde açılabilir" gibi anlamsız bir karar verdi.
Bu kararın yarattığı karmaşa birçok yere yayıldı. Karmaşanın etkileri birçok konuyu etkiledi, bunlardan birini de günümüzdeki anayasa tartışmalarında görüyoruz. Bu yazı, sonuna varmış olmayı dilediğim, karmaşanın sonuçlarından biri üzerine yazılmıştır.
Anayasada değişiklik
CB’nin seçimi esaslarını ve TBMM seçim dönemi süresini değiştiren yasa, 31 Mayıs 2007 tarihinde kabul edilmiş, 16 Haziran’da Resmi Gazetede yayımlanmış ve 21 Ekim’de halkoylamasına sunulmuştur. Halkoylamasında, seçmenlerin yüzde 63’ü "Evet" oyu vermiştir.
Bu yasayla, 1/TBMM seçimlerinin "beş yılda bir" yerine "dört yılda bir" yapılacağı kabul edilmiş; 2/ CB’nin "yedi yıllık bir süre için" seçilmesi kuralı yerine, "CB’nin görev süresi beş yıldır" kuralı getirilmiş; 3/ Bir kimse "iki defa CB seçilemez" kuralı kaldırılıp, "iki defa CB seçilebilir" kuralı konulmuştur.
2011 erken seçim mi: Bazı çevreler, 2011’in normal seçim tarihi değil, erken seçim tarihi olduğunu söylüyorlar; onlara göre normal seçim yılı, anayasa değişikliğinden önceki anayasada yazıldığı gibi beş yıldır.
Bu görüşü savunmak zordur. Çünkü, anayasa değişikliğinden sonra madde, "Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimleri dört yılda bir yapılır" haline gelmiştir. Bu madde, değişiklikten sonraki seçimlerle oluşan Meclis’in beş yıl süreceği biçiminde yorumlanamaz.
2011 normal seçimdir
Bu yazıyı yazmadan önce, Başbakan "2011seçimleri" sözünü ne zaman söylemiş diye baktım. Belirleyebildiğim, 26 Şubat 2010 günü, İl Başkanları toplantısında Ak Parti lideri Erdoğan, "Yaklaşık 1,5 yıl sonra, 2011 yılının ortalarında Türkiye bir kez daha seçimini yapacak" demiş. Erdoğan sözlerinin devamında, "5 yıldan 4 yıla indirmeyebilirdik ve o zaman 4 yılda bir seçim değil 5 yılda bir seçim yapmaya devam ederdik. … Cumhurbaşkanlığı seçimi dendi. 7 yıl olmaz. E ne olsun? 5+5 olsun dendi. Peki dedik. ... Bunu da millete götürdük. İstememelerine rağmen götürdük, … " diye ekliyor.
O tarihten sonra, Erdoğan birçok basın kuruluşuyla görüşmesinde ve çeşitli konuşmalarında sık sık, "2011 seçimlerine aynı kararlılıkla hazırlanacağız", "2011 seçimlerinde yepyeni bir anayasa değişikliğiyle halkın karşısına çıkacağız" gibi cümlelerle, 2011 seçimlerinin normal süre olduğunun altını çizmiş. Aynı zamanda, "erken seçim" olmadığını şu cümlelerle de güçlendirmiş:
"Halkoylamasında sonuç ne olursa olsun erken seçime gidilmeyecek, planımızı 17 Temmuz 2011 tarihine göre yaptık. Belki bir iki ay öne çekilebilir". Yani seçim süresi en geç 17 Temmuz 2011’dir, olsa olsa iki ay öne çekilebilir. Bilindiği gibi, seçimleri öne almamak Erdoğan’ın politikalarından biridir.
Başbakan’ın söylediği 17 Temmuz tarihinin, milletvekili seçimlerini düzenleyen yasaya göre, 22 Temmuz 2007 seçimlerinden sonra gelen dört yılın bitmesinden önceki pazar günü olduğunu da burada not olarak yazayım.
Yedi yıl için seçilmiş CB’nin süresine gelince
Sayın Abdullah Gül, 28 Ağustos 2007’de, o zaman yürürlükteki anayasanın 101’inci maddesine göre, "yedi yıllık bir süre için" Cumhurbaşkanı seçilmiştir.
Meclis anayasadaki süreyi, CB seçiminden önce, CB’liği süresini değiştirmiş, yedi yıldan beş yıla indirmiştir. Süreyi değiştiren anayasanın, CB seçiminden iki ay sonra yürürlüğe girmiş olması, yeni yasanın geçerliğini değiştirmez.
31.05.2007 tarihinde Meclis’in kabul ettiği anayasanın, 120 gün sonra yapılan halkoylamasıyla yürürlüğe girmiş olması, arada seçilen kişinin yedi yıl CB’liği yapması sonucunu doğurur mu?
Ancak, teamüller böyle düşünmeye izin vermemektedir. Seçimle gelinen koltuklar, "müktesep hak" (kazanılmış hak) konusu da olamaz; kazanılmış hak, tayin veya seçimle kazanılan haklar (ücretin, emekliliğin, bir biçimde sıfatın) söz konusu olur, koşulları vardır.
Seçimler 2011’de yapılacaksa, cumhurbaşkanı 2012’de seçilir:Eğer 2011 seçimleri normal süresinde yapılan seçim ise, CB süresi de 2012’de bitecektir. Çünkü aynı anayasa değişikliği kanunuyla TBMM seçimleri süresi beş yıldan dört yıla indirilmiş; bu anayasa değişikliği kanunu da Millet Meclisi seçiminden (22 Temmuz 2007’den) üç ay sonraki halkoylamasıyla yürürlüğe girmiştir. Bir kanunun bir maddesi bir türlü, diğer maddesi başka türlü yorumlanıp uygulanamayacağı için, CB normal dönemi 2012’de bitecek ve seçimi de Haziran 2012’de yapılacaktır.
Anayasa tartışmaları
Anayasa tartışmalarını, CB seçimleriyle birlikte düşünmeyelim, bir yıl içinde doğru, yepyeni bir anayasa ile halkın karşısına çıkılamayacağını" göstermek için bunları yazdım. Bırakalım Erdoğan’ın CB seçilmek istemesini, binlerce yıllık devlet yönetim deneyimlerimize uygun anayasa yapma yoluna girelim.
Haydi, olmayacak işlerle kafamızı yormayalım, ihtiraslar içindeki acemi siyaset adamlarını bir kenara koyalım, bir adım kadar yakınındayız; çağdaş devlete geçelim!
## Okuyucu Yorumları |
230312 | haber | Da Vinci's Demons dizisinde Türk ve Osmanlı düşmanlığı... | null | # Da Vinci's Demons dizisinde Türk ve Osmanlı düşmanlığı...
## 'Tanrının insanlığın başına açtığı bir sürü sorun vardır; depremler, volkanlar, salgınlar ve kanserler. Ama bunlardan daha kötüsü başımıza Türkleri ve Tatarları salmış'
Yayınlandığı ilk bölümde Türk karakterle dikkati çeken Da Vinci’s Demons isimli dizide Osmanlı ve Türkler hakkında tartışma yaratacak sözler sarf edildi. Kazıklı Voyvoda'nın Türkler hakkındaki nefret dolu sözleri izleyenleri hayrete düşürdü.
Dizinin bu hafta yayınlanan 6’ncı bölümünün büyük bir kısmında Osmanlı, Türkler ve Fatih Sultan Mehmet işlendi. Tarihteki adıyla ‘Kazıklı Voyvoda’ ve ‘Drakula’ olarak bilinen, esir aldığı Osmanlı askerlerini kazıklara çakarak işkenceyle öldürmesiyle anılan Eflak Voyvodası III. Vlad, Türkler, Osmanlı ve Fatih Sultan Mehmet hakkında söyledikleriyle diziye damgasını vurdu.
## 'Daha da kötüsü Türkler...'
Dizinin bu haftaki bölümünde Leonardo Da Vinci, esir tutulan Osmanlı imparatorluğunda görevli bir Habeşli’yi kurtarmak için Voyvoda’yı ziyarete gitti. Da Vinci’yi ormanlık bir alanda karşılayan Kazıklı Voyvoda, daha ilk dakikalardan itibaren Türkler hakkında konuşup nefretini dile getirmeye başlayarak, "Tanrının insanlığın başına açtığı bir sürü sorun vardır; depremler, volkanlar, salgınlar ve kanserler. Ama bunlardan daha kötüsü başımıza Türkleri ve Tatarları salmış…" dedi.
Daha sonra Da Vinci’yi sarayına götüren Voyvoda, hemen hemen her diyaloğunda Osmanlı ve Türkler’i kötülemeye devam etti. Dizide, babası tarafından bağlılığı bildirmek ve eğitim alması için Sultan 2’nci Murat’a verilen, eğitimi tamamlandıktan sonra da Voyvoda olması için Eflak- Boğdan’a geri gönderilen Vlad’ın (Kazıklı Voyvoda), Osmanlı İmparatorluğu’nun himayesinde olduğu tüm dönemde zindanlara atıldığını ve çeşitli işkenceler gördüğünü iddia etti. Dizide bir Türk'ü de köpeklere parçalatarak öldürten Vlad, bölüm sonunda ise Leonardo ve 2 arkadaşı tarafından sarayın penceresinden aşağıya atıldı. Voyvoda'yı aşağıya atan Leonardo, esir tuttuğu Habeşli’yi kurtardı ancak Vlad’ın ölmemesi dikkati çekti.
İlk bölümündeki Türk karakterinin Müslüman olmaması ve uyuşturucu kullanması nedeniyle tartışma yaratan dizide Türkler ile Osmanlı, ilerleyen bölümlerde de çokça yer tutacağa benziyor.
## Bilinen tarih bambaşka
Da Vinci’s Demons isimli dizide Kazıklı Voyvoda karakterinin, Osmanlı İmparatorluğu’nda sürekli zindanlarda tutulduğunu ve işkence gördüğünü iddia etti, ancak bilinen tarih biraz daha farklı. Bilinen tarihe göre babası tarafından Osmanlı İmparatorluğu’na kız kardeşiyle birlikte gönderilen Vlad, kendisinden bir yaş büyük olan Fatih Sultan Mehmet ile aynı hocalarda eğitim gördü, aynı şekilde yetiştirildi.
## Fatih Sultan Mehmed'in kan kardeşi Vlad
İşte Vlad’ın Osmanlı İmparatorluğu’na verilişi ve Fatih Sultan Mehmet ile olan yakın arkadaşlığının bilinen tarihteki hikayesi:
Romenlerin "Wallachia" olarak andıkları topraklar Sultan 2'nci Murat’ın akınlarının ardından Eflak ve Boğdan adlarıyla Osmanlı’ya bağlanınca, baba Vlad Türklerin o dönemdeki başkenti Bursa’ya ister istemez bağlılığını iletmek zorunda kaldı.
Osmanlıların fetih politikasında, kazanılan yeni topraklara, merkezden o yöreye yabancı yöneticiler atamak pek sıklıkla başvurulan bir yöntem değildi. Devlet, bunun yerine daha akıllıca bir yola başvuruyor ve ele geçirdiği her yeni diyara yine o bölgelerde doğup büyümüş sadık yerel liderler tayin etmeyi tercih ediyordu. Bu doğrultuda Wallachia’nın sözü geçen soylularının geniş bir istihbaratını yaptıran Sultan Murat Han, onlar arasından Vlad Dracul’un adının ön plana çıktığını gördü. Bunun üzerine şovalyenin küçük oğlu ile kızı, bizzat babalarının rızasıyla, yetiştirilmek üzere başkent Edirne’ye getirildi. Ablası sarayda ‘prenses’ statüsünde ağırlanırken, gelecekte Eflak ve Boğdan Voyvodası (Osmanlı’da geniş yetkilerle donatılmış, bir çeşit genel valilik rütbesi) olması planlanan küçük kardeş Vlad da seçkin çocuklara verilen özel bir eğitim programına alındı.
Küçük Vlad, Edirne’yi ve Osmanlı saray hayatını kısa sürede benimsedi. Gelecekte Osmanlı’nın Balkanlardaki uçsuz bucaksız topraklarını kendisi adına sadakatle yönetecek olan bu Romen çocuğunun her açıdan kusursuz bir eğitim almasını isteyen Murat Han, Türkleri sevmesi için çok geçmeden onun yanına bir de arkadaş verdi. Bu kişi, sonradan ‘cihan fatihi’ olarak anılacak olan oğlu Mehmet’ti.
Şehzade Mehmet, kendisinden yalnızca bir yaş küçük olan Romen arkadaşıyla yıllar boyunca omuz omuza çok sıkı bir eğitimden geçti. Birlikte en seçkin hocalardan yabancı dil dersleri aldılar, kılıç kullanmayı, ata binmeyi ve devlet yönetiminin türlü inceliklerini öğrendiler. Zamanla arkadaşlıkları iyice derinleşti. Büyüdüklerinde birbirlerini hiç unutmayacakları ve kanlarının son damlasına kadar destek olacaklarına dair karşılıklı yeminleştiler, ardından da kesik parmaklarını birleştirerek ‘kan kardeşi’ oldular.
## Okuyucu Yorumları |
110141 | haber | Davulcu ve zurnacı vergi mağduru oldu | null | # Davulcu ve zurnacı vergi mağduru oldu
## Düğünlerde davul-zurna çalanlar, 'Profesyonel müzisyen' kabul edildi.
-
A
+
**T24** - Düğünlerde davul-zurna çalanlar, ‘’Profesyonel müzisyen" kabul edildi. Uygulamanın başladığı Muğla’daki 2 bin Roman, ‘’Vergi şoku’’ yaşıyor. CHP’li Fevzi Topuz, 5 yıldızlı otellerdeki piyanist-şantörlerle aynı kategoriye alınan çalgıcıların feryadını, Meclis’e taşıdı.Düğünlerde davul-zurna çalanlar, ‘’Profesyonel müzisyen" kabul edilerek, vergi basamakları yükseltildi. CHP Muğla milletvekili Fevzi Topuz, 5 yıldızlı otellerdeki piyanist şantörlerle aynı kategoriye sokulan çalgıcıların feryadını, Meclis’e taşıdı.
Muğla’nın köylerinde yaşayan ve yaz aylarında düğünlerde davul zurna çalarak bahşişle yaşamını sürdüren yaklaşık 2 bin Roman vatandaş, vergi şoku yaşıyor. Çalgıcıların daha önce basit usulden vergi verdiğini belirten CHP milletvekili Topuz, yaptığı açıklamada şunları söyledi:
‘’Bu mükelleflerin kategorisi profesyonel müzisyen olarak değiştirildi. Maliye şimdi, geçmiş yılların vergisini de istiyor. Muğla’da 2 bin kişi, buradan ekmek yiyor. Yazın 4 ay davul zurna çalar, 20-25 düğünden aldığı bahşişle yaşar. 8 ay da çevre köylerde zeytin, tütün, pamuk toplayıp hayatını sürdürmeye çalışır. Bu vatandaşlardan, 5 yıldızlı oteldeki piyanist gibi aynı vergi isteniyor"
Milas Yöresi Davul Zurna ve Roman Kültürü ile Muğla Zeybek Kültürünü Araştırma ve Yaşatma Derneği Başkanı Dursun Girgin de, davul-zurnacıların maddi durumunun iyi olmadığını ve geçimini devletten aldığı yardımla sürdürdüğünü belirtti.
Zurnacıların vergi yükünü kaldıramayacağını vurgulayan Girgin, "Davulcu ve zurnacıları, lüks otellerde çalan piyanistlerle aynı kategoriye aldılar. Onlar,12 ay sürekli çalışıyor. Davul ve zurnacı arkadaşlarımız ise yılda 4 ay zar zor iş yapıyor. Bu büyük bir adaletsizlik" dedi.
Meclis gündeminde
CHP’li Topuz, davul zurnacıların sorunlarına ilişkin, soru önergesi de hazırladı ve mağduriyetlerine çözüm getirilmesini istedi. Topuz, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’e, "Davul-zurna çalarak yaşamlarını sürdüren köylü vatandaşların, mükelleflikleri basit usulden neden müzisyene çevrilmiştir.? Davul zurnacı ile profesyonel müzik yapanların eşdeğer tutulması roman kültürünü yaşatan bu insanlara haksızlık değil midir? Bu insanların vergiden muaf tutulması düşünülmekte midir?’’ sorularını yöneltti.
## Okuyucu Yorumları |
219641 | haber | Deniz Gezmiş Parkı mahkemede savunma oldu | null | # Deniz Gezmiş Parkı mahkemede savunma oldu
## Deniz Gezmiş'i anmak için yapılan yürüyüş ve basın açıklamasına katıldıkları için haklarında 'örgüt davası' açılan 12 sanığın yargılanmasına başlandı
Gaziantep'te 6 Mayıs 2012'de, Deniz Gezmiş'i anmak için yapılan yürüyüş ve basın açıklamasına katıldıkları için haklarında 'örgüt davası' açılan, aralarında 'Emeğe Ezgi' müzik grubu üyelerinin de bulunduğu 4'ü kadın 12 sanığın yargılanmasına başlandı.
Suçlamaları kabul etmeyen tutuksuz sanıklar, basın açıklaması ve yürüyüşte çektikleri fotoğraflar ile Ataşehir Belediyesi'nin yaptırdığı Deniz Gezmiş Parkı ve heykelinin fotoğraflarını dosyaya delil olarak sundu. Sanıkların avukatı Ayşe Erkabalcı, "Bir yerde izin verilen bir etkinlik başka bir yerde suç sayılmaktadır" dedi.
Doğan Haber Ajansı'nın haberine göre, Gaziantep'te 6 Mayıs 2012'de, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını anma etkinliğine katılan 12 kişi hakkında 'örgüt adına suç işleme' ve 'örgüt propagandası yapma' suçlamalarıyla Adana 10’uncu Ağır Ceza Mahkemesi'nce dava açıldı. Aralarında İstanbul Beyoğlu'ndaki Ayışığı Sanat Merkezi’nde faaliyet gösteren ’Emeğe Ezgi’ adlı müzik grubu üyeleri **Emrah Ceyran** ile ** Sinan Koçum'**un** ** da bulunduğu sanıkların yargılanmasına başlandı.
Mahkeme başkanının iddianameyi okumasının ardından söz alan sanıkların avukatı **Ayşe Erkabalcı**, eylemin Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na aykırılık suçunu oluşturacak nitelikte olduğunu ileri sürerek mahkemenin 'görevsizlik' kararı vermesini istedi. Mahkeme heyeti, mahkeme savcısının talebi doğrultusunda, avukatın isteğini reddetti.
Sanatçı olduğunu ve sesinin kısılmaması için slogan atmadığını belirten sanık Sinan Koçum, "Deniz Gezmiş ve arkadaşları ile ilgili olarak bir çok yerde anma törenleri ve programlar düzenlenmektedir. Benim çıkardığım bir albümde de bu konuda şarkılar vardır. Bunlar ilgili Bakanlık tarafından bandrol verilen eserlerdir. Olay günü de zaten ben slogan atmadım. Yürüyüş esnasında da fotoğraf çektim" dedi.
Tiyatro oyuncusu olduğunu belirten **Züleyha Düzdaban** da savunmasında "Basın açıklaması esnasında Nazım Hikmet'in şiirlerinden oluşan bir oyun sundum. Aynı oyunu Türkiye'nin birçok yerinde de oynamıştım. Ama Gaziantep'te oynadığım oyun dava dosyasında örgütsel bir oyun gibi gösterilmiş. Benim herhangi bir örgütle bağlantım yok. Üzerime atılı suçu kabul etmiyorum" diye konuştu.
Emeğe Ezgi Müzik Grubu üyesi **Emrah Ceyran** ile ilgili olarak ise iddianamede, "Şüpheli Emrah Ceyran öncülüğünde 'Emeğe Ezgi' isimli müzik grubu tarafından örgütsel içerikli marş ve slogan söylenmiş, söylettirilmiştir. Emrah Ceyran isimli şahsın Yeşilsu Parkı’nda basın açıklaması sonrası gruba, 'Ellerinde pankartlar. Devrimci bu çocuklar' şeklinde devam eden müzik ve halay etkinliği yaptırırken görüntüleri tespit edilmiştir. Şüpheli Ceyran’ın terör örgütü ve liderlerini övücü sloganlar attığı, konuşmalar yaptığı anlaşılmıştır" denildi.
Diğer sanıklar da haklarındaki suçlamaları kabul etmedi. Sanıkların avukatı Ayşe Erkabalcı da basın açıklaması ve yürüyüşte çekilen fotoğraflar ile Ataşehir Belediyesi’nin yaptırdığı Deniz Gezmiş Parkı ve heykelinin fotoğrafını dosyaya delil olarak sundu. Erkabalcı, "Bir yerde izin verilen bir etkinlik başka bir yerde suç sayılmaktadır. Sanıkların basın açıklaması sırasındaki davranışları ve sözleri tamamen düşünce özgürlüğü içerisinde, kendilerini ifade etmeleri dışında bir şey değildir" dedi.Mahkeme heyeti, duruşmaya gelmeyen 2 sanığın dinlenmesi için davayı erteledi.
## Okuyucu Yorumları |
227487 | haber | ODTÜ'deki 'Dicle eylemi'ne polis müdahale etti | null | # ODTÜ'deki 'Dicle eylemi'ne polis müdahale etti
## Dicle Üniversitesi'nde 3 gündür devam eden olayları protesto etmek isteyen ODTÜ'lü öğrencilerle polis karşı karşıya geldi
ODTÜ'de Dicle Üniversitesi'ndeki olayları protesto etmek isteyen bir grup öğrenciye polis müdahale etti.
Bir grup öğrenci, Dicle Üniversitesindeki olayları protesto için ODTÜ girişinde toplandı. Basın açıklamasının ardından öğrecilerle polis arasında gerginlik yaşandı. Çevik kuvvet ekipleri, yüzleri maskeli gruba, biber gazı ve tazyikli suyla müdahale etti.
Okuldaki ormanlık alana kaçan gruba polisin müdahalesi sürüyor.
## Dicle Üniversitesi'nde eğitime ara
Öte yandan Ankara'daki protestonun nedeni olan Diyarbakır Dicle Üniversitesi'nde yaşanan gerginliğin devam etmesi üzerine eğitime Pazartesi gününe kadar ara verildi.
Üniversitede iki gündür süren olaylar bu sabah da devam etti. İki öğrenci grubu arasında çıkan kavgada biri ağır 3 öğrenci yaralandı, bazı öğrenciler de gözaltına alındı.
## Okuyucu Yorumları |
200245 | haber | Dişten kök hücre umudu | null | # Dişten kök hücre umudu
## Prof. Dr. Serhat Yalçın, hastalandıktan sonra ağız içindeki dokuların pek işe yaramadığını, sağlıklı dokuların saklanması gerektiğini ifade etti
-
A
+
Kordon kanından sonra dişten elde edilen kök hücre de umut oldu. Uzmanlar, dişteki kök hücrelerin gelecekte bazı hastalıkların tedavisinde kullanılabileceğini belirtiyor.
Anadolu Haber Ajansı'nda yer alan habere göre; İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Çene Cerrahisi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Serhat Yalçın, kordon kanı gibi dişten elde edilen kök hücrenin de gelecekte bazı hastalıkların tedavisinde umut olabileceğini söyledi.
Yalçın, kordon kanından elde edilen kök hücreler gibi çürük olmayan süt dişi ve yirmi yaş dişlerinden de kök hücre elde edilebildiğini belirtti.
Dişten kök hücrenin, göbek kordon bağı ile aynı mantıkla üretildiğini ifade eden Yalçın, ''İkisinin kaynak hücreleri farklı. Dolayısıyla ikisi de farklı amaçlar için kullanılacak. Dişten elde edilen kök hücrede şu anda pratikte bir yararı yok ama teknoloji geliştiği zaman kök hücreden organ ve deri oluşturulabilecek'' dedi.
Çekilen dişi parçaladıklarını ve içindeki kök hücre vazifesi görecek canlı dokuyu bir sıvının içine koyarak, merkezi ABD'nin Miami kentinde bulunan doku bankasına gönderdiklerini anlatan Yalçın, ''Doku bankası, bu hücreyi eksi 50-70 gibi düşük bir ısıda donduruyor. Kök hücre, ileride kullanılmak üzere özel koşullarda bozulmadan saklanıyor'' diye konuştu.
## Maliyeti yüksek
Prof. Dr. Yalçın, kök hücre tedavisinin şu anda tam oturmadığını ama 10-20 sene sonra tıbbın kullanımında olacağını vurgulayarak, dişten alınan kök hücrelerin de gelecekte başta dişsizlik olmak üzere kanser ve organ kaybı gibi birçok hastalığın tedavisinde umut olacağını söyledi.
Hastalandıktan sonra ağız içindeki dokuların pek işe yaramadığını, sağlıklı dokuların saklanması gerektiğini kaydeden Yalçın, dişten kök hücre üretimi ve saklanmasının maliyetli bir iş olduğunu kaydetti.
Yalçın, ''Hücrenin çıkarılması, yurt dışına yollanması ayrı ücretlere tabi. Dişten kök hücre analizinin ücreti 1250 dolar, her yıl da 150 dolar aidat ödeniyor'' dedi.
## Okuyucu Yorumları |
60532 | haber | Diyarbakır maçında Cimbom tribünlerinde neler olacak? | null | # Diyarbakır maçında Cimbom tribünlerinde neler olacak?
## Diyarbakır maçına Galatasaray tribünü nasıl hazırlanıyor? Galatasaraylı tribün liderleri yanıtlıyor
Selin Ongun / T24 Gittiği deplasmanlarda "PKK dışarı" sloganlarına muhatap olan Diyarbakırspor, Bursaspor maçında yaşananlardan sonra önlem alınmasını istemişti. Bursa'dan sonra, komşu şehir Gaziantep'teki maçta da ırkçı sloganlar yükselince, Diyarbakırspor Kulübü Başkanı Çetin Sümer ligten çekilmeyi düşündüklerini açıklamıştı. Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) ise ayrımcı tezahüratı görmediğini belirterek, Diyarbakırspor yöneticilerini sağduyuya davet etmişti. Diyarbakırspor yöneticilerinin pazar günü oynanacak Galatasaray maçına çıkacaklarını açıklamalarının ardından akıllardan benzer bir cümle geçti: "Galatasaray-Diyarbakırspor karşılaşmasında tribünlerden bir grup Türkiye’yi gerecek sloganlar atarsa..." Galatasaray tribünlerine hakim olan "Ultraslan" oluşumunun "lider" olarak benimseyip "Reis" dediği Sebahattin Şirin, taraftarın nezdinde tribün hiyerarşisinin "ikinci adamı" sayılan "Yılmaz Başkan" olarak anılan Yılmaz Tutuş ve Ultraslan'ın Genel Koordinatörü Ömer Haliloğlu ile Diyarbakırspor maçında Cimbom tribünlerinde "neler olabileceğini" konuştuk. Taraftarı ne tahrik ediyor? Kürtçe tezahürat olacak mı? Diyarbakır maçına Galatasaray tribünü nasıl hazırlanıyor? Ultraslan tribününün siyasi yelpazesinde daha çok hangi görüş etkin? "Fethullahçılar takımı sardı" iddiası tribüne nasıl yansıyor? Fenerbahçeli Ercan Saatçi ve Metin Özülkü'nün Galatasaray'a yönelik konuşmalarını aslında neden boykot ettiler? Tribün psikolojisinde küfürün kapladığı hacim nedir? Kadın taraftar nasıl küfrediyor? Statlardaki tezahüratların orkestra şefliğini yapan, bir el hareketiyle kalabalığı susturan tribün liderleri T24'ün sorularını cevapladı. Şahin) settedir. Herkesin gözü Sebo abidedir. Sebo abi, "Sus" işareti verdiği an herkes susar. Bunu kapalısı da, yeni açığı da, numaralısı da görür. Tribün saygısına taraftar uyar. Ultraslan’da bu böyledir. **'Yılmaz Başkan Kürt, annesinin adı Türkiye'****- "Galatasaray-Diyarbakırspor karşılaşmasında tribünlerden bir grup Türkiye’yi gerecek sloganlar atarsa..." Bu olasılık endişelendiriyor mu sizi?****Sebahattin Şirin: **Bakın, bizim Yılmaz Başkan (Yılmaz Tutuş) Batmanlıdır, Kürttür. Annesinin adı ise Türkiye'dir. Bizim tribünümüz budur. **Yılmaz Tutuş: **Şunu baştan söyleyelim; "PKK dışarı" olayı yanlıştır. PKK ayrıdır, Güneydoğu insanı ayrıdır. Bu ikisini nasıl bir tutarsın arkadaş? **Sebahattin Şirin:** Biz maçtan önce taraftarımıza internet sitemiz aracılığıyla sağduyu çağrılarımızı yaparız. Ama görmezden gelinen şu: Her tribünde vardır bu ruh hali. Bir grup "PKK dışarı" diye bağırır, o sloganın peşine takılanlar niye bağırdığını bilmez. Ama slogana katılır.**- O sloganlara katılanları tribün lideri bastırabilir mi?****Yılmaz Tutuş: **Elimizden geleni yaparız, yapıyoruz da.**'Türk Kürt kardeştir pankartını Diyarbakır'da asarsak yanlış anlaşılırız'****- Tribün lideri ne kadar etkili olabilir bu tip zamanlarda?****Ömer Haliloğlu:** Şimdi şöyledir; Yılmaz Başkan kapalı tribünde olur, Reis (Sebahattin **Sebahattin Şirin: **Böyle kıvılcım anlarında** ** olaya müdahil oluruz. Hemen başka bir tezahüratla konuyu değiştirmeye çalışırız. Oradaki "gergin ruhu" tribünden uzaklaştırmak görevimiz. Millet rahat olsun, Diyarbakır halkının zaten Galatasaray'a büyük sempatisi var. Orada çok taraftarımız olduğunu biliyoruz. Bizim tribünden böyle kışkırtıcı arkadaşlar çıkmaması için elimizden geleni yaparız. **Yılmaz Tutuş**: Bakın bizim stadımızda "Türk Kürt kardeştir" pankartımız
devamlı asılıdır.
**- Bu pankartı Diyarbakır maçında görecek miyiz?**
** Yılmaz Tutuş:** Hayır. Bu maçta asarsak, millet yanlış anlar. Tahrik var sanabilirler.
**- Türk bayrağı asar mısınız?**
** Sebahattin Şirin: **Şimdi o da etki-tepki gibi algılanabilir. Art niyetli olduğumuz düşünülebilir. Çok bilinçli, çok hesaplı olmamız gerek.
**Yılmaz: **Abi tamam ama, diyelim ki biri bayrak çıkardı, "Kaldırın" mı diyeceğim?
**'Kahrolsun PKK pankartını Diyarbakır'da açmak cesaret ister'**
** - Sizin haberiniz olmadan tribünden bayrak ya da "Kahrolsun PKK" gibi bir pankart çıkabilir mi?**
** Sebahattin Şirin:** O pankartı Diyarbakır'da açmak cesaret ister. Şimdi sakın, "Biz korkak değiliz" diyen çıkmasın. Bunu özellikle belirtiyorum; aslan gibi taraftarlığımızı yapacağız ama provokasyonlara kapılmayacağız. Zaten orada Galatasaray izleyicisine ayıracakları yer en fazla bin kişilik olacak. Bunun 300'ü maça İstanbul'dan giden taraftar olsa kalan 700 kişi bölge insanı olacak.
**Yılmaz Tutuş: **Şu da var, oraya gelen taraftar zaten Galatasaray'ı görmeye gelecek. Diyarbakır seyircisi taşkınlık yapmazsa bizden yana hiçbir şey olmaz.
**- Taraftarı ne tahrik ediyor da bu tip mevzular çıkıyor?**
** Sebahattin Şirin: **Anlık meseleler bunlar!
**Yılmaz Tutuş:** Bir anda insanlar kopuyor. Niye koptuğunu da, ağzından çıkanı da bilmiyor!
**Sebahattin Şirin:** Konumuzla ilgisi yok ama mesela Fenerbahçe maçında adam "Ali Şen başkan Fenerbahçe şampiyon!" diye bağırıyor. Adam Fener'i Ali Şen'in küme düşürdüğünü bilmiyor mu? Ama slogana kapılmış, coşuyor işte. Tabii maçın skoru belli olunca kendine geliyor ya da tümden kopuyor!
**'Arızayı çıkaran PKK muhabbeti değil, Fener bayrağı olur' **
** - O halde hemen soralım: Maç "Diyarbakır 3, Galatasaray 0" şeklinde bittiğinde taraftar ne yöne kopar?**
** Sebahattin Şirin: **Tam tersi olacak, diliniz sürçtü galiba! (Gülüyor)
**Yılmaz Tutuş: **Ya diyelim ki öyle oldu, alkışlarız. Ülkeye zarar verecek bir şey yapmayız. Buna emin olun.
**Sebahattin Şirin:** Bakın biz her sene 18 Mart'ta organize olarak, 300-500 kişi Çanakkale'ye gideriz. Orada Batmanlı, Diyarbakırlı, Edirneli, Trabzonlu yan yana yatıyor. Bizim felsefemiz bu. Bu felsefemizi de tribüne yansıtırız.
**- Şunu mu anlayalım; Diyarbakır'da "Çanakkale içinde Aynalı Çarşı..." diye başlayan bir tezahürat duyabilir miyiz?**
** Yılmaz Tutuş: **Yok, orada olmaz. O da yanlış anlaşılabilir. Bunu kendi stadımızda söyleriz ama Diyarbakır'da yapamayız.
**Sebahattin Şirin: **Güle güle oynayıp gidip güle oynaya geleceğiz. Alkışlayacaklar bizi, ben buna inanıyorum.
**Yılmaz Tutuş: **Sen orada bir şey kaçırıyorsun Reis! Tek provokatör bir Fenerbahçe bayrağı açtığı zaman, tamam! Bizimkiler orada kopuyor.
**Sebahattin Şirin: **Bak bunda haklısın. Ama bu da iki taraflı. Şimdi şöyle oluyor; Diyarbakır'a Galatasaray gittiği zaman tribüne bir çocuk gönderiyorlar. Çocuk Fener bayrağı açıyor. Eğer Fener'in maçı varsa bu kez Galatasaray bayrağı açtırıyorlar.
**Yılmaz Tutuş:** Kıvılcım da buradan çıkıyor. Aslında arızayı çıkaran PKK muhabbeti değil. Adam Fener bayrağı açınca bizimkiler kopuyor, Galatasaray maçında da Fener bayrağı olunca Fenerliler kopuyor. Muhabbet bu.
**'Kürtçe tezahürat olmaz ama Diyarbakırspor bayrağını tribünümüze asarız'**
** - İstiklal Marşı okunurken ayağa kalkmayanlar olursa galeyana gelir mi Galatasaray taraftarı? O zaman ne olur "muhabbet"?**
** Yılmaz Tutuş: **İstiklal Marşı okunacak, ayağa kalkmayacak! Ben buna tepki gösteririm normal şartlarda. Ama orada provokasyona gelmeyiz, yaparlarsa seyirci kalırız.
**Sebahattin Şirin: **Diyarbakır'da misafiriz. Bir şeyler yapmamız gerekse bile tutmalıyız kendimizi. Böyle atmosferlerde bir kıvılcım yangın çıkarır; bunu unutmamalıyız.
**- Bu maç için özel tezahüratlar var mı?**
** Ömer Haliloğlu:** Koromuz çok dikkatli olacak. Diyarbakır'da yeni beste olmaz. Biz buradan 300 kişi gitsek, orada 700 kişi olsa o insanlara yeni besteyi öğretene kadar bir buçuk saat geçer. Akıcı bir tezahürat yapılamadan maç biter.
**- "Barış" içerikli bir Kürtçe tezahürat şıkkı?**
** Yılmaz Tutuş: **Hayatta olmaz. Büyük alerji yaratır. Kardeşlik mesajı veren bir içeriği olsa bile olmaz. Ama ne yaparız; Diyarbakırspor bayrağını tribünümüze asarız.
**Sebahattin Şirin: **Zaten maçtan önce Diyarbakırspor taraftarları derneğini ziyaret edeceğiz.
**'Üst kimlik Galatasaray'dır, üst kimlik Türkiyeli olmaktır'**
** - Ultraslan tribününün siyasi yelpazesinde daha çok hangi görüş etkin? **
** Yılmaz: **Siyasete fazla girmeyiz.
**Sebahattin Şirin: **Ama tabii ülkenin birliği, milli manevi değerlerine yönelik sosyal içerikli mesajları veririz. Fakat mesela bizim tribünümüzde herhangi bir siyasi ideolojinin simgesi olan el işaretleri yasaktır. Her insanın ayrı siyasi görüşü var. Ama bunu tribünde gösteremezsin.
**Ömer Haliloğlu:** Üst kimlik Galatasaray'dır, üst kimlik Türkiyeli olmaktır.
**Bu şartlar altında demokratik açılım yeşil sahaya nasıl iner sizce?**
** Sebahattin Şirin:** Aslında açılımın adını yanlış koydular. Bence "insanlık açılımı" olmalı.
**Yılmaz: **Yok Reis yok, o toplara biz girmeyiz. Devlet adamlarının işine tribünler girmez. Siyaseti siyasetçiler konuşsun; sporu spor adamlarına, spor bakanına bırakalım.
**- Spor bakanının adı nedir?**
(Bir süre düşünüyorlar. Tam o esnada Ultraslan'ın Basın Sözcülüğü'nü yapan Yaşar Haliloğlu cevaplıyor: Faruk Nafiz Özak).
**Yılmaz Tutuş:** Özak adam gibi adam! Harbi adam! Dürüst adam!
**Sebahattin Şirin:** Bakın bir Batmanlı olarak Trabzonlu bakanı nasıl övebiliyor arkadaşımız. Mesele budur. Eksiğimiz bunu yapamamaktır. Demokratik açılım tribünümüze çoktan inmiş, haberiniz yok! (Gülüyor)
**'Galatasaraylı da küfrediyorsa o da çıksın ortaya!'**
** - Haber demişken spor camiasının gündemindeki bir başka konu da Ercan Saatçi ve Metin Özülkü'nün Galatasaray'a yönelik küfürlü konuşmalarının internete düşmesi. Bunun üzerine başlattığınız "Hürriyet alma" kampanyasını aşırı bulan taraftarlar oldu mu?**
** Ömer Haliloğlu: **Ben öyle birine rastlamadım. Şimdi biz bu hadiseye tepkisiz kalsaydık taraftar bize "Neden bir şey yapmıyorsunuz?" diye soracaktı.
**Yılmaz Tutuş: **Türkiye'nin bu kadar gündemi varken Ercan Saatçi meselesini bu kadar tartışmak bence doğru değil. Ha biz bunu kendi aramızda tartışırız, boykotumuzu yaparız. Çünkü mahalle kahvesinde kendi halinde iki vatandaşın konuşması değil bu. Türkiye'nin değer verdiği iki sanatçının konuşmaları.
**'Biz de Fenerbahçe'ye küfür ediyoruz'**
** - Siz Fenerbahçe'ye hiç küfretmiyor musunuz?**
** (Üçü birden cevaplıyor) **Ediyoruz!
**Ömer Haliloğlu:** Ama ben taraftarım.
**Yılmaz Tutuş: **Benim kurumsal bir kimliğim yok.
**Sebahattin Şirin: **Ben bir gazetenin spor müdürü değilim.
**- Galatasaraylı bir spor müdürünün Fenerbahçe'ye küfrettiği "özel konuşmaların" bilgisi dahilinde olmadan yayımlanmasından endişe duyar mısınız?**
** Yılmaz Tutmuş: **Benimki de şerefsizlik yapıyorsa o da çıksın ortaya.
**Sebahattin Şirin: **Herkes ayağını yorganına göre uzatsın.
**Yılmaz Tutuş:** Bakın** ** tribünde Aziz Yıldırım'a küfrediliyor. Biz susturuyoruz. Bu kez bize adam diyor ki, "Siz Aziz Yıldırım'ın borçlusu musunuz?"
**Sebahattin Şirin: **Şu gerçektir, tamam her taraftar karşı takıma bir gün küfretmiştir. Ama tribünlerde koro halinde küfür olmaz, ben buna karşıyım.
**- Tribünde küfür etmenin cezası nedir? **
** Ömer Haliloğlu: **1760 lira. Bir de altı ay maça girmeme yasağı var. Ve bu yasağı caydırıcı olacak ölçüde uyguluyorlar. Kameradan küt diye tespit ediyorlar, T.C vatandaşlık numaranı alıyorlar, cezanı da ev adresine gönderiyorlar.
**'Bayan taraftar konsantre küfür ediyor'**
** Küfreden kadın taraftarlar oluyor mu?**
** Yılmaz Tutuş:** Olmaz mı? İnanın o bayanlar küfredince ben başımı eğiyorum, utanıyorum.
**Ömer Haliloğlu: **Şunu söyleyeyim; böyle konsantre küfür duymamışsınızdır. Hanımlardan ilginç laflar çıkıyor.
**Sebahattin Şirin: **O esnada ne yaptığının farkında değil, yoksa dışarıdan kendini izlediğinde yaptığını onaylamaz. İşte tribünde bir şizofreni oluşuyor. Hanım taraflar için de erkekler içinde bu böyle.
**- Kadın taraftarlarda artış var mı?**
** Sebahattin Şirin: **Hanımlar çoğaldı, hem de müthiş bir ilgi var. Futbolun endüstriyelleşmesi, ekonomik iyileşmenin dışında bu ilginin bir de basın ayağı var. Bayan taraftar resimleri medyanın çok hoşuna gidiyor. Hanımlar da bunu çözdü, maçlara basın mensuplarının ilgisini çekebilecek özel hazırlıklarla geliyorlar. Mesela eline bir oyuncak alıyor, makyajını yapıyor, ilginç bir tişört giyiyor. Sıkıntı yok; memnunuz taraftarımızdan.
**'Fethullahçılar bu takımı şampiyon yapıyorsa Allah razı olsun!'**
** - Yıllardır Galatasaray futbol takımı için süregelen bir polemik: "Fethullahçılar takımı sardı." Bu tartışma tribüne nasıl yansıyor?**
** Sebahattin Şirin:** Hakan Şükür ile başlayan laflar bunlar. "Fethullahçılar" denen kadroya bakıyorsun UEFA Şampiyonu olmuş! Sonra adam açıklıkla "Ben Fethullah Gülen’e saygı duyuyorum" diyor. Kime ne? Ben de Fethullah Gülen'e sempati duyuyorum. Ne olacak? Bu insanın memlekete hizmet ettiğini, Türkiye'yi dünyanın dört bir yanında açtığı okullarla tanıttığını düşünüyorum. Ama tribünümde bu şahsi fikirlere yer yok. Kime ne?
**Yılmaz Tutuş: **Aramızda her görüşten arkadaş var. Fethullah Gülen'e sempati duyan da, inançsız da, gayrimüslim de var. Sonra Fethullahçılar bu takımı şampiyon yapıyorsa, Allah razı olsun! (Gülüyor) Bakın Ultraslan oluşumunda, Galatasaray üst kimliktir. Diğer konular insanların özel dünyasıdır, karışılmaz. Onlar da bunu tribüne yansıtmaz.
**- Takımındaki oyuncudan memnun olmayan taraftar sizin tribünde yer bulur mu? **
** Yılmaz Tutmuş: **İlke olarak o formayı her kim giyiyorsa onu destekleriz.
**Ömer Haliloğlu: **Ama tabii üzücü durumlar yaşıyoruz. Mesela Sabri en fanatik Galatasarylılardan biridir. Aynı zamanda tribünde en büyük tepkiyi görenlerdendir.
**Yılmaz: **E Hasan Şaş? Bu kadar emek vermiş, adama tepki verildi.
**Sebahattin Şirin: **Özetle konu şu; futbolda dün yok bugün var.
**'Elimizde 30 bilet var diye rant mı elde ediyoruz?'**
** - Tribün liderlerinin kulüplerin "bilet kredisi"ni ranta çevirdiği iddiası dün ve bugününüzde nasıl bir yer kaplıyor?**
** Sebahattin Şirin: **Adam yüz milyar doları götürüyor. Biz elimizde 30 bilet var diye rant mı elde ediyoruz? Rantçılığı da ayağa düşürdüler.
**Ömer Haliloğlu:** Abi ben niye hâlâ kirada oturuyorum o zaman?
**Yılmaz Tutmuş:** Yanlış, muhabbet yanlış.
**- Doğrusu ne, anlatın?**
** Yılmaz Tutmuş:** Adam gidiyor içki içiyor, para harcıyor, kumar oynuyor ya da manitasıyla geziyor. Bizde bunlar yok.
**Ömer Haliloğlu:** Biz arma sevdalısıyız!
**Sebahattin Şirin:** Biz Galatasaraylıyız!
## Okuyucu Yorumları |
103732 | haber | Doğum borçlanması hesabı nasıl yapılır? | null | # Doğum borçlanması hesabı nasıl yapılır?
## Bugün kimlerin doğum borçlanmasından yararlanamayacağı, kimlerin doğum borçlanmasına başvurabileceği ve...
### Toker Meriç /T24
Dünkü yazımızda "SSK'ya tabi kadınların doğum borçlanması" konusunu, sosyal güvenlik reformu öncesi ve sonrasındaki mevzuat ile uygulamaları üç ana madde temelinde irdeleyerek ele almıştık.
Toker Meriç'in 'SSK’ya Tabi Kadın Sigortalıların Doğum Borçlanması' adlı yazısı için tıklayınız...
Bugün kimlerin doğum borçlanmasından yararlanamayacağı, kimlerin doğum borçlanmasına başvurabileceği ve borçlanma hesabının nasıl yapılacağı üzerinde duracağız. Dünkü maddeleri izleyerek devam ediyoruz.
4- Kimler doğum borçlanması yapamayacak?
- SSK sigortalılık başlangıcından önce yapılan doğumlara ilişkin borçlanma yapılamayacaktır.
Örneğin; SSK sigortalısı olarak ilk defa 01.07.2007 tarihinde çalışmaya başlanmış olmasına karşın, 15.07.2003 tarihinde doğum yapılmış ise bu doğumdan sonraki 2 yıllık süre borçlanılamayacaktır.
- İlk olarak SSK sigortalısı olarak çalışmaya başlamış, daha sonra Bağ-Kur sigortalısı olarak çalışma sürdürülmüş ise, daha önce SSK sigortalılığı olsa bile, Bağ-Kur sigortalılık başlangıç tarihinden sonra yapılan doğumlara ilişkin borçlanma yapılamayacaktır.
Örneğin; 12.10.1990 tarihinde SSK Sigortalısı olarak çalışmaya başlamış, daha sonra 01.05.1995 tarihinde Bağ-Kur sigortalısı olunmuş ve 20.08.2000 yılında doğum yapılmış ise, Bağ-Kur sigortalılık başlangıç tarihinden sonraki bu doğum (doğum tarihinde Bağ-Kur sigortalılığı sona ermiş olsa da, olmasa da) borçlanılamayacaktır.
- 2925 sayılı Yasa kapsamındaki tarım sigortalısı kadınlar doğum borçlanması yapamayacaklardır. (SGK’nın 2008/111 sayılı genelgesinde bunların da doğum borçlanması yapabileceği belirtilmiş olmasına karşın, 2010/106 sayılı genelgesinde bu gruptakilerin borçlanamayacakları yönünde düzenleme yapılmıştır)
- SGK isteğe bağlı sigortalısı olan kadınlar doğum borçlanması yapamayacaklardır.
- SSK sigortalılık tescili yapılmış olmasına rağmen, işvereni tarafından sigortalılık hizmetleri bildirilmemiş/primleri ödenmemiş ise, bu durumdaki kadın sigortalılar doğum borçlanması yapamayacaktır. (Burada işverenin yerine getirmediği bir yükümlülükten dolayı, kadın sigortalılar, doğum borçlanma hakkı verilmeyerek cezalandırılmaktadır.)
5-Kimler doğum borçlanması yapabilecek?
- Doğum öncesinde SSK sigortalısı olarak çalışılmış olması,
- Doğum sonrasındaki borçlanılacak olan sürede (en fazla 2 yıl) çocuğun yaşamış olması,
- Doğum sonrasındaki borçlanılacak olan sürede çalışılmamış/prim ödenmemiş olması,
şartıyla, SSK sigortalısı kadın veya vefat etmiş olması halinde geride kalan hak sahipleri (eş, çocuk, anne-baba) doğum borçlanması yapabilecektir.
- Şu anda Emekli Sandığı'na veya Bağ-Kur’a tabi olmakla birlikte, geçmişte SSK sigortalısı olarak çalışılmış ve doğum olayı da bu SSK sigortalılığının sonrasında meydana gelmiş ise, bu doğumlar borçlanılabilecektir.
- 3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanunu'na tabi aday çırak, çırak ve mesleki eğitim gören öğrenciler SSK sigortalılık tescili olması kaydıyla doğum borçlanması yapabileceklerdir. (Aday çırak, çırak ve mesleki eğitim gören öğrenciler emeklilik (malullük, yaşlılık ve ölüm) primi ödememelerine rağmen, genelge ile bunlara doğum borçlanması imkânının verilmesi 5510 sayılı Kanunun amacına aykırı düşmektedir).
- 4857 sayılı İş Kanunu'na göre kısmi süreli veya çağrı üzerine çalışan ve SSK sigortalısı olan kadınlar doğum borçlanması yapabileceklerdir.
İkiz-üçüz çocuklar için doğum tek olduğu için 2 yıl borçlanılabilecek
Doğum borçlanması, en fazla 2 çocuk ve her doğumdan sonra en fazla 2 yıl olmak üzere toplam 4 yıl (1440 gün) için yapılabilecektir. İkiden fazla doğum yapılmış ise tercih edilecek 2 doğum için borçlanma yapılabilecektir.
Doğum borçlanması çocuk sayısına göre değil, yapılan doğuma göre belirlendiğinden, çoğul gebelik (ikiz, üçüz doğum) yapılmış olması doğumdan sonraki borçlanılacak iki yıllık sürede bir değişiklik/artış yapmamaktadır.
6- Doğum borçlanma tutarının hesaplanması ve ödenmesi
Borçlanma tutarı, sigortalının veya hak sahiplerinin prime esas günlük kazanç alt ve üst sınırları (25,35 TL ila 164,78 TL) arasında olmak üzere, kendilerince belirlenecek günlük kazancın yüzde 32'si ile borçlanılacak gün sayısının çarpılması suretiyle hesaplanmaktadır.
Buna göre;
- 1 doğum için 2 yıllık süre alt sınırdan borçlanılacaksa (25,35 TL x yüzde 32 x 720 gün) 5.840,64 TL
- 2 doğum için 4 yıllık süre alt sınırdan borçlanılacaksa (25,35 TL x yüzde 32 x 1440 gün) 11.681,28 TL
- 1 doğum için 2 yıllık süre üst sınırdan borçlanılacaksa (164,78 TL x yüzde 32 x 720 gün) 37.965,31 TL
- 2 doğum için 4 yıllık süre üst sınırdan borçlanılacaksa (164,78 TL x yüzde 32 x 1440 gün) 75.930,62 TL ödenecektir.
Tebligattan itibaren 1 ay içinde ödenmesi gerekiyor
Hesaplanan rakamların, borçlanma bedeli olarak borcun kendilerine tebliğ tarihinden itibaren 1 ay içinde ödenmesi gerekmektedir.
2 yılın tamamı değil, eksik süreler de borçlanılabilir
Doğum borçlanması yapacak olan SSK’lı kadın sigortalılar doğum sonrasındaki 2 yıllık sürenin tamamını borçlanmak zorunda olmayıp, prim gün sayılarındaki eksikliklerini tamamlayacak şekilde kısmi borçlanma yapma hakkına da sahiptirler.
7- Sonuç
SGK’nın toplam sigortalı sayısının dörtte birini (2 milyon 348 bin 967 kişi) kadınların oluşturduğu, ülkemizdeki doğum oranlarının yüksekliği, çocuğuna daha iyi bakmak için pek çok kadın SSK’lı işçinin de çalıştığı işinden ayrılmak zorunda kaldığı dikkate alındığında, emeklilik sürelerindeki kayıplarını telafi etmeleri için sosyal güvenlik reformu kapsamında SSK’lı kadın sigortalı işçilere doğum borçlanması hakkının tanınması önemli bir düzenlemedir.
Ancak, ilgili kanunun yürürlüğe girmesinden itibaren 3 yıl geçmiş olmasına rağmen SGK’nın kanuna uygun yönetmelik, tebliğ ve genelgeleri bir türlü çıkaramamış olması, yapılan idari düzenlemelerde kişilerin haklarını kısıtlayıcı düzenlemelere gitmesi kabul edilebilir bir durum değildir.
Bu nedenle, SGK’nın, açılan davalarda verilen kararları, 3 yıl içinde uygulamada karşılaşılan sorunları dikkate alarak acilen kanuna uygun yeni idari düzenlemeleri yapması gerekmektedir.
## Okuyucu Yorumları |
194622 | haber | Dolunay Kışlalı Uluç ve Zeynep Altıok Akatlı babaları için yazdı... | null | # Dolunay Kışlalı Uluç ve Zeynep Altıok Akatlı babaları için yazdı...
## Siyasi cinayetlerde ölen gazetecilerin ve aydınların kızları babaları için neler yaşadıklarını anlattılar.
**T24 - **Siyasi cinayetlerde ölen gazetecilerin ve aydınların kızları babaları için neler yaşadıklarını anlattılar. Ahmet Taner Kışlalı'nın kızı Dolunay Kışlalı Uluç ve Metin Altıok'un kızı Zeynep Altıok Akatlı, Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan yazı dizisinin ikinci bölümü için yazdı.
Selda Güneysu'nun hazırladığı "Kızımdan bana bir demet çiçek" yazı dizisinin ikinci bölümü şöyle:__Özge Mumcu ve Filiz Ali babaları için yazdı...__
Ahmet Taner Kışlalı'nın kızı Dolunay Kışlalı Uluç:
‘Denizyıldızı’nı öğreten adamdı
Ankara’nın biraz dışında oturuyorduk. Otobüs çok sık gelmezdi. Arabamız olduğu dönemde, durakta bekleyenleri muhakkak alırdı babam... Bir defasında arabasına yalnızken üç genç almış ve parasını çaldırmıştı. O zaman bile pes edip "Artık kimseyi almayacağım" diye düşünebilecekken, "İki, üç genç yüzünden bir sürü insanı potansiyel hırsız yerine koyamam" dedi. O soğukta bekleyen bir sürü insan varken, babamın 2-3 kişiyi alarak kendi vicdanını rahatlattığını söylerdim. O zaman bana "denizyıldızlarının hikâyesini" anlatırdı:
Denizyıldızlarını dalgalar kumsala sürükleyip atıyormuş. Binlerce denizyıldızı karaya vuruyor ve ölüyormuş. Adamın biri denizyıldızlarını tek tek alıp suya atıyormuş. Oradan geçen biri şaşırmış, onu izlemeye başlamış ve dayanamayıp sormuş:
"Binlerce denizyıldızını kurtarmanız mümkün değil. Sizin bu yaptığınız hiçbir işe yaramaz, bir tanesini atmanız neyi değiştirir ki?"
Adam eğilmiş, bir denizyıldızını eline alıp denize attıktan sonra, "Onun için çok şey değişti!" diye yanıt vermiş...
Babamın birçok davranış biçiminde bu felsefe geçerliydi. Örneğin, Ankara’nın bir köşesine ağaç dikilse, dünyanın en mutlu adamı oluveriyordu. "Aman baba, iki ağaç dikildi diye Ankara İsviçre mi olacak?" derdik ve yine "denizyıldızı"nı dinlerdik! Ne kadar haklı olduğunu zaman bize gösterdi... Bakanlık dönemi çocukluk çağıma damgasını vurdu ve bende bazı izler bıraktı. Terör korkusu, babamın ölmesi veya öldürülmesi korkusu vardı içimizde... Apartman kapısının önünde bir koruma bulunurdu. Buna rağmen, dışarı çıkarken hep bizi sıkı sıkı tembihlerlerdi:
"Kapı çalınırsa arkasında durmayın, mutfağa girip öyle ‘Kim o’ deyin. Kapıyı tararlarsa arkasında bulunmayın!"
Ya bomba patlarsa?
Sabahları evden hep beraber çıkardık. Önce annem çıkar, arabanın motorunu çalıştırır, o esnada biz apartmanın içinde beklerdik. Arabada bomba patlarsa bize bir şey olmasın diye... Bu alışkanlık yıllar sonra da sürdü. Annem hep babamın öldürüleceği endişesini taşıdı. En ufak ayrıntılara bile dikkat ederdi. Özellikle de Uğur Mumcu öldürüldükten sonra... Ben annemi biraz paranoyak buluyordum ama zaman onu da haklı çıkardı. Ortaokuldayken Nâzım Hikmet hayranı olmuştum ve her gece onun şiirlerini okuyup uyuyordum. Sabahları, daha babam yatağındayken yanına gidip, Nâzım Hikmet’in o gece keşfettiğim bir şiirini okuyordum, heyecanla... Her seferinde, bu şiirleri ilk kez duyuyormuş gibi yapar, heyecanımı paylaşırdı. Nâzım’ın, "Kız Çocuğu" şiirini ağlayarak okuduğumda, onun da gözleri dolmuştu... O dönemde, edebiyat hocam bir sınıf ödevi verdi. İstediğimiz bir şair veya yazarın hayatını anlatacaktık. Hiç tereddütsüz, Nâzım Hikmet’in hayatını yazmıştım, çünkü biliyordum. Hocam o zaman bana bu ödevi kabul edemeyeceğini, çünkü Nâzım Hikmet’in okullarda okutulmasının "yasak" olduğunu anlattı. Sanıyorum "yasak" kelimesiyle o gün tanıştım... Hemen babama gittim ve isyan ettiğimi, hemen müdüre çıkıp durumu düzeltmesi, acilen bir şeyler yapması gerektiğini söyledim. Beni dinledi ve Nâzım’ın "yasak" olduğunu bildiğini söyledi. İyice şaşırdım. Bu kadar insancıl bir adam nasıl "yasak" olurdu? Bana komünizmi, faşizmi anlattı ama yasaklanmayı izah edemedi, çünkü evimizin kitaplığında Nâzım’ın tüm eserleri bulundurdu.
Ve o gün...
Günler, saatler birbirine girmişti. Kocam, beni ve ablam Altınay’ı bu acıya dayanmaya, güçlü olmaya hazırlamak için çırpınıyordu. Canilere keyif verecek umutsuzluk görüntüsü yansıtmamalıydık. Ama öylesine bir acı vardı ki içimizde... Öğrencileri bize çok güç verdiler. Onları gördük, pek çok kardeşimiz olduğunu fark ettik. Gurur duyduk. Atatürk Bulvarı’nda yürürken, etrafımdaki insanların gözlerine baktım, onlardan müthiş bir enerji aldım, kardeşlik duygularını sineme çektim. Bunları ifade etmek pek zor. Sanki bu insanlar, paramparça olmuş yüreğimizi sevgileriyle onarmaya çalışıyorlardı bakışlarıyla... Herkese tek tek sarılıp, onları teselli etmek istiyordum... Camiye gelindi sonra... Aile için ayrılmış bir yer vardı. Bulunduğumuz o yerden, cami avlusuna gelen devlet büyüklerini göremiyorduk ama alkışları veya atılan sloganları duyuyorduk. Altınay ile birlikte, atılan sloganlardan yola çıkarak, gelenin cumhurbaşkanı mı, başbakan mı, muhalefet lideri mi, asker mi olduğunu tahmin etmeye çalışıyorduk. Kimi zaman protesto, kimi zaman alkışlar oluyordu. Birden olağanüstü bir alkış ve tezahürat koptu. Kulakları patlatan bir alkış... Sevgi dolu sloganlar. Tüylerim diken diken oldu. Altınay’la birbirimize baktık. "Sivil, asker herkes geldi. Bu alkış, bu kıyamet, bu sevgi kime?" Arkamızdan bir ses kulağımıza eğildi ve konuştu:
"Babanız geliyor..."
Babamız geliyordu, bir tabut içinde...
Seven, sevilen bir babam vardı benim... Gurur duyuyorum.
**Metin Altıok'un kızı Zeynep Altıok Akatlı:**
Artık çapaksız biriyim, biliyorsun di mi?
Hatırlıyorum biliyor musun? Her sabah bir gözüm çapaklardan açılmamacasına kapalı uyanırdım. Koşarak odanıza gelirdim hemen. Sen bir parça pamuğu ılık suya batırarak gözümü temizlerdin. Bakabileyim diye... Sanki hayata temiz bakayım diye... Çapakları görmeyeyim diye...
10 yaşına kadar durduk yerde burnum kanardı hani. Bazen gecenin ortasında yataktan sıçratarak, bazen öylesine. Başımı öne eğer parmağınla burnumun sağ yanına sıkıca, acıtırca bastırırdın kan dursun diye. Ne şefkatli bir can acısıydı çektiğim. Sonunda bir hastanede burnuma koca bir tampon koyulacağı zaman güvendiğim tek sendin elimi bırakmayan.
Ya ben senin için ne yapabildim? GATA’da yoğun bakımda yatıyordun. Şimdilerde, "Onlar yanmadı, boğuldu" diyorlar. Doğru! Sen yanmadın, boğuldun babacığım. Ama ben, sen orada öyle yatarken yanına bile giremedim. Girsem sen orada mıydın, anlayacak mıydın? Bildiğim; sen gir(e)mesem de anlarsın beni. Bizi ayıran dağların ardından senelerce bildim ben senin söyleyemediklerini. O sevgi gibi bizim aramızdaki söylenmeden, görülmeden emin olarak bilinen. İşte öyle adı/n gibi açık izi/nim ben senin. İzle diye acım sıra sen beni. Çapaksız biriyim. Olmaya çalışıyorum en azından. Biliyorsundur. Bilirsin değil mi?
Özünüze mukayyet olun
Bugün, "Başa sarıp yeniden izlerken hayatımı, senden sonra geriye hayat mı kaldı?" Sanki bir çocuk hayaleti/yim koşuyor koşuyor/um da tozuyor durmadan ardı/mda kalan izi/m. Tenha bir eylül bahçesinde bir bardak konyak, kitap ve kahve/yle bulur muyum seni? Dallardan olmuş armutlar sarkıyor. Koşuyor, koşuyorum ağaçların arasında. Sonbahar yaprakları topladığımız çocukluğuma koşuyorum seni bulmaya. Boyumun yettiği bir daldan sana bir armut koparıyorum dilimleyip içkine koyasın diye... Ve silkinerek burnum kanarcasına hep aynı gerçekliğe uyanıyorum şimdilerde. Bir gözüm eksiksiz çapaklarla kapalı. Kara bir yeni güne kalkıyorum. Bu yazıyı yazarken bakmayı bilen bazı adamların şarkılarını dinliyordum sözlerde kendimi bula bula. Yine omuzumdaydın o akşam. Gülüşün orada hiç değilse. Soluğu/ma bir küçük kuş tünemiş, seninse gölgen yıldız dolu gökyüzünden biçilmiş. Günler günleri kovalıyor ve yıkıcılar gitmiyorlar. Öyle bir yıkım ki sen bile az gördün böylesini… Yüreğim bungun. Yaşadığımız onca sığlık, anlamazlık, çıkar ilişkileri ve zulüme tanıklık ediyoruz. En konduramadığımız, en inandığımız dostlar bile vahşileşiyor. Bir düzen ki akla ve vicdana uzak. Gözlerim bolca rimelliydi müziği dinlerken kapadığımda. Bir an kirpiklerim birbirine yapıştı. Açtığımda kim temizleyecek çapakları? Ben bir çocuğun büyüklüğü/yüm ve o ben ki yarım kalmış bir aşkın kaçınılmaz sürgünü/yüm. Katla/nıyorum göğsü/mdeki kayaya. Hüznü değil acıyı köpürtüyorum şimdilerde daha da bir başına. Evet ben de kiracıyım o acıya! Etraf çapaklı gözleriyle bakıp karartan, kötülük yağdıran birileriyle dolu. Hiç değilse bana bakan gözlerde çapak olmasın istiyorum. Bu bile mi mümkün değil? Herkes günün sonunda hiç değilse uykuya dalmadan önceki o son bir dakika kendiyle kalır. İşte ben o bir dakikada kendimi sevebilmeye, kendimden rahatsız olmamaya çalışıyorum. Kendime saygı duyabileyim diye... Siz de n’olur özünüze mukayyet olun. Demem o ki bir yerlere bakın, çapaksız gözlerle bakın.
* Bu yazı üzgün bir günün akşamında Redd softcore konserinde yazılmıştır. Yazıda geçen dize, sözlerini Doğan Duru’nun yazdığı "Senden Sonra" adlı şarkıdan alınmıştır.
* Yazıda italik ve / işaretli yerler sözün gelişine ve zamana uydurabilmek için bozduğum Metin Altıok dizelerini vurguluyor.
## Okuyucu Yorumları |
207036 | haber | Dr. Seven Kaptan: Eşcinselliğin tedavisi olsa, heteroseksüeller de eşcinsel yapılabilirdi!.. | null | # Dr. Seven Kaptan: Eşcinselliğin tedavisi olsa, heteroseksüeller de eşcinsel yapılabilirdi!..
## 20. İstanbul LGBT Onur Haftası öncesinde, LİSTAG’da üç senedir gönüllü terapistlik yapan Psikiyatr Seven Kaptan’a sorduk...
**Hazal Özvarış**
"Beş saatlik sürenin ardından bana eşcinsel olduğunu söyledi. İşte o an ondaki rahatlamayı gözlerinde gördüm. Ağlamayı kesişini ve sakinleştiğini çok net hatırlıyorum. Tabii ondaki rahatlamanın aksine benim de başıma dünya yıkılmıştı. Yıllar önce babamı kaybettiğimde de böyle bir acı yaşamıştım… Kayıp… 17 senedir tanıdığım oğlumu kaybetmiştim." *(Radikal, 2006)*
Yukarıdaki satırlar LGBT Aileleri İstanbul Grubu (LİSTAG) üyesi **Selma Çizmeci** ’ye ait. Lezbiyen, gay, biseksüel ve trans çocuklarının ailelerinin 2008’de oluşturduğu LİSTAG’da bugün yaklaşık 130 aile bireyi var.
25 Haziran’da başlayıp 1 Temmuz Pazar günü Taksim’de Onur Yürüyüşü ile sona erecek 20. İstanbul LGBT Onur Haftası öncesinde, LİSTAG’da üç senedir gönüllü terapistlik yapan Psikiyatr **Seven Kaptan** ’a ulaştık. Aile grubunun yanı sıra Homofobi Karşıtı Ruh Sağlığı İnisiyatifi’nde eğitmen terapist olan, uzmanlık tezini transseksüel bireyler hakkında yazan Kaptan’a eşcinselliğin abc’sini sorduk.
Hem LGBT bireylerin, hem de ailelerin geçirdiği süreçleri anlatan Dr. Kaptan’ın T24’ün sorularına verdiği cevaplar şöyle:
## **‘Patriyarkayı sarsan ‘becerme’den vazgeçip becertmen!..’**
** - Eşcinsellere duyulan nefret, homofobi neden kaynaklanıyor? **
Baştan söylemek lazım, "eşcinsellerden nefret eden birisi içten içe eşcinseldir" gibi bir söylem yanlış. Böyle durumlar mevcuttur, hatta bazı nefret cinayetleri bundan kaynaklanıyor olabilir. Ama asıl neden, "ataerkil sistemin parçalanmasına müsaade etmeyeceğiz" diyen "kurtarıcılık"ta yatıyor. Doktor **Sinan Düzyürek** 'in durumu açıklayan bir ifadesi var: "‘Becerme’ gücü sende varken bundan vazgeçip senin kendini ‘becertmen’ patriyarkayı sarsan bir durum."
O yüzden erkek eşcinselliği daha çok yargılanır; kadın eşcinselliğine, görünmezliğini ya da erotik nesne olması dolayısıyla, ortada bir penis de olmadığı için "Aman canım ne olacak " denilir ve küçümsenir. Eşcinsellik ataerkil insanlar arasında kabullenilir olduğu zaman herkesin bunu yapabileceği, dolayısıyla homofobinin temelinde olan soyumuzun tükeneceğine dair fantastik kaygılar da var.
**- Peki, mesela eşcinsellerin öpüştüğünü gördüğünde veya sadece eşcinsellik kelimesi duyduklarında insanların zihninde neler dolanmaya başlıyor da nefret çıkıyor?**
Eşcinsel görünce, insanların ilk aklına gelen şey cinsellik. "Eş" kısmını bırakıyorsun ve "cinsellik" kısmına takılıyorsun. Bir çift görünce "Bunlar nasıl sevişiyor", "Ne kadar iğrençler", "Sapıklar", "Ne kadar ahlaksızca bir şey yapıyorlar" fikirleri dönmeye başlıyor. Sanki eşcinsellerin talebi buymuş gibi, "Bir de uluorta yapmak istiyorlar" diyorlar. Bir heteroseksüel için eşcinsellerin cinsel birlikteliği yadırgatıcı olabilir ama aynı şey bir eşcinsel için de geçerli. Fark, çoğunluk olmanın getirdiği güçle, öfke de barındıran "bunlar olmamalı" arzusu.
**- Buradaki homofobinin temeli müdahale mi, yoksa olumsuzlayarak geçip gitmek de homofobik bir durum mu? **
Şiddet, homofobinin en uç noktası. İlla fiziksel müdahale olmasına gerek yok, sözel şiddet kapsamına giren "cık, cık, cık" ifadesi de homofobiktir.
**- Bunu yapan bir eşcinsel de olabilir mi? **
Tabii ki, eşcinseller de homofobiden arınmış insanlar değillerdir. Hatta pek çok eşcinsel bireyin açılmayla ilgili sıkıntılı döneminin özünde homofobiyle baş etme süreci yatar. Birey, yavaş yavaş kendisini kabullenir. Eşcinsel olunca ailen, toplum, kendin gibi birçok alanda çatışma yaşıyorsun. Ezberini bozuyorsun, heteroseksüel birey bu çatışmalardan geçmediği için dışarıdan biri olarak yargılayabilmesi çok kolay oluyor.
## **‘Türkiye gibi homofobik toplumlarda seri cinayetler vardır’**
** -Transla veya eşcinsel biriyle seviştikten sonra onu öldüren adamın kafasından geçen ne? Hıncı kime?**
Aslında kişi, gizlemeye çalıştığı yönünü yok ediyor; çünkü karşısındaki bunu görünür kılıyor. İnsanı öldürmek için yapılan darbe bir veya ikidir. Ama nefret cinayetlerinde yapıldığı gibi birini 60 kez bıçaklıyorsa, burada nefret edilen karşısındaki insan değil, kişinin kendisini projekte ettiği şeydir, kendi görünürlülüğüdür.
**- Nefret ettikleri görünürlüklerinin tekrar nerede, nasıl çıkacağının belli olmayacağı düşünüldüğünde bu kişiler, potansiyel seri katil grubu mu oluşturuyor?**
Seri katillikte bir sürü başka psikopatoloji vardır. Kişi her seferinde öldürür mü, öldürmez mi ya da tamamen bastırarak mı yaşar bilemeyiz. Ama Türkiye gibi homofobik toplumlarda seri cinayetler vardır ve bu bir halk sağlığı sorunudur.
**- Filmi biraz başa sarsak, eşcinsellik derken neden, kimden bahsediyoruz? Sadece cinsellik değilse, bir kimlik inşasından mı? **
Aslında, evet. İnsanlar 24 saat sevişmez ama cinsel yönelim tam zamanlıdır. Partnerinin olması, onunla yemeğe çıkman, el ele tutuşman, ailenle tanıştırman, sosyalleşmen, bunların hepsini barındıran bir durumdur eşcinsellik. Ancak gündelik hayatın bir kısmında yatak odanı barındırırsın. Heteroseksüeller nasıl sabah kalktıklarında "Hadi bakalım, kalkıyoruz, heteroseksüeliz bugün" diyerek yaşamıyorlarsa, eşcinseller de farklı yaşamıyor, işine gücüne gidiyorlar. Eşcinsellik denilince önce cinsellik algılandığı için tabuya dönüşüyor.
Cinselliğin zaten tabu olduğu bir yerde, biz bir azınlığın cinselliğinden bahsediyoruz. Hâlbuki o, hedefleri, istekleri, endişeleri olan bir birey olarak algılandığında cinsellik sıradan bir alan olarak kalacak. Herhangi bir heteroseksüel, başka bir heteroseksüel çifte bakarken "Bunlar nasıl sevişiyor" diye düşünmüyorsa, eşcinseli de bu şekilde düşünmediği zaman bakış açısı normalleşecek.
## **‘Eşcinsellik tedavi edilebilse, heteroseksüeli de eşcinsel yapabilmemiz gerekirdi’**
** - Peki, bir eşcinsel, eşcinsel olduğunu ne zaman, nasıl öğreniyor? **
Karıştırılan kavramları açarak gitmek lazım. Doğduğumuz zaman dışardan görülen cinsel organlarımızla belirlenen bir biyolojik cinsiyetimiz var. Bebek kız ya da erkektir. 2-3 yaşlarına geldiğinizde çocuğun "Ben kızım", "Ben erkeğim" duygusunun oluştuğu cinsel kimliği ortaya çıkıyor. Tabii bunu basın açıklamasıyla söylemiyor da birtakım davranışlarıyla belli ediyor.
Çoğunlukla, kişinin biyolojik cinsiyetiyle cinsel kimliği aynı olur. Yani, kız cinsel organlarına sahiptir ve "Ben kızım" der. Ama kabaca erkeklerde 10 binde 1, kadınlarda 30 binde 1 gibi bir oranla biyolojik cinsiyet ile cinsel kimlik farklılaşır. Bu farklılıkta da transseksüellikten bahsedebiliriz.
Buradan devam edersek, yaklaşık 5-6 yaşlarında ilk defa birisinin diğerine göre senin için daha özel olduğunu fark ettiğin zaman belirginleşmeye başlıyor cinsel yönelim. Ki bu ilgi ilkokul çağında öğrencilerin birbirlerinin eteğini, kemerini çekiştirmeleriyle de gösterilebilir. Kişinin ön ergenlik ve ergenlik süreçlerinde romantik ve cinsel arzularını yönlendirdiği kişi hemcinsi ise eşcinsel, karşı cinsten ise heteroseksüel yönelimde olduğunu söyleyebiliriz. Eğer birey her iki cinsiyete de arzular duyuyorsa biseksüel yönelimlidir. Bu üç cinsel yönelim de birbirlerine eşit uzaklıkta ve normalliktedir.
**- Eşcinselliğini veya biseksüelliğini fark eden bireyin ailesi sürece nerede dâhil oluyor ve müdahale etmeye çalışıyor? **
Çocuğunu psikiyatriste götürebiliyor, ama önüne geçebilecekleri bir süreç değil bu. Öyle bir şey olsa bir heteroseksüeli de eşcinsel yapabilmemiz gerekirdi.
## **‘Ergen LGBT’lerin intihar oranı üç, dört kat daha fazla’**
** - AKP’li bazı vekiller, eşcinsellerin hakları tartışılırken BDP’li Sırrı Süreyya Önder'in "Ya sizin çocuklarınız eşcinsel olursa" sorusunu "Hastaneye götürürüz" diyerek yanıtladı. Tedavi mümkün değilse, bu hastanelerde ne yapılıyor?**
O hastanelerde tedavi niyetine sunulan şey bastırma mekanizmalarının kuvvetlendirilmesi. Zaten çocuk yıllardır bunu yapmaya çalışıyor ve bir yerden sonra da bu mekanizmalar işlemiyor. Ergenler arasında LGBT bireylerin intihar oranı, heteroseksüel akranlarına göre çok daha fazladır.
**- Bir rakam var mı? **
En az üç, dört kat daha fazla. Bizim Türkiye'deki transseksüellerle yaptığımız çalışmada kontrol grubuna göre çok belirgin intihar oranları vardı. Sizin sürekli bastırmaya çalıştığınız ve suçluluk duyduğunuz bir özelliğiniz varsa, bunun insanı nasıl yiyip bitireceği, ruhsal sıkıntılara sokacağı aşikârdır.
**- Yaşanmayan, bastırılan cinselliğin intihar dışında kişinin karakterine, psikolojisine etkisi ne?**
Gizlediğiniz bir eşcinsellikle yaşamak sanılandan çok daha yorucu bir şey. Hayatınızı ikiye ayırmak ve mütemadiyen yalan üretmek zorundasınız. Bir insan bir hayata kaç yalan sığdırabilir ve tüm bu yalanları nasıl aklında tutabilir? Bunun sonucunda depresyon, anksiyete, alkol, madde bağımlılığı gibi ruhsal sorunlar çıkar.
**- Peki, bu merkezlerde eşcinselliklerini bastırmaları için kişilere ne öneriyorlar?**
Doktorlar, çocuk bu süreçleri yaşarken hiç aklına getirmemiş gibi, heteroseksüel varsaydığı tarafını güçlendirebilmek için babayla daha yakın ilişki, kızlarla flört için destekleme gibi yöntemler öneriyor. İran'da eşcinsel olduğunuz için idam ediliyorsunuz. Bir yanda ölüm, bir yanda da hiç kimsenin sana dokunmadan yaşayacağın bir hayat varken insanın toplumca istenmeyen bu özelliğini ne kadar kuvvetle bastıracağını ve bu konuda ne kadar "yaratıcı" olacağını tahmin edebiliriz sanırım.
## **‘Dönüştürücü tedavi işe yaramadığında terapistler kişiyi suçluyor’ **
** - İran’da bir ihtimal de devlet fonuyla cinsiyet değiştirmek. **
Evet, "Eşcinsellik kabul edilemez ama transseksüellik kabul edilebilir" diyorlar, çünkü iki erkeğin ya da iki kadının bir arada yaşaması o sistemi sarsacak olandır. Transseksüellikte yine bir kadın ve bir erkek bir arada yaşar. İran bu sistemle feodal yapısını korumaya çalışıyor.
Türkiye’de ise toplumsal normları pekiştirmeye çalışıyorlar. Toplumun üzerinize kocaman bir küre gibi çöktüğünü düşünün, siz küçücük kalıyorsunuz ve bu yapıyı yıkmaya çalışıyorsunuz ama nefes alamıyorsunuz. Yavaş yavaş "Aslında hastalık değil", "Ben yalnız değilim" derken, bu yöntemlerle üstünüze bindirilen küreye katlar koyuyorlar: "Yapabilirsin, heteroseksüel olabilirsin" diyorlar. Ama kimse heteroseksüel olmuyor. En fazla kişinin, eşcinsel yönelimini görmezden gelmesini veya cinsel davranışını değiştirip karşı cinsle birlikte olmasını sağlayabilirsiniz ama aslında değişen bir şey olmaz. Göz rengini değiştirmek için lens takmak gibi bir şey. Bu sözde tedavi yöntemleri işe yaramadığında da sözde terapistlerin argümanı şu olur: "Sen yeterince istemedin." Bu çok riyakâr bir söylem, sırtını yasladığın yöntem işlemiyor ve sen suçu karşı tarafa atıyorsun. Bunu dediğinde o insana ne olur, ne düşünür? Kurtulamadığın bir durumda ne yaparsın? İntihar edersin. Kendini yok edersin.
## **‘Sözde terapistler eşcinsellik üzerinden rant sağlamaya çalışıyor’**
** - Bu uygulamalar İstanbul'da, özel hekimler tarafından mı yapılıyor? Türkiye’de ne kadar yaygın?**
Aslında dünyanın ciddiye almadığı yöntemler. Ama muhafazakâr ülkelerde kendilerine yer bulup rant sağlamaya çalışan insanlar, hiçbir etiği olmadan yaklaşık 40 yıllık bilimsel bir tecrübenin yapılmamasını şiddetle söylediği bir şey yapıyorlar.
Teorilerini **Robert Spitzer ** isimli bir doktorun araştırmalarına dayandırıyorlar. Spitzer, aslında 1973 yılında Amerikan Psikiyatri Derneği'nin kullandığı tanı kılavuzunda eşcinselliğin hastalık kategorisinden çıkarılmasında öncü rol oynayan bir doktor. Ancak, diğer taraftan aynı doktor eşcinsel olmak istemeyenlerin terapilerle değişebileceğini söyler. Bugün "onarım terapisi" dedikleri yöntemi de Spitzer'in çalışmalarına dayandırırlar. Ancak, birkaç ay önce Spitzer bir açıklama yaptı ve "Eşcinselliğin tedavisi yoktur, çünkü bir hastalık değildir. Önceden bazı eşcinsellerin değişebileceğine dair düşüncem tamamen bir yanılgıymış, tüm eşcinsellerden özür dilerim" dedi. Böylece Türkiye'de de uygulanan bu yöntemlerin temel bilimsel dayanağı çökmüş oldu.
**- Türkiye'de eşcinselliği tedavi ettiğini ileri süren doktorlar kim, kaç kişiler?**
Sayıları net bilmiyorum ama birkaç psikolog ve bir tıp doktoru olduğunu biliyorum. Yakın zamanda birkaç kişi daha çıktı. Sonuçta bir rant alanından bahsediyoruz.
**- Bu terapistler, "onarım terapisi"ni intihara yola açacağını göz ardı ederek mi uyguluyorlar?**
Onlar yardım ettiklerini düşünüyorlar ve buna inanarak yapıyorlar ama önümüzde bunun böyle olmadığını gösteren bir külliyat var. Bu değiştirilemeyecek olan değiştirmeye çalışmak, biraz da Tanrı'yı oynamaktır.
## **‘Çocuğunu ‘tedavi’ ettirmek için 8 kredi kartı bitiren bir anne var’**
** - Hiç bu "tedaviler"den çıkan biriyle görüştünüz mü? **
Aile grubunda çocuğunu "değiştirmek" için götürmüş olan aile bireyleri vardı. O dönem buna çok inandıklarını ama aslında para tuzağı olduğunu söylüyorlar.
**- Durumu iyi olmayan aileler kredi çekip mi gidiyorlar? **
8 kredi kartı bitiren bir annemiz vardı. Boşanmış ve tek başına yaşayan bir kadın, şu an transseksüel kızıyla çok mutlu.
## **‘Cinsel organ transplantasyonu, tiksindirme tedavileri gibi işkence yöntemleri uygulandı’ **
** - Peki, eşcinsellik neden hastalık değil?**
Çünkü cinsel yönelimimiz, bizim doğuştan getirdiğimiz bir özelliğimizdir. Tarihsel süreçte önce din yasaklıyor, sınırları otorite olarak din koyamadığında da modernleşme ile birlikte tıp işin içine giriyor. Uzun bir süre eşcinsellik de, pedofili de, transseksüellik de, transvestizm de cinsel parafililer grubunda yer aldı. 1960’larda başlayan özgürleştirici hareketle birlikte, özellikle eşcinsellerin haklarını savunmaya başlamalarıyla birtakım bilimsel çalışmalar yapılmaya başlandı. Bu araştırmalardan önce elektroşok, beyin ameliyatları, hormon tedavileri, cinsel organ transplantasyonu, tiksindirme tedavileri gibi işkence diyebileceğimiz bir sürü yöntem uygulandı ve sonuç değişmedi.
**- Hastalık olmadığının kanıtı sonucun değişmemesi mi?**
Hayır, hastalık olmadığının kanıtı bu değil. Ama hastalık olduğuna dair bir argüman da yok. Bir şeyin hastalık olması için, kişinin işlevselliğini bozması lazım. 1960’lardan itibaren bilimi öncelleyen psikolog ve psikiyatristler, kişinin psikopatolojisini değerlendirmek için psikometrik materyallerden yararlanarak birtakım testler yapıyorlar. Bir grup eşcinsel ve bir grup heteroseksüeli alıyorlar; ardından bu grupları testlerden geçiriyorlar. Test sonuçlarında iki grup arasında psikopatolojik bir fark olmadığı görülüyor.
Bu durumda neye dayanarak "hastalık" diyoruz sorgulanması başlıyor ve "hastalık" tanımının bilimsel değil, ahlaki temelli bir söylem olduğu sonucuna varılıyor.
**- Sizin uyguladığınız yöntem nedir?**
Dünyada yaygın olarak kullanılan "olumlayıcı terapi" uyguluyoruz. Şunu belirtmek lazım, bize gelenler de "Cinsel olarak erkeklerden hoşlanıyorum, bunu istemiyorum. Beni değiştirin" diyerek geliyor. Çünkü onlarda da eşcinselliğin "hastalık" olduğu bilgisi var.
Önce birtakım bilgilendirmelerde bulunuyoruz. Eşcinsellik, biyolojik cinsiyet, cinsel yönelim ve cinsel kimliğin ne olduğunu, nasıl oluştuğunu anlatıyoruz. Buradan yola çıkarak bilimde eşcinselliğin bir hastalık olmadığını anlatıyoruz. Bunu duymak kişiyi birden bire rahatlatmıyor, hatta "Nasıl yani, değişemeyecek miyim?" diye daha da sıkıntı yaratabiliyor.
Biz bu terapi sürecinde bireyin cinsel yönelimini değiştirmek istemesine neden olan toplumsal yargıları çözümlemesinde ve kimlik kabulünde yardımcı oluyoruz. Çünkü "Ötekileştirilmeyeceğin bir toplumda eşcinselliğini değiştirir miydin" sorusuna hepsi hayır veriyor.
**- Peki, Türkiye genelinde psikiyatristlerin yaklaşımı "onarım"a mı yoksa "olumlayıcı" tedaviye mi yatkın?**
Cinsellik alanında maalesef doktorlar da toplum geneliyle benzer normları paylaşılıyor. Ama dönüştürücü terapi uygulayan insan sayısı az.
Yaptığımız toplantılarda, psikiyatri derneğinde, Cinsel Eğitim ve Tedavi Derneği’nde (CETAD) de terapistlere şunu diyoruz: "Bu özel grupla çalışmak istemeyebilirsiniz, ama en azından kişiye doğru bilgiyi, yani eşcinselliğin hastalık olmadığını bilgisini verme sorumluluğunuz var" diyoruz. Çünkü ilk etaptaki tepki önemli.
## **‘Çocukken bir kere kafasına vurmuştum bu yüzden mi transseksüel oldu?’**
** - LİSTAG’ın kapısını çalan aileler size hangi sorularla geliyor?**
Toplantıya gelmeden önce diğer aile üyeleri tanışmışlıkları oluyor. Aile grubumuzdaki "kıdemli" aileler birtakım bilgiler veriyorlar. Toplantıda da kendi hikâyelerini anlatıyorlar, sonrasında da sorularını soruyorlar: "Bu bir hastalık mı?", "Değişebilir mi?" Suçlu arama durumu oluşuyor ve "Ben nerede hata yaptım?", "Boşandım ondan mı oldu?", "Çocukken bir kere kafasına vurmuştum o yüzden mi transseksüel oldu?" gibi sorular soruyorlar. Biz de "Eşcinselliğin bilinen bir nedeni yok; ama neden olmadığını biliyoruz. Yaptığınız yanlış bir şey yok" diyoruz.
Çünkü aileler, başlangıçtaki kabul aşamalarını yas süreci olarak yaşıyorlar. Bu süreçte de ilk önce şok ve inkâr yaşanıyor. Bir şeyi yüz kere sorabiliyorlar, çünkü aynı şeyi yüz kere duymaya ihtiyaçları oluyor. Devamında kabullenme aşaması geliyor. Yavaş yavaş çevrelerine açılıyorlar, çocukları ile iletişimleri düzeliyor. O yaşına kadar ailesine yalan söylemek zorunda kalan çocuklarıyla artık rahat bir şekilde konuşabiliyorlar.
## **‘Aileler eşcinselliği reddederlerse çocuklarını kaybediyorlar’**
** - Ailenin reddetmesinin muhtemel sonuçları ne?**
Onlar için en önemli şeyi, çocuklarını kaybediyorlar. Çoğu aile, çocuklarının açılması ardından "Tamam ama bir daha da bu konu konuşulmayacak" diyerek çocuğunun yaşadıklarını bastırıyor. Hâlbuki o görünmez duvar gün geçtikçe aile ile çocuklarını birbirlerinden daha çok koparır. Siz en yakını olması gerekirken en uzağı olursunuz. "Çocuklar dolaptan çıkar, aileler dolaba girer" diye bir tabir vardır. Çocuklarının cinsel yönelimlerini kabul edemeyen aileler, yersiz utancın altında ezilir ve gittikçe yalnızlaşırlar.
**- Peki, sizlere gelen ailelerin portresini nasıl çizersiniz?**
Ortak bir portre yaratmak zor, çünkü örneğin doktor da var, hiç eğitim almamış kişiler de. Eğitim düzeyi durumla baş etmeyi kolaylaştırır, diyemiyorum çünkü yapılan bir araştırmaya göre akademisyenler en homofobik grup. Bunun yanında hiç eğitim almamış bir anne "O benim çocuğum, Allah onu öyle yarattı, çocuğum yanlış bir şey yapmadı" diyerek çocuğunu sahiplenebiliyor. Başa çıkma mekanizmaları aileden aileye değişiyor.
**- Çocuğun kız veya erkek olması durumu değiştiriyor mu?**
Farklılıklar olabiliyor. Lezbiyenliğin daha kolay kabul edilebileceği düşünülür; ama çok sıkıntılı lezbiyen anne ve babaları da olabiliyor. Ama transseksüeller ile ilgili yaptığım tez çalışmasında, kadın transların, yani erkekten kadına geçiş yapan bireylerin, önce ailenin kadın üyelerine açıldıklarını gördük. Mesela erkek translar, aileye açılırken kadın translara göre çok daha erken yaşlarda açılıyor.
## **‘Başörtülü bir lezbiyen ütopya değil’**
** - Dindar ailelerin eşcinsel çocuklarına yaklaşımlarında nasıl farklılaşmalar ortaya çıkıyor?**
Kendi başa çıkma yöntemlerini buluyorlar, "Rabbim öyle yaratmış" diyor bir anne. Zaman zaman "Günah mı, değil mi" soruları geliyor, ama biz din bilgini değil, doktor olduğumuzu vurgulama ihtiyacı duyuyoruz. Bu konuda araştırma yapmış insanların yazdıklarına yönlendiriyoruz. Örneğin aileleri bir kez bu konuda araştırma yapmış Psikolog **Mahmut Şefik Nil** ile buluşturmuştuk.
## **‘Transım ve kapalıyım’ diyen de var, beş vakit namazında gayler de’**
** - Peki, örneğin başörtülü bir lezbiyen ütopya mı?**
Bence değil, benzer bir şekilde Müslüman gay de ütopya değil. Din çok bireysel bir konu."Transım ve kapalıyım" diyerek yaşayan kadın translar da var; inancı sağlam, beş vakit namazında olan gayler de. Kendi camialarında yadırganabiliyorlar ama onların da bir şekilde dayanışma kurdukları alanlar var. O yüzden bence bir ütopyadan bahsetmiyoruz.
**- Bugün eşcinseller cinselliklerini özgürce yaşayabiliyor mu?**
Hayır. Gizli ve görünmez olmalarından belli bunu yaşayamadıkları. Bir restoranda çok rahat el ele tutuşan, öpüşen bir heteroseksüel çift görebilirsiniz, ama eşcinselleri göremiyorsak özgürlükten bahsedemeyiz.
**-Kent ve kırsal arasında özgürlük ekseninde nasıl bir değişkenlik var?**
Kırsaldakiler daha özgür olacaklarını düşünerek kente gelmeye çalışıyorlar. Eşcinsel barlar var; ama ben sırf cinsellik üzerinden insanların sosyalleşmelerini çok sağlıklı bulmuyorum. Böyle yerler muhakkak olmalı ama örneğin "gay friendly" dediğimiz mekânlar da olmalı. Ancak kırsalda bunların hiçbiri olmadığı için, özellikle baskının daha fazla olduğu yerlerden cinselliğini yaşamak için büyük şehirlere gelen kişiler var.
## Okuyucu Yorumları |
203839 | haber | 'Dünya Göçmen Kuşlar Günü' kutlanıyor | null | # 'Dünya Göçmen Kuşlar Günü' kutlanıyor
## Dünya Göçmen Kuşlar Günü, 2006’dan beri mayıs ayının ikinci hafta sonu tüm dünyada kutlanıyor
## **IŞIL ÖZ**
Dünya Göçmen Kuşlar Günü, 2006’dan beri mayıs ayının ikinci hafta sonu tüm dünyada, göçmen kuşların ve yaşam alanlarının korunmasına yönelik farkındalık yaratmayı amaçlayan etkinliklerle kutlanıyor. Bu sene tüm dünyada 12-13 Mayıs’ta kutlanacak Dünya Göçmen Kuşlar Günü’nün teması ‘Göçmen Kuşlar ve İnsanlar - Binlerce yıllık birliktelik’ Etkinliklerin amacı göçmen kuşlarla olan kültürel, ekonomik ve çevresel bağı vurgulamak.
KuzeyDoğa Derneği sayesinde haberdar olduğum bu gibi etkinliklerin öneminin altını çizmeliyim.
2005’ten beri Kars ve Iğdır’da yürüttüğü kuş halkalama faaliyetleriyle yaklaşık 40 bin kuş halkalayan ve göçmen kuşların araştırılması ve korunması için çok önemli veriler toplayan KuzeyDoğa Derneği’nin düzenli olarak yürüttüğü Iğdır Aras Nehri ve Kars Kuyucuk Gölü Kuş Araştırma ve Eğitim Merkezleri’nde, yarım kilometreyi geçen uzunlukta ağlarla her sene binlerce kuş yakalanıyor, tanımlanıyor, halkalanıyor, ölçülüyor ve tekrar doğaya salınıyor. Bu çalışmalar sayesinde, Kuyucuk Gölü’nde 223 kuş türü, Aras Nehri Yukarı Çıyrıklı sulak alanında ise 227 kuş türü tespit edildiğini belirtelim. KuzeyDoğa Derneği ve Kafkas Üniversitesi’nin ortak araştırmalarıyla bu sayılar halen artıyor.
## Aras Nehri kıyısındaki aynı derecede zengin sulak alanlar korunmuyor!
KuzeyDoğa Derneği’nden aldığım bilgiye göre, Kuyucuk Gölü Doğu Anadolu’nun ilk Ramsar alanı olmasına rağmen, maalesef Aras Nehri kıyısındaki aynı derecede zengin sulak alanlar korunmuyormuş. KuzeyDoğa Derneği’nin kuş araştırma çalışmaları sayesinde Türkiye kuş türlerinin yüzde 70’i Kars ve Iğdır illerinde tespit edilmiş ve bu sayı halen artmaya devam ediyor. Birçok kuş türünün sadece deniz kıyısı, makilik, Akdeniz iklimi gibi bölgede olmayan doğal şartlarda yaşadığı düşünülürse, Türkiye kuş türlerinin yüzde 70’inin Kars ve Iğdır illerimizde olması, bölgenin göçmen kuşlar için uluslararası ölçüde zenginliğini ve bölgede çoğu korunmayan sulak alanların çok daha fazlasının korunmasının gerekliliğini gösteriyor.
## Kültürde göçmen kuşlar
İnsanlığın göçmen kuşlara olan hayranlığı birçok eski kültürün efsanelerinde, sembollerde yerini almış. İlk kez Sümerlerin yazdığı Tufan efsanesinde de kuşların önemli bir rolü var. Tufan bittiğinde, çevrede bir kara parçasının bulunup bulunmadığını anlamak için önce bir güvercin uçurulmuş, konacak yer bulamayan güvercin geri dönmüş. Bunun üzerine bir kırlangıç bırakılmış, fakat o da aynı nedenden geri dönmüş. En son olarak, bir karga uçurulmuş ve karga konacak bir yer ve yiyecek bulduğu için geri dönmeyince çevrede bir kara parçasının olduğu anlaşılmış.
## ‘Göçmen kuşlarsız bir hayat düşünülemez’
Birçok toplumun geçimlerini sağlamak için ekonomik olarak göçmen kuşlara bağımlı olduğunu biliyor muydunuz? Kimi zaman besin kaynağı olarak faydalanılan kuşlar, birçok ülkede eko turizm sektörünün başrolünü üstleniyor. Ayrıca, göçmen kuşlar biyoçeşitliliğin, sağlıklı ekosistemin ve iklim değişikliğinin en önemli belirteçleri. Bunun dışında göçmen kuşlar en önemli ekolojik hizmetlerden biri olan bitki tozlaşmasında, tohumların yayılmasında ve böcek popülasyonlarını dengelemede hayati rol üstlenerek ekosistemlerin devamlılığını ve biz insanoğlunun hayatta kalmamamızı sağlıyorlar.
## Göçmen kuşlar üzerindeki tehdit
Aşırı arazi kullanımı, yapılaşma, yasadışı ve aşırı avlama ve iklim değişikliği dünyadaki göçmen kuşları tehdit ediyor. Her türlü yapı göçmen kuşların konakladıkları, dinlendikleri, beslendikleri alanları, adeta onların benzin istasyonlarını yok ediyor. Yüksek binalar, elektrik hatları ve rüzgâr türbinleri gibi bariyerler göç sırasında büyük tehdit oluşturuyor.
## Okuyucu Yorumları |
101291 | haber | Dünyanın en büyük çinko yatakları Hakkari’de mi? | null | # Dünyanın en büyük çinko yatakları Hakkari’de mi?
## Türkiye’de bazı konular var ki pek tartışılmaz hatta konuşulmaz bile. Onlardan biri yer altı kaynakları...
**HİLMİ HACALOĞLU/ T24 **
Türkiye’de bazı konular var ki pek tartışılmaz hatta konuşulmaz bile. Onlardan biri yer altı kaynakları ya da daha net bir ifadeyle madenler. Bizde madencilik konusu maalesef altın madeni siyanür eksenin dışına çıkamamıştır.
Türkiye yer altı kaynaklarını hala tam bilmiyor
Yaygın kanıya göre, Türkiye yeraltı kaynakları açısından çorak bir ülke. Ama yine çoğunluk Kerkük petrollerinin hemen bitişiğindeki topraklarda petrol çıkarılamamasını emperyalist oyunlara bağlar. Bu yüzeysel bilgi ve komplo teorilerinin ötesine geçmek için Profesör Hüseyin Öztürk’ün kapısını çaldım. Profesör Öztürk, şimdilerde Jeoloji Mühendisleri Odası’nın İstanbul Şube Başkanı. Onu özel kılan hayatının büyük bölümünü Anadolu coğrafyasında yaptığı saha çalışmaları. Çalışma arkadaşları ve öğrencileriyle memleketi on yılı aşkın süredir Güneydoğu’da çalışıyor.
Hakkari’den çinko fışkırıyor
Çalışmaları sonucu elde ettiği bulgular insanın dimağını donduran cinsten. Sıkı durun, Profesör Öztürk, dünyanın en büyük çinko yataklarından birinin Hakkari’de bulunduğunu iddia ediyor. En az 40 milyon ton civarında rezervi olan bir yatak. Dünyanın en büyük dört rezervine sahip ülkeler -Avustralya (100 milyon ton) Çin (92 milyon ton) ABD (90 milyon ton) Kanada (40 milyon ton)- göz önüne alındığında maden yatağının önemi ortay çıkıyor. Ama daha önemlisi yerel kişilerin işlettiği bu maden devlet kayıtlarında gözükmüyor.
Türkiye yalnız çinkoyu değil bakırı, nikeli, kromu da işlemeden üç otuz paraya yurtdışına -ihraç ediyor demeye dilim varmıyor- gönderiyor. Profesör Öztürk, Türkiye’nin metalürji sanayisi kurmadığı için yılda en az beş milyar dolarlık döviz kaybına uğradığını söylüyor. İşsizliğin pençesinden kurtarılacak 200 bin kişi de cabası. Sözü fazla uzattım, buyurun röportaja.
Türkiye’nin yeraltı zengini değil ama fakir de değil
**Türkiye maden açısından yoksul bir ülke mi?**
Hayır çok fakir değiliz Maden yataklarını ikiye ayıralım. Biri metalik olanlar, yani bakır, demir, çinko gibi. Bir de bor gibi metalik olmayan maden yataklarımız var. Metaliklerde yakın zamana kadar dünyayla boy ölçüşebilecek bir tek krom vardı. Bor gibi dünya üretiminde %75’ine sahip olduğumuz bir metal hammaddesi yok. Metal anlamda cılızız ama birçok ülkeye kıyasla çok az değiliz. Kendi ülkemizin yüzölçümüne göre önemli yataklarımız var. Ama Avustralya, Kanada ya da Güney Afrika gibi büyük metalik yataklarımız yok.
Bor teknolojisinde dünyanın çok gerisindeyiz
**Hazır siz konuyu açmışken "bor, Türkiye’yi kurtaracak" diye spekülasyon yapılıyor. Bunda gerçek payı var mı?**
Metalik madenler üzerine çalıştım. Yani bor konusunda bir uzmanlığım yok fakat Türkiye’nin bor yataklarını ziyaret ettim. Dünya üretiminin yarısından fazlası bize ait ama biz bundan fiber optik elde edemiyoruz. Taş toprak yurt dışına satıyoruz. Bor asiti elde edebiliyoruz. Son zamanlarda Boren kuruldu, Uluslar arası Bor Enstitüsü. Onunla birlikte gelişme olduğu söyleniyor. Ama benim aldığım bilgilere göre, Türkiye’nin uzun vadeli bor satış mümessilleri çok zamandır oluşturulmuş. Bunları kırmamız da mümkün değilmiş. Avrupa’ya Amerika’ya bor satacaksanız oradaki temsilcilik aracılığıyla satmanız lazım. Oradaki bor endüstrisi de bizim bor kapasitemiz üzerine kurulu. Avrupa’nın bir gram bor yatağı yok. Ama onu kullanmak için ileri teknoloji gerekiyor.
Roma’nın erittiği kurşunu 2010 Türkiye’si eritemiyor
**Peki metalik madenlerde durum nasıl?**
Metalik madenlerde durum böyle değil. Romalılar kurşun bakır eritmiş. Biz bugün Türkiye’de kurşun eritemiyoruz. Kurşun cevherimizi taş toprak yurtdışına gönderiyoruz. Bakırımızın yarısını öyle gönderiyoruz. Çinkomuzun hepsini öyle gönderiyoruz. Kromumuzun hepsini öyle gönderiyoruz.
Metalürji sanayisini uluslar arası lobiler engelliyor
**Buların işlenmesi için çok büyük yatırım mı gerekiyor?**
Burada büyük lobiler var. Türkiye’den hammadde çeken gruplar var. Bunlar maalesef Türkiye’de engel oluşturuyor. Örneğin Kayseri’de Çinkur vardı, kapatıldı. Önce çürütüldü. Sonra 80’lerde fabrika özelleştirildi. Bir İranlı aldı. Biraz çalıştırdı sonra kaçtı. Derken bir mobilya şirketine satıldı. Ama doğru dürüst çalıştırmıyor. Cevherden çinko elde etmiyor. Aliağa’da oksitliyor. Anlayacağınız, yirmi yıldır çinko metalürjisi yapamıyoruz.
**Çinkodan ne yapılıyor?**
Çinko, oksitlenmeyi önlemek için beyaz eşyalarda ve her türlü araçta kullanılıyor. Çünkü paslanmayı önleyici bir malzeme olduğundan bütün araçlar çinko kaplamalı saclarla yapılıyor Galvanizasyon yapılmazsa bir iki senede çürürler.
**Vestel ve Beko gibi markalarımız Avrupa’nın büyük beyaz eşya üreticileri arasında. Bunlar çinkoyu nasıl elde ediyorlar?**
Biz yurtdışına çinkoyu taş toprak gönderip, sonra %100 metal olarak ithal ediyoruz. Bunu kullanıyoruz. %25’lik cevher içeren çinkoyu, 2000 dolara satıyoruz. Bunu %100’lük olarak 2000 dolardan alıyoruz. Ton başına metalürjiden 1200 dolar zararımız var. Bu 1 milyon ton cevherde 1,2 milyar dolar yapar.
Yıllık kayıp 5 milyar dolar
**Yıllık tüketimimiz ne kadar?**
Yılda 100 bin ton. Ama sadece çinko mu? Krom, bakır nikelde de hep aynı hikaye. Metalürji yapmadığımız için yılda en az 5 milyar dolar kaybediyoruz. Tabii ki hepsi cepte kalmayacak enerji maliyetleri var ama kendi metalürjini yaparken bu kadar para ülkeye kalacak. En az birkaç yüz bin kişi iş bulacak. Unutmayın sanayinin çarpanı çarpanı çok . Fabrikası olacak tesisi olacak, nakliyesi olacak.
**Fabrikalar nerede ağırlıklı kurulabilir?**
Çinko için Toroslar’da, bakır için bir tane Kuzeybatı Anadolu’da olabilir. Şu anda bir tane Samsun’da var. Belki İç Anadolu’da merkezi bir yerde olabilir. Krom için
Guleman (Elazığ)’da olabilir Muğla, Burdur ve Eskişehir’de krom yatakları var. O yataklar, iki fabrikayı kaldırır ki
**İç Pazarda tüketilebilir mi yoksa dış Pazar mı bulmak lazım?**
Pazar bulunur. Dünya kromu hızlı tüketiyor. Biz ise kendi cevherimizi taş toprak satıyoruz. Biz Roma döneminde eritilen kurşunu neden şimdi eritemediğimizi sorgulayamıyoruz. Kayıplarımızı anlayamıyoruz. Sen kendi hammaddenden kendi sanayini kuramıyorsun. Düzgün madencilik yapamıyorsun. Metal fiyatlarının inişine çıkışına bağlı olarak madenler kapanıyor. Mühendisler işsiz kalıyor. Beş yıl işsiz kalınca mühendisler başka iş yapıyor. Otel restoran çalıştırıyor. Ara ki mühendis bulasın.
**Neden yok? Bunun sorumlusu MTA mı ? Devlet mi? Elimizde cevher var ve üretemiyoruz.**
Bunun sebebi çok yönlü bu uluslar arası ağlar, çıkar grupları Türkiye’deki metalürjinin gelişmesine engel oluyor. Bir de ciddi bir yerli madencilik sektörü ve madenci yok.
Kendi madenlerimizi korumalıyız
**Sermaye grubu olarak mı söylüyorsunuz?**
Bunu hakkıyla yapan yabancılar geliyor. Bizimkiler ne cebimize koyarsak kar gibi bakıyor, maalesef. Bir de bu işe devletin sınır koyması gerekiyor. Bolivya, kendisine başvuran Fransa’ya "pil fabrikasını bize kurarsanız madeni işletirsiniz aksi halde işletemezsiniz" dediler. Çok yerde hammaddeyi göndermezler yurtdışına.
**Çıkışı nerede görüyorsunuz?**
Devletin Bolivya örneğinde olduğu gibi belli yasaklamalar koyup kendine çekidüzen vemresi gerekiyor. Devletin teşvik uygulaması yetersiz. Türkiye’de herkes enerji pahalı gerekçesiyle ağlayıp kaçıyor. Yabancılar iş peşinde, yerli firmalarımız ortada yok.
Maden yasası küçük şirketleri yok ediyor
**Madenlerin MR’ını çekmiş durumda mıyız? Yer altı ne var ne yok tam biliniyor mu?**
Etibank’ın çalışmaları yetersizdi hatta çok kötü çalıştı diyebiliriz. Etibank’ın çalıştığı sahalar şimdi özel sektör tarafından açılıyor. Örneğin, Ergani bakır yatağı Etibank tarafından kapatıldı. Yıldızlar Holding aldı. Sondaj yapıldı ve cevher bulundu hem de ocak çukurunda. Ayrıca pasalarından (artık) bakır üretimi yapılıyor. Etibank’ın kötü bir madencilik yönetimi oldu. Ama şimdi durum daha vahim, tamamen uluslararası firmalara açılan bir sektör oluştu. Maden yasasıyla, büyük firmaların önü açıldı. Az parası olana artık madencilik yapamaz yapamıyor. Devlet de zaten bunu istiyor. Maden İşleri Genel Müdürlüğü, "bin-iki bin firmayla değil de 500 firmayla muhatap olalım" diyor. Belki MİGEM bir yönüyle haklı ama bu gücü olmayan yerli yatırımcı/müteşebbis çekilecek. Sistem uluslar arası şirketlerin hegemonyasına girmiş olacak. Onlar da hammadde mi yatırım mı yapar onu da kendileri bilir. **Altın madenlerinde siyanür kullanımı hafızalarda. Bakır, çinko, krom Türkiye’de işlenirse bir takım çevre sorunları doğar mı? **
Hayır, kendimiz işlersek daha iyi olur.
Bakır, nikel ve krom fabrikalarında siyanür kullanılmıyor **Siyanür kullanılıyor mu? **
Hayır, ama elbette bu işlemler yapılırken kimyasallar kullanılacak. Kükürt çıkacak olumsuz etkisi olur. Dünyanın her ülkesinin yaptığı, Avrupa’nın göbeğinde uygulanan şeyleri biz de kendi ülkemizde yapacağız. Siyanür filan yok. Büyük bir nikel yatağı var Manisa Çaldağ’da ki bir İngiliz grubun elinde. Onlar sülfürik asitle çıkarmaya uğraşıyor. Dünyaca önemli bir yatak. Onunla ilgili orman kavgaları sürüyor. O yatak da pek çok altın yatağı yabancılarda. Biz de doğru dürüst madencilik sektörü yok. On tane adam gibi mühendisiyle on yıldır adam gibi çalışan bir şirket yok. Devlette yok mu diyeceksin? Var ama onlar da devlet ruhuyla çalışıyor. Biz kendi metalürjisini yapan bir sektör kurmak istiyoruz.
Dünyanın belki de en zengin çinko yatakları Hakkari’de ama devlet bilmiyor
**Hakkari’yi karış karış gezdiniz. Toprak altında ne tür zenginlikler var?**
Güneydoğu’da bir çinko madenciliği var. Ağırlıklı çinko ama kurşun da çıkartılacak bir zaman sonra. Hakkari-Çukurca-Şırnak-Uludere arasında bu yataklar ve üretim 200 bin tona yaklaştı.. Türkiye’de dünya yataklarıyla boy ölçüşebilecek en büyük rezervler bunlar. Maalesef bunlar MTA’nın kayıtlarında yok. **Nasıl yok? **
Burada ciddi bir araştırma yapılmamış. Karbonatlar için cevherleşmeleri madenleri yanlış aramışsız. Biz bunları magmayla ilişkilendirdik. Burada magma kayaları yok. Magmanın direk olmadığı ortamlarda da cevher olma olgusunu sonradan anladık. O alanlar biraz pas geçildi. Mississippi Bölgesi’nde bulunan kurşun çinko yatakları gibi. 20 yıl sonra Hakkari’nin o bölgelerini yer altı madenciliği nedeniyle Kapadokya gibi göreceğiz. **Tahmin edilen cevher miktarı ne kadar? **
Bence en az 40 milyon ton civarında . Orada sondajla arama yapılmadı. Sadece yüzeyde görülenin işletildiği öyle komik bir madencilik var. İnanın, Hakkari’de inanılmaz bir potansiyel var. Belki de dünyanın en büyük yatakları. **Şırnak’ta petrol yataklarından hep bahsedilir. Topografya uygun mu? **
Olabilir. Eğer Hakkari’de Türkiye’nin en büyük çinko yatakları var da onu şimdi görüyor isek demek ki petrol yatakları olabilir. Eski çalışmaları küçümsemek için söylemiyorum ama yeni bir çalışmaya ihtiyaç var. Yabancı şirketler çalışıyor. Eğer petrol bulunursa herkes işletecek. ;Petrol vr da bulunmuyor çıkarılmıyor diye bir şey yok. Bulursa çıkarılacak.
## Okuyucu Yorumları |
217888 | haber | Dünya'nın en kötü kokan çiçeği açtı | null | # Dünya'nın en kötü kokan çiçeği açtı
## 72 saat boyunca etrafında çürümüş et kokusuna benzeyen kokular yayacak olan çiçek 2 metre uznuluğunda
İsviçre'de bulunan Basel Üniversitesi'nin botanik bahçesinde dünyanın en kötü kokan çiceği olarak tanımlanan "ceset çiçeği" açtı.
2 metre uzunluğunda olan çiçek, 72 saat boyunca etrafında çürümüş et kokusuna benzeyen kokular yayacak.
Sabah gazetesinde yer alan habere göre, ortalama ömrü 40 yıl olarak bilinen ceset çiçekleri bazen ömürleri boyunca hiç açmıyor. Bu nedenle açtığı anlar önemle takip ediliyor.
Anayurtları Endonezya'daki yağmur ormanları olan ceset çiçekleri, ormanların hızla ortadan kalkması nedeniyle yok olma tehdidi altında bulunuyor.
## Okuyucu Yorumları |
101407 | haber | EJDER AKIŞIK VEFAT ETTİ ANKARA (A.A) | null | # EJDER AKIŞIK VEFAT ETTİ ANKARA (A.A)
-
A
+
-EJDER AKIŞIK VEFAT ETTİ ANKARA (A.A) - 28.09.2010 - Devlet Tiyatroları sanatçısı A. Ecder Akışık hayatını kaybetti. Bugün yaşama veda eden sanatçı Akışık için yarın saat 09.45'te Ankara Devlet Konservatuvarı, saat 11.00'de de Büyük Tiyatro'da tören düzenlenecek. Akışık'ın cenazesi, törenin ardından Kocatepe Camii'nde öğle namazının ardından kılınacak cenaze namazından sonra Cebeci Asri Mezarlığı'nda toprağa verilecek. -ECDER AKIŞIK'IN ÖZGEÇMİŞİ- Devlet Tiyatroları sanatçısı Ecder Akışık, 23 Nisan 1938'de Ankara'da dünyaya geldi. Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü'nden 1957 yılında mezun olan Akışık, aynı yıl Devlet Tiyatroları ailesine katıldı. Akışık, 1972-73 yılında Ankara Devlet Konservatuvarı yüksek devre mezunu oldu. 1984-1988 yılları arasında Genel Müdür Yardımcılığı görevini üstlenen Akışık, sanatçı, rejisör, idareci olarak hizmet ettiği Devlet Tiyatroları'ndan 2003'te yaş haddinden emekli oldu. Akışık, Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü ve Bilkent Üniversitesi Sahne Sanatları Bölümü'nde öğretim görevlisi olarak görev yaptı. Öncü sanatçı ve öğretmen kimliğiyle yaşamı boyunca güzel ve doğru Türkçe kullanımı ile fonetik konusunda birçok kurum ve kuruluşta dersler veren Akışık, radyo, televizyon ve sinemada birçok yapımda görev aldı. Sanatçının görev aldığı oyunlardan bazıları şöyle: ''Dışarıdakiler'', ''Klinik bir Vaka'', ''Köroğlu'', ''Paramparça'', ''İsyancılar'', ''Emekli'', ''Cengizhan'ın Bisikleti'', ''Atçalı Kel Mehmet'', ''Evlere Şenlik'', ''Küçük Şehir'', ''Bağdat Hatun'', ''Şen Kadınlar'', ''Karaların Memetleri'' Akışık'ın yönettiği oyunlardan bazıları ise şöyle: ''Söz Veriyorum'', ''Bir Ümit İçin'', ''Kel Şarkıcı'', ''Gölgeler'', İmparatorun İki Oğlu'', ''Tohum ve Toprak'', ''Bir Sevda Öyküsü'', ''Kanlı Düğün'', ''16 Ocak Gecesi (Kral Öldü)'', ''Son Aylar''
## Okuyucu Yorumları |
247673 | haber | Ekmek almaya giderken vurulan Berkin Elvan’a ekmeklerle gittiler | null | # Ekmek almaya giderken vurulan Berkin Elvan’a ekmeklerle gittiler
## 14 yaşındaki Berkin Elvan, 16 Haziran sabahı ekmek almak için evden çıktı, 15. doğumgününde hala hastanede, hala uyanmadı
-
A
+
Gezi Parkı eylemlerinde evinden ekmek almak için çıktığı sırada polisin attığı gaz kapsülüyle başından yaralanan ve komaya giren 14 yaşındak
**Berkin Elvan** ’ın doğum günü, bugün Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi önünde saat 16.00’da kutlandı. Sevenleri hastane bahçesinde yüzlerce balonu gökyüzüne uçurdu. Ekmek almaya giderken vurulan Berkin'in doğum gününe sevenleri, ellerinde ekmeklerle geldi. Gezi Parkı eylemlerinde evinden ekmek almak için çıktığı sırada polisin attığı gaz kapsülüyle başından yaralanan ve komaya giren 14 yaşındaki Berkin Elvan, bugün 15 yaşına bastı. O günden bu yana yoğun bakımda. İki kez kalbi durdu, 3 ameliyat ve bir küçük operasyon geçirdi.
Berkin Elvan’ın ismini taşıyan internet sitesine, ailesi tarafından konulan yazıda Berkin’in doğum günü için şu satırlar yer aldı:
## Berkin uyanacak
Berkin geride kalan 204 gün boyunca 3 büyük ameliyat ve bir ufak operasyon geçirdi. Çoğunlukla makinaya bağlı olarak nefes alıyor. Yoğun bakımda ve tedavisi büyük bir özveriyle devam ediyor. Beyin Cerrahisi ve Yoğun Bakım doktorlarına, hemşirelerine, hasta bakıcılarına ve hastanede Berkin ile ilgilenen tüm hastane personeline teşekkür ediyoruz. Berkin uyanacak biliyoruz.
## 204 gün geçti
Beyninde biber gazı kapsülü yaralanmasına bağlı hasar çok fazla. Ciğerlerinde yoğun biber gazına maruz kalmasından dolayı halen tedavisi tamamlanmamış hasar var. 16 Haziran 2013 gününden bu yana iki kez kalbi durdu. Direndi Berkin. Teslim olmadı direniyor. 15 yaşına bastı bugün. İlk kez kendi doğum gününde uyuyor canımız. Binlerce insanımız onun için isyan ederken o yoğun bakım ünitesinde yaşam mücadelesi veriyor. 204 gün geçti ve adli soruşturma göstermelik olarak bir dosya numarasıyla mevcut. Avukatımız Evrim Deniz Karatana geride kalan 7 ay boyunca etkin bir soruşturma sürdürülmediği için dosyayı AİHM’ne taşıyacak bu ay içinde.
## Pankart ve slogan yok
Hastanede sembolik bir doğum günü organize etmek istedi dostlarımız. Hayır diyemedik. Tek ricamız pankart getirilmemesi, slogan atılmaması oldu. Berkin’le beraber 1000 in üstünde yatan hasta var Okmeydanı Hastanesi’nde ve biz onlara saygı duyulması gerektiği için bu ricada bulunduk.
## İsmini yazın, resmini kullanın
Berkin’i vuran polisler tespit edilmeyip devlet korumasında saklanırken, adli bir yaptırım uygulanmazken, Berkin’i haber yapan gazetelere ceza yağıyor. İsmini açık yazdıkları, fotosunu mozaiklemeden koydukları için veriliyor cezalar. Berkin Elvan’ın polislerce vurulduğu nokta dışında mozaiklenecek bir gizlisi yok. Resmini kullanabilirsiniz biz aile olarak izin veriyoruz. Berkin Elvan’ı dünyanın tüm ezilen ve direnen halkları açıkca ismi ve resmiyle biliyor. İsmini açıkca yazabilirsiniz. Katillerimizi, tetikçileri saklayan devlet evlatlarımızın yaşam hakkına saygı göstermeyen devlet isimlerinin kısaltılmasını, fotoğraflarının mozaiklenmesini isteyemez. Bize tetiği çekenlerin isimlerini versinler. O isimleri kısaltmayla yazar fotolarını mozaikleriz merak etmesinler.
## Berkin direniyor
Berkin yaşıyor, direniyor. Abdullah, Mehmet, Ethem, Ali İsmail, Medeni, Ahmet ve Hasan Ferit için yaşıyor, direniyor. Donarak ölen bebek için, buz saçağı başına düştüğü için ölen çocuk için, Van’da ölen kardeşleri için, Roboski’de katledilen çocuklarımız için, sokakta bulup oyuncak sandığı el bombasının patlamasıyla hayatını kaybeden çocuklar için Berkin yaşıyor ve direniyor.
## Okuyucu Yorumları |
235187 | haber | 'El Kaide militanları Türkiye'den geçip Suriye'de savaşıyor' | null | # 'El Kaide militanları Türkiye'den geçip Suriye'de savaşıyor'
## İstanbul’dan Suriye’deki çatışma bölgelerine gidip gelen El Kaide’ye yakın isimler sınırdan geçişin yöntemlerini anlattı
Suriye’de** Beşşar Esad** ’a bağlı güçlerle rejim muhalifleri arasında yaklaşık 2 buçuk yıldır devam eden çatışmalar boyunca Türkiye’den yapıldığı öne sürülen sınır geçişleri sık sık gündeme geldi. Esad rejimi ile savaşmaya giden İslami grupların Türkiye sınırından geçtiği iddia edildi. Bu grupların başında ise Türkiye’de de taraftarları bulunan El Kaide bulunuyor.
## Fatih'te esnaflık yapıyorlar
Taraf gazetesinden **Fırat Alkaç** ’ın haberine göre, İstanbul Fatih’te yaşayan ve esnaflık yapan (isimlerini gizli tutan) bu kişilerin Suriye savaşı hakkında anlattıkları bir hayli ilginç. Fatih’teki El Kaide kaynakları, Suriye’de krizin patlak vermesinden sonra, Avrupa, Kafkaslar, Afganistan ve Kuzey Afrika ülkelerinde bulunan örgüt üyelerinin, Türkiye üzerinden Suriye’ye geçtiklerini söyledi. Söz konusu kaynaklar PYD ile yaşanan çatışmalar ve Türkiye sınırındaki geçişler hakkında da ilginç iddialarda bulundu.
## İstihbarat görevlileri karşılıyor
El Kaide taraftarları O.E., PYD-El Nusra çatışmasından önce Suriye’ye gittiğini ve Türkiye sınırından geçtiğini anlattı. Türkiye sınırında kontrolsüz bir alandan PYD’nin kontrolündeki bir bölgeye geçiş yaptığını anlatan O.E., "Suriye tarafında PYD’nin yaptığı kontrol sırasında El Nusra’ya geldiğimizi söyledik. Sonra serbest bırakıldık" dedi. Bu şekilde birçok kişinin sınırdan geçiş yaptığını anlatan O.E. şu bilgileri verdi: "Suriye sınırında, Çeçenistan ve Afganistan üzerinden Türkiye’ye çeşitli yollarla gelen savaşçılar karşılanıyor. Sınırda şu anda istihbarat elemanları var. Sınırdan geçiş yapanlar, istihbarat görevlilerine hangi örgütten ve hangi komutanın emrinde olduğunu söylüyorlar. Ve sınırı geçip birliklerine katılıyorlar."
## Türkiye’de tedavi ediliyorlar
Savaş sırasında ağır yaralanan militanların Türkiye’deki hastanelere getirilip tedavi ettirildiğini söyleyen O.E., "Bazıları savaştıktan sonra yine aynı yollarla ülkelerine geri dönüyor. Afganistan ve Kafkas cephesinden aileleriyle gelen El Kaide mücahitleri var. Bunların çoğu Suriye’ye yerleşmiş durumda. Bu yöntemlerle Kuzey Afrika, Kafkasya, Avrupa ve Afganistan bölgelerinden gelen yüzlerce militan var. Türkiye üzerinden sınırı geçip savaşa katılıyorlar" dedi.
## Bin Çeçen Suriye’ye gitti
Suriye’de şu anda en güçlü gruplardan birinin Çeçenler olduğunu dile getiren O.E., "Komutanları Ebu Ömer önderliğinde yaklaşık bin kadar Çeçen Suriye’ye gitti. İlk önce Nusra cephesinde yer aldılar. Sonra da Irak ve Şam İslam Devleti tarafına geçtiler" şeklinde konuştu.
## Türkiye’den de gidenler var
Suriye’ye Türkiye’den de çok sayıda kişinin gittiğini ifade eden O.E. sözlerini şöyle sürdürdü: "Bunların bir kısmı şehit oldu. Türkiye’den giden arkadaşlarımızın bazıları, orada bir süre kalıp döndü. Sonra tekrar gidip Esad’a karşı savaşanlar oldu. Emekli bir polis memuru arkadaşımız Suriye’ye geçip orada savaştı. Sonra ülkeye döndü. Orada silah eğitimi verdi. Biz de birkaç arkadaşımızla, PYD ile El Nusra arasında çatışma çıkmadan önce Suriye’ye gittik. Türkiye tarafından herhangi bir kontrolden geçmeden kırsal bölgeden içeri girdik. PYD kontrolündeki bir bölgeye girdik ve Nusra cephesine geldiğimizi söyledik. Bizi bıraktılar ve içeri girdik."
## Çatışmaları ISIS alevlendirdi
PYD ile yaşanan çatışmaların fitilini Irak ve Şam İslam Devleti’nin (ISIS) ateşlediğini iddia eden O.E. şunları söyledi: "ISIS, El Nusra’nın kendisine bağlı bir alt örgüt olduğunu ilan etti. Buna karşı çıkan El Nusra komutanları, kendilerinin El Kaide lideri El Zevahiri’ye bağlı olduklarını açıkladı. Bu nedenle örgüt içi ayrışmalar yaşandı. Suriye’de bulunan Ebu Ömer komutasındaki Çeçen birlikleri, El Nusra’dan ayrılarak ISIS saflarına geçti. Son olarak PYD ile yaşanan çatışmaların fitilini ise ISIS militanları ateşledi. ISIS, iddiaya göre PYD ile El Nusra arasındaki çatışmazlık anlaşmasını bozmak için PYD kontrolündeki köylere girerek ateş etti."
## Okuyucu Yorumları |
73569 | haber | EL KAİDE'NİN EYLEMLERİ CİHAD DEĞİL KEYFİ CİNAYET | null | # EL KAİDE'NİN EYLEMLERİ CİHAD DEĞİL KEYFİ CİNAYET
**T24 ** – Türkiye, Suudi Arabistan, Yemen, Hindistan, Senegal, Kuveyt, Bosna, İran, Fas, Moritanya ve Endonezya'dan gelen din alimlerinin katılımıyla Mardin'de yapılan tarihi zirvede, İbn Temiyye'nin 14. yüzyıldaki cihad fetvasının, terör eylemlerine gerekçe olamayacağı üzerinde birleşildi. Toplantıdan sonra yayımlanan ortak bildiride, "El Kaide ve diğer şiddet yanlısı grupların İslam adına işlenen cinayetleri ve terörizmi haklı çıkarmak için Mardin fetvasını kullanmaları" eleştirilirken "terörist grupların eylemlerinin cihad değil keyfi cinayetler olduğu" vurgulandı.
Mardin'deki Artuklu Üniversitesi'nde düzenlenen ve iki gün süren tarihi zirvenin ardından yayımlanan "Teröre karşı birlikte durmak" başlıklı bildiri şöyle:
"Global Centre for Renewal and Guidance (GCRG) ile Canopus Danışmanlık 27, 28 Mart tarihlerinde Mardin'deki Artuklu Üniversitesi'nde, terör eylemlerinin dini gerekçelere dayandırılmasını reddetmek ve kınamak için İslam dünyasından dünya çapında tanınmış bir grup alimin,ilahiyatçının ve akademisyenin bir araya geldiği tarihi bir zirve düzenlemiştir.
'Fetva terörizmi haklı çıkarmak için kullanıldı'
Özellikle de ondördüncü yüzyıl alimi İbn Teymiyye tarafından çıkarılan ünlü Mardin fetvasının incelenmesi için bir araya gelinmiştir: Ünlü Mardin fetvası, El Kaide gibi sayısız şiddet yanlısı aşırıcı grup tarafından İslam adına işlenen cinayetleri ve terörizmi haklı çıkarmak için kullanılmıştır.
Bu yetkin grup tarafından hazırlanan bildiri aşağıdaki nedenlerden
dolayı önem taşımaktadır:
· Suudi Arabistan, Türkiye, Yemen, Hindistan, Senegal, Kuveyt, Bosna, İran, Fas, Moritanya ve Endonezya'nın da dahil olduğu ülkelerden ve geniş bir yelpazedeki İslami düşünce okullarından gelen alim ve ilahiyatçının tecrübe ve uzlaşısına dayanmaktadır.
'Teröristlerin eylemleri cihad değil, keyfi cinayet'
· Terörist grupların eylemlerinin cihad değil, keyfi cinayetler olduğunu öne sürmektedir.
· Mardin fetvasının yanlış yorumlandığını ve terörizm veya şiddeti haklı çıkarmak için hiçbir şekilde kullanılamayacağını öne sürmektedir.
'Bütün Müslümanlar etik standartlara uygun yaşamalı'
· Bütün Müslümanlara, İslamiyetin getirdiği en yüksek hukuki ve etik standartlara uygun yaşamaları çağrısında bulunmaktadır.
· İslamiyetin ayrım gözetmeksizin adam öldürme ve cinayeti kati biçimde yasakladığı açıktır.
'Teröristler, dünyada İslam'ın itibarını sarstı'
· Teröristlerin, yanlış eylemleriyle İslamiyet adına kendi inançlarını yok ettikleri ve İslamiyetin ve Müslümanların itibarını dünyanın nezdinde sarstıkları açıktır.
'Ana akım İslami yaklaşımlar teröre izin vermez'
Konferansın sözcülerinden biri şöyle demiştir: Bu tarihi ve önemli zirve bize şunu göstermiştir: 'İbn Teymiyye ve özellikle de Mardin fetvası terörizme gerekçe olarak kullanılamaz. Bu zirve, İbn Teymiyye'nin böyle bir tutum sergilemeyeceğini ve de ana akım İslami yaklaşımlarının buna izin veremeyeceğini ortaya koymuştur. Bu zirve, İslamiyet içinde farklı kanaatlerden gelen ilahiyatçı ve alimleri bir araya getirerek şu görüşte birleşmesini sağlamıştır: İslamiyet terörizmi ve ayrım gözetmeksizin cinayet işlenmesini kınamaktadır."
Zirveyi düzenleyenler kim?
Zirveyi düzenleyen örgütlerden Global Centre for Renewal and Guidance (GCRG), kendisini, "küresel konuları ve sınamaları ele almayı hedefleyen, küresel bir İslami düşünce kuruluşu-kurumu" olarak tanımlıyor.
Zirveyi GCRG ile birlikte düzenleyen Canopus Danışmanlık da, faaliyetlerini "çağdaş bağlamda inançla ilgili konuların açıklığa kavuşturulmasının yanı sıra Müslümanların daha geniş bir toplumla ilişki içerisinde olmasını ve bu toplumun ayrılmaz bir paydaşı haline gelmesini engelleyen kritik konuların tartışılıp konuşulması için ilgili uzmanları bir araya getiren forumlar düzenlemektedir" ifadesiyle özetliyor.
İbn Teymiyye'nin fetvasında ne deniyor?
Moğol istilası altındaki Mardinlilerin isteği üzerine İslam dünyasının önde gelen alimlerinden İbn Teymiyye 1300’lü yılların başında bir fetva hazırladı. Fetvada, Müslümanlar, Müslüman olmayan yönetimlerle savaşmaya davet edildi.
Ancak Teymiyye'nin "cihad fetvası" başlangıçtaki bağlamından koparılarak dünyada İslami amaçlarla sergilenen şiddet eylemlerine gerekçe yapılmaya başlandı. El Kaide başta olmak üzere dinci terör örgütleri, fetvayı, saldırılarına dini dayanak olarak gösterdiler.
Fetva kaldırılmadı
Mardin’de yapılan zirveden önce, istilacı Moğolları kovmak için hazırlanan fetvanın barışçı bir dile çevrilmesi ve kaldırılması yolunda tartışmalar da kamuoyuna yansıdı. İki gün süren zirveden sonra yayımlanan bildiride, "fetvanın terör eylemlerinin gerekçesi olarak gösterilemeyeceği " vurgulandı.
## Okuyucu Yorumları |
215482 | haber | Emanuelle serisinin başrol oyuncusu öldü | null | # Emanuelle serisinin başrol oyuncusu öldü
## Emmanuelle serisinin başrol oyuncusu Sylvia Kristel dün gece hayatını kaybetti
"Emmanuelle" adlı erotik filmle tanınan Hollandalı aktris Sylvia Kristel, 60 yaşında hayatını kaybetti. Kristel’in uykusunda yaşamını yitirdiği belirtildi.
Aktris Sylvia Kristel, 1974 filminde çekilen "Emmanuelle" filmiyle tanınmış ve daha sonra 50’yi aşkın filmde rol almıştı. Bir süredir kanser tedavisi gören Kristel’in, uykusunda hayatını kaybettiği açıklandı.
Kristel, 1970 ve 80’li yılların en ünlü erotik yıldızlarından biriydi. Aktrisin ölümü hakkında açıklama yapan Hollanda’nın Features Creative Management ajansından Marieke Verharen, Kristel’in Temmuz ayında geçirdiği kısmı felcin ardından Amsterdam’da hastaneye kaldırıldığını, dün gece uykusunda öldüğünü belirtti.
## Okuyucu Yorumları |
203970 | haber | 'Emekli, ev hanımı, işsiz ve engelli emlak vergisi ödemeyecek' | null | # 'Emekli, ev hanımı, işsiz ve engelli emlak vergisi ödemeyecek'
## Şükrü Kızılot, emlak vergisi mükellefleri için aranan nitelikleri yazdı
## Şükrü Kızılot
**(Hürriyet - 15 Hürriyet 2012)**
## Gayrimenkullerle ilgili vergiler yaşantımızın adeta bir parçası
Türkiye’de 23 milyon "Emlak Vergisi mükellefi" var. Buna göre, neredeyse her ailenin, bir ya da bir kaç gayrimenkulleri nedeniyle Emlak Vergisi ile ilişkisi var.
Olay Emlak Vergisi ile bitmiyor.
Gayrimenkulün kiralanmasından elde edilen "gayrimenkul sermaye iradı" nedeniyle vergi mükellefi olanların sayısında "olağanüstü artış" var. Örneğin gelir vergisi ve KDV mükellefi, 10 yıl öncesine kıyasla azalırken, kira geliri beyan edenlerin sayısı yaklaşık yüzde 300 arttı.
Ev ya da başka gayrimenkulün satışından elde edilen "değer artışı kazancı" nedeniyle ödenecek olan "Gelir Vergisi", ölüm veya bağış nedeniyle ödenen "Veraset ve İntikal Vergisi", gayrimenkul alımında ödenen KDV, alım-satımda ödenen "Tapu harçları", önem arz ediyor. Ayrıca, şirketlerin gayrimenkul alımı-satımı nedeniyle ortaya çıkan vergiler, "kooperatif" yoluyla edinilen konutlar, üyeliğin devri, inşaatın tamamlanması, kura çekimi, konutların üyelere dağıtımı ve tapu işlemleri, şirketlerin edindiği "gayrimenkuller",bunların kiralanması ve satışındaki vergiler ve "vergi avantajları" yönüyle olaya baktığımızda, gayrimenkullerle ilgili konular neredeyse herkesi ilgilendiriyor.
Beş gün devam edecek olan bu dizide yukarıdaki konular, değişik yönleriyle açıklanacak, özellikli durumlara yer verilecek. Daha sonra da sorularınız yanıtlanacak.
##
Sıfır oranlı emlak vergisi için ‘evde bizzat oturma’ şartı var mı?
İndirimli emlak vergisi uygulamasından yararlanabilmek için konutta "bizzat oturma" koşulu aranmıyor.
Bu nedenle, sahip olduğu tek konutu kiraya verip, başka bir konutta kira ile oturanlar da diğer koşulları taşımaları halinde, emlak vergisi ödemezler.
Konuyla ilgili olarak, Maliye Bakanlığı tebliğ ile;
"İndirimli vergi oranının uygulanması için konutta "bizzat oturma" koşulu aranmamaktadır. Bu nedenle, sahip oldukları tek konutu kiraya verip, kirada oturanlar da şartları taşımaları kaydıyla, indirimli vergi oranından yararlanabilirler" şeklinde açıklama yapmıştır (Bkz. 31 Aralık 2003 tarih ve 25333 sayılı üçüncü mükerrer baskı Resmi Gazete’de yayınlanan 38 Seri No.lu Emlak Vergisi Genel Tebliği).
Uygulamada bazı belediyelerin, evini kiraya verip kendisi kirada oturan emekli, ev hanımı ve işsizleri "sıfır oranlı" emlak vergisinden yararlandırmadıklarına rastlanabiliyor. Bu durumda olanların ilgili belediyeye, yukarıdaki tebliği de belirtmek suretiyle, "düzeltme" başvurusu yapmalarında yarar var.
##
Emekliye, ev hanımına, işsize ve engelliye ‘sıfır emlak vergisi’ avantajı var
Sıfır oranlı emlak vergisi avantajı, 10 milyon civarında emekli, ev hanımı, işsiz ve engelli vatandaşlarımızı yakından ilgilendiriyor.
Çok kişinin farkında olmadığı bu avantajdan yararlanabilmek için bazı koşullar aranıyor.
##
Kimler yararlanabiliyor?
1- Geliri sadece kanunla kurulan sosyal güvenlik kurumlarından, örneğin SSK (4/a), Bağ-Kur (4/b) ve TC Emekli Sandığı’ndan (4/c) aldıkları emekli aylığından ibaret olanlar ile bunların dul ve yetimleri,
2- Hiç bir geliri olmayan ev hanımları ve işsizler,
3- Gaziler,
4- Engelliler,
5- Şehitlerin dul ve yetimleri,
"indirimli (sıfır oranlı) emlak vergisi" uygulamasından yararlanabiliyorlar.
##
200 m2 ve tek konut koşulu
İndirimli yani "sıfır oranlı" emlak (bina) vergisi avantajından, Türkiye sınırları içinde;
1. Brüt alanı 200 m2’yi aşmayan,
2. Tek konuta sahip olanlar (intifa hakkına sahip olunması dahil),
yararlanabiliyorlar.
##
Bildirimde bulunmak gerekiyor
Konutu nedeniyle, "sıfır oranlı emlak vergisi" avantajından yararlanmak isteyenlerden;
- Hiçbir geliri olmayanların, "Hiçbir Geliri Olmadığını Belgeleyenlerin Tek Meskenine Ait Form" ile "Hiçbir Geliri Olmayanların Tek Meskenlerine Ait Taahhüt Belgesi"ni,
- Emekliler ile bunların dul ve yetimlerinin "Tek Meskeni Olan Emeklilere, Dul ve Yetimlere Ait Form"u,
- Gaziler ile şehitlerin dul ve yetimlerinin "Tek Meskeni Olan Şehitlerin Dul ve Yetimlerine ve Gazilere Ait Form"u,
- Özürlülerin ise "Tek Meskeni Olan Özürlülere Ait İndirimli Bina Vergisi Formu" ile "Sağlık Kurulu Raporu"nu ilgili belediyeye vermeleri gerekmektedir.
Bildirim formları belediyelerden "ücretsiz" olarak temin edilebileceği gibi www.gib.gov.tr adresinden de indirilebilir.
Söz konusu taahhüt belgesi veya formları daha önceki yıllarda vermiş olup, durumlarında değişiklik olmayanların, izleyen yıllarda tekrar taahhütname veya form vermeleri gerekmiyor.
##
Faiz ve repo 23 bin TL'yi geçerse vergi var
Emekliler, ev hanımları ve işsizlerin 2011 yılında 23 bin TL’yi aşan menkul sermaye iradı (mevduat faizi, repo, döviz tevdiat hesabı faizi, fon payı geliri vb.) geliri varsa, 2012 yılında sıfır oranlı emlak vergisinden yararlanamazlar. Altındaysa yararlanırlar (Bkz. 45 No.lu Emlak Vergisi Tebliği).
Bu tutar 2013 yılı için 25 bin TL olarak uygulanacak.
##
2012’de emekli olana "sıfır vergi" 2013'de başlar
Yıl içinde emekli olanlar, emekli oldukları yılın emlak vergisini öderler.
Emekliler; gerekli koşulları taşımaları ve bildirimde bulunmaları halinde, emekli oldukları tarihi izleyen yıldan itibaren, sahip oldukları "bir konut" nedeniyle emlak vergisi ödemezler.
##
2012’de satılan evin emlak vergisini kim ödeyecek?
Alan kişi, 1 lira dahi emlak vergisi ödemeyecek.
2012 yılında örneğin Ocak ayında evini satan kişi, Mayıs 2012’de ve Kasım 2012’de, sattığı evin emlak vergisinin tamamını ödeyecek!
Alan kişi ise, 2013 yılından itibaren emlak vergisi ödemeye başlayacak
##
Emeklinin iki evi varsa biri mi muaf?
Hayır, ikisi de emlak vergisine tabi.
Bir evi olsaydı, koşulları taşımasına bağlı olarak, emlak vergisi ödemeyecekti.
##
Emlak vergisinde iki yarım bir tam etmiyor
Emlak Vergisi uygulamasında; emekli, işsiz, ev hanımı ve engelli açısından, iki yarım bir tam etmiyor.
ÖRNEK: Emekli Nuri Bey’in 1/2 hisse ile maliki olduğu, her biri 90 m2 iki evi vardır.
Bu durumda Nuri Bey, "sıfır oranlı" emlak vergisinden yararlanamaz ve her iki evi için de emlak vergisi öder.
##
Emekli olup çalışan Ekrem Bey vergi ödeyecek
Emekli olduktan sonra, ücretli ya da kendi adına bağımsız olarak çalışanlar, indirimli "sıfır oranlı" emlak vergisinden yararlanamazlar.
Bu nedenle, 140 m2’lik bir konutu olan Ekrem Bey, emekli olduktan sonra çalıştığı için emlak vergisi ödemeye devam edecek.
Ancak engellilerin durumu farklı. Engelliler, emekli olduktan sonra çalışsalar dahi birden fazla konutu olmadığında, emlak vergisi ödemezler.
##
Evi olan üniversite öğrencisine emlak vergisi yok
Öğrenciler de hiç bir geliri olmayanlar sınıfına dahil oldukları için 200 m2 yi aşmayan bir evleri varsa, emlak vergisi ödemezler.
**ÖRNEK**: Gazi Üniversitesi’nde öğrenci olan Arda’ya, babasından 130 m2 bir ev miras kalmıştır. Arda bu evde annesi ile birlikte oturmaktadır.
Arda, üniversite öğrencisi olduğu için geliri yoktur. Evi de 200 m2 ‘nin altında olduğundan, emlak vergisi ödemeyecektir.
##
Kocasından harçlık alan Fatma Hanım'a "geliri var" denilmeyecek
Emlak vergisi uygulaması bakımından ev hanımları, hiç bir geliri olmayanlar sınıfına dahil edilir. Brüt alanı 200 m2 ‘yi aşmayan bir evi varsa emlak vergisi ödemez.
Bu nedenle, Fatma Hanım’ın eşinin çalışması ve mutfak masrafı, evin diğer ihtiyaçları ve alış veriş yapması için ona düzenli olarak para vermesi, Fatma Hanım’ın "geliri olduğu" anlamına gelmez.
##
2012’de Bedriye Teyze’nin emlak vergisi yüzde kaç arttı?
Bedriye Teyze’nin İstanbul’da bir evi, Bodrum’da da yazlığı var.
Yılın sekiz ayı İstanbul’da, dört ayı da Bodrum’da kalıyor. Yazın torunları da geldiği için çok mutlu oluyor.
Bedriye Teyze bu yıl emlak vergisi yönünden biraz şanssız!
Nedenine gelince, her yıl evinin emlak vergisi değeri, "yeniden değerleme oranının yarısı kadar" artıyordu. 2012’de Bakanlar Kurulu olaya müdahale etti ve evlerinin değeri "yeniden değerleme oranının tamamı kadar" artırıldı.
Böyle olunca, ödeyeceği vergideki artış da beklentisinin üzerinde oldu.
Buna göre, Bedriye Teyze de dahil Türkiye’deki tüm gayrimenkullerin emlak vergisi hesaplamasına esas değeri "yüzde 10,26 oranında" arttı.
Özellikli bazı durumlar dışında, 2012’de ödenecek emlak vergileri de yüzde 10,26 oranında arttı.
## Okuyucu Yorumları |
329506 | haber | Emniyetten İstanbul'da bombalı saldırı uyarısı | null | # Emniyetten İstanbul'da bombalı saldırı uyarısı
## Emniyetin uyarı notunda çok sayıda metro ve metrobüs durağı için önlem alınması istendi
İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nden çeşitli kurumlara metro ve metrobüs duraklarında olası canlı bomba veya bombalı araçla eylem gerçekleştirilebileceğine ilişkin uyarı notu yollandı.
Cumhuriyet'te yer alan habere göre; uyarı notunda, beş metrobüs durağı, beş metro durağı ile iki meydan için özel önlem alınması istendi.
## Okuyucu Yorumları |
232633 | haber | Emrah'ın oğlu Tayfun: Babam nafakamı düşürdü, 'çalış kazan' dedi | null | # Emrah'ın oğlu Tayfun: Babam nafakamı düşürdü, 'çalış kazan' dedi
## Tayfun: Bursa'dan 80 bin TL'ye ev alarak benden ve nafakamdan bir an önce kurtulmak istedi
21 yıl önce Bursa'daki konserinde tanıştığı bir hayranından Tayfun adında bir oğlu olduğunu öğrenen Emrah'ın oğlunun kendisinden ileride para talep etmemesi için notere götürüp feragatname imzalattığı ortaya çıktı. Emrah ayrıca oğluna her ay verdiği bin TL'lik nafakayı 800 TL'ye düşürdü.
**Vatan'a konuşan Emrah'ın oğlu Tayfun, babasıyla ilgili ilginç şeyler anlattı. İşte Tayfun'un açıklamaları:**
- Babam bin TL olan nafakamı 800 TL'ye düşürdü. Kestiği 200 TL'yi çalışarak tamamlamamı istedi. Bursa'da Uludağ Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümü ikinci sınıftayım. Okulu bitirmeme 2 yıl var. Bu yüzden de 800 TL'lik nafakanın 2 yıllığını geçen aralık ayında peşin gönderdi. Bursa'dan 80 bin TL'ye ev alarak benden ve nafakamdan bir an önce kurtulmak istedi.
- Bu paraları verdikten sonra avukatlarıyla beraber beni Beşiktaş'taki notere götürdü. Yalnızdım, yanımda kimse yoktu. Noterde bana bir feragatname imzalattı. İmzaladığım kağıda göre, o yaşadığı sürece, ben bir daha ondan hiçbir şekilde yardım ya da para alamayacağım. Galiba babam ondan sürekli para isteyeceğimi düşündü. O öldükten sonra mirastan faydalanıp faydalanmayacağımı ya da mirası başkasının üzerine yapmayacağını ben bilemem. Zaten ben ondan bir şey istemiyorum
Emrah, 21 yıl önce Bursa'daki konserinde tanıştığı hayranı Ebru Çolak'la birlikte olmuştu. Bu ilişkiden dünyaya gelen oğlu Tayfun'u ise 'Bu çocuk benim değil' diyerek reddetmişti. DNA testleri sonucunda 13 yıl önce oğlunu nüfusuna almıştı. Mahkeme Emrah'ın oğluna eğitimi boyunca bin TL nafaka ödemesine karar vermişti.
## Okuyucu Yorumları |
218602 | haber | En güçlü ülkeler listesinde Türkiye kaçıncı sırada yer aldı? | null | # En güçlü ülkeler listesinde Türkiye kaçıncı sırada yer aldı?
## Dünyaca ünlü iş ve ekonomi dergisinin soft power listesinde İngiltere birinci olurken Türkiye ise listede 20. oldu..
Dünyanın en önemli iş ve kültür dergilerinden İngiltere merkezli Monocle’ın ülkelerin askeri ve ekonomik değil; sosyal bütünlük ve kültürüyle diğer ülkeleri etkileyişini anlatan ‘yumuşak güç’ araştırmasında ülkelerin diplomatik altyapısı, kültür alanında ortaya koydukları ürünler,, düşünce kuruluşlarının sayısı, internet kullanıcılarının sayısı,iş dünyasındaki cazibesi, son olimpiyatlarda kazanılan ödüller, eğitim kapasitesi, medyanın gücü gibi alanlar incelendi.
'Yumuşak güç' terimi ilk kez Harvard Üniversitesi profesörü Joseph Nye tarafından ortaya atıldı. Dünyanın en önemli iş ve kültür dergilerinden İngiltere merkezli Monocle'ın ülkelerin askeri ve ekonomik değil; sosyal bütünlük ve kültürüyle diğer ülkeleri etkileyişini anlatan 'yumuşak güç' araştırmasında ülkelerin diplomatik altyapısı, kültür alanında ortaya koydukları ürünler, eğitim kapasitesi, iş dünyasındaki czibesi, düşünce kuruluşlarının sayısı, internet kullanıcılarının sayısı, son olimpiyatlarda kazanılan ödüller, medyanın gücü gibi alanlar incelendi. Giriş bölümünde yumuşak gücün artık Batı'nın tekelinden çıktığı; Türkiye, Brezilya, Çin gibi ülkelerin diplomasilerinin "yumuşak" yanını ön plana çıkardıkları belirtildi.
Giriş bölümünde yumuşak gücün artık Batı’nın tekelinden çıktığı; Türkiye, Brezilya, Çin gibi ülkelerin diplomasilerinin "yumuşak" yanını ön plana çıkardıkları belirtildi.
## Listenin zirvesindeki 3 ülke
**1. İngiltere:** Derginin listesinde yer alan ilk ülke olan İngiltere için "Futboldan pop müzik ve filmlere kadar uzanan alanlarda İngiltere, kendisini çekici ve ihraç edilebilir kılan bir ağırlığa sahip. Arada sırada ülkeye sahip olduklarının bir yumuşak güç açısından ne kadar değerli olduğunun hatırlatılması gerekiyor" yorumunda bulunuyor. 2012 Olimpiyatları’na başkent Londra’nın ev sahipliği yapması ve ünlü yönetmen Danny Boyle’un hazırladığı görkemli açılış töreninin olumlu etki yarattığı belirtiliyor. Harry Potter serisi, James Bond filmeleri, kraliyet ailesi ve bu yıl ilk Grand Slam’ini kazanan tenisçi Andy Murray İngiltere’nin "yumuşak güç" unsurları arasında sayılıyor.
**Sayılarla İngiltere**
Elçilik sayısı: 150
Turist sayısı: Yılda 29 milyon
En iyi film festivallerinde yarışan film sayısı: 41
Yabancı muhabir sayısı: 1,500
Son yaz ve kış olimpiyatlarındaki madalya sayısı: 66
Düşünce kuruluşu: 286
Yabancı öğrenci sayısı: 370 bin
Yabancı ülkelerde bir numara olan albüm sayısı: 22
**2. ABD: ** Derginin listesinde 2. sırada yer alan ABD için , Barack Obama ve Mitt Romney arasında çekişmeli ve sert geçen başkanlık yarışının ülkenin yumuşak gücüne zarar verdiğini belirtiyor. Ancak NBA basketbol ligi, Taylor Swift gibi pop yıldızları, dünyanın dört bir yanında rekorlar kıran Homeland dizisi ABD’nin eğlence alanındaki yumuşak gücünü sağlam tuttu.
** Sayılarla ABD**
Elçilik sayısı: 169
Üyesi olduğu uluslararası kuruluşlar: 72
İmzaladığı çevre anlaşmaları: 23
En iyi film festivallerinde yarışan film sayısı: 111
Turist sayısı: Yılda 62 milyon
Yabancı muhabir sayısı: 2 bin 918
** 3. Almanya:** Dergi Almanya için Euro Bölgesi krizindeki liderliği ve iş dünyasındaki markaları ile güç kazandığını belirtiyor. Şansölye Angela Merkel, açıkça yetkilerin kendisinde olduğunu göstererek ülkesini risklerden uzak tuttu. Goethe Enstitüsü ve Bundesliga’nın da etkisi önemli.
Sayılarla Almanya
Sayılarla Almanya
Elçilik sayısı: 153
Turist sayısı: Yılda 28 milyon
En iyi film festivallerinde yarışan film sayısı: 14
UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki yer sayısı: 37
Son yaz ve kış olimpiyatlarındaki madalya sayısı: 74
Türkiye'nin yumuşak gücü yorumu
Monocle’ın geçen seneki listesinde 23’üncü olan Türkiye, bu yıl 20’nci sıraya yükseldi. Türkiye için şu yorum yapıldı: "İstikrarlı yükselişine devam eden Türkiye ilk defa listemizde ilk 20’ye girdi. Yeni üsler arayan küresel şirketler artan şekilde İstanbul'a bakıyor, Türk Havayolları daha maceracı rotalar ekliyor ve ülkenin pembe dizileri Avrupa’da yeni izleyiciler kazanıyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul’a yönelik büyük planlarının belki hayata geçirilmesi zor olabilir, ancak hırslı olduğu kesin. Gelecek yıllardaki mücadelesi muhafazakar güçlerin Türkiye’nin etkileyici demokratik gelişimi, ekonomik büyümesi ve sosyal liberalizmini engellememesi olacak. Giderek artan şekilde istikrarsızlaşan komşular da sorun olabilir."
Kim hangi sırada?
1. İngiltere
2. ABD
3. Almanya
4. Fransa
5. İsveç
6. Japonya
7. Danimarka
8. İsviçre
9. Avustralya
10. Kanada
11. Güney Kore
12. Norveç
13. Finlandiya
14. İtalya
15. Hollanda
16. İspanya
17. Brezilya
18. Avusturya
19. Belçika
20. Türkiye
21. Yeni Zelanda
22. Çin
23. Portekiz
24. İrlanda
25. Polonya
26. Singapur
27. Meksika
28. Rusya
29. İsrail
30. Tayland
## Okuyucu Yorumları |
79570 | haber | Erdoğan-Barzani görüşmesinde bayrak krizi | null | # Erdoğan-Barzani görüşmesinde bayrak krizi
## Barzani'nin Irak bayrağı yerine Bölgesel Yönetim bayrağını istemesine Ankara sıcak bakmadı.
-
A
+
**T24** - Barzani'nin Irak bayrağı yerine Bölgesel Yönetim bayrağını istemesine Ankara sıcak bakmadı. Kriz, sadece Türk bayrağına yer verilerek aşıldı.Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı sıfatıyla Türkiye'ye gelen Mesud Barzani, ilk olarak Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile görüştü. Birlikte kameraların karşısına geçen ikili, işbirliği mesajları verdi. Barzani'nin Ankara ziyaretine damgasını vuran en önemli gelişme ise 'Bayrak' krizi oldu. Davutoğlu ile Barzani'nin Dışişleri Bakanlığı'nda basın toplantısı, protokol kurallarının aksine Irak bayrağı olmadan yapıldı. Salonda sadece Türk bayrağı yer aldı.
Özel anlam yüklemeyin
Durumu fark eden gazetecilerin sorusunu Davutoğlu ve Barzani esprili yanıtlarla geçiştirdi. Davutoğlu, 'Planlama hatası oldu. Aslında toplantı için Konut'ta hazırlık yapmıştık. Özel bir anlam yüklemeyin. Bizim için Irak'tan gelen herkes Irak vatandaşıdır. Onları temsil eden Irak bayrağını hemen getirtebiliriz' dedi. Barzani ise, soruya önce kahkaha atarak tepki verdi, ardından da 'Kesinlikle buna dikkat etmedim. Siz söyleyene kadar salonda bayrak olmadığını fark etmedim' dedi.
Türkiye'de evimde gibiyim
Daha sonra karşılıklı ziyaretlerin sıklaşacağını belirten Davutoğlu, terör örgütünün ilişkilere fitne soktuğunu söyledi. Terörle mücadelede aktif işbirliği beklendiğini belirten Davutoğlu, bu olursa ilişkilerin ulaştırma, enerji ve ticaret alanlarında gelişeceğini söyledi. Barzani ise Türkiye'de kendi evinde ve kardeşleri arasında hissettiğini belirterek, 'Geleceğimizi Türkiye ile ilişkilerimizi geliştirmekte görüyoruz' dedi. Demokratik açılım için Başbakan Erdoğan'ı takdir ettiklerini belirten Barzani, her türlü işbirliğine açık olduklarını dile getirdi. Kürt ya da Türk bir gencin hayatını kaybetmesine üzüldüğünü vurgulayan Barzani, şehitler için başsağlığı dileklerinde bulundu. BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ile bugün yapacağı görüşmede vereceği mesajların sorulması üzerine ise Barzani, 'Bu konudaki tavrımız açık. Bizim isteğimiz, açılım politikasına tüm Kürtlerin destek vermesidir' dedi. 'Bölgesel yönetimden PKK ile mücadelede somut adımlar bekleyecek miyiz?' sorusunu Barzani, şu yanıtı verdi: 'Hiçbir şekilde şiddetin devam etmesinden yana değiliz. Türkiye'nin güvenliğini kendi güvenliğimizden ayrı görmüyoruz.'
PKK demedi
Barzani'nin, Davutoğlu ile ikili görüşmesinde PKK'nın adını kullanmadığı öğrenildi. İskenderun'daki terör saldırısında şehit olan askerler için başsağlığı dileğinde bulunan Barzani, hükümetin sürdürdüğü demokratik açılımı ise 'cesur atılım' olarak niteledi.
Sincari bu kez protokolde
- Barzani'nin ziyaretinde dikkat çeken diğer bir unsur da giyimi oldu. Dönemin ABD Başkanı Bush'la Beyaz Saray'da yaptığı görüşmeye yöresel kıyafetleriyle katılan Barzani, Ankara'da takım elbise giymeyi tercih etti.
- Barzani'ye Bölgesel Yönetim'in İçişleri Bakanlığı görevini yürüten Kerim Sincari de eşlik etti. Sincari, Dağlıca baskını sonrasında PKK'ya esir düşen 8 Türk askerinin DTP tarafından teslim alınmasında yer almıştı. Bunun yanı sıra PKK'lıların elini tek tek sıkarak, denetlemelerde bulunmuştu. Sincari daha önce de, Irak Dışişleri Bakanı Hoşyer Zebari'yle birlikte Türkiye'ye gelmek istemiş ancak,
Ankara'nın itirazı üzerine listeden çıkarılmıştı.
- Barzani'nin konuşmayı seçtiği dil de dikkat çekti. Barzani basın toplantısının bir bölümünde Arapça bir bölümünde ise Kürtçe konuştu.
- Davutoğlu, basın toplantısında Barzani'ye hiç beklemediği bir jest yaptı. Sözlerine 'Sayın Barzani' diyerek başlayan Davutoğlu, geçen yıl Erbil'e yaptığı ziyareti hatırlattı. Ardından da Mesud Barzani'ye, Iraklı Kürtlerin seslendiği şekilde 'Kak Mesut' (Mesut Ağabey) hitap etti.
## Okuyucu Yorumları |
150308 | haber | Erdoğan: Bazı kitaplar vardır ki bombadan daha tesirlidir! | null | # Erdoğan: Bazı kitaplar vardır ki bombadan daha tesirlidir!
## Başbakan Erdoğan, seçimden önceki son televizyon röportajını NTV’ye veriyor. Erdoğan, canlı yayında soruları yanıtlıyor. Erdoğan 'doğu' da yaşanan olaylar i&cc
**T24** - Başbakan Tayyip Erdoğan, gazeteci Nedim Şener ile Ahmet Şık'ın durumunu değerlendirirken "bomba" benzetmesini yineledi ve "Öyle kitaplar vardır ki, bombadan daha tehlikelidir" dedi. Erdoğan, kendisi ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül hakkında yazılan bazı kitapları eleştirirken, "Ne Yahudiliğimiz kaldı, Ermeniliğimiz kaldı, af edersiniz ne Rumluğumuz kaldı. Özgürlük mü bu? Dünyanın hiçbir yerinde sınırsız özgürlük yok" ifadesini kullandı. Kürt sorununun BDP ile çözülemeyeceğini savunan Erdoğan, cezaevlerinde Kürtçe konuşma yasağını bu konuda yakınma olana kadar bilmediğini, öğrenir öğrenmez bir genelge ile kaldırdığını anlattı. Başbakan, telefon dinlemelerini değerlendirirken, "Artık özel sektör bile telefon dinliyor. Turkcell, Vodafone, Telekom hepsi dinler, bunu sizler de zaten biliyorsunuz. Bu aparatları alan herkes de dinleme yapabiliyor" dedi. Erdoğan, Cumhurbaşkanı'nın görev süresinin 5 yıl mı, 7 yıl mı süreceği sorusunu yanıtlarken, her iki seçeneği de dile getiren uzmanlar olduğunu, tartışmanın Yüksek Seçim Kurulu tarafından değil, yeni bir yasal düzenleme ile çözüme kavuşturulacağını söyledi. Erdoğan, bir daha aday olmayacağını açıkladığı üçüncü dönem milletvekilliğinden sonra Cumhurbaşkanı mı, yoksa sistem değişikliği ile başkan mı olmayı düşündüğü, bu konuda bir yol haritası olup olmadığı sorusu üzerine, "Benim yol haritamı hep millet çizdi, bundan sonra da millet çizecek" demekle yetindi. Erdoğan, Hopa ziareti sırasında polisin biber gazı sıkmasının ardından geçirdiği kalp kriziyle hayatını kaybeden emekli öğretmen Metin Lokumcu'nun "emekli bir öğretmene yakışmayacak bir tavır içinde olduğunu" öne sürdü.
Başbakan Erdoğan, Oğuz Haksever, NTV Haber Koordinatörü Nermin Yurteri, NTV Siyaset Danışmanı Ruşen Çakır ve NTV Ankara Temsilcisi Nilgün Balkaç’ın sorularını yanıtladı.
‘Öyle kitaplar vardır ki kitaptan daha tehlikelidir’
Ruşen Çakır'ın, "Geçenlerde yakın arkadaşım Nedim Şener'i Silivri’de ziyaret ettim. Kendisi çok güvendiğim, kefil olduğum bir gazetecidir, Ahmet Şık da öyle. Sizin Strazburg'da yaptıgınız bir konuşma vardı. Bu konuşmadaki ''kitap ve bomba' benzetmesi yapmanız arkadaşlarımda rahatsızılık yarattı. Tabii beni de rahatsız etti. Bu konuyu açar mısınız’’ sorusuna Erdoğan, ''Onu açmayalım ama bu konuda beyefendi ile ileride bir araya gelirsek... Öyle kitaplar vardır ki kitaptan daha tesirlidir'' demekle yetindi.
‘Metin Lokumcu, emekli bir öğretmene yakışmayan şeyler yaptı’
Ruşen Çakır, Başbakan'a Hopa'da yaşanan olaylara ilişkin önemli bir soru sordu. Çakır, ''Metin Lokumcu benim akrabam, ben Diyarbakır'dayken bu olay oldu. Neler yaşandığını arkadaşlarımdan öğrendim. Metin Lokumcu iyi bir insan talihsiz bir şekilde öldü. Bu konudaki tepkiniz televizyonda yayınlandı. Ben, ailem ve akrabalarım yorumunuzu kınadık. Aradan geçen sürede bu konuyu tekrar düşündünüz mü" dedi.
Erdoğan, Çakır'ın bu sözleri üzerine, "Ben öncelikle başınız sağolsun diyorum, ama size bazı kasetleri ve resimleri arkadaşlarım ulaştırsın. Acaba emekli bir ögretmene bunlar yakışır mı diye hakkı teslim etmeniz diye düşünürüm" dedi.
Erdoğan’ın bu sözleri üzerine Çakır "Ama öldü" diyerek araya girdi.Hayatını kaybeden Lokumcu'ya kızgın tavrını sürdüren Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Ben bu noktada böyle bir şeyi ögretmene yakştıramıyorum. Bu taşlar bana atılıyor. Ben Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanıyım, konvoyuma taş atıyorlar. Bana taş atılıyor.
Kılıçdaroğlu açıklama yapıyor 'polis kendi düştü' diyor. Bakın o polis hâlâ yatıyor ama ben kimsenin gazetelerde Servet’ten bahsettiğini görmedim.
Bize 'sizi buraya sokmayız, eşleriniz buraya gelmeyecek, çocuklarınızı burada okutmayacağız, tek yol sokak, tek yol devrim' diyorlar. Bu mudur demokrasi, ben Rizeliyim, sen Hopalısın… "
'Ne Yahudiliğimiz ve Ermeniliğimiz, ne af edersin Rumluğumuz kaldı'
'Ne Yahudiliğimiz ve Ermeniliğimiz, ne af edersin Rumluğumuz kaldı'
Haklarında yapılan yayınları eleştiren Erdoğan, şunları söyledi:
"Bize köşelerinden istediği gibi saldran istediği gibi hakaret eden yazılı ve görsel medya var. Benimle ve Cumhurbaşkanımızla ilgili çok sayıda kitap var. Bu kitapların içinde ne Yahudiliğimiz, ne Ermeniliğimiz, ne af edersiniz Rumluğumuz, hiçbir şey kalmadı ya, ne yapacaksınız, yapacak tek şey yargı var. Bu kadar afedersiniz. Özgürlük adına bunlar mı yapılır? Özgürlüğün sınırı bir başka insanın özgürlük alanına kadardır. Sınırsız özgürlük dünyanın hiçbir yerinde yoktur. Herkesin özgürlüğüne saygım var ama benim özgürlük alanıma girmeyecek."
'Kürt sorunu BDP'yle çözülmez'
'Kürt sorunu BDP'yle çözülmez'
Kürt sorununun BDP ile çözülemeyeceğini savunan Erdoğan, şu görüşleri dile getirdi:
"Biz Kürt meselesinin muhatabı olarak sadece parlamentoya gelenleri mi muhatap göreceğiz. Parlamentoya gelenlerle bu işi çözerim derseniz aldanırsınız. BDP’nin Kürt meselesinin çözümü diye bir derdi yok. BDP bölgeye hizmet gelmesin istiyor, çünkü bu sorundan nemalanıyor.
Kürt sorunun önemli bir aşamaya geldik, büyük aşamada çözdük. Ret ve inkar politikaları geride kaldı. Sadece Kürtlerin değil, herkesin sorunları var. Hepsini çözeceğiz."
'Cezaevindeki Kürtçe yasağını bilmiyordum'
'Cezaevindeki Kürtçe yasağını bilmiyordum'
Erdoğan, cezaevlerinde Kürtçe konuşma yasağına değinirken "Bir anne diyor ki 'Ben çocuğumla cezaevinde Kürtçe konuşamıyorum.' Ben o ana kadar cezaevinde Kürtce yasağını bilmiyordum. ''Genelgeyle düzeltilebilir mi' diye sordum, bir genelge yayınladım, bu sorunu cözdük, Bu şekilde bir ana kızıyla konuşabildi" dedi.
'Özel sektör bile telefon dinliyor'
'Özel sektör bile telefon dinliyor'
Erdoğan, telefon dinlemeleri üzerine yöneltilen bir soru üzerine, "Artık özel sektör bile telefon dinler oldu. Turkcell, Vodofone, Telekom hepsi dinler, bunu sizler de zaten biliyorsunuz. Ama herhangi bir şahıs da alacağı aparatlarla bunu yapabilir" dedi.
## Okuyucu Yorumları |
221110 | haber | Erdoğan: Genel af ve Öcalan'a ev hapsi söz konusu değil, olamaz | null | # Erdoğan: Genel af ve Öcalan'a ev hapsi söz konusu değil, olamaz
## Erdoğan: Daha önce bir Oslo süreci vardı. Şu anda gündemde yok. Gelecekte olur mu ona da kapıları kapatmamak lazım. Avrupa bu sürecin bir ayağıdır
Başbakan **Recep Tayyip Erdoğan**, "AKP'ye kredi veriyoruz, bu olayı çözsün" diyen CHP'ye "Ana muhalefet partisi kredi veriyoruz diyor. Sen hangi krediyi veriyorsun sen krediye muhtaçsın" diye seslendi. Erdoğan, "Teröre bulaşanlar için genel af söz konusu değil. İmralı için ev hapsi söz konusu değildir. AK Parti iktidarında böyle bir şey olamaz. Yapılacakların birçoğu uygulamada görülecek" dedi.
Erdoğan, Gabon, Nijer ve Senegal'i kapsayan Afrika turu kapsamında Gabon'un başkenti Libreville'ye hareketi öncesinde Atatürk Havalimanı Devlet Konukevi'nde basın toplantısı düzenledi.
Bir gazetecinin, İmralı ile yaşanan sürece ilişkin sorusu üzerine Erdoğan, ''Bu yeni başlamış bir süreç değil. Bizim buradaki gayretimiz, terörle mücadelede başarılı olabilmektir. Huzur ve refahı tam manasıyla ülkemizin dört bir köşesine getirebilmektir'' diye konuştu.
Başbakan Erdoğan, konuyla ilgili olarak, olayın kendileri açısından ''devlet'' ve ''siyaset'' ayağı olduğunu kaydederek, şunları söyledi:
''Bunu bilmeyenler, anlamayanlar var. Siyasetle, hükümetle veya hükümet etmeyle devleti yönetmeyle devlet mekanizmalarının çalıştırmasını arasındaki inceliği ayırt edemeyen siyasetçiler var. Biz burada bu inceliği koruyarak bir yol takip ediyoruz. Burada da daha önce başladığımız bir süreci devam ettirmenin gayreti içerisindeyiz. Bu konuyla ilgili yurt içi ve yurt dışında daha önce hükümet ederken, siyasetin enstrümanları vardır ve bu enstrümanlarını da kullanır. O da nedir- Devletin mekanizmaları içerisindeki enstrümanlardır. Bu konuda da en önemli enstrüman her zaman için istihbarat teşkilatıdır. İstihbarat teşkilatı özellikle yürütmenin en önemli ayağıdır; bunu da içeride ve dışarıda en ideal şekilde kullanmanın gayreti içerisinde olmuştur. Bu, dünyanın her yerinde böyledir. Sadece terörle mücadelede kullanmaz, asayişte de kullanır. Çok farklı etkili olmak istediği alanlarda da kullanır. Bizler de şu anda bu adımı attık, atıyoruz ve atacağız.''
Bu esnada gelişmeler yaşandığını belirten Erdoğan, ''Bu gelişmeler esnasında dikkat edilirse bizler, şu anda siyasetçi olarak böyle bir görüşmenin içinde olmadık, olmuyoruz'' dedi.
## 'Bölücü terör örgütüyle böyle mücadele olmaz'
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bir yolculuğunda, ''Terörle mücadele ederiz, siyasetçiyle müzakere ederiz'' ifadesini kullandığını aktarırken, müzakereyle görüşmelerin farklı şeyler olduğunu kaydederek, ''Görüşmeleri yaparsınız. Görüşmeler esnasındaki gelişmelere göre de adımınızı atarsınız'' diye konuştu.
Daha önce ''Oslo olayı'' olduğunu ancak şu anda gündemlerinde Oslo'nun bulunmadığını vurgulayan Erdoğan, şöyle devam etti:
''Gelecekte buna benzer farklı gelişmeler olabilir mi? Olabilir. Önünü kapamanın da bir anlamı yok. Oslo olmaz da başka bir yer olur. Biliyorsunuz Avrupa, bölücü terör örgütünün siyasi ayağıdır, kendi içinde siyasi ayağıdır. Onlar şu anda İmralı'ya karşı farklı yaklaşmaktadır, daha farklı yaklaşmaktadır. Bu hassasiyetleri, incelikleri görmemiz lazım. Eğer bu hassasiyetleri, bu incelikleri iyi görecek olursak ve burada ülkemizdeki gerek sivil toplum kuruluşları olsun gerek yazılı görsel medya olsun eğer burada el ele verebilirsek başarılı oluruz. Ama şu ana kadar olduğu gibi el ele vermemekte direnirsek, biz hala el ele vermiş değiliz onu söyleyeyim, ne yazılı görsel medyadan gerekli desteği alıyoruz ne sivil toplum kuruluşlarından... Bölücü terör örgütüyle böyle mücadele olmaz. Bu konuda herkesin üzerine düşeni yapması gerekir. Biz şu anda hükümet olarak üzerimize düşeni yapıyoruz.''
##
CHP’ye: Sen krediye muhtaçsın
Başbakan Erdoğan, ''Anamuhalefet partisi diyor ki; 'Kredi veriyoruz'. Kendisi muhtac-ı himmet bir dede, nerede kaldı gayrıya himmet ede... Sen nereye kredi vereceksin, sen krediye muhtaçsın. Hangi krediyi vereceksin?'' dedi.
Bir gazetecinin CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun ''Biz geçmişteki bütün hatalara karşın olarak Adalet Kalkınma Partisi'ne yeni bir kredi açıyoruz. Çözün terör sorununu'' sözlerini nasıl değerlendirdiğini sorması üzerine Erdoğan, ''Anamuhalefet partisi diyor ki: 'Kredi veriyoruz'. Kendisi muhtac-ı himmet bir dede, nerede kaldı gayrıya himmet ede... Sen nereye kredi vereceksin, sen krediye muhtaçsın. Hangi krediyi vereceksin- 'Bu işin çözüm yeri Meclis'tir' diyor. Meclis'te bununla ilgili bugüne kadar çok bilgiler verildi. Fakat yenilen pehlivan güreşe doymamış. Bunlar, buna doymuyor'' diye konuştu.
CHP'nin bu konu ile ilgili ziyaretlerine geldiğini hatırlatan Erdoğan, ziyarete geldiklerinde de ''Şu anda MHP kabul etmiyor' ifadesini kullandıklarını, diğeriyle de zaten görüşme niyetleri olmadığını ifade ettiklerini anlattı.
Başbakan Erdoğan, kendilerinin de ''Onların kabul edip etmemesi önemli değil. Buyurun biz beraber yapalım bu işi'' dediklerini aktararak, kendisinin ''Bakın 3 arkadaşım benim yanımda, 3 arkadaşınız da sizin yanınızda. Ben şu anda arkadaşlarıma talimatı veriyorum'' dediğini söyledi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:
''Ama dürüst olması lazım, dürüst değil, sıkıntı burada. Televizyonlarda maalesef hala doğru olmayan, gerçeği yansıtmayan konuşmalar yapıyor. İnsanı bu üzüyor. Dürüstsen, bak bugün tekrar bu basın toplantısında söylüyorum, samimiysen, o ziyarette benim yanımda Başbakan Yardımcım (Beşir Atalay) var idi, Ömer Bey (Çelik) yanımızdaydı, Grup Başkanvekilim Mahir Ünal Bey yanımdaydı. Kendileri 3 arkadaşıyla geldi. Ben 3 arkadaşımı görevlendirdim, şu anda bu arkadaşlarım yine görevli. Kendisi de bu 3 arkadaşını görevlendiriyorsa, hemen çalışmaya başlasınlar, ne yapacaksak, ne yapabilirsek beraber yapalım. Yasal düzenleme yapacaksak yasal düzenleme, beraber atmamız gereken adımlar varsa, adımlar atalım. Bu konuda iktidar bu adımları atmıyorsa bunları konuşma hakkın var. Ama iktidar konuşulup da ortaya konan veyahut da yapılan bir sözleşmenin gereğini yerine getirmiyorsa o zaman sözleşmeyi çıkarırsın. Bazen sözleşmeyi de yanlış okuyorlar, son bütçe müzakerelerinde olduğu gibi. Burada da yanlış okumalar yapabilir.
Bakın bu kadar açık konuşuyorum. Kendi yardımcısı Akif Hamzaçebi, 'Bu hemen olmaz, şöyle 2-3 ay bize bu işte müsaade edin' dediler. Ondan sonra 3 ayı devirdik. Buna rağmen yine söylüyorum, eğer samimiyse, dürüstse, versin 3 arkadaşına talimatı, ben 3 arkadaşıma, hepinizi şahit tutarak, talimatı veriyorum. Bu çalışmayı başlatalım. Daha başka bir şey olabilir mi? Türkiye Cumhuriyeti'nin başbakanı bu sözü veriyor size. Başbakan yardımcım yanımda, genel başkan yardımcım yanımda, grup başkanvekili arkadaşım aynı şekilde, hepsi hazır. Buyursunlar bu çalışmayı yapalım.''
## ‘Genel af ve Öcalan’a ev hapsi söz konusu değil’
Erdoğan, 4. Yargı Paketi ile ilgili çalışmaların devam ettiğini ve yakın zamanda çıkarmanın gayreti içinde olduklarını belirterek, ''Fakat şunu çok açık net söyleyeyim; teröre bulaşmış olanları bağışlayan böyle genel bir af asla söz konusu değildir. Bunun da bilinmesini istiyorum. Örneğin İmralı için ev hapsi gibi şeyler uydurulup duruluyor. Asla böyle bir şey söz konusu değildir. Yani AK Parti'nin iktidarında böyle bir şey olamaz'' dedi.
Bir gazetecinin, ''Yeni bir süreç başlıyor diyebiliriz. Çözümü baltalamak için derin güçler devreye girebilir mi- Yeni provokasyon beklentiniz var mı? 4. Yargı Paketi içerisinde terör suçlularının serbest bırakılması gibi bir yol açılacak mı?'' sorusuna Erdoğan, şu yanıtı verdi:
''Arkadaşlar bakın ben başka bir şey söylüyorum, siz başka bir şey söylüyorsunuz. Ben yeni bir süreçten bahsetmiyorum. Niye buna yeni bir süreç diyorsunuz. Başlamış, devam ediyor. Dolayısıyla devam eden süreç içerisinde de diyorum ki, eğer dürüst, samimi davranacaklarsa bizim ekibimiz hazırdır. Hazırlıklıdır. Bunu da söylüyorum. Buyursunlar yapalım. Meclis bugüne kadar defaatle bu konuyla ilgili bilgilendirilmiştir. Başbakan Yardımcımın bilgilendirmesi olmuştur, Dışişleri Bakanımın bilgilendirmesi olmuştur. İçeriyle dışarıyla ilgili olarak bunlar hep yapılmıştır.
Bununla ilgili kapalı oturum da yaptık yine Meclis'te. Hatta bundan dolayı da rahatsız oldular. Niye kapalı oturum? 'Her şeyi rahat konuşalım' diye kapalı oturum yapıyoruz. Bunlar yapıldı. Dolayısıyla şu anda yeni bir süreç söz konusu değil, devam eder bir süreç var.''
## 'Her şeyi sizinle paylaşamam'
Başbakan Erdoğan, 4. Yargı Paketi ile ilgili çalışmaların da devam ettiğini belirterek, şunları kaydetti:
''Bu çalışmalar çerçevesinde de en kısa zamanda 4. Yargı Paketi'ni de Meclis gündemine getirmek suretiyle çıkarmanın gayreti içerisindeyiz. Fakat şunu çok açık net söyleyeyim; teröre bulaşmış olanları bağışlayan böyle genel bir af asla söz konusu değildir. Bunun da bilinmesini istiyorum. Örneğin İmralı için ev hapsi gibi şeyler uydurulup duruluyor. Asla böyle bir şey söz konusu değildir. Yani AK Parti'nin iktidarında böyle bir şey olamaz.''
Erdoğan, provokatif eylemlerin her zaman olduğunu ve her zaman da olabileceğini belirterek, ''İlla da böyle bir süreçte bu olur diye bir şey yok. Hiç böyle bir sürecin olmadığı yerlerde de provokatif eylemler olur. Bunlar her zaman olabilir. Ona göre de gerekli hazırlığınızı yapacaksınız. Bunları en az zayiatla atlatacaksınız. Olay budur'' dedi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, başka bir gazetecinin, ''Görüşmeler çerçevesinde İmralı'dan gelen somut talepler var mı'' sorusu üzerine, ''Arkadaşlar her şeyi ben sizinle paylaşamam. Paylaşacağım şeyleri ifade ettim zaten. Paylaşacaklarım var, paylaşamayacaklarım var. Ama bunların bir çoğunu da uygulamada görürsünüz. Paylaşılmaz ama uygulanır'' diye konuştu.
## Suriye'deki durum
Başbakan Erdoğan, ''Beşşar Esed, bugün halka hitap edecek. Konuşmasında 2014'teki seçimde başkanlığa adaylığını açıklayacağı ve iç savaşı sona erdirmek için şartlarını söyleyeceği belirtiliyor. Bu konuda neler diyeceksiniz-'' sorusunu şöyle yanıtladı:
''Bunun kararını tabii biz veremeyiz. Bunun kararını Suriye halkı verir. Ama şu anda benim tanıdığım, bildiğim, görüştüğüm Suriye'nin, Suriye halkının, özellikle işte en son biliyorsunuz Akçakale'de, Suriye Ulusal Koalisyon Güçlerinin başındaki Muaz el-Hatib kardeşimizle görüşmelerimiz oldu, tabii böyle bir şeyi şu anda kabulü söz konusu değil. Çünkü 50 bin insanı öldüren, 60 bine doğru yürüyen ve sadece Türkiye'de şu anda arkadaşlar 230-240 bini buldu. Kamplarda 160-170 bin, bir de kampların dışında kendi imkânlarıyla şu anda ülkemizde olan Suriyeli kardeşlerimiz var. Toplam rakam herhalde 220-230 bini bulmuş vaziyette. Ve o kamplardaki kardeşlerimizin halini bizzat gidip gördük. Daha önce Kilis'i ziyaret ettim. Şimdi Akçakale'yi ziyaret ettim. Bunların halini bu kardeşlerimizin görüyoruz.''
Tüm imkânların seferber edildiğini vurgulayan Başbakan Erdoğan, sözlerine şöyle devam etti:
''Şu ana kadar yaptığımız harcama, 450-500 milyon doları neredeyse buldu. Bu devam ediyor. Biz açık kapı politikasıyla da bu desteğimizi vermeye devem ediyoruz, devam edeceğiz. Kendisinin hala 2014'te 'Ben kendimi devlet başkanlığına aday gösteriyorum' gibi bugün onun basın toplantısını yapacak olması falan bu işi çözer diye düşünmüyorum. Bunun da nihai kararını biz değil, bunun nihai kararını zaten şu anda Suriye'de bu mücadeleyi sürdüren Suriye halkı verecektir. Suriye halkının vereceği böyle bir karara, irade beyanına, bizim müdahale yetkimiz yoktur. Kimsenin de böyle bir müdahale yetkisinin olmaması gerekir diye düşünüyorum.''
## ‘Afrika ülkeleriyle ticaret hacmini 50 milyar dolara çıkarmayı hedefliyoruz’
Erdoğan, Türkiye'nin Afrika ülkeleriyle olan toplam ticaret hacmini 2015 yılı itibariyle 50 milyar dolara çıkarmayı hedeflediklerini belirterek, ''Türkiye'nin Afrika kıtasına olan yönelimi sadece ekonomik ve ticari hedeflerle sınırlı değil. Bu noktada çok daha bütüncül bir politika izliyor, Afrika'nın gelişmesi ve kalkınması için çabalarımızı da sürdürüyoruz'' dedi.
Başbakan Erdoğan, Gabon, Nijer ve Senegal'e gerçekleştireceği resmi ziyaretler çerçevesinde bakan, milletvekili, genç bir işadamı grubu, teknokrat ve bürokratlarla Gabon'un başkenti Libreville'ye hareket edeceklerini, Gabon, Nijer ve Senegal'deki temasların ardından 10 Ocak Perşembe gününü Cuma gününe bağlayan gece Türkiye'de olacaklarını belirtti.
Resmi ziyarette bulunacağı ülkelerde iş görüşmelerinin yanı sıra ülkeler arasında ikili, bölgesel ve uluslararası görüşmelerin de gerçekleştirileceğini anlatan Erdoğan, üç ülkeyi kapsayan ziyareti sırasında Gabon, Nijer ve Senegal'in Cumhurbaşkanları ile Gabon ve Senegal'de Başbakanlarla görüşmeler yapacağını ifade etti.
Bu görüşmelerin yanında heyetler arası görüşmeler de yapacaklarını aktaran Erdoğan, iş adamlarının da sektörleriyle ilgili bu ülkelerdeki iş adamlarıyla bir araya geleceğini söyledi.
## 'Ziyaretim, Başbakan düzeyinde bu ülkelere ilk ziyarettir'
Başbakan Erdoğan, son 10 yıl içerisinde bölgedeki gelişmelerin daha da artmasına vesile olacak adımları, bu çıtayı yükseltmek suretiyle devam ettireceklerini belirterek, konuşmasını şöyle sürdürdü:
''Ziyaretim, Başbakan düzeyinde bu ülkelere ilk ziyarettir. Bu bakımdan ayrıca önem taşıyor. Diğer taraftan bu 3 ülkeyle de son yıllarda her düzeyde artan işbirliğimiz mevcut. Geçtiğimiz yıl temmuz ayında Gabon Cumhurbaşkanı, kasım ayında da Senegal Başbakanı'nı ülkemizde ağırlamıştık. Hükümet olarak Afrika'ya açılım politikamız 2005 yılında yoğun bir şekilde başladı ve devam ediyor. Bundan 4 yıl önce kıtada sadece 12 büyükelçiliğimiz vardı, şu anda Afrika'da 26'sı Sahra'nın güneyinde olmak üzere 31 büyükelçiliğimiz var ve birkaç ay içerinde bu sayıyı 34'e çıkartacağız. Bunlarla beraber diplomatik temsilciliklerimiz arasında gerek Niamey gerekse Libreville'de büyükelçiliklerimiz mevcut. 2012 yılı başında bunlar faaliyetlerine başladılar.''
## 'İkili ticaret hacmi 17 milyar dolara yükseldi'
Erdoğan, Afrika ülkeleriyle ikili ticaret hacminin 2003 yılında 5 milyar dolar olduğunu, bu rakamın 2011 yılı sonu itibariyle 17 milyar dolara yükseldiğini ifade ederek, ''Bunun yaklaşık 7,5 milyar doları Sahra'nın güneyindeki ülkelerle yapılıyor. Avrupa Birliği üyesi ülkelerde bir gerileme mevcut olmasına rağmen, bu ciddi gerilemeyi Afrika ve Latin Amerika ülkeleriyle telafi etmiş durumdayız. Afrika ülkeleriyle toplam ticaret hacmimizi 2015 yılı itibariyle 50 milyar dolara çıkarmayı hedefliyoruz'' diye konuştu.
Kıta ülkeleriyle ikili ilişkilerin temelinin her alanda kuvvetlendirilmesi yönündeki çalışmaları kararlılıkla sürdürmeye devam edeceklerini dile getiren Erdoğan, ziyareti sırasında özellikle Gabon ve Nijer makamlarıyla çeşitli alanlarda işbirliği anlaşmalarının imzalanmasını da öngördüklerini söyledi.
Başbakan Erdoğan, ''Türkiye'nin Afrika kıtasına olan yönelimi sadece ekonomik ve ticari hedeflerle sınırlı değil. Bu noktada çok daha bütüncül bir politika izliyor, Afrika'nın gelişmesi ve kalkınması için çabalarımızı da sürdürüyoruz. Tabii bu meyanda hastalıklarla mücadele, tarımsal gelişme, sulama, enerji ve eğitim alanlarında teknik yardımlar ile düzenli insani yardımlarımız devam ediyor'' bilgisini verdi.
Erdoğan, Ağustos 2008'de İstanbul'da düzenlenen 1. Türkiye-Afrika İşbirliği Zirvesi'nin, Afrika'ya açılım politikalarını, sürdürülebilir bir mekanizma haline dönüştürdüğünü kaydederek, zirvede oluşturulan izleme mekanizması uyarınca geçen 5 yıl içinde bakanlar ve kıdemli memurlar düzeyinde toplantılar yapıldığını, ayrıca 2010-2014 Ortak Uygulama Planı'nın kabul edildiğini anlattı.
## 2. Türkiye-Afriya İşbirliği Zirvesi düzenlenecek
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bu yılın ekim ayında Türkiye-Afrika İşbirliği Zirvesi'nin ikinci toplantısının düzenleneceğini bildirdi.
Bugüne kadar 37 Afrika ülkesinde proje gerçekleştiren TİKA'nın, Afrika'daki bürolarının, yerleşik oldukları ve mücavir bulundukları ülkelerdeki kalkınma projelerine teknik destek sağlamaya devam ettiğini anlatan Erdoğan, bu noktada gerçekten örnek alınacak bir artışın söz konusu olduğunu kaydetti.
Erdoğan, 2005 yılında kıtada TİKA tarafından gerçekleştirilen resmi kalkınma yardımları sadece 3 milyon dolarken, bu oranın 2011 yılı sonu itibariyle yaklaşık 156 milyon dolara ulaştığını belirterek, şöyle konuştu:
''Keza hükümet dışı kuruluşlarımız da ciddi yardımlar sağladılar. Bu destekler, bu yardımlar da bölgede devam ediyor. Özellikle hükümet dışı kuruluşlarımızın yanında da Türkiye, Afrika kıtasında bir donör ülke konumuna yükselirken, gidiş-gelişlerde ciddi manada artış var. Dolayısıyla THY burada çok ciddi bir fonksiyon icra etmeye başladı. Şu anda Afrika'nın 23 ülkesine 32 noktaya uçuş yapıyor THY. Önümüzdeki dönemde açılması planlanan yeni hatlarla birlikte İstanbul, Afrika ülkeleri için dünyanın tüm ülkelerine en kolay, en uygun koşullarda bağlantı sağlayan bir havaalanı konumuna gelecek. Sadece buradan değil, aynı zamanda farklı ülkelerden endirekt olarak İstanbul üzerinden Afrika'ya uçuşların yapılabileceği bir havaalanı.''
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Gabon, Nijer, Senagal üçgeni içerisinde önemli bir ülkenin de Mali olduğunu ve ülkede çok ciddi sıkıntılar yaşandığını kaydederek, ülke halkının kendi kendisiyle olan sıkıntılarından rahatsız olduklarını ifade etti.
Erdoğan, ''Temennimiz aslında bu ziyarette Mali'ye de uğrayabilmekti fakat oradaki mevcut durum sebebiyle daha sonra telafi etmenin gayreti içinde olacağız. Bunun da altyapısını hazırlıyoruz. Bu ziyaretimizin genel olarak Türkiye Afrika ilişkilerine, özellikle de Türkiye-Gabon, Türkiye-Nijer ve Türkiye-Senagal ilişkileri açısından büyük faydalar sağlayacağına inanıyorum'' dedi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, basın toplantısının ardından eşi Emine Erdoğan, kızı Sümeyye Erdoğan, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, AKP genel başkan yardımcıları Numan Kurtulmuş ile Ömer Çelik, milletvekilleri ve iş adamları da Gabon'a gitti.
## Okuyucu Yorumları |
230192 | haber | Erdoğan Google Glass'ı denedi, şoförsüz otomobili kullandı | null | # Erdoğan Google Glass'ı denedi, şoförsüz otomobili kullandı
## Apple'da incelemelerde bulunan Erdoğan, son olarak Google'ı ziyaret etti
Başbakan **Recep Tayyip Erdoğan**, dünyaca ünlü bilişim firmalarının bulunduğu San Francisco'daki Silikon Vadisi'ni ziyaret etti. Microsoft, Apple ve Google gibi teknoloji devlerini ziyaret eden Başbakan, gezisi sırasında 'Google Glass' isimli teknolojik gözlüğü ve şoförsüz otomobili de test etti.
İlk olarak Microsoft'u ziyaret eden Erdoğan, burada Microsoft CEO'su Steve Ballmer tarafından karşılandı. Ballmer'in karşılama esnasında Erdoğan'ın geçtiğimiz aylarda İstanbul'da kendisine hediye ettiği kravatı takması dikkati çekti. Milli Eğitim Bakanlığı'nın FATİH projesiyle ilgilenen Steve Ballmer, hazırladıkları eğitim yazılımları hakkında Erdoğan'a brifing verdi.
Başbakan Erdoğan, Microsoft'ta Google Maps isimli programla İstanbul'u izledi. Daha sonra Apple'da incelemelerde bulunan Erdoğan, son olarak Google'ı ziyaret etti. Google'a gelişinde "self driving car" olarak anılan sürücüsüz otomobili inceledi.
Araca kızı Sümeyye Erdoğan ve AKP Grup Başkanvekili Ayşenur Bahçekapılı ile binen Erdoğan, kendi kendine yolunu bulan otomobille tur attı.
Daha sonra Google kampüsünü dolaşarak, çalışmalar hakkında bilgi alan Erdoğan, Silikon Vadisi'nden ayrılırken, gazetecilere açıklamalarda bulundu.
##
'İlk hedef 10 milyon tablet üretimi'
Gelecek hafta FATİH projesiyle ilgili bir ihale düzenleneceğini hatırlatan Erdoğan, "Bu ihale öncesinde Silikon Vadisi'ni görmek suretiyle bilişim teknolojisinde neler oluyor, yeni gelişmeler neler, bunları yerinde görelim istedik. Çünkü, bizim bu proje benzeri bir projeyi İstanbul'da gerçekleştirme hedefimiz var. Bu konuyla ilgili daha önce arkadaşlarımızı çalıştırdık. Şimdi de FATİH projesinde ilk hedef 10 milyon 600 bin tablet üretimi söz konusu. Üretimin ardından da 2-2,5 milyon tablet üretimi olacak" diye konuştu.
Bunun yanı sıra her sınıfa akıllı tahta yerleştirilmesi konusunda da çalışmaların devam ettiğine işaret eden Erdoğan, "Bütün bunların üretimi, gerek bu ihaleyi kazanacak ana yüklenici ve Türkiye'den buna ortak olabilecek firmalar, araştırma geliştirme noktasında Türkiye'deki genç dimağlarımızı, mühendislerimizi yetiştirmeyi hedefliyoruz. Silikon Vadisi'ni görmek suretiyle, aldığımız brifinglerle deneyimimizi, birikimimizi artırma fırsatı bulduk" dedi.
Erdoğan, "Gerek Microsoft, gerek Apple ve gerekse Google olsun, sürekli bilgiyi, uygulamayı geliştirmenin gayreti içindeler. Bu noktada adeta, insansız otomobili de üretme konumuna geldiler. Bütün bunlar, geleceğe yönelik hayalleri gerçeğe dönüştürmenin adımlarıdır. Bunları yerinde görme, tanıma fırsatı bulduğumuz için mutluyum" açıklamasında bulundu.
##
'Tebrik ediyoruz'
Sürücüsüz otomobil deneyimini de paylaşan Erdoğan, otomobilin bazı yerlerde sürücü tarafından idare edildiğini, bazı yerlerde ise kendi kendine yol alabildiğini vurgulayarak, "Aynı uçaklardaki otopilot sistemine benzer bir sistemle, araç gidiyor. Şu anda daha ilk adımlar, test sürüşlerini daha da geliştirecekler. Navigasyon sistemini tamamiyle bunlara adapte etmek suretiyle bunu çok daha farklı bir şekilde, park etmeden tutunuz da bulunduğunuz yere çağırmaya varıncaya kadar, bunu geliştirme amaçları var. Bütün bunları izleyeceğiz, takip edeceğiz. Şu anda bunu 100 kadar araç üzerinden test ediyorlar. Biz bunu başarılı adımlar olarak görüyor, tebrik ediyoruz" ifadelerini kullandı.
##
'Çok çalışmamız, bilgiyi üretmemiz lazım'
Google'daki temasları sırasında test aşamasındaki "Google Glass" adı verilen akıllı gözlüğü de taktığını anlatan Başbakan Erdoğan, "Video çekimleri yapar gibi çekim yapıyorsunuz. Çalışanlar, mesafe alıyor. Demek ki bizim de daha çok çalışmamız, bilgiyi üretmemiz, geliştirmemiz lazım. Onun için de ben bilgiyi insanlığın evrensel bir malzemesi olarak görüyorum. Bundan hep birlikte istifade edeceğiz. Geleceğe çok daha güçlü olarak yürüyeceğiz" diye konuştu.
Erdoğan, bir gazetecinin, seyahate torunlarının da katılmış olmasını anımsatarak, "Bu seyahatte torunlarınızla da berabersiniz. Bu durum herhalde en çok onları memnun etti" demesi üzerine, "Şu anda memnunlar, mutlular. Birçok yeri görme imkanları da oldu. Annelerinin mezuniyet törenini de onla birlikte yaşayacaklar. Birlikte döneceğiz" dedi.
##
Öz: Bu teknolojiyi elde etmemiz gerekirdi
Google'ın İş Geliştirme Kıdemli Müdürü Seval Öz, kendi kendini kullanabilen otomobillerin yaygınlaştırılmasıyla ilgili proje üzerinde çalıştığını anlattı. Otomobillerin, sensör, lazer ve GPS desteğiyle kendi yolunu bulmasını ve bu teknolojinin dünya geneline yaygınlaşmasını istediklerini kaydeden Öz, "Zaten bu teknolojiyi şimdiye kadar elde etmemiz gerekirdi. Bilgisayarlar otomobillerden önce icat edilseydi, bilgisayarlarımız arabalarımızı kullanacaktı. Senede 1 milyon 200 bin insan trafik kazalarında ölüyor, buna gerek yok" dedi.
Amerika'da yaşayan doktor Mehmet Öz'ün kardeşi Seval Öz, yeni geliştirilen telefon ve bilgisayar işlevi gören gözlüğü de tanıttı. Gözlüğün, akıllı telefonlardan daha hızlı şekilde bilgiyi, görüntüyü sosyal paylaşıma sunabildiğini vurgulayan Öz, gözlük içindeki sistemin sese duyarlı olarak çalıştığını, fotoğraf çektiğini, video kaydı ve yön tayini yapabildiğini söyledi.
Google kampüsünde 100'e yakın Türk çalıştığını ancak bu rakamın yeterli olmadığını dile getiren Seval Öz, Google kampüsü içinde zaman zaman bir araya geldiklerini sözlerine ekledi.
## Okuyucu Yorumları |
271684 | haber | Erdoğan: IŞİD'e karşı, bölücü terör örgütünün Suriye kolu PYD'yi de kapsayan bir plan lazım | null | # Erdoğan: IŞİD'e karşı, bölücü terör örgütünün Suriye kolu PYD'yi de kapsayan bir plan lazım
## 'PYD, söz konusu IŞİD'le mücadele olduğunda ortadan çekiliyor'
Cumhurbaşkanı **Tayyip Erdoğan**, "havadan bombardıman ve karada yerel güçlerle mücadele" diye özetlediği IŞİD'e karşı planın sonuç alamayabileceğini söyledi. Erdoğan, "Bütüncül bir plan lazım. Suriye’deki sorunun hesaba katılması lazım. Irak’ı da böyle düşünmek lazım. Hatta bölücü terör örgütünün Suriye kolunun (PYD) da içinde bulunduğu bir çözüm olması lazım. Bakın IŞİD Suriye yönetiminden yararlanıyor. Terör örgütünün kolu (PYD) da söz konusu IŞİD’le mücadele olduğunda ortadan çekiliyor" dedi.
Erdoğan, IŞİD'le birlikte PYD'yi de kapsayan bir plan önerisini, Birleşmiş Milletler'in 69. kuruluş yıldönümü için bulunduğu New York'ta Türk gazetecilerle sohbet ederken dile getirdi. Star-Kanal 24 Medya Grubu BaşkanıMustafa Karaalioğlu'nun, Erdoğan'ın açıklamalarını aktardığı **"IŞİD'i bitirmek için Suriye'deki sorun da hesaba katılmalı" **başlıklı yazısı (24 Eylül 2014) şöyle:
Birleşmiş Milletler’in 69. kuruluş yıldönümü...Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da yıldönümü törenlerinde bir konuşma yapmak için New York’ta bulunuyor. Ancak, herkesin gündeminde Ortadoğu var ve özellikle IŞİD’e karşı başlatılmış olan girişimin (henüz harekat diyebilmek mümkün görünmüyor) nereye varacağı merak ediliyor.
Erdoğan’ın önceki akşam Türkevi’nde verdiği resepsiyonda herkesin merak ettiği de buydu. 49 rehinenin serbest bırakılmasından sonra Türkiye’nin rolü değişecek mi?
Biz de bu soruyu ayaküstü sohbet etme imkanı bulduğumuz Cumhurbaşkanı’na sorduk.
### ‘Sizin oyunuz belli zaten...’
Eşi Emine hanımla birlikte davetlilerle ayaküstü sohbet ederek ilerlerken bize yaklaşınca Cumhurbaşkanı"Nasıl olsa sizin BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliği için oyunuz belli... Size Türkiye’yi anlatmama gerek yok diyerek" espriyi patlattı. Biz, sorularımıza cevap almak için hazırlanırken Erdoğan davetliler arasındaki yabancı devlet başkanları, başbakanlar ve bakanlarla tek tek görüşerek Türkiye’nin 2015-16 BM Geçici Konsey Üyeliği için oy istiyordu. Sohbet sırasında da önce Granada Cumhurbaşkanı, ardından Pakistan Dışişleri Bakanı, Erdoğan’ın yanına gelip fotoğraf çektirdiler, destek sözü verdiler.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD’nin IŞİD planının yeterli olmadığını belirterek "Bütüncül bir plan lazım... Irak ve Suriye’yi kapsayacak bir adımın atılması lazım. Biz de Türkiye olarak üzerimize düşen neyse yapmaya hazır olacağız" dedi.
### ‘Şu ana kadar 3.5 milyar dolar harcadık’
Cumhurbaşkanı, Türkiye’nin insani yardım konusundaki inisiyatifinin devam edeceğini söylüyor. Yani, uluslararası toplumun IŞİD’le mücadele konusundaki en önemli ayaklardan birisinin Ankara tarafından üstlenilmeye devam edileceğini söylüyor:
"Sınırdan geçenlerin tümü için şu ana kadar 3,5 milyar dolarlık harcamamız oldu. Biz bu harcamayı yaparken dünyanın katkısı da sadece 100-150 milyon dolarda kaldı. Elbette bizim için insani konularda para öncelikli değil ama Türkiye’nin aldığı sorumluluğun da görülmesi lazım. Daha yeni, önce Ezidiler sonra da Kürtler sınırımızdan geçip bize sığındılar... Bu konuda elimize geleni yapmaya devam ediyoruz."
Erdoğan’a,"Türkiye yardım talebi konusunda açıktan çok çağrı yapmıyor" diye hatırlatıyoruz."Hayır, öyle değil. İkili toplantılarda bütün muhataplarımıza Suriye’den, Irak’tan gelenlere yardım için katkı vermelerini söylüyoruz. Ama..." diyor.
Burası önemli... Herkes IŞİD konusunda büyük laflar ederken bölgede hatta Avrupa’da en çok sorumluluk alan tek ülke hala Türkiye... Topraklarımız terör ve şiddetten kaçanların tek adresi olmaya devam ediyor.
### ‘PYD, IŞİD’le mücadele etmiyor’
Peki, bu sorun nasıl çözülecek?
Cumhurbaşkanı ABD’nin IŞİD planının yeterli olmadığı görüşünde. "Havadan bombardıman yapılacak, aşağıdan da Iraklı ve Kuzey Irak’lı güçler girecek. Bu şekilde sonuç alınabileceğini sanmıyorum. Bütüncül bir plan lazım...Terörle mücadelenin uluslararası boyutunu hesaba katarak yürümek lazım" diyor.
## Nedir o bütüncül plan?
Erdoğan şunları söylüyor: "IŞİD sorunun ortadan kalkması için
Suriye’deki sorunun hesaba katılması lazım. Irak’ı da böyle düşünmek lazım. Hatta bölücü terör örgütünün Suriye kolunun (PYD) da içinde bulunduğu bir çözüm olması lazım. Bakın IŞİD Suriye yönetiminden yararlanıyor. Terör örgütünün kolu (PYD) da sözkonusu IŞİD’le mücadele olduğunda ortadan çekiliyor. Öte yanda, IŞİD’in elinde, Amerika’nın Irak’a vermiş olduğu silahlar vardı. Amerikalılara da söyledik, ‘Bu Maliki’ye lütfen destek vermeyin’ dedik. Bu sözlerimiz hep gözardı edildi. Sonunda ne oldu? Oraya verilmiş silahlar Maliki, Musul’u bırakıp kaçınca IŞİD’in eline geçti. O silahlarla işgal hareketini yürüttü. Irak’ta da aynı mücadeleyi birlikte vermemiz gerek. Suriye’de başından beri bu mücadeleyi birlikte verseydik, bu sıkıntıyı yaşamazdık. Obama’nın ifade ettiği gibi Irak ve Suriye’yi kapsayacak bir adımın atılması lazım. Biz de Türkiye olarak üzerimize düşen neyse yapmaya hazır olacağız."
### ‘BM’den bir şey beklemiyorum’
Erdoğan’a göre insansız hava sahası formülünün uygulanması için çok geç kalındı. "Bunun yapılması lazım. Suriye’deki sorunu çözmeden IŞİD’e karşı sonuç alınması mümkün değil çünkü. Biz başta Amerikalı dostlarımıza şunu söylüyoruz: Burada bir uçuşa yasak bölge ilan etmeliyiz. Bu suretle burada çok güçlü bir yapılanma olur ve terörün beli burada kırılır. Şimdi belki, uçuşa yasak bölge Irak için de gerekiyor. Ama, bu konunun BM eliyle halledilmesi mümkün değildir. Bugüne kadar yaşadığımız tecrübelerden sonra ben BM’den birşey beklemiyorum"
Erdoğan bu konuda da adresi ABD olduğunu işaret ediyor.
### Basın özgürlüğü heyetine Ankara’da randevu
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Pazartesi günü Dış İlişkiler Konseyi’nde (CFR) yaptığı konuşmada kendisine Gülen’le ilgili soru sorulmadığının altını çizdi. "Kredi derecelendirme kuruluşlarıyla ilgili de sorulmadı ama ben söyleyeceğimi söyledim, mesajlarımı verdim" dedi.
Bu arada, Erdoğan toplantıda söz alarak Türkiye’deki basın özgürlüğü sorunu üzerinde görüşlerini dile getiren Uluslararası Basın Birliği ve Reuters’in yöneticisinin birlik olarak sorunu konuşmak için Ankara’ya gelme davetine de olumlu cevap verdiğini söyledi: "Gelsinler istediklerini sorsunlar, konuşalım" dedi.
## Okuyucu Yorumları |
150677 | haber | Erdoğan'ın 3. balkon konuşmasının tam metni: 74 milyonun hükümeti olacağız | null | # Erdoğan'ın 3. balkon konuşmasının tam metni: 74 milyonun hükümeti olacağız
## Başbakan Tayyip Erdoğan, merakla beklenen balkon konuşmasında seçim sonuçlarını değerklendiriken...
-
A
+
Erdoğan'ın 3. balkon konuşmasının görüntüleri için TIKLAYIN
**T24** - Başbakan Tayyip Erdoğan, merakla beklenen 3. balkon konuşmasında seçim sonuçlarını değerklendirirken, "74 milyonun hükümeti olacağız. Daha mütevazı olmanın gayreti içinde olacağız. Bugün hesaplaşma değil, helalleşme günüdür. Kampanyada istemeden kalbini kırdığımız kardeşlerimiz varsa hepsinden helallik diliyorum" dedi. Erdoğan, "Milletimiz bize yeni anayasayı uzlaşmayla, anlaşmayla yapma mesajı verdi" diyerek AKP'nin 330 milletvekilinin altında kalmasının yeni anayasa projesinden vazgeçme gibi bir sonuç doğurmayacağını söyledi. "Yeni anayasanın bütün kimlik taleplerini karşılayacağını" vurgulayan Erdoğan, "Bize oy vermeyenlerin yaşam tarzını da şerefimiz, onurumuz olarak göreceğiz" dedi.Erdoğan'ın 3. balkon konuşmasının görüntüleri için TIKLAYIN
Erdoğan eşi Emine Erdoğan'la el ele geldiği AKP Genel Merkezi’nin balkonundan seçim sonuçlarını değerlendirdi. Erdoğan seçim zaferini kutlamaya gelen binlerce AKP'liye seslenmeden önce vatandaşları selamladı ve balkonda bulunan partililerle tek tek tokalaştı.
Başbakan Erdoğan, üçüncü balkon konuşmasında Türkiye'ye şöyle seslendi:
"Sevgili kardeşlerim, değerli yol arkadaşlarım...
Burada Ankara'dan, Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Merkezi'nden, tüm arkadaşlarımla hepinizi muhabbetle selamlıyorum. 81 vilayetimizin, 780 bin kilometrekarenin her bir zerresinin, 74 milyon Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının tamamını sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
Gözlerini Türkiye'ye cevirmiş, gelecek haberleri takip eden, Bağdat, Kahire, Saraybosna, Bakü, Lefkoşe ve diğer tüm dost ve kardeş halkları buradan muhabbetle selamlıyorum.
12 Haziran 2011 seçim sonuçaları ülkemize, milletimize, bütün coğrafyamıza, tüm dünyaya hayırlı olsun.
Bu sonuçlar inşallah bölgemizde ve dünyada, barışa, adalete, huzur ve istikrara katkı sağlasın.
'Oyumuzu 5 milyon arttırdık'
Bütün milletime, bugün katılım noktasında gösterdikleri cesaret ve ciddiyet noktasında sandığa giden tüm vatandaşlarıma yürekten saygılarımı sunuyorum. Uzak diyarlardan, gurbetten gelip oy kullanan kardeşlerimize, şükranlarımızı sunuyorum. Seçimlerde görev alan tüm güvenlik güçlerine, sandık görevlilerine ayrıca teşekkür ediyorum.
AK Parti olarak bugun çok farklı heyecanları aynı anda yaşıyoruz. Türkiye'de her iki seçmenden birinin oyunu almış olmanın heyecanını yaşıyoruz.
(Partililerin muhalete yönelik "Çatlasın" sloganları üzerine) Kardeşler, çatlamasın... Onları da kucaklayacağız, onları da aramıza alacağız... Zira böyle yaptığımız için, kucakladığımız için demokrasi tarihinde, çok partili donemde 3. dönem milletimizden yetki almanın heyecanını yaşıyoruz.
22 Temmuz'da, 2007 yılında 16 milyon oy alırken, bugün oyumuzu 5 milyon artırarak 21 milyona ulaşmanın bahtiyarlığı içerisindeyiz. 22 Temmuz seçimlerine göre oy oranımızı artırmanın heycanını yaşıyoruz. Aziz milletimize bize olan guveninden dolayı ayrıca teşekkür ediyorum.
Atatürk, Menderes ve Özal'ı referans gösterdi
Tüm samimiyetimle, AK Parti'ye oy vermiş olsun olmasın, 12 Haziran 2011 seçimlerinin galibi inşallah hiç şüphesiz Türkiye'dir. Bu aziz millettir. Bugün bir kez daha Türkiye kazanmıştır. Bugün bir kez daha demokrasi kazanmıştır. Bugün bir kez daha milli irade kazanmıştır. Topyekün millet kazanmıştır.
Bugun millet sandığa gitmiş, mührü eline almış ve son kararı vermiştir. Millet bütün soru işaretlerine net olarak son noktayı koymuştur. Bugün benim Türk kardeşim, Kürt kardeşim, Roman, Laz kardeşim, 74 milyon kazanmıştır. Bugün benim işçim, memurum, emeklim, çiftçim, engellim, genç kardeşlerimiz, yavrularımız kazanmıştır. Yoksul, kimsesiz kardeşim kazanmıştır. Bugün mazlumların, mağdurların umudu kazanmıştır. İnanın bugün istanbul kadar, Saraybosna kazanmıştır. İzmir kadar Beyrut kazanmıştır. Diyarbakır kadar, Batı Şeria, Gazze kazanmıştır. Bugun Türkiye kadar, Ortaoğu, Kafkaysa, Balkanlar kazanmıştır. Bugün demokrasi kadar, barış, adalet ve istikrar kazanmıştır.
Bu milletin bir evledı olarak şunu büyük bir gururla ifade etmekteyim: Bugün Türkiye, demokratik olarak buyük bir olgunluk kazanmıştır. Merhum Turgut Özal'ın ve Adnan Menderes'in hayalleri özlemleri artık yerini bulmuştur, Gazi Mustafa Kemal ve arkadaşlarının kurduğu Türkiye Cumhuriyeti güçlü demokrasisiyle muasır medeniyetlere ulaşmıştır...
'74 milyonun hükümeti olacağız'
Çetelerin istikamet çizdiği Türkiye, Allah'ın izniyle, milletin takdiriyle artık geride kalmıştır. Kardeşlerim, benim milletim tartışmasız şekilde kazanmıştır. Türkiye'nin önünü yeni, yepyeni tertemiz bir sayfa açılmıştır. Şundan herkesin emin olmasını istiyorum. Önceki AK Parti hükümetinde olduğu gibi, yeni AK Parti hükümeti de 74 milyonun hükümeti olacak.
'Birinciyiz, çünkü kimseyi dışlamadık, ayırmadık'
Kardeşlerim, Türkiye'nin 780 bin kilometrekaresinde dikkat edin yine AK Parti vardır. Batıda da doğuda, kuzey de güneyde de var. 7 bölgenin tamamında AK Parti birinci parti. Neden? Çünkü biz kimseyi dışlamadık, kimseyi ayırmadık. Herkesi kucakladık. Yaradılanı yaradandan ötürü sevdik. Milletin fertleri arasında hiçbir ayrım yapmadık. Demokrasinin standartlarını yükseltme çabasında olduk. Bir nebze bile bundan sonra da geriye dönüş olmayacaktır. 74 milyonun herbirinin yaşam tarzı, inancı, değerleri, bizim için önemlidir.
'Daha mütevazı olmanın gayreti içinde olacağız'
Hangi partiye oy vermiş olursa olsun her bir kardeşimizin huzur, güven, barış ve adalet içinde yaşamını idame ettireceğinden hiç kimsenin şüphesi olmasın. Yaptıklarımız, yapacaklarımızın teminatıdır. Milletimizden aldığımız güçle, yetkiyle demokrasi daha ileri standartlara kavuşacak, özgürlükler çok daha ilerleyecek, herkes kendini daha rahat ifade edecektir. Bütün kardeşlerimin, 74 milyonun böyle bir gönül huzur içinde olmasını yürekten temenni ediyorum. Zira bugün sorumluluğumuz daha da artmıştır. 3. dönemde teveccüh gören AK Parti’nin sorumluluğu da hasssasiyeti de artmıştır. Biz zaten üzerimizde büyük bir emanet taşıyoruz, bu emanetin ağırlığı daha da artmıştır. Kibirden zaten sakınıyorduk, bugünden itibaren çok daha büyük bir hassasiyetle sakınacağız. Daha mütevazı olmanın gayreti içinde olacağız. Gururu, böbürlenmeyi hiçbir zaman kafamızdan içeri almadık bundan sonra da daha hassas olacağız. Tevazu bizim şiarımızdır, bundan sonra da tevazuda toprak gibi olmaya daha fazla özen göstereceğiz. Bu millete efendi değil hizmetkâr olmaya devam edeceğiz
'Millet, yeni anayasa için uzlaşma mesajı da verdi'
Kardeşlerim, aziz milletim;
Sandıktan çıkan sonucu, sandığın verdiği mesajı en doğru şekilde okumanın çabası içinde olacağız. Aziz milletimiz bize sadece hükümet etme yetkisi vermedi, aynı zamanda yeni anayasa yapmak için görev verdi. Bu yeni anayasayı uzlaşmayla, istişareyle, müzakereyle yapma mesajı verdi.
330’un altında milletvekili çıkardık veya çıkarıyoruz diye biz kapımızı kapamayacağız ve muhalefete gideceğiz. Kabul ederlerse, kabul buyururlarsa uzlaşmaya, parlamento dışındaki partilerle, sivil toplum örgütleriyle, medyayla, akademisyenlerle, bu alanda sözü olanlarla en geniş anlamda istişare ve uzlaşma arayışı içinde olacağımızı daha bu akşamdan ifade ediyorum.
'Anayasa her kimlik talebine karşılık verecek'
Değerli kardeşlerim;
Meydanlara ifade ettiğimiz gibi özgürlükçü bir anayasayı hep birlikte yapacağız. Bu anayasada herkes kendini bulacak; doğu da bulacak, batı da bulacak, kuzey de güney de. Velhasıl milletim "İşte bu benim anayasam" diyecek. Yeni anayasa milletin her bir ferdini birinci sınıf olarak görecek. Her kimlik, her değer, herkesin özgürlük, demokrasi, barış ve adalet talebine bu anayasa karşılık verecek. Bu anayasa Türk’ün, Kürt’ün, Zaza’nın, Arap’ın, Çerkes’in, Laz’ın, Gürcü’nün, Roman’ın, Türkmen’in, Alevi’nin, Sünni’nin, azınlıkların yani 74 milyonun anayasası olsun.
'Hesaplaşma değil, helalleşme günü'
Kardeşlerim;
Bu anayasa kardeşlik, dayanışma, paylaşma, birlik ve beraberlik üzerine tesis edilecek. Başladığımız hiçbir işi bugüne kadar yarım bırakmadık; bütün yatırımlarımızı tamamladık ve tamamlayacağız. 2023 hedefleri doğrultusunda yeni yatırımlarımızı hemen başlatacağız. Emekliyi, yoksulu, engelliyi, kadın ve çocukları, gençleri daha fazla gözeteceğiz. Mili birlik ve kardeşlik sürecine hız verecek, annelerin gözyaşlarını dindireceğiz.
Bölgesel ve küresel meselelerde çok daha aktif olacağız. İnkar politikalarını bitirdik, asimilasyon politikalarını bitirdik bitiriyoruz. Daha etkin roller alacağız. Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da bölgemizde hak diyeceğiz hukuk diyeceğiz, barış, adalet, özgürlük ve demokrasi diyeceğiz.
Sevgili vatandaşlarım, değerli yol arkadaşlarım;
Bir kez daha tekrar etmek istiyorum; kazanan, Türkiye’dir, demokrasimizdir, kardeşliktir. Hiç kimse hüzünlenmesin; hiçkimsenin sevinci, coşkusu diğerlerini üzmesin. Çünkü biz hep birlikte Türkiye’yiz.
Biz beraberiz, kardeşiz, bunu unutmayın. Her zaman ifade ettiğim gibi bugün hesaplaşma değil helalleşme günüdür.
'Üzdüğümüz ve kırdıklarımızdan helallik istiyorum'
Kampanya sürecinde istemeden kalbini kırdığımız, üzdüğümüz kardeşlerimiz varsa hepsinden başta şahsım, tüm arkadaşlarım adına helallik diliyorum. Kampanya sürecinde yaşananların, söylenenlerin, yanlış anlamaların, incitici kelamın meydanlarda kalmasını diliyorum. İstemeden incettiğimiz siyasiler varsa onlardan da helallik diliyorum. Ben aziz milletime, tüm siyasi partilere hakkımı helal ediyorum, hakkımızı helal ediyoruz.
Bu arada AK Parti teşkilatına buradan mahsus şükranlarımı iletiyorum. Genel başkan yardımcılarıma, bakan ve milletvekili arkadaşlarıma, il/ilçe başkanlarımıza, kadın kolları teşkilatıma, gençlik kolları teşkilatıma, sandık müşahiterimize teşekkür ediyorum. Bütün milletvekili aday adaylarına ve adaylarımıza, belediye başkanlarımıza, il genel meclis üyelerimize, partimizin tüm üyelerine, tüm gönüldaşlarına teşekkür ediyorum. Bugün sandıklarda görev yapan sandık görevlilerine de partili- partisiz, teşekkür ediyorum. Genel merkez çalışanlarına teşekkür ediyorum. Onlardan da istirham ediyorum; bugün kazananın Türkiye olduğu bilinciyle sevinç ve coşkularında kimseyi hüzünlendirmemelerini diliyorum.
3. dönem AK Parti iktidarı, ülkemize, milletimize, tüm insanlığa hayırlı olsun.
Allah yar ve yardımcımız olsun.
Yolumuz, bahtımız açık olsun.
Her şey Türkiye için, demokrasi için, özgürlük için, kardeşlik için!
12 Haziran demokrasi bayramı kutlu, mübarek olsun!
Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi üzerinize olsun.
74 milyonu bir ve beraber olarak kucaklıyor, hepinizi Allaha emanet ediyorum."
AKP 5. seçiminden zaferle çıktı
12 soruda Silivri vekillerinin durumu
__İşte TBMM'ye giren 550 milletvekili__
AKP: Muhafazakâr, Kürt, milliyetçi ve liberal mozaik! (Doğan Akın'ın yazısı)
## Okuyucu Yorumları |
226922 | haber | 'Erken emeklilik için umutlanmayın' | null | # 'Erken emeklilik için umutlanmayın'
## Şükrü Kızılot: Bazı gazetelerin yazdığının aksine, önümüzdeki günlerde Bakanlar Kurulu’na 5 milyon kişiye "erken emeklilik" ile ilgili bir düzenlemenin gelmesi söz konusu değil
Hürriyet gazetesi ekonomi yazarı **Şükrü Kızılot**, son günlerde gazetelere "müjde" diye yansıyan "erken emekliliğin" gerçekleşmeyeceğini yazdı. Çalışma ve Sosyla Güvenlik Bakanlığı yetkilileriyle görtüğünü belirten Kızılot, "böyle bir düşüncenin ortaya atıldığını ama yüksek maliyeti nedeniyle 'anında vazgeçildiğini' belirttiler" ifadelerini kullandı.
Kızılot'un "Erken emeklilik için umutlanmayın" başlığıyla yayımlanan (2 Nisan 2013) yazısı şöyle:
## Erken emeklilik için umutlanmayın
Dün bazı gazete ve TV haberlerinde, emeklilik için yaşı bekleyen yaklaşık 5 milyon kişiye, "erken emeklilik müjdesi" vardı.
Bazı gazetelerde manşet haber olarak duyurulan bu müjdeye göre, emeklilik için prim ödeme gün sayısını tamamlayıp, emeklilik yaşını bekleyen 5 milyon kişinin, normal emeklilik maaşının yüzde 10-20 arası düşük aylık bağlanarak, emekli edilecekleri açıklanıyordu.
## **Erken emeklilik imkânsız**
Yaklaşık 5 milyon kişi belki de üzülecek ama erken emeklilik imkansız.
"Neden imkansız?"
Bunun bir değil birden fazla nedeni var.
Birincisi; barut yok!.
Savaşı kaybeden komutana sormuşlar:
- Savaşı niye kaybettiniz?
- Savaşı kaybetmemizin 40 nedeni var!
- Sayın bakalım..
- Birincisi barutumuz yoktu. İkincisi..
- Tamam, diğer 39’unu saymanıza gerek yok.
## **60-70 milyar lira gerekiyor**
Fıkrada olduğu gibi, yaklaşık 60-70 milyar lira gerekiyor. Bu para ortada yok!
Hesap basit: 5 milyon kişiye ortalama olarak ayda 1.000 lira aylık bağlansa, 60 milyar lira, ayda 800 lira bağlansa 48 milyar lira eder.
Bitmedi..
Asgari ücretten ayda yaklaşık 360 TL, yılda 4.320 (sigorta primi işçi ve işveren primi, işsizlik sigortası primi ve gelir vergisi) toplanıyor. 5 milyon kişi hesabıyla bu da 21.6 milyar lira "vazgeçilen gelir" anlamını taşıyor.
Bunlar yuvarlak rakamlar ama neresinden baksanız olayın maliyeti 60 milyar liradan aşağı değil.
## **Anında vazgeçildi**
Kendileriyle görüştüğümüz Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı üst düzey yetkilileri, böyle bir düşüncenin ortaya atıldığını ama yüksek maliyeti nedeniyle "anında vazgeçildiğini" belirttiler.
Özet olarak, bazı gazetelerin yazdığının aksine, önümüzdeki günlerde Bakanlar Kurulu’na 5 milyon kişiye "erken emeklilik" ile ilgili bir düzenlemenin gelmesi söz konusu değil.
Böyle bir yasa bekleyenler, boşuna umutlanmasınlar..
## Okuyucu Yorumları |
232223 | haber | Ertuğrul Günay konuşturulmadı, basın toplantısı ertelendi | null | # Ertuğrul Günay konuşturulmadı, basın toplantısı ertelendi
## TBMM Genel Kurulu’nda gündem dışı konuşmak yapmak isteyen AKP'li Ertuğrul Günay'a izin verilmedi. Günay, bugün Meclis'te yapacağını duyurduğu basın toplantısını erteledi
**Hülya Karabağlı / Ankara**
Gezi Parkı eylemleri başlangıcından itibaren muhalif çıkışlarını ve hükümet yönelik eleştirel tutumunu sürdüren AKP İzmir Milletvekili **Ertuğrul Günay** ’a partisinden ilk çalım geldi. Günay, TBMM Genel Kurulu’nda gündem dışı konuşmak yapmak isteyince grubundan vize çıkmadı. Günay’a söz hakkı verilmedi. Günay’ın Gezi Parkı konuşması yapacağı belirtildi.
## Basın toplantısını yarına bıraktı
Günay, bugün saat 14.45’de basın toplantısı yapacağını duyurdu. Ancak, ilerleyen saatlerde iptal etti. AKP Grup toplantısına da katılmayan Günay’ın durumu merak oluşturdu. Cep telefonu bir süre kapalı olan Günay, daha sonra T24’e, " Bugün dört gurup toplantısı vardı. Bu yüzden basın toplantısını yarına bıraktım" dedi. Günay, yarın saat 11.00’da basın toplantısı yapacak.
## Erdal Kalkan gelmedi. İbrahim Yiğit katıldı
Günay’ın yol arkadaşı Erdal kalkan da grup toplantısına katılmadı. ABD’den, " Ben de içiyorum", " Üçüncü köprünün adını Yavuz Sultan selim olmasın" diyen İbrahim Yiğit, gurup toplantısına katıldı.
## Okuyucu Yorumları |
195724 | haber | Eski koruması Tarkan'ı anlattı | null | # Eski koruması Tarkan'ı anlattı
## 10 yıl Tarkan’ın yakın korumalığını yapan Talat Ditaban, ilk kez konuştu.
T24-**10 yıl Tarkan’ın yakın korumalığını yapan Talat Ditaban, ilk kez konuştu. Şarkıcıya ilişkin bilinmeyenleri açıklayan Ditaban, "Tarkan ölüm tehditleri alıyordu" dedi, Megastar’ın kadınlarla ilişkilerine değindi**
Milliyet'in Cadde ekindeki habere göre, 10 yıl boyunca şarkıcı Tarkan Tevetoğlu'nun yakın korumalığını yapan spor hocası Talat Ditaban, şok bir itirafta bulunup, "Tarkan ölüm tehtidleri alıyordu" diye konuştu.
Avcılar’da açtığı Galaxy Fitness spor salonu işleten Talat Ditaban, 10 yıl boyunca birlikte çalıştığı şarkıcının bilinmeyen yönleri hakkında ilk kez konuştu. Tarkan'ın Türkiye'nin tanınmasında payı olduğunu belirten spor hocası Ditaban, ünlü şarkıcının bir dönem ölüm tehditleri aldığını ilk kez açıkladı. Ditaban "10 yıl boyunca Tarkan’ı kimlerden korudunuz?" sorusuna "Taşkın insanlar her yerde çıkıyodu karşımıza. Yani konserle alakası olmayıp, orada bi konser veya maça gelmiş gibi takılan insanlarla çok karşılaştık. Bakın çok önemli bir şey söyleyeceğim size. Tarkan ölüm tehdileri aldığı zamanlar bile oldu ama kimden aldığın asla söylemeyeceğim. Çünkü bu konu benimle birlikte mezara gidecek "diye yanıt verdi.
Tarkan'ın odasından gelen seslerden uyuyamazdımTarkan hakkında pek bilinmeyenleri yıllar sonra anlatan Ditaban, ayrıca şarkıcının hep tartışılan cinsel tercihi ile ilgili polemiklere de açıklık getirdi. Ditaban, şarkıcı Tarkan'ın sanıldığı gibi gay olmadığını anlatıp, "Biz uzun zaman bir hayatı beraber geçirdik ve yani her türlü şeyimizi gördük. Bizim gibi çok erkekten çok daha iyi olduğuna inanıyorum bu konuda. Kadının ruhuna nasıl hitap edeceğini çok iyi biliyordu. Tarkan ile birlikte olan kadınların ondan ayrılması zordu. Hani kardeşimdir ama ayı evde kaldığız dönemlerde zaman zaman uykusuz kalıyordum. Yani onun odasından gelen seslerden dolayı çok uykusuz kaldığım günler oldu. Sarışın esmer veya kumral fark etmiyordu. Özellikle iri kadınlardan çok hoşlanırdı. Aslan gibi adamdır Tarkan" diye konuştu.
Ünlü şarkının sanat camiasında dostu olmadığını da sözlerine ekleyen Ditaban "Sanat dünyasında hiç dostu yoktu ama en büyük desteği Sezen Aksu’dan almıştır. Tarkan hep çocuk sahibi olmayı istiyordu" dedi.
## Okuyucu Yorumları |
198896 | haber | F tipi cezaevinedeki yasak 'Bildiğin gibi değil' | null | # F tipi cezaevinedeki yasak 'Bildiğin gibi değil'
## Güneydoğu’da büyümüş Kürt gençlerle söyleşileri içermekte olan 'Bildiğin Gibi Değil' yasaklı kitaplar arasına girdi.
**T24** - F tipi cezaevlerindeki yasaklar arasına 1990’lı yıllarda Güneydoğu’da büyümüş Kürt gençlerle söyleşileri içermekte olan ‘Bildiğin Gibi Değil’ ile Diyarbakır Askeri Cezaevi’ni anlatan ‘Diyarbakır Gecesi’ adlı kitaplar da eklendi. Çeyrek asırlık ve yedi ciltlik ‘Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi’ de ‘Süreli-süresiz yayınlar arasında olup olmadığı anlaşılamadığından’ yasaklandı.
**İsmail Saymaz** 'ın Radikal gazetesinde yer alan haberine göre; Kandırı 2 No’lu F Tipi Cezaevi’nde kalan Nazmi Tepe’ye geçen yıl kasımda ‘Bildiğin Gibi Değil’ ve ‘Diyarbakır Gecesi/Türkiye’de Kürt Olmak’ isimli iki kitap gönderildi.
Aynı tarihlerde Hakan Özek’e yedi ciltlik ‘Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Hüseyin Tepe’ye Mahir Çayan’ın ‘Bütün Yazılar’ı ve Bülent Gedik’e de ‘Mücadele Birliği’ adlı kitaplar geldi. Cezaevi Eğitim Kurulu Başkanı Mehmet Karakaya öncülüğünde toplanan heyet, kitapları mahsurlu buldu.
13 Ekim 2011 tarihli kararda; ‘Bildiğin Gibi Değil’ ve ‘Diyarbakır Gecesi’ için "İçeriğinde, ağırlıklı olarak kamuoyunu kışkırtıcı, devleti ve kolluk kuvvetlerini aşağılayıcı, bölücü ifade yer almaktadır" denildi. Çayan’ın kitabı için 2004’te ‘toplatma’ verildiği savunulurken, ansiklopedinin de ‘künyesiz olması ve süreli-süresiz yayınlardan olup olmadığının anlaşılmaması nedeni ile’ verilmediği kaydedildi.
Tutuklular bu karara Kocaeli İnfaz Hâkimliği’nde itiraz etti. Fakat hâkim Aysel Gökçe, Ceza İnfaz Kurumları ile Tutukevleri Kütüphane ve Kitaplık Yönetmeliği’nin ‘Mahkemece yasaklanmasa da kurum güvenliğini tehlikeye düşürdüğü, müstehcen haber, yazı, fotoğraf ve yorumları kapsadığı tespit edilen kitaplar’ ile ilgili maddelerine istinaden, itirazı reddetti.
## Okuyucu Yorumları |
116117 | haber | Fast food sex zararlı | null | # Fast food sex zararlı
## Kısa süreli ilişkiilerin bıraktığı izler ruh ve fizik sağlığı için tehdit oluşturmaya başladı.
**T24** - Kısa süreli ilişkiilerin bıraktığı izler ruh ve fizik sağlığı için tehdit oluşturmaya başladı.
Hızlı başlanan, hızlı yaşanan, hızlı tüketilen, sık ve çok cinsel ilişki, bazı kişilere tatmini artırıyor gibi gelse de uzun vadede cinsel ve duygusal tatmini azaltıyor. Prof. Dr. Halim Hattat, 'fast food seks' denilen ilişkilerin zararını anlatı. Radikal gazetesinde yer alan röportaj şöyle:
Boşalma süresi ne kadar olmalı?
Bir erkeğin ne kadar sürede boşalması gerektiği konusunda tıbbi bir standart yok. Önemli olan, boşalmanın erkeğin ve partnerinin isteklerinden önce olmaması ve cinsel ilişkide problem yaratmaması. Ancak her iki tarafın da tatmin olmasını engelleyecek kadar kısa sürede boşalma meydana geliyorsa erken boşalma sorunundan söz edilebilir. Erken boşalma 40 yaşın altındaki erkeklerde en sık görülen cinsel problemdir. Özellikle cinsel ilişki denemelerinin çoğunda bu problem oluşuyorsa bu önemlidir. Erken boşalmadaki önemli faktör, boşalmanın erkeğin ve partnerinin isteklerinden önce olması ve bunun cinsel ilişkilerinde sıkıntıya yol açmasıdır. Boşalmanın küçük cinsel uyarılarla ve neredeyse kontrolsüz bir şekilde meydana gelmesi, cinsel tatminde azalma, suçluluk, utanç ve hayal kırıklığı hissi yaratarak psikolojik problemlere de yol açabilir.
Erken boşalmayla birlikte sertleşme sorunu da görülebilir mi?
Sertleşme problemi erken boşalmaya neden olabileceği gibi, erken boşalma da sertleşme sorununa yol açabilir. Sertleşme problemi yaşayan erkek, sertliği kaybetmemek ve cinsel ilişki boyunca devam ettirmek adına erken boşalmayı alışkanlık haline getirebilir. Bunun gibi erken boşalma ile sertleşme de kaybolur. Birçok erkek bu durumda ikinci bir sertleşme yaşamaya kendini zorunlu hisseder. Ancak eğer ikinci sertleşme de başarısız olursa bu heyecan, korku, gerilim gibi olumsuz duygulara yol açar. Fiziksel bir durum olmakla birlikte psikolojiden de etkilendiğinden erkek giderek daha zor sertleşir.
İlk gece korkusu ve balayı iktidarsızlığı nedir?
Balayı empotansı ve ilk gece korkusu yeni evlenen bazı çiftlerin ilk cinsel girişim denemelerinde başarılı olamaması durumudur. İlk cinsel deneyim, sonraki cinsel yaşamda en önemli belirleyici etken olduğundan ilk ilişkisini başarısız yaşamış bir çiftin bu deneyimi bütün cinsel hayatlarına yansır. Pek çok erkek -özellikle ilk cinsel ilişki girişimi gerdek gecesi olacaksa- böyle bir durumda başarılı olup olamayacağı kaygısını yaşar. O güne kadar hiçbir sertleşme sorunu olmayan erkek bu tedirginlikle başarısızlık korkusu yaşar ve bu heyecanla sertleşme sağlayamaz. Erkek o gece kendini ispatlamak zorunda bırakıldığında bu yoğun stres altında başarısızlıklar yaşanabilir. Bu durum devam ettiğinde bir cinsel stres haline gelir.
Seks için 5-15 dakika...
Bu süreç nasıl gelişir?
Tam da bu noktada eşinin veya çevrenin olumsuz etkisi, beklentileri karşılayamama hissi özgüvenin yitirilmesine sebep olur ve aylar boyu süren bir sertleşme sorununa zemin hazırlanır. Aynı şekilde daha önce hiç cinsel ilişkide bulunmamış genç kız, ilk ilişkide canının acıyacağı ve bir kanama olacağı korkusuyla gerdeğe girer. Bu kaygı, korku ve utanma nedeniyle kendisini kasmaya ve ilişkiye izin vermemeye başlar. Bu duruma ‘vaginismus’ denir ve tıpkı erkekte olduğu gibi kadında da kısırdöngüye kadar gidebilir. Eşinin böyle bir durumuyla karşı karşıya gelen erkekte de bir süre sonra psikolojik etkiyle sertleşme sorunu veya cinsellikten uzak durma eğilimi başlar ve hem kadının hem de erkeğin tedavi edilmesi gereken bir sürece sebep olur. İşte bu nedenlerden dolayı ilk cinsel ilişkisini yaşayacak kadın ve erkeklerin bir uzman tarafından doğru cinsel bilgilere ulaşması gerekiyor. Evlenmeden önce veya ilk ilişki öncesinde cinsel terapi konusunda uzmanlaşmış üroandroloji veya jinekoloji uzmanı bu konuda doğru adrestir. İlk gece ve balayı empotansının önlenebileceğini, eksik bilgiyle cinsel hayatı yönlendirmemek gerektiğini de hatırlatalım.
Seks sırasında ne kadar efor harcıyoruz?
Aslında seks için gereken enerji öyle çok fazla değil. Araştırmalar birçok çiftin cinsellik için 5-15 dakika harcadığını gösteriyor. Seks sırasındaki oksijen tüketimi bir veya iki kat merdiven çıkmaya eşit. Birçok kişi için gereken enerji bir eşya taşımak, orta şiddette 20 dakika yürüyüş yapmak, bahçe ve ev işleriyle uğraşmaktan fazla değil. Normalde cinsellik esnasında kalp hızı dakikada 110-130 atım arasında oluyor. Bu da hafif-orta şiddette yapılan bir egzersize eşit bir rakam. Büyük tansiyon yaklaşık iki katına yani 120 mm Hg’den ortalama 150-180 mm Hg’ye, bazı durumlarda ise 240 mm Hg’ye kadar çıkabiliyor. Solunum hızı da dakikada 16-18 nefesten yaklaşık 60 nefese çıkıyor. Bu rakamlar erkekler için biraz daha yüksek olabiliyor. Bu durum özellikle erkeğin üstte olduğu pozisyonlarda görülüyor. Sonuçta cinsel ilişki, kalp hastalarına çok fazla yük bindiren bir durum değil. Ancak aldatma gibi stres yaratan durumlarda ve farklı aktivitelerde kalbin üzerindeki yük biraz daha fazla.
Kalp sorunu olanlara seks zararlı mı? Hangi pozisyon onlar için uygun?
Kalp sorunu olanların seks yapmaması diye bir şey yok. Seksin aslında genel sağlığa yararlı olduğu kanıtlanmış bir gerçek. Ancak sık sık duyduğumuz otel odasında kalp krizi geçirdi hikayelerinin altında evlilik dışı ilişkiler, heyecan arayışları ve kontrolsüz ilaç kullanımı yatıyor. Yoksa kalp hastaları için seks zararlı değil. Pozisyonlar konusuna gelince, bazı pozisyonların diğerlerine göre kalbi daha fazla zorladığı düşünülüyor ki çok da doğru değil. Erkek üstte, kadın üstte, yan yana, oral seks ve mastürbasyon arasında bu açıdan bir fark yok. Yani çift olarak seçtiğiniz pozisyonda rahatlık hissetmeniz yeterli. Ancak bazı uzmanlar eğer erkekte bir kalp sorunu varsa yan yana pozisyon veya kadının üstte olduğu pozisyonlar seçilerek erkeğin harcadığı eforun azaltabileceğini düşünüyor. Zamanla doktor kontrolünde yapılan doğru bir egzersiz ve kondüsyon programı ile erkeğin fitness seviyesi düzeltilerek eski pozisyonlara geri dönülebilir.
Kalp hastalığı cinsel sorunlara neden olur mu?
Kalbi etkileyen her şey cinselliği de etkiler. Yani kalp damarlarını etkileyecek herhangi bir sorun (şeker hastalığı, yüksek tansiyon, kolesterol problemi, plak oluşumu, sigara kullanımı, aşırı alkol tüketimi, hareketsiz bir yaşam) cinsel bölgeye giden damarlarda da hasar yaratır. Bu nedenle kalp hastalıklarında, şeker problemi, tansiyon ve damar sertliğinde başta sertleşme sorunları olmak üzere çeşitli cinsel sorunlar daha sık görülür. İstek azlığı, sertleşme sorunu, tatminsizlik yaşayan erkekte performans endişesi gelişerek kısırdöngü şeklinde sertleşme problemi daha da artabilir.
Hızlı ve çok ilişki cinsel tatmini artırır mı, azaltır mı?
Kaliteli bir cinsel yaşam için öncelikle sevgi, saygı ve anlayışa dayalı, kaliteli bir beraberlik gerektiğini belirtmek gerekiyor. İlişki, sevgi ve aşk çiftleri olumlu yönde etkiler. Duygu ve düşünceleri açıklıkla ifade etmek, cinsellik esnasında sevilen ve tercih edilen davranışları partnere doğru bir şekilde aktarmak ve partneri de anlamak önemlidir. Fast food seks dediğimiz hızlı başlanan, hızlı yaşanan ve hızlı tüketilen sık ve çok cinsel ilişkiler bazı kişilere tatmini artırıyor gibi gelse de aslında uzun vadede cinsel ve duygusal tatmini azaltır. Sonuçta seks sadece biyolojik bir ihtiyaç değildir. Psikolojik ve duygusal tatmin için de gereklidir.
Bazı radikal tedaviler sorun yaratabilir
Prostat ameliyatı cinsel performansı bozuyor diye ameliyattan kaçan çok erkek var. Bu doğru mu?
Prostat hastalıkları kısaca prostatın iyi huylu büyümesi, prostat iltihapları ve prostat kanseri sık idrara çıkma, kesik kesik idrar yapma, mesaneyi tam boşaltamama hissi, gece idrara kalkma, idrar yaparken zorlanma, ani idrara çıkma ihtiyacı gibi yakınmalara yol açarak cinsel yaşamı olumsuz yönde etkiler. İdrar sorunu yaşayan erkek, bunun beraberlik esnasında olmasından çekinerek cinsellikten soğuyabilir, cinsel istek problemleriyle karşılaşabilir. Başarılı olamayacağı endişesi ile performans anksiyetesi geliştiren erkek sertleşme sorunları yaşayabilir. Erken boşalma da ileri vakalarda görülebilir. Prostat hastalıklarının bazı radikal tedavileri de cinsel sorun yaratabilir. Bu nedenle prostat hastalıkları tedavilerinde en önemli nokta, cinsel fonksiyon sorunlarına yol açmayan tedavilerin tercih edilmesidir. Günümüzde tedavi yöntemine karar verilirken, tedavinin cinsel fonksiyona zarar vermemesi hususu da önemle değerlendirilmektedir.
Kadın ve erkek aynı anda mı tatmin olmalı?
Cinsellik bir yarış değildir. Orgazm da varılması gereken bir bitiş çizgisi olarak görülmemelidir.
Cinselliği sadece bu şekilde düşünmek yanlış olur. Yakınlık belirten davranışlarda bulunmak ve kaliteli bir cinsellik yaşamak önemlidir. Ancak bu her seferinde orgazm ve boşalmayla sonuçlanmak zorunda değildir. Aynı anda tatmin olmayan veya her seferinde orgazm hissi yaşamayan kişiler kendilerinde bir eksiklik olduğunu düşünmesinler. Ancak orgazm ve boşalma eksikliği bir sorun olarak devam ederse neden kaynaklandığını anlamak için doktora başvurmak gerekir.
Alkol cinsel performansı artırır mı?
Az miktarda alınan alkol cinsel olarak uyarıcı olsa da yüksek miktarlarda alkol tüketimi depresan etki yaratır ve fonksiyon kaybı hatta sertleşme problemine yol açar. Kadınlarda da aşırı alkol tüketiminin cinsel sorunlara yol açtığı çalışmalarla gösterildi. Bu nedenle alkol kullanmıyorsanız alkol tüketmeye başlanmamasını öneriyoruz. Eğer alkol kullanıyorsanız almanız gereken optimal miktarın erkekler için günde 2, kadınlar içinse günde 1 kadeh olduğunu hatırlatalım.
Peki ya sigara?
Nikotin küçük kan damarlarını sıkıştırır ve penise giden kan akımının azalmasına neden olur. Nikotinin sertleşme üzerindeki bu negatif etkisi, sigara içiminden hemen sonra meydana gelebileceği gibi uzun süreli sonuçlarla da kendini gösterebilir.
## Okuyucu Yorumları |
201569 | haber | Gülen'in 28 Şubat yorumu: Asker anayasal yetkisini kullandı | null | Gülen 29 Mart 1997'de Samanyolu TV'da katıldığı bir programda silahlı kuvvetleri muhtıra vermekle eleştirenlere seslenerek, "Asker demokratik yollarla sorunların çözümünü istedi" demişti:
"Darbe hiçbir zaman tam bir çözüm değildir. Dağlama en son çaredir. Darbeciler iyi niyetlidir ama her darbe birikim ve tecrübe sahiplerini heba etmiştir. Ülkemiz kriz içinde. Gücü temsil edenler krizi önlemelidir. Bu hükümeti değiştirin demek daha demokratik olur. Burada 'Askeriye muhtıra verdi' diye suçlanmak isteniyor. İsteselerdi, bu öyle bu böyle olacak diyebilirlerdi. Oturup onlarla meseleyi altı saat mülahaza etmezlerdi. Demokratik yollarla problemler çözülsün istediler."
Fethullah Gülen, 16 Nisan 1997'de Kanal D'den Yalçın Doğan'a verdiği röportajda ise askerlerin anayasanın kendilerine verdiği yetkiyi kullandıklarını belirtmişti:
"Askerlerimiz bir yönüyle yaptıkları bazı şeylerden ötürü bazı çevrelerce, belki antidemokratik davranıyor sayılabilirler. Ama onlar konumlarının gereğini anayasanın kendilerine verdiği şeyleri yerine getiriyorlar. Hatta dahası, ben zannediyorum, onlar, bazı sivil kesimlerden daha demokrat."
"Herhalde onların temsil ettikleri kuvvet şu partiler arasında birbirini istemeyen insanların elinde olsa bir gece hızlı bir baskınla gelirler hasımlarını bertaraf ederler onun yerine otururlar."
"Kuvvet ellerinde olduğu halde çok mantıki davranıyorlar. Çok muhakemeli davranıyorlar. Epey zamandan beri. His öne çıkmıyor burada ve kuvvet, güç gösterisi şeklinde öne çıkmıyor. Bana demokraside daha dengeli geliyorlar, o açıdan."
## Yalçın Doğan'a da şunları söylemişti
Fethullah Gülen, 16 Nisan 1997'de Kanal D'den Yalçın Doğan'a verdiği röportajda ise askerlerin anayasanın kendilerine verdiği yetkiyi kullandıklarını belirtmişti:
"Askerlerimiz bir yönüyle yaptıkları bazı şeylerden ötürü bazı çevrelerce, belki antidemokratik davranıyor sayılabilirler. Ama onlar konumlarının gereğini anayasanın kendilerine verdiği şeyleri yerine getiriyorlar. Hatta dahası, ben zannediyorum, onlar, bazı sivil kesimlerden daha demokrat."
"Herhalde onların temsil ettikleri kuvvet şu partiler arasında birbirini istemeyen insanların elinde olsa bir gece hızlı bir baskınla gelirler hasımlarını bertaraf ederler onun yerine otururlar."
"Kuvvet ellerinde olduğu halde çok mantıki davranıyorlar. Çok muhakemeli davranıyorlar. Epey zamandan beri. His öne çıkmıyor burada ve kuvvet, güç gösterisi şeklinde öne çıkmıyor. Bana demokraside daha dengeli geliyorlar, o açıdan."
## Kıvrıkoğlu: 28 Şubat bin yıl sürecek
Genelkurmay Başkanı Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu’na atfedilen bu sözü, Kıvrıkoğlu’nun 28 Ocak 1999 tarihindeki MGK toplantısında söylediği rivayet ediliyor. MGK’da irtica ve hükümetin bu konudaki duyarsızlığıyla ilgili genel bir çerçeve çizen Kıvrıkoğlu, sonra o tarihi cümlesini sarf etti: "Bu 10 senedir, 20 senedir, 100 senedir veya 500 senedir. O nedenle 28 Şubat defteri, irtica devam ettikçe asla kapanmamalıdır diye düşünüyoruz. Ayrıca bir önceki MGK toplantısında alınan karar gereği, Başbakanlık uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu’nun görevine kesintisiz olarak devam etmesinde de büyük yarar görüyoruz. İrticayla mücadele için bir Başbakanlık genelgesinin ivedilikle yayınlanması veya 55’inci hükümet döneminde yayınlanan Başbakanlık genelgesinin yürürlükte olduğu ve uygulamaya devam edileceğinin açıklanması, özellikle bunu uygulayacak olan mülki amirler ve diğer bürokratlar nezdinde bir siyasi iradenin varlığını ve desteğini ortaya koyacaktır. Bunların önemine inanıyoruz."
## Güven Erkaya sinyali vermişti
28 Şubat sürecinin en önemli isimlerinden dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya’nın 25 Şubat 1997’de dile getirdiği şu sözler ise, müdahalenin en açık işaretlerinden birini oluşturuyordu:
"Yıllardır, devletin geleceği için birinci tehdit PKK terörü idi. Ancak güvenlik güçleri görevini yaptı ve PKK olayı kontrol altına alındı. Aşırı dinci akımlar ise bugün, PKK tehdidinden daha büyük bir tehlike haline geldi. Tehlike üç boyutludur. Laik Cumhuriyet’e, çoğulcu demokrasiye ve sosyal hukuk düzenine yönelik tehlike." Oramiral Güven Erkaya’nın şu sözleri ise, 28 Şubat’ı karakterize eden sözlerden biriydi: "Bu defa silahsız kuvvetler gereğini yapsın."
TİSK, TESK, Türk-İş ve DİSK’in yayınladıkları "Laiklik ve demokrasi sahipsiz değil" vurgusunu öne çıkaran bildiri Güven Erkaya’nın sözlerinin teyidi anlamına geliyordu. Bu kurumlar ve başka bir dizi kurum, rektörler, yargı, kendilerine bizzat asker tarafından verilen brifinglerle 28 Şubat sürecine hazırlandı ve bu müdahalenin ‘silahsız kuvveti’ olarak rol oynadılar.
## Okuyucu Yorumları |
223955 | haber | Fethullah Gülen, 'neden hacca gitmiyor' eleştirilerine yanıt verdi | null | # Fethullah Gülen, 'neden hacca gitmiyor' eleştirilerine yanıt verdi
## Fethullah Gülen'in resmi sitesinden yapılan açıklamada, "Bazı şer şebekeleri, Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi hakkında halkın zihninde şüpheler uyarmak için senelerden beri var güçleriyle çalışıyorlar" denildi
**Fethullah Gülen**, kendisine yöneltilen eleştirilere resmi internet sitesinden çok sert cevap verdi. Yayımlanan açıklamada, "Gülen neden hacca gitmiyor?" sorusuna, Gülen’in "Kuran’a elimi vurasım geliyor" sözlerine, "Gülen’in koltuğunun üzerindeki fotoğraf illuminati işareti" gibi yorumlara cevap verildi.
Fethullah Gülen’in o __ açıklaması__ şöyle:
"Kıymetli arkadaşlar,
Bazı şer şebekeleri, Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi hakkında halkın zihninde şüpheler uyarmak için senelerden beri var güçleriyle çalışıyorlar. Muhterem Hocamızın her sözünü ve her görüntüsünü nasıl çarpıtabileceklerine dair şeytanî gayretler sergiliyor ve en nezih karelerin, en güzel beyanların üzerine devamlı zift pompalıyorlar.
Mesela; büyük bir fırtınanın yaklaşmakta olduğunu duyan çevredeki Müslümanlar gelip "Efendim, dinimizin bu türlü felaketler karşısında bir tavsiyesi var mı? Bir dua yazma lütfunda bulunur musunuz?" deyince muhterem Hocaefendi **"Ayetü’l-Kürsî"** yazıyor. Türk, Kürt, Boşnak, Bulgar ve Abhazalı Müslümanlar yazılan o duayı alıp evlerine, bahçe duvarlarına asıyorlar. Allah’ın inayetiyle başka yerlerde çok büyük yıkımlar olduğu halde onlar çok küçük kayıplarla o belayı atlatıyorlar. Fakat birileri bunu haberleştirirken **"Mazlum Müslümanlar dururken Amerika’ya dua ediyor"** şeklinde veriyor ve masumane bir duaya sığınma hadisesini dahi çarpıtıp onu da karalama malzemesi olarak kullanmaya çalışıyorlar.
Mesela, muhterem Hocamız üç defa hacca gittiği ve pek çok sohbetinde, röportajında, kitabında hac hatıralarından bahsettiği halde **"Peki hacca niye gitmiyor/gidemiyor?"** şeklinde çok tuhaf bir soruyu televizyon ekranlarına dahi taşıyabiliyor ve bu yalan boyalı kasıtlı soruyla da şüpheler hasıl etmeye çabalıyorlar.
Mesela, muhterem Hocamızın hem de **"Kur’an’ın Gurbeti"** ni anlattığı bir sohbetinin ** "Kur’an’a da elimi vurasım geliyor!"** cümlesini defalarca arka arkaya montajlayıp sonra da bunu Yüce Kitabımıza hakaretmiş gibi sunuyorlar. Oysa bir iki cümle sonrasında Hocaefendi, Hazreti İkrime’nin Kur’an okurken güzelliği karşısında heyecana gelip onu yüzüne-gözüne sürdüğünü ve gönlünde coşan Kur’an sevgisiyle mushafı bağrına basıp **"Kelam-u Rabbî – Benim Rabbimin sözleri"** dediğini hatırlatıyor ve ** "Bazen Kur’an okurken ilahi beyanın güzelliği karşısında takkemi fırlatasım, Kur’an’a elimi vurup uzanıp onu alıp yüzüme gözüme süresim ve ’Rabbimin Kelamı’ diyerek öpüp koklayasım geliyor"** diyor. Heyhat, şerirler çok nezih duyguların ifadesi bu sözleri bile saf kitleleri kandırmak için montajlayıp kullanıyorlar.
Kıymetli arkadaşlar,
Aylar önce, bir fotoğrafla alakalı sorular almış ve gereken cevabı vermiştik. Yine bir müfteri işi olduğu ve o türlü insanları muhatap almak istemediğimiz için meselenin üzerinde durmamıştık. Fakat son günlerde o fotoğraf bir kere daha ısıtılıp site site dolaştırılır oldu. Belki bazılarınız görmüşsünüzdür; bazı kirli eller tarafından servis edilen mesajlarda muhterem Hocamızın koltuğunun hemen üstünde asılı olan bir tablo **"İlluminati Tarikatı"** gibi yapılanmaların, gizli teşkilatların simgesi olarak gösteriliyor.
Kıymetli bir insan, muhterem Hocamıza ne hediye edebileceğini düşünürken onun Ka’be’ye karşı sevgisi aklına geliyor. Bir şekilde elde ettiği Ka’be örtüsünü hediye etmeye karar veriyor. Fakat Ka’be örtüsünden alınan o mübarek parça istediği büyüklükte olmayınca kendince bir kompozisyon yaparak elindeki **"mukaddes emaneti"** iki yana sarkıtıp tam ortasına da Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in muazzez mührünü yerleştiriyor. Muhterem Hocamız da kutsal mekânlardan gelen o kıymetli hediyeyi **"Oranın küçük bir parçasına bile kurban olurum; onun başımın üzerinde yeri var!" **deyip koltuğunun üstüne astırıyor."
## Okuyucu Yorumları |
217201 | haber | Fikriye Hanım nasıl öldü; Atatürk ile Latife Hanım neden ayrıldı? | null | # Fikriye Hanım nasıl öldü; Atatürk ile Latife Hanım neden ayrıldı?
## Tarihçi Eriş Ülger, Fikriye’nin ölümü ardından Atatürk ile Latife Hanım’ın gerilimli birlikteliğini anlattı
## **Hülya Karabağlı**
**Ankara**
Atatürk araştırmacısı ** Eriş Ülger**, "Fikriye Dizisi"nin son bölümünde** Fikriye Hanım** ’ın ölümüne ilişkin iddiaları arşivinden belgelerle yanıtladı. Ayrıca, Fikriye Hanım’ın intiharının ardından **Mustafa Kemal Atatürk **ile **Latife Hanım** ’ın arasının açıldığını söyleyen Ülger, Atatürk’ün dil sürçmesi ile Latife Hanım’a "Fikriye" diye seslendiğini ve "iplerin koptuğunu" belirtti. Eriş Ülger, dil sürçmesinin yaşandığı gece "Atatürk’ün yaveri **Salih Bozok** ’u ‘Lâtife Hanım’ı alıp İstanbul’a git’ dediğini" söyledi.
Atatürk araştırmacısı Ülger, Latife Hanım’ın yakınları ve bazı yazarların dillendirildiğini belirttiği Fikriye Hanım’ın sırtından vurulduğuna ilişkin iddialara ilişkin "Fikriye Hanım sol tarafından, kalp üzerine yakın bir yerden kendini vurmuş ve kurşun sırtından çıkmıştır. Ancak herkes bunu ‘sırtından vuruldu’ diye yorumlamıştır" dedi. "Bu iddiayı ileri sürenlerin, tarih, gün, yer, belge göstermeleri gerekir. Oysa Fikriye Hanım’ın öldürüldüğüne dair hiçbir belge yok. Ayrıca, son günlere kadar Fikriye Hanım’ın intihar ettiği tabanca üzerinde de kendisinin parmak izleri vardı" dedi.
Eriş Ülger, Atatürk’ün yaveri Salih Bozok’un Fikriye Hanım’ın intihar ettiği tabancanın kendisine verilmesine dair defterine aldığı notları aktardı:
"Muzaffer Bey, bu tabancayı Fikriye intihar ettikten sonra elinden almış ve Paşa Hazretlerine vermek istemiş. Paşa da ‘Bunu Salih’e ver. Bu tabancayı çok iyi muhafaza et. Bu Fikriye Hanım’ın yaşamının özetidir’ demiş."
## **‘Fikriye Hanım, hastaneye getirilişinin ikinci günü öldü’ **
Fikriye Hanım’ın Memleket Hastanesi’nde iki gün boyunca bağırdığına ilişkin iddiaları da Eriş Ülger şu sözlerle yanıtladı:
"Fikriye Hanım, devlet hastanesine getirildiği zaman zaten komadaydı. Bırakın bağırmayı ses çıkaracak halde değildi. Doktor Asım Bey, Paşa’dan bizzat aldığı emirle hemen hastaneye gelmiş ancak kurtulma imkânının olmadığını görerek, Paşa’ya durumu büyük bir teessür içinde anlatmıştır. Zaten Fikriye Hanım da ertesi gün, akşamüzeri komadan çıkamadan vefat etmiştir. Tedavisi, hastanedeki operatör Mim Kemâl tarafından yürütülmüş ama sonuç alınamayacağını anlayan Mim Kemâl, Fikriye Hanım’ı ameliyat dâhi etmemiştir. Durumla ilgili rapor veya kayıt tutulmuştur, fakat gerektiği şekilde muhafaza edilmediği için günümüze kadar ulaşamamıştır."
"Fikriye Hanım intiharından sonra iddia edildiği gibi bir hafta veya on gün yaşamamıştır. Aksine hastaneye getirilişin ikinci gününün akşamı vefat etmiştir. Komada olduğu içinde ne feryat etmiş, ne biriyle görüşmüş, ne de hastanedeki odasında veya yanındaki odada herhangi biri onunla konuşmuştur. Fikriye Hanım’ı ziyaret eden de olmamıştır çünkü ziyaretçi kabul edecek durumda olmadığı gibi, ziyaret etmek de yasaklanmıştı."
## **Fikriye Hanım Almanya’ya neden gönderildi?**
Araştırmacı Ülger, Fikriye Hanım’ın verem olmadığı, Atatürk ile Latife Hanım’ın evliliğini engelleyebileceği gerekçesiyle Almanya’ya gönderildiğine ilişkin iddialara, Salih Bozok’un not defterinden alıntı yaparak yanıt verdi:
"15 Ekim 1922 günü Paşa Hazretleri ile birlikte ben, **Kılıç Ali**, Fikriye Hanımefendi, **Kâzım Paşa (Özalp)**, **Doktor Asım Bey**, **Mahmut Bey (Soydan)** ve ** Recep (Zühtü) **Bey, **Kâzım (Karabekir)**, **Refet (Bele)** ve diğer zevat ile Bursa’ya doğru hareket ettik. Paşa Hazretleri üzgün ve mahzundu. Bu seyahate Fikriye Hanım çok ağır hasta olduğu halde katılmak istemişti ve Paşa Hazretleri de Fikriye Hanım’ın bu isteğini geri çevirmemiş ve kabul buyurmuşlardı. Ertesi gün sabah saat 9.30’da Bursa halkı tarafından büyük bir coşku ile karşılandık. Ancak yolda gelirken Fikriye Hanımefendi birden çok rahatsızlandı. Doktor Asım Bey hemen müdahale etti. Asım Bey, Fikriye Hanım’ın yattığı kompartımandan çıkarken elinde pansuman yaptığı bembeyaz patiska bezlerin kanlı olduğunu gördüm. Zaten kesintisiz öksürükleri Fikriye Hanım’ı çok halsiz hale getirmişti."
"Ağzından kan geliyordu. Küçük oğlum Cemil’in Fikriye ablası çok hastaydı. Akşam kaldığımız Çelik Palas Oteli’nde tekrar rahatsızlandılar. Neyse bu krizi atlattı ve Avrupa’da verem hastanesine yatmak için 18 Ekim 1922’de Paşa Hazretlerinin irtibat subayı Mahmut (Soydan) Bey’in nezaretinde İstanbul’a doğru hareket ettiler. Sonradan Mahmut’un anlattığına göre Mudanya üzerinden Gülcemal Vapuru ile İstanbul’a gitmişler. Yolda Fikriye Hanımefendi, Paşa Hazretlerinden ayrıldığı için çok meyus olduğunu söylemiş: ‘Ayaklarım hiç öne gitmiyor Mahmut Bey, hep geri geri gidiyor.’ Yolda Fikriye Hanım’ı gene kan kusmuş. Hatta bir ara Mahmut çok korkmuş, Paşa Hazretlerinden izin almadan geriye, Bursa’ya dâhi dönmeyi düşünmüş. Vapurda tesadüf bir doktor varmış, o yardımcı olmuş. Bursa’dan ayrılırken Paşa Hazretleri’nin ‘Fikriye Hanım arzu ederseniz Doktor Asım Bey’de sizinle İstanbul’a kadar gelsin, size refakat etsin’ önerisine kararlı bir şekilde karşı çıktığı için ‘Nasıl isterseniz öyle olsun’ buyurmuşlardı."
## **Atatürk’ten Salih Bozok’a: Fikriye Hanım’ın defini aramızda kalacak**
Tarihçi Eriş Ülger, Fikriye’nin ölümü ardından Atatürk ile Latife Hanım’ın gerilimli birlikteliğini şöyle yorumladı:
"Şimdi Mustafa Kemâl Paşa ile hırçın Lâtife’nin arasına Fikriye Hanım değil, onun ruhu girmişti. Dirisi ile başa çıkamayan Lâtife Hanım, Fikriye’nin ruhu ile nasıl mücadele edecekti?"
"Salih Bozok mürekkepli kalemle tuttuğu notlarında Fikriye Hanım’ın vefatından sonraki olaylar için şunları yazıyor:
‘Gazi Paşa Hazretleri, yaşanan olaydan son derece müteessir olmuşlardı. Zaten Lâtife Hanım ile aralarında geçenler, Paşa Hazretlerini bir hayli sinirli yapmış, en ufak bir şeye sinirlenir, kızar olmuştu. Paşa Hazretleri, Fikriye Hanım’ın vefatının ertesi günü beni Meclis’teki odasına çağırdı. Yüz ifadesi şimdiye kadar hiç rastlamadığım bir vaziyetteydi. Beni odasına kabul buyurdukları zaman masasının yanındaki koltukta oturuyor, sigarasını içiyordu. Odaya girdiğim halde benim farkımda değilmiş gibi, bir noktaya doğru sabit bakıyordu. Nice sonra:
- Çocuk otur şuraya, buyurdular.
Emrini yerine getirdim. Karşısındaki sandalyeye ilişir gibi oturdum. Elindeki sigarasından birkaç nefes daha içtikten sonra bana döndü:
- Şimdi doğru hastaneye gideceksin. Fikriye Hanım’ın cenazesi ile ilgileneceksin. İstersen yanına bizim çavuşu da al. Yok, yok, bu işi sadece sen halledeceksin ve bu sır aramızda kalacak. Muameleler bittikten ve özelliklede hazırlanan ölüm raporu tanzim edildikten sonra, bizim Köşk’ten aşağı inerken Cebeci istikametine doğru eki bir mezarlık vardır ya, Fikriye Hanım’ı oraya defnedeceksin. Bugün bu işi bitir. Müteveffayı hastaneden alırken imkânlar içinde kimsenin görmeyeceği bir saati seç. Akşamdan sonra da defin işi yapılabilir. Ama gündüz gözü ile mezarı hazırlat.
## **Atatürk: Fikriye’ye Ankara’ya gelme, demiştim**
Emirlerinin bittiğini sanarak, gerekeni yerine getirmek için ayağa kalktığım sıra da:
- Salih olayların bu şekilde gelişeceğine ihtimal verir miydin? Ben ona söylemiştim, Ankara’ya gelme diye, dedi.
- Müsaade buyurursanız, bir hususu arz etmek isterim Paşa Hazretleri, diyerek kendilerini teselli edecek birkaç kelime söylemek istedim ama yüz ifadesinden beni dinlemediğini anladım.
Kapıdan çıkarken:
- Çocuk kimsenin haberi olmasın dikkat et, buyurdular.
Paşa Hazretleri’ni düşünceleri ile baş başa bırakarak odadan sessizce ayrıldım. Hemen hastaneye gittim. Gerekenleri ve muameleyi çok kısa bir zamanda bitirdim. Mevtayı akşam karanlığında, daha önceden hazırlattığım mezara defnettik. Defin işini yapanlar dahi kimi defnettiklerini bilmiyorlardı.’"
## **Atatürk, Fikriye’nin mezarına ilk ve son kez ziyaret etti**
"Mustafa Kemal, Fikriye’nin vefatından beş, altı hafta sonra 25 Temmuz 1924 günü Salih Bozok’u da yanına alarak otomobile biner. Bugünkü Kuğulu Park’ın olduğu yere gelir. Salih Bozok’un notlarında o günle ilgili şunlar yazıyor:
‘Şaşırdım. Paşa Hazretleri durmamızı emir buyurdular, durduk. ‘Hava almak istiyorum’ Salih, derken gözlerinin bir yerleri aradığını hemen fark ettim. ‘Müsaade buyurursanız önden ben gideyim’ dedim. Hiç sesini çıkarmadılar. Fikriye Hanım’ın ebedi uykusunu uyuduğu yerin önüne kadar geldik. Ben bir an durdum, yalnız kalmak istediğini hissetmiş olmam nedeni ile birkaç adım geriye çekildim. Paşa Hazretleri mezarın başına geldiler, ben arkasında olduğum için yüzünü göremiyordum. Hava çok sıcaktı. Cebinden beyaz ipek mendilini çıkardı, sanırım terlemişti. Yüzünü ve alnını ipek mendili ile sildi. Sonra beş on adım arkasında duran bana dönerek buğulu gözlerle:
- Çocuk bu mendiller insanın terini silmiyor senin mendilin var mı, diye sordular.
Sıkıldığı, üzüldüğü veya kati bir karar vereceği anlarda hep terlediğini bildiğimiz için Kılıç Ali’de, ben de Paşa Hazretleri için daima yanımızda pamuklu bezden yapılmış birkaç mendil taşırdık. Hemen koşar adımlarla Paşa Hazretleri’nin yanına gittim ve mendillerden birini verdim. Baktım ki çok terlemişlerdi:
- Paşa Hazretleri bunu da kullanabilirsiniz diyerek ikinci mendili de takdim etmek istedim.
- Yok, yok yeter bu, buyurdular. Birkaç saniye daha oyalandılar. Tam otomobile doğru gidecek iken tekrar Fikriye Hanım’ın mezarına doğru döndü, elindeki beyaz ipek mendili, bir avuç gül yaprağını savurur gibi Fikriye Hanım’ın mezarının üzerine doğru savurdu. Şöylesine birkaç kere havada dalgalanan ipek mendilin mezarın başucuna inmesine kadar bekledi. Birkaç saniye sonra da, sanki mezarın başına sadece ipek mendilini değil, yüreğini de bırakmışçasına hüzünle oradan ayrıldık.’"
## **Atatürk’ün dili sürçtü; Latife Hanım’a ‘Fikriye’ dedi ve ‘ipler koptu’**
Bu ziyaretin, "Mustafa Kemal’in Fikriye Hanım’ın mezarını ilk ve son ziyareti" olduğunu söyleyen tarihçi Ülger, "Fikriye Hanım’ın ölümünden sonra Latife Hanım ve Mustafa Kemal Atatürk için hayatın zorlaştığını" söyledi. Eriş Ülger, "iplerin koptuğu gece"yi anlattı:
"10 Kasım günü Paşa, kendisini yorgun hissettiği için, biraz dinlenebilmek amacı ile Köşk’e erken dönmüştü. Ancak gene de geç saatlere kadar çalışmıştı. Çalışma odasından çıktığı sırada üst kattan aşağıya sızan ışık huzmesini görünce, Lâtife Hanım’ın henüz yatmadığını düşünerek aşağı kata inmesi için ‘Fikriye’ diye seslendi. Gazi ne dediğinin farkına varmıştı ama ok yaydan çıkmıştı. Lâtife Hanım üst kattan aşağıya bir fırtına gibi indi. Gözleri adeta alev saçıyordu.
Latife Hanım,** ‘**Sen ne dedin Kemal?’ der. Atatürk cevaplar, ‘Hoş gör Lâtife, dilim sürçtü.’
Ancak Lâtife’nin sesi köşkü inletir: ‘Bak Kemal, ben Fikriye değilim. Bunu hiç unutma. Ben kendimi korumasını bilirim. Madem o kadını bu kadar seviyordun, benim günahım neydi? Benden ne istedin?’
**‘**Lâtife benimle bu şekilde konuşmana müsaade edemem’ diyen Atatürk’ü Latife Hanım şöyle yanıtlar: ‘Ne dedin, ne dedin. Müsaade etmez misin? Bak Kemal sen beni hiç tanımamışsın. Sen Fikriye’yi de tanıyamadın, anlayamadın.’"
"Paşa, Lâtife Hanım’ı daha fazla dinlemeden tekrar çalışma odasına döner ve koltuğuna çöker. Paşa’nın kafası karmakarışık olmuştu. Uzun zamandır ciddi ciddi sorgulamaya başladığı bu birliktelik artık önünde büyük bir sorun olarak duruyordu. İnsanları anlama ve değerlendirme yeteneği çok güçlü olduğu halde Gazi, Lâtife Hanım’ı anlamakta bazen güçlük çekiyor ara ara da çaresiz kalıyordu."
"Mustafa Kemâl Paşa’nın yıllar içinde biçimlenmiş yaşam alışkanlıkları, arkadaşları ile paylaştığı ve bundan büyük bir zevk aldığı akşam sofraları, son derece yüksek bir çalışma temposu ve bu yaşam biçiminin doğal sonucu olan geç yatma, erken kalkma gibi geçmişten gelen bedensel alışkanlıkları vardı. Latife Hanım, bütün bunları kendi beklentilerine uygun olarak değiştirmeye çalışıyordu."
"Latife Hanım’ın da şüphesiz Mustafa Kemal Paşa’dan beklentileri vardı. Fakat Latife Hanım’ın beklentileri kişiseldi. Bu istekler, evinin erkeği olmasını, düzenli bir hayat yaşamasını, zamanının çoğunu kendisi ile paylaşmasını istemek gibi masumane idi. Lâtife Hanım, Paşa’nın arkadaşlarının, köşke randevusuz gelmelerini yasaklamış, kahvaltı ve akşam yemeklerinin saatini kendine göre düzenlemişti. Paşa ise elinden geldiğince bu değişikliklere ve kısıtlamalara ayak uydurmaya çalışıyordu. Pek şikâyetçi olduğu söylenemezdi. Ta ki Lâtife Hanım’ın hırsı aklının üstüne çıktığı ana kadar."
"Gazi, bir süre daha çalışma odasında kaldı. Sonra telefonu kaldırıp Salih (Bozok) Bey’i aradı. Salih Bey, çok kısa bir zaman sonra Köşk’e geldi. Aralarında şu konuşma geçti:
**Mustafa Kemal Atatürk:** Salih hemen, şimdi Lâtife Hanım’ı alıp İstanbul’a gideceksin. Şu sıra Lâtife Hanım’ın ailesi orada. Ben talimat verene kadar orada kalacaksınız.
**Salih Bozok:** Emredersiniz Paşa Hazretleri!
**Mustafa Kemal Atatürk:** Ben şimdi Ziraat Mektebindeki odama gidiyorum. Hareket ederken beni ararsın.
**Salih Bozok:** Emredersiniz Paşa Hazretleri.
**Mustafa Kemal Atatürk:** Hepsi bu kadar, çocuk."
## **Latife Hanım: ‘Bir haftadır uykusuz, gıdasız, idama mahkûmum’**
Ülger’in arşivinden çıkardığı Latife Hanım’ın boşandıktan sonra Salih Bozok’a Göztepe’den yazdığı 11 Kasım 1925 tarihli mektup şöyle:
"Salih Bey!
Tanıştığımız, içinde günlerce bütün bir samimiyetle yaşadığımız beyaz evden yazıyorum. Gerçi en elemli dakikalarımı yaşarken beni aramadınız. Sizi Mahmut Bey’den birkaç kereler sordum. Hatta veda vazifesini de kendisine tevdi ettim. Belki bu lâkaydinizden *(ilgisizliğinizden) *dolayı sizi Ankara’da aramak cesaretini kendimde bulamadım. Fakat nasiyesinde *(alnında) *bir tek leke olmayan ecdat evinde siz en uğurlu, en hayırlı bir misafir olarak mukayyetsiniz *(yazılısınız).*Burada sizi hatırlamamak güzel bir maziyi gömmek demektir. Hâlbuki ben nankör değilim. Salih Bey, sen kızarsın söylenirsin fakat büyük meziyetlerin vardır. Samimisin ve daima hakikati söylersin. İnsanların yüzüne söyleyemeyeceğin şeyi de arkadan söylemezsin. Babasın, evlâtların için ağlarsın. Zavallı annem mütemadiyen seni sayıklıyor. Çünkü o kara ruhlu herifin yerine sen olsaydın, beni bir cambaz gibi ipte oynatmazdın. Bana hakikati söylerdin. Fakat zararı yok. Bu dünya elbette ona da kalmaz. Salih Bey, bundan üç yıl önce bana karşı babalık vazifesini ifa edeceğini, babama vaat etmiştin. O şimdi Avrupa’da, işlerine mani olmamak için, burada olduğumu haber bile vermedim. Artık bir teessür yığını gibi her tesadüf ettiği koltuğa çöken bir annem ve ihtiyar halinde benim yüzümden fena bir muameleye duçar olmuş *(uğramış)* olan bir büyükannem var.
Öksüzüm. Kimsem yok. Onun için ikinci babalık vazifesini deruhte eden *(üzerine alan)* ve sözünün eri olan Salih Bey’e yazıyorum.
Ben kocamdan eminim. Çünkü kadirşinastır*. *Yüksek ruhludur. İnsandır. Aramızdaki gerginliğe nihayet vermesini, güzel bir mazinin vereceğini kuvvetle rica et. Ben kendisine yazdığım mektupta seni refikanla göndermesini rica ettim.
Bir haftadır uykusuz, gıdasız, idama mahkûmum. Esbabı *(sebebi)* çocukluk. Hâlbuki çocuklar bu ağır cezadan muaftır. Salihsin *(iyisin),* salâh *(barış)* ve sulh getireceğine eminim."
## **‘Fikriye Hanım sabırlı olsa Çankaya’nın first lady’si olabilirdi’**
Tarihçi Eriş Ülger, "Fikriye Dizisi" boyunca aktardığı Fikriye Hanım’ın hayatını şu sözlerle anlattı:
"Fikriye her şeyi ile bağlı olduğu Paşa’sının evlendiğini gurbet elde, yabancı bir ülkede öğrendiği zaman her genç kızın, her genç kadının yapacağını yapmış ve aşkının takipçisi olmuştur. İşte bu noktada ferman dinlememiştir. Ankara’nın ve bizzat Paşa’nın uyarılarına dâhi aldırış etmeden talihsiz sonunu kendi hazırlamıştır. Biraz daha sabırlı olmuş olabilseydi, şüphesiz, Lâtife’den sonra tekrar Çankaya’nın first lady’si olabilirdi. Ama kendi sonunu kendi hazırladığı için bu olanak hiçbir zaman gerçekleşemedi. Tüm belge ve fotoğrafları ile ‘Gölgesinde Lâtife Hanım’ adlı kitabımda açıkladım. Bu evliliğin tek mağduru varsa o da Mustafa Kemâl Atatürk’tür. Paşa’nın hayatı boyunca Çankaya Köşkü’nün davetsiz misafiri olan Uşakizade Muammer Bey’in istek ve arzularını içeren mektupları, Köşk için taşınamaz bir sorun olmuştur."
**B İ T T İ**
## Okuyucu Yorumları |
130716 | haber | Filipinli küçük kızlardan sanal seks hizmeti | null | # Filipinli küçük kızlardan sanal seks hizmeti
## Filipinler'de 18 yaşının altındaki kız çocukları, "sanal seks kızları" olarak çalışıtırılıyor.
**T24-** Filipinler'de 18 yaşının altındaki kız çocukları, "sanal seks kızları" olarak çalışıtırılıyor. Seks turizminin merkezlerinden biri olan Angeles City'de tek katlı bir binaya yapılan baskınla kurtarılan Kim ve Maricel, neler yaşadıklarını anlatıyor.
Kate McGeown'un BBC Türkçe'de yayımlanan (3 Mart 2011) şöyle:
Maricel utangaç ve çekici bir kız. Yaşı 15 ama çok daha küçük gösteriyor. Ama bu 15 yıllık hayatında birçok yetişkinde ağır izler bırakacak deneyimler yaşamış.
Bundan iki yıl önce teyzesi yaşadıkları yerden saatlerce uzaklıkta bulunan Olongapo'da çalışabileceği bir iş olduğunu söylemiş.
"Evde yardımcı ve bebek bakıcısı olarak çalışacağımı söyledi bana." diyor Maricel. "Ama oraya gittiğimde üzerime güzel şeyler giyip bilgisayar ekranının önüne geçmemi söyledi bana. Hatta, neyi nasıl yapacağımı bile gösterdi. Onun dediklerini yapmaktan başka bir şansım yoktu." diye sürdürüyor.
Maricel burada bilinen adıyla "sanal seks kızı" olmuş böylece.
Arkadaşı Kim de, aynı tuzağa düşürülmüş ve Maricel'in yanı sıra çalışmaya başlamış.
"Bilgisayar kamerası ve telefon kullanarak ekran karşısında şov yapıyorduk. Müşteriler vücudumuzu göstermemizi istediklerinde soyunuyorduk.
Şovumuzdan memnun kalırlarsa, bizden yeni bir şov istiyorlardı." diye anlatıyor Kim.
Sanal seks, dünyanın birçok yerinde büyüyen bir endüstri. Bu faaliyetin büyük patlama yaşadığı ülkelerden biri de, Filipinler.
Polisin karşısındaki zorluklar
Filipinler'de seks ticareti zaten mevcut olduğundan, yoksulluğun yaygın oldıuğu ve halkın temel düzeyde İngilizce konuştuğu bu ülkede, internette sanal seks için kullanılabilecek genç kızlar bulmak, her zaman mümkün.
Polisin ve Ulusal Soruşturma Bürosu'nun elinde elinde kesin sayılar yok ama, küçük apartmanlarda veya evlerin arka odalarındaki 'sanal seks yuvaları'nda, binlerce kız ve kadının çalıştığı tahmin ediliyor.
Internet ortamındaki tüm cinsel faaliyetler pornografi olarak niteleniyor ve dolayısıyla Filipinler'de yasak. Ama yetkililer, bu 'sanal seks yuvaları'nda, Maricel ile Kim gibi, 18 yaşının çok altında, çok sayıda kızların çalıştırılıyor olmasından kaygılı.
Geçen yıl, Olongapo gibi seks turizminin merkezlerinden biri sayılan Angeles City'de tek katlı bir binaya yapılan baskında büyük sıkıntı yaşayan 6 kız ortaya çıkarılmış. En küçüğü 13 yaşındaymış.
Bu evin, çevredeki diğerlerinden hiçbir farkı yok. Kalabalık bir dış mahallede yer alan, köşesinde bir dükkan bulunan, önünden hergün çok sayıda insanın gelip geçtiği bir ev bu.
Evin sahibi, binanın 'sanal seks yuvası' olarak kullanıldığından habersiz olduğunu söylüyor; evde çalışan 6 kızla daha önce hiç karşılaşmadığını anlatıyor.
Komşular gerçekten de neler olup bittiğini bilmiyorlar mı, yoksa sessiz kalmayı mı yeğliyorlar, tartışılır.
Ama gerçek olan şey, bu 'sanal seks yuvaları', o denli gizli halde ki, polisin bu yuvaları ortaya çıkarabilmesi son derece zor.
Ve zaten polis böylesi bir yeri ortaya çıkaracak olsa bile, işletenleri bulacağı kesin değil.
Bilgisayar suçları dairesinin başı Migdonio Congzon, bu operasyonların nereden yürütüldüğünü ortaya çıkarabilma olanaklarına sahip olmadıklarını söylüyor; "Bu siteler, yetkili sunucular üzerinden faaliyet gösteriyor. Sistemler de çoğunlukla Filipinler'in dışında." diyor.
Congzon, sanal seks patronlarını ortaya çıkarsa bile, bu kişileri yargı önüne çıkarma konusunda büyük engellerle karşılaştığını, hukukî sürecin çok yavaş işlediğini anlatıyor.
Şimdiye dek, tek bir kişi bile, 'sanal seks yuvası' işletmekten suçlu bulunmamış.
Congzon'un en önümli sorunu, bu faaliyetin ve kandırılarak bu işe alet edilen küçük yaşlardaki kızların kullanılmasının, kamuoyunda hala ciddi bir sorun olarak görülmemesi belki de.
Filipinler'deki sanal seks endüstrisi, kendisini çağrı merkezlerine benzetiyor.
Dış kaynak kullanımının bir parçası olduklarını söylüyorlar.
Filipinler'de hızla gelişen dış kaynak kullanımı çerçevesinde artan çağrı merkezleriyse, kendilerini bu iddialardan uzak tutmaya çalışıyorlar.
Normale dönüş mümkün mü?
Kim ve Maricel'in, yaşadıkları deneyimin yaralarını tedavi edebilmeleri çok zaman alacak.
Artık sanal seks işinden ayrılmışlar. Çalıştıkları 'yuva' geçen yıl basılmış ve iki kız, Olongapo'daki Preda adlı, bir İrlandalı rahibin yürüttüğü vakfın bakımı altına alınmış.
Ama kamera karşısında seks şovu yapmaları için kendilerine para ödeyen erkeklerin görüntülerini atamıyorlar belleklerinden.
"Bilgisayar karşısında onları her gördüğümde utanıyordum. Onlardan nefret ediyordum, çünkü ben bir çocuktum ve niçin bana böyle birşey yapıyorlardı?" diyor Maricel...
Kim ise daha kararlı konuşuyor:
"Nefret ediyorum onlardan. Ölsünler, cehenneme gitsinler!" diyor.
(Bu yazıda sözü geçen Filipinli genç kızların isimleri, kendi güvenlikleri göz önüne alınarak değiştirildi.)
## Okuyucu Yorumları |
212487 | haber | Fransa'da tatil yapan İngiliz aileye silahlı saldırı | null | # Fransa'da tatil yapan İngiliz aileye silahlı saldırı
## Fransa Alpleri’ndeki Annecy gölünün kıyısında park halindeki araçta aynı aileden 4 kişinin cesedi bulundu. Polis araç dışında da bir kişinin cesedine rastladı
Fransa Alpler’inde tatil yapan İngiliz aile kimliği belirsiz silahlı kişiler tarafından saldırıya uğradı. 5 kişinin öldüğü saldırı gerçekleştikten 8 saat sonra annesinin cesedinin altına saklanmış 4 yaşında bir kız çocuğu bulundu.
Fransa Alpleri’ndeki Annecy gölünün kıyısında park halindeki araçta aynı aileden 4 kişinin cesedi bulundu.
Oradan bisikletiyle geçmekte olan bir turistin ihbarıyla olay yerine gelen polis arabanın dışında da bir kişinin cesedine rastladı.
Olaydan 8 saat sonra inceleme için aracın içinden çıkarılmayan annenin cesedinin altından 4 yaşındaki bir kız çocuğu çıktı.
Fransız polisi aracın plakasından İngiltere’den geldikleri belirlenen aileden baba, anne ve anneanne ile 3 çocuklarından birinin silahlı saldırı sonucu hayata veda ettiğini bildirdi.
Ailenin 8 yaşındaki kızlarının vücuduna 3 kurşun isabet ettiği, çocuğun hastanede tedavi altına alındığı belirtildi.
Olayla ilgilenen savcı Eric Maillaud BBC’ye yaptığı açıklamada cesetlerin kimliklerinin belirlenmek üzere olduğunu söyledi.
Polis bölgeyi kapattıktan sonra araçtaki kız çocuğunun fark edildiğini söyleyen Maillaud sözlerine şöyle devam etti:
"Kız çocuğu annesinin bacaklarının altına gizlenmişti. Silah seslerini duyduktan sonra korkudan mı oraya saklandı yoksa orada sıkıştı mı, bilemiyoruz.
İngilizce konuşuyor. Bize bağırışlar duyduğunu söyledi. Olaydan yara almadan kurtuldu."
İncelemelerini sürdüren polis aracın dışında cesedi bulunan kişinin olayı gördüğü için suçlular tarafından susturulmak amacıyla öldürülmüş olabileceğini belirtti.
## Okuyucu Yorumları |
240652 | haber | Füze ihalesini Çin kazandı; Türkiye’nin bu savunma sistemine ihtiyacı var mı? | null | # Füze ihalesini Çin kazandı; Türkiye’nin bu savunma sistemine ihtiyacı var mı?
## Lale Kemal: Türkiye'nin bu pahalı füzeleri satın almasına gerek olmadığı şeklindeki argümanlar hâlâ yanıt bulmuş değil
Taraf gazetesi yazarı **Lale Kemal**, Çin’in kazandığı uzun menzilli hava ve füze savunma sistemi projesinin ihale sürecini yazdı.
Başbakan **Tayyip Erdoğan** başkanlığında dün gerçekleştirilen Savunma Sanayii İcra Komitesi’nden çıkan kararla ilgili olarak, "Türkiye’nin gerektiğinde şimdi olduğu gibi NATO’dan olası balistik füze saldırılarını caydıracak uzun menzilli füzeleri aldığı, dolayısıyla bu pahalı füzeleri satın almasına gerek olmadığı şeklindeki argümanlar hâlâ yanıt bulmuş değil. Diğer yandan, madem İran’dan gelebilecek tehdit algılaması gerekçe gösterilerek altı yıl önce füze alımı için ihaleye çıkıldı, neden halen sonuçlandırılmadı gibi sorular da cevaplandırılmaya muhtaç" ifadelerini kullandı.
Lale Kemal’in "Türkiye’nin füze macerası" başlıklı yazısı şöyle:
"Başbakan Erdoğan’ın nihai karar verici olduğu ve silah alımlarının tartışıldığı Savunma Sanayii İcra Komitesi, dün, "İran’ın nükleer silah tehdidine karşı acil ihtiyaç var," deyip altı yıl önce ihaleye çıkılan uzun menzilli füze ve hava savunma sistemiyle ilgili alacağı kararı görüşmek üzere toplandı. Projede, Amerikan Lockheed Martin ve Raytheon Patriot sistemleri, Rusya’nın Rosoboronexport firması S-300’ler, Çin FD-2000 ile Fransız-İtalyan ortaklığındaki Eurosam firmaları.. yani dünya devleri yarışıyor.
İşin içine devler girince bu dört milyar dolarlık yerden havaya fırlatılan uzun menzilli 12 adet ateşleme ünitesinin satın alınması süreci de acil denirken sürüncemeye girmiş bulunuyor.
Türkiye, resmen açıklamasa da İran’ın nükleer enerji kapasitesini geliştirme adı altında nükleer füze geliştirebileceği ihtimaline karşı Mart 2007 yılında uzun menzilli füzeleri ulusal yollardan edinmek için ihaleye çıktı. Savunma sanayinde yüzde 80’lerdeki yabancı teknolojilere bağımlılığı azaltmak için kolları sıvayan AK Parti hükümeti, firmaların yerli sanayi iş payı katkılarını artırmaları ve fiyatı düşürmelerini sağlamak için füze ihalesini sonuçlandırmayı sürekli erteledi.
Türkiye’nin o dönem ilişkilerini geliştirdiği ve hatta dünya ile yaşadığı nükleer anlaşmazlığını gidermek için arabuluculuk bile yapan hükümetin, Tahran’ı ürkütmemek istemesinin de projenin ertelenmesinde rol oynadığı tahmin ediliyor.
## **Politik yönü ağır basan proje**
Uzun menzilli füze ihalesine Rusya ve Çin gibi NATO dışı ülkelerin de katılıyor olması ister istemez projeyi politik kılmış ve Ankara uzunca bir süre başta ABD- NATO’nun, ittifak dışı sistemlere itibar etmemesi gerektiği yolundaki telkinlerine maruz kalmıştı. ABD Mart 2008’de Ankara’daki elçiliği aracılığıyla yaptığı açıklamada, Türkiye’nin füze alımında NATO ile koordineli çalışması gerektiğini ısrarla dile getirmişti.
Rusya ise S-300’lerini ihaleye katılmadan Türkiye’ye doğrudan satmak için bastırdı. Çin, teklifini cazip kılmak için ihalede üç milyar doların altı ile en düşük teklifi veren ülke oldu.
## **NATO Patriotları rehavet getirdi**
Ocak 2013 tarihli icra komitesi toplantısında, Türkiye’nin ilk başta acil deyip bugünlere kadar sürüncemede bıraktığı uzun menzilli füze projesinde kazanan firmanın açıklanması beklenirken yine erteleme geldi ve tatmin edici bir gerekçe açıklanmadı. Ancak, Başbakan Erdoğan’ın, bu füzelerin, bir yandan satın alınırken diğer yandan Türkiye’de kazanacak firma ile ortaklaşa üretilmesi çalışmasının yapılmasını istediği basına yansıdı.
Başbakan Erdoğan’ın, NATO Patriotlarının Suriye’den gelebilecek olası bir balistik füze saldırısına karşı Türkiye topraklarında konuşlandırılması kararının icra komitesi toplantısından önce Kasım 2012’de verilmiş olmasıyla rahatladığı, dolayısıyla projeyi sonuçlandırmayı aceleye getirmek istemediği yorumları yapıldı.
## **Nihai amaç Patriotların hibe edilmesi mi?**
Başbakan Erdoğan’ın aklında, ekim ayında bir yıllığına Türkiye’de kalma sürelerinin uzatılmasını isteyeceği NATO Patriotlarının nihayetinde Türkiye’ye hibe edilmesi fikrinin yattığı da Ankara kulislerinde konuşuluyor. Ama bu fikir, Türkiye’nin ihale yoluyla uzun menzilli füze alımından vazgeçeceği anlamına gelmiyor.
## **Bu füzelere ihtiyaç var mı?**
Türkiye’nin gerektiğinde şimdi olduğu gibi NATO’dan olası balistik füze saldırılarını caydıracak uzun menzilli füzeleri aldığı, dolayısıyla bu pahalı füzeleri satın almasına gerek olmadığı şeklindeki argümanlar hâlâ yanıt bulmuş değil. Diğer yandan, madem İran’dan gelebilecek tehdit algılaması gerekçe gösterilerek altı yıl önce füze alımı için ihaleye çıkıldı, neden halen sonuçlandırılmadı gibi sorular da cevaplandırılmaya muhtaç.
Türkiye’nin yukarıdaki sorulara şeffaf biçimde yanıt verecek bir mekanizması olsa belki de bu pahalı füzelerin ulusal yollarla edinilmesi gerektiği ortaya çıkacak.
## Okuyucu Yorumları |
243478 | haber | Gazeteci Erhan Merttürk: Denizli'deki o evde ben de vardım | null | # Gazeteci Erhan Merttürk: Denizli'deki o evde ben de vardım
## Başbakan Erdoğan'ın Denizli'deki öğrenci evleri üzerinden başlattığı tartışmanın ardından gazeteci Erhan Merttürk bu kentte bir öğrenci olarak yaşamanın zorluğunu anlattı
Gazeteci **Erhan Merttürk**, Denizli'deki örnek üzerinden başlayan öğrenci evlerine denetim tartışmasına, Denizli'deki öğrencilik yıllarını anlatarak dahil oldu. Şehrin muhafazakar yapısının öğrencilerin hayatını nasıl zorlaştırdığını anlatan Merttürk, kadın istismarının muhafazakar toplumun içinde nasıl gizlenebildiğini gösteren bir de anısını paylaştı.
CNN Türk Televizyonu'nun Berlin Temsilcisi Erhan Merttürk'ün "Denizli'deki o evde ben de vardım" başlığıyla yayımlanan yazısının ilgili bölümü şöyle:
"Taşınırken meraklı gözler bizi seyrediyordu. Evde kalan dört erkektik ama kızlı erkekli bir gruptuk. Terasta ders çalışır, sohbet eder, yemek yer, kağıt oynardık. Karşı apartmandakilerin en büyük eğlencesiydik. O dönem henüz dizi furyası patlak vermemişti. Apartmandakiler çekirdeklerini alır, tiyatro izler gibi bizi seyrederlerdi. Uzaydan gelmiş gibiydik onlar için… En büyük destekçimiz apartman yöneticisi emekli bir öğretmendi. Ama apartmanın geri kalanı bizi hiçbir zaman benimseyemedi.
Sanki ülkenin geleceğini emanet edecekleri doktor, mühendis, avukatlar biz değildik.
Apartmanda ne olsa bizden bilinirdi. "Bu gençler" diye başlayan cümleler kuruluyordu apartman toplantılarında…
Alt katlarda oturan aşırı muhafazakar bir amca bir gün kapımızı çaldı. Öfkeliydi, köpüre köpüre konuştu, sesini yükseltti: "Çocuk yaştaki kızlar sizin kata çıkıyor. Ayıp be ayıp" dedi. O kızların bizim karşımızda "boş" olduğu söylenen daireye geldiği söyledik. İnandıramadık… Zira o daire de eczacı bir hacı amcaya aitti. O yapamazdı ama biz herşeyi yapabilecek potansiyele sahiptik. "Tövbe tövbe iftira atmayın başkasına" dedi. Bizi "yalancılıkla iftira atmakla" suçladı ve gitti…
Yıl 1998…
Mezun olduk Denizli'den ayrıldık. Bir yıl sonra aynı caddeye gittiğimizde öğrendik ki, o karşı daireye getirilen kızlardan biri intihar etmiş, 8. kattan aşağıya atlamış. Geriye de ondan sadece "artık satılmak istemiyorum" yazan buruşuk bir kağıt kalmış…
Yıl 2013…
Demek Denizli'de komşuların öğrenciye bakışında pek birşey değişmemiş…"
## Okuyucu Yorumları |
247790 | haber | Genelkurmay Başkanı Necdet Özel, Roboski'ye onayı evinden vermiş! | null | # Genelkurmay Başkanı Necdet Özel, Roboski'ye onayı evinden vermiş!
## Savcılık: Genelkurmay Başkanı haritaları inceleyerek operasyonunun onayını konutundan verdi
Şırnak’ın Uludere ilçesine bağlı Roboski köyünde Türk jetlerinin bombalamasıyla 34 sivilin hayatını kaybettiği operasyon hakkında Genelkurmay Başkanı **Necdet Özel** ’e bilgi verildiği, haritaları konutunda inceleyen Özel’in operasyona evinden onay verdiği öğrenildi.
Genelkurmay Askeri Savcılığı Roboski’de 34 kişinin hayatını kaybettiği hava saldırısıyla ilgili başlattığı soruşturmayı tamamladı.
Soruşturmada şüpheli askerler **İlhan Bölük**, **Yıldırım Güvenç**, **Aygün Eker**, **Halil Erkek** ve ** Ali Rıza Kuğu** hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verdi.
Karar metninde saldırının gerçekleştirildiği 28 Aralık 2011 tarihinde bombalama için yapılan hazırlıklara da yer verilirken, Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in operasyona evinden onay verdiği ortaya çıktı.
Karar metninde, "Genelkurmay II’inci Başkanı’nca konunun, onayını almak maksadıyla, Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısı nedeniyle karargahta bulunmayan Genelkurmay Başkanı’na telefonla iletildiği, Genelkurmay Başkanı’nın tespitle ilgili bilgilerin işlendiği haritanın konutundaki çalışma ofisine gönderilmesini istediği, haritanın çalışma ofisine gönderildiği, Genelkurmay Başkanı’nca hava harekatının yapılmasına onay verildiği, bu işlemlerin saat 20.00 civarında neticelendiği" ifadeleri yer aldı.
## Erdoğan ile Özel birbirini akladı
**Hülya Karabağlı / Ankara**
Öte yandan, CHP, Genelkurmay Askeri Savcılığı’nın verdiği takipsizlik kararını, "Devletin, adaletin, vicdanın çöktüğü bir gün yaşıyoruz" sözleriyle değerlendirdi.
Roboski katliamını başından sonuna kadar takip eden Ankara Milletvekili **Levent Gök** ’le bir basın toplantısı düzenleyen Genel Başkan Yardımcısı **Sezgin Tanrıkulu**, Başbakan **Tayyip Erdoğan** ile Genelkurmay Başkanlığı’nın bu olaydaki sorumluluklarına dikkat çekti ve " Bu kararla; Başbakan ve Genelkurmay birbirini aklamıştır" dedi.
"Eğer bu işte başbakan birinci derecede sorumlu olmasa bu işler ortaya çıkardı" diyen Tanrıkulu, " Bir insan hakları savunucusu ceza avukatı olarak iddia ediyorum, Başbakan insanlığa karşı suç işlemiş olarak bir gün yargılanacaktır. Hiçbir yere kaçamayacaktır" dedi.
AİHM’in 1994 yılında Şırnak’ta hava bombardımanında 38 yurttaşın ölümüyle ilgi Türkiye hakkında verdiği kararda, ‘ Savaş hukuku bile ihlal edilmiştir’ dediğine dikkat çeken Tanrıkulu, " AİHM 1994'teki olayda savaş hukuku bile ihlal edildi diyorsa sayın Başbakan hiçbir yere kaçamayacaktır. Mutlaka hesabını verecektir. Bunun hesabını mutlaka yargı önünde verecektir" dedi.
Tanrıkulu ve Gök, kararın kendileri açısından sürpriz olmadığını, gelişmelerin böle bir sonuca götüreceğini neredeyse bir yıl yıl öncesinden söylediklerini vurguladı.
## Gök: çocuklanınız bedavaya öldü denmiştir
TBMM İnsan Hakları Uludere Alt Komisyonu’nda görev yapan Ankara Milletvekili Levent Gök, askeri mahkemenin verdiği takipsizlik kararına, " Devlet, çocuklarınızın ölümü bedavadır. Sudan ucuzdur" demiştir" diye yorumladı. " 34 gencecik bedenin ölümünün bedavaya getirildiğinin üzüntüsünü yaşıyoruz" diyen Gök şunları söyledi:
Hukukun bittiği, insanlığın, vicdanın bittiği bir an yaşıyoruz. Bir başkası yapınca bedel ödeniyor ama iktidar ve genelkurmay işin içinde olunca öyle olmuyor. Aileler belki AİHM’e gidecek ve gereğini yapacak. Ancak, bu kararla aileler bir kez daha çok acı bir şekilde yüreklerinde hissetmiştir. Devlet onlardan el çekmiştir sizin çocuklarınızın ölümü bedavadır demiştir. Uludere’de yaşanan bu katliamın Genelkurmay askeri savcılığı kararıyla kapatılacağını zannetmesinler. Bugün Uludere yeniden başlıyor. Halk konuşacak. İktidar susacak. Sivil toplum konuşacak, Genelkurmay susacak.
## 15 gün içinde itiraz edilmeli
CHP Genel başkan yardımcısı Tanrıkulu, gazetecilerin iç hukuk yollarının tamamen kapanıp kahanmadığı sorusuna, "Takipsizlik kararına karşı 15 gün içerisinde itiraz edilmeli. Bu itirazı, Hava Kuvvetleri Askeri Mahkemesi inceleyecek" yanıtı verdi. Tanrıkulu, bu sürecin ardından Anayasa Mahkemesi'ne başvurulabileceğini söyledi.
## BDP’li Beştaş: Kararı aldık
BDP'li **Meral Danış Beştaş**, Uludere soruşturmasında askeri savcılığın takipsizlik kararı verdiğini söyleyerek, "Kararı aldık, karar doğrudur" dedi.
## ‘Anayasa Mahkemesi'ne başvuracağız’
Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı takipsizlik kararı verdiği Uludere soruşturması ile ilgili avukatlar Genelkurmay Askeri Mahkemesi'ne itirazda bulunacak. Uludereli ailelerin avukatı olan Diyarbakır Baro Başkanı **Tahir Elçi**, bu olaydan sorumlu olan Genelkurmay'ın bünyesınde yer alan bir savcılıktan objektif bir karar beklemediklerini ifade ederek, "Bu karar bizim için sürpriz olmadı. Zaten askeri savcılıktan başka bir karar beklenemezdi. Bu karara askeri mahkeme nezdinde itirazda bulunacağız. Bir sonuç alınmaması durumunda Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yapacağız" diye konuştu.
## Dosyanın geçmişi
Hava operasyonunda 34 sivil yaşamını yitirmesi ile ilgili Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı başlattığı soruşmada, Terörle Mücadele Kanunu'nun 10'uncu maddesiyle görevli savcılık, 'Taksirle ölüme sebebiyet vermekten' dolayı görevsizlik kararı vererek, 11 Haziran 2013'te dosyayı Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı'na gönderdi. Uludere olayıyla ilgili yaklaşık 1.5 yıldır soruşturmayı yürüten Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturma kapsamında bugüne kadar MİT ve Genelkurmay Başkanlığı başta olmak üzere bir çok kurumdan olayla ilgili bir çok bilgi ve belge istedi. Soruşturma kapsamında İnsansız Hava Araçları'nı da inceleyen savcılık, son olarak TBMM 'de kurulan Uludere Komisyonu'nun raporunu da soruşturma dosyasına almıştı.
## Okuyucu Yorumları |
237187 | haber | 'Gezi' olaylarında hayatını kaybedenler için 24 saatlik oturma eylemi | null | # 'Gezi' olaylarında hayatını kaybedenler için 24 saatlik oturma eylemi
## 'Gezi' olaylarında hayatını kaybedenler için Galatasaray Meydanı'nda 24 saat sürecek bir oturma eylemi başlatıldı. Eyleme hayatını kaybedenlerin aileleri de katılıyor
Gezi Parkı protestoları sırasında hayatını kaybedenlerin yakınlarının da aralarında bulunduğu bir grup, Galatasaray Meydanı'nda 24 saat sürecek bir oturma eylemi başlattı.
Protestolar sırasında hayatını kaybedenlerin fotoğraflarının bulunduğu dövizler açan grup, TAYAD'lı aileler adına hazırlanmış basın açıklamasını okudu.
Doğan Haber Ajansı’ndan **Ezgi Çapa** ve **Uğur Can** ’ın haberine göre, basın açıklamasında "Taksim Gezi Direnişi ve Halk ayaklanmasında yaratılan bu zulüm karşısında evlatlarımızın katledilmesi karşısında biz analar, babalar, kardeşler, yakınlar aileler olarak adalet istiyoruz. Halk adalet istiyor. Mehmet Ayvalıtaş'ın, İrfan Tuna'nın, Ethem Sarısülük'ün, Abdullah Cömert'in, Ali İsmail Korkmaz'ın katilleri, komadaki Berkin Elvan'ı vuranlar cezalandırılmalıdır. Adalet istemimizi dile getirmek, toplumsal duyarlılık ve adalet arayışını somutlaştırmak adına Galatasaray Lisesi önünde bugün 24 saatlik oturma eylemine ailelerimizle birlikte başlıyoruz" ifadelerine yer verildi.
## ‘Katiller belli ancak ifadeleri bile alınmadı’
Gezi olayları sırasında 3 Haziran'da hayatını kaybeden Abdullah Cömert'in ağabeyi Zafer Cömert "Olayın üzerinden yaklaşık 2 buçuk aylık bir süre geçti. Bu süre zarfında soruşturma ne alemde diye soruyoruz, size cevap vereyim: 'Hiçbir şey yapılmıyor'. Kardeşimin soruşturma dosyası adli tıpta beklemede. Kardeşimin katilleri belli olmasına rağmen soruşturma dahilinde ifadeleri bile alınmamıştır. Biz dosyanın gerekli mercilere iletilmesini ve faillerin parmaklıklar arkasına gönderilmesini istiyoruz. Adalet bir gün size de lazım olacak" şeklinde konuştu.
## **‘Bu nasıl taraflı bir vicdan’**
Gezi olaylarında kardeşi Mehmet Ayvalıtaş'ı kaybeden Muharrem Ayvalıtaş da hükümetin olaylar karşısındaki tavrını eleştirerek "Bir tarafta olup olmadığı bile belli olmayan Tophane'deki türbanlı saldırıyı gündeme getirip, bir tarafta olduğu polis terörüne kurban gittiği herkes tarafından bilinen kardeşlerimizi görmezden geliyorlar. Bu nasıl taraflı bir vicdan, adalet duygusu anlamış değilim" dedi.
## **‘Ey halk dünü unutma’**
Basın açıklamasının ardından Galatasaray Meydanında 24 saatlik oturma eylemine başlayan grup marşlar söyledi. İstiklal Caddesi 'nden geçenlerin yoğun ilgi gösterdiği eylem sırasında konuşan Zafer Cömert kalabalığa şöyle seslendi: " Ey halk dünü unutma! Onları unutursan yarın sen de katledilirsin. Faşizm kimseyi tanımaz, ne dindar der, ne sağcı, ne solcu, önüne geleni katleder"
Eylemin yarın saat 16:00'ya kadar sürmesi bekleniyor.
## Okuyucu Yorumları |
231335 | haber | Gezi Parkı direnişçileriyle yapılan anketten çıkan sonuçlar... | null | # Gezi Parkı direnişçileriyle yapılan anketten çıkan sonuçlar...
## Direnişçilerin portresi: Gencim, özgürlükçüyüm, Başbakan'a kızgınım
İstanbul Bilgi Üniversitesi'nin, 20 saatte 3 bin eylemciye sorduğu sorulardan şu sonuçlar çıktı: Direnişçilerin yüzde 70'i Başbakan'ın iddia ettiği gibi kendisini herhangi bir siyasi partiye yakın hissetmiyor. Yapılan anketten çıkan bir diğer sonuç da Gezi Parkı eylemlerine neden olan asıl konu Başbakan Erdoğan'ın otoriter tavrı... Direnişçiler kendilerini daha çok "Özgürlükçü" olarak tanımlıyor. Anketten çıkan sonuçlardan bir diğeri de direnişçilerin proetestoların sonunda beklediği en önemli şey "Özgürlüklere saygı"
Geçtiğimiz cuma gününden beri devam eden ve pek çok kişi tarafından Cumhuriyet tarihinin en önemli dönüm noktalarından biri olarak nitelendirilen halk ayaklanmasıyla ilgili gerçekleştirilen ilk araştırmanın özet sonuçları açıklandı. **Habervesaire.com'un **haberine göre, İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim elemanları Esra Ercan Bilgiç ve Zehra Kafkaslı tarafından hazırlanan ve online ortamda toplam 20 saatte üç bin direnişçi tarafından yanıtlanan anketin sonuçları, ayaklanan kitlenin kimliği ve talepleri konusunda net ipuçları veriyor.
## Gençler ve partili değiller
Yayınlanan ilk sonuçlara göre, sokağa çıkan insanlar Başbakan Tayyip Erdoğan'ın dediği gibi belirli bir siyasi parti mensubu veya yandaşı değil.
Direnişçilerin yüzde 39.6’sı 19-25; yüzde 24’ü 26-30 yaşları arasında ve yüzde 75.8’i eylemlere sokağa çıkarak katıldı. Yüzde 53.7’si daha önce hiç bir kitlesel eyleme katılmayan direnişçilerin yüzde 70’i kendini hiç bir siyasi partiye yakın hissetmiyor. Yüzde 14.7’si bu konuda kararsızken yalnızca yüzde 15.3’ü ise kendini bir siyasi partiye yakın buluyor.
## Sokağa çıkma nedeni Başbakan'ın otoriter tavrı
Hangi gerekçelerin protestolara destek vermelerinde ne derecede etkili olduğu katılımcılara soruldu. Katılımcılardan her bir gerekçe için "kesinlikle katılıyorum", "katılıyorum", "kararsızım" ve "katılmıyorum" seçeneklerinden birini işaretlemeleri istendi.
Buna göre, protestolara destek vermelerinde Başbakan'ın otoriter tavrının etkili olduğuna kesinlikle katılanlar yüzde 92.4'le birinci sırada.
Polisin protestoculara uyguladığı orantısız gücün etkili olduğuna kesinlikle katılanlar yüzde 91.3,
Demokratik hakların ihlal edilmesinin etkili olduğuna kesinlikle katılanlar yüzde 91.1,
Medyanın suskunluğunun etkili olduğuna kesinlikle katılanlar yüzde 84.2 Ağaçların kesilmesinin etkili olduğuna kesinlikle katılanlar yüzde 56.2.
Bağlı bulunduğu siyasi hareketin yönlendirmesiyle eylemlere katıldığını söyleyenlerin oranı ise yalnızca yüzde 7.7 düzeyinde.
## Kendilerini 'özgürlükçü' olarak tanımlıyorlar
Ankette, hangi nitelendirmelerin kendilerini tanımlarken ne derecede geçerli olduğu katılımcılara soruldu. Katılımcılardan her bir nitelendirme için "kesinlikle katılıyorum", "katılıyorum", "kararsızım" ve "katılmıyorum" seçeneklerinden birini işaretlemeleri istendi.
Buna göre protestolara katılanlar en çok "Özgürlükçü" nitelemesinin kendilerini tanımlarken geçerli olduğunu düşünüyor.
- "Özgürlükçüyüm" seçeneğine kesinlikle katılıyorum diyenler yüzde 81.2.
- Bunu yüzde 64.5 oranındaki kesinlikle katılıyorum cevabıyla "Laikim" seçeneği takip ediyor.
- "Apolitiğim" seçeneğine katılmıyorum diyenlerin oranı yüzde 54.5.
- Protestolara destek verenler arasında, kendilerini tanımlarken "Ak Parti seçmeniyim" nitelemesine katılmıyorum diyenler yüzde 92.1 oranında.
- "Muhafazakarım" seçeneğine katılmıyorum diyenlerin oranı ise yüzde 75.0.
## Özgürlüklere saygı istiyorlar
Protestoların sonucunda ne olmasını istedikleri katılımcılara soruldu. Katılımcılardan her bir öneri için "kesinlikle katılıyorum", "katılıyorum", "kararsızım" ve "katılmıyorum" seçeneklerinden birini işaretlemeleri istendi. Direnişçilerin "kesinlikle katıldığı" cevapların oranı şöyle:
- "Polis şiddeti dursun" yüzde 96.7,
- "Bundan sonra özgürlüklere saygı gösterilsin" yüzde 96.1,
- "Yeni bir siyasi parti kurulsun" yüzde 37.
- Sonuçlara göre "Askeri müdahale" olmasını isteyenlerin oranı ise çok düşük. Bu fikre kesinlikle katılanlar yüzde 6.6, katılanlar ise yüzde 2.3. Darbeye karşı olanlar ise yüzde 79.5'la ezici çoğunluğu oluşturuyor.
## Okuyucu Yorumları |
231899 | haber | Geziciler ile ilgili en kapsamlı anket | null | # Geziciler ile ilgili en kapsamlı anket
## En sevdikleri kişi Atatürk, en önemli sorunları özgürlüğün olmaması, hayatlarının anlamı aileleri, çoğunluğu maaşlı çalışan, önümüzdeki seçimlerde CHP'ye oy verecekler
Gezi Parkı eylemleri üzerine GENAR araştırma şirketi bir anket yayınladı. 498 kişiyle görşülerek yapılan araştırma, Gezi Parkı çevresindeki bireylerin profilini ve bu konu ile ilgili düşüncelerinin ne olduğunu gözler önüne serdi. Ankete göre, gösterciler, ailelerinden sonra en çok Atatürk'ü seviyor. Türkiye'nin en önemli sorunu ise özgürlüğün olmaması...
Araştırma çerçevesinde 498 kişi ile görüşen GENAR, bu kişilere, "Türkiye'nin en önemli sorunu nedir? Aileniz dışında en çok sevdiğiniz kişi kimdir? Eyleme katılma nedenleriniz nelerdir? Gezi Parkı olaylarının asıl sebebi nedir? İdeolojik görüşünüz nedir? Geçmişte kimlere oy verdiniz?" gibi sorular sordu.
##
En sevdikleri kişi Atatürk
Türkiyenin en önemli sorununu ülkede özgürlüğün olmaması olarak belirten eylemcilerin büyük çoğunluğu, "Aileniz dışında dünyada en çok sevdiğiniz kişi kimdir?" sorusuna yüzde 54,8'lik kesim Atatürk olarak yanıt verirken, yüzde 9,0'luk bir kısımda bu soruya Abdullah Öcalan yanıtını verdi. Bu soruya cevap verenlerin bir kısmı de BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder'in adını verdi.
## Gezi Parkı olaylarının sebebi Tayyip Erdoğan
Eyleme katılma nedenlerini ise yüzde 46,6'lık kesim eyleme ve direnişe destek olarak belirtti. Gezi 'Parkı olaylarının asıl sebebi nedir?' sorusuna ankete katılan eylemcilerin yüzde 58'i Tayyip Erdoğan yanıtını verdi.
Eylemciler ideolojik görüşlerini ise yüzde 33'lük kesim Atatürkçü, yüzde 19'u Özgürlükçü, yüzde 13'ü de Sosyalist olarak açıkladı.
## Yüzde 74'ü CHP'ye oy vermiş
'Geçmişte kimlere oy verdiniz?' sorusuna ise eylemcilerin yüzde 74'ü CHP,yüzde 16'sı BDP, yüzde 2,1'i TKP, yüzde 2,1'i de İşçi Partisi olarak yanıtladı.
## Okuyucu Yorumları |
231367 | haber | Gözaltı sayısı 29 oldu; işte gözaltına neden olan tweetler | null | # Gözaltı sayısı 29 oldu; işte gözaltına neden olan tweetler
## Twitter'da ve Facebook'ta 'Halkı isyana teşvik'ten gözaltına alınanların sayısı artıyor. Gözaltına alınmalarına neden olan tweetler dikkat çekiciydi
İzmir'de, İstanbul Taksim Gezi Parkı eylemlerine destek vermek amacıyla düzenlenen gösterilerle ilgili sosyal medya üzerinden halkı isyana teşvik ettikleri ve propaganda yaptıkları gerekçesiyle polis tarafından gözaltına alınanların sayısı 29'e yükseldi. Yaşları 20 ile 25 arasında değişen 29 kişinin aileleri de Yeşilyurt'taki emniyet binası önüne gelip duruma tepki gösterdi, gözaltıların haksız yere yapıldığını savundu. Bu arada 10 kişinin daha arandığı bildirildi.
## 10 kişi daha aranıyor
İzmir Emniyeti Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü'ne bağlı ekipler, İstanbul Taksim Gezi Parkı eylemlerine destek vermek amacıyla İzmir'de düzenlenen gösterilerle ilgili sosyal medya üzerinden paylaşım yapan bazı kişilerin evlerine dün (Salı) akşam satlerinde baskın düzenledi. Polis, "Halkı galeyana getirici, provakatif paylaşımlarla, olayların büyümesine sebep olma, kamu düzenini bozma, halkı kışkırtma, yalan haberlerle halkı suça tahrik etme" gerekçesiyle yaşları 20 ile 25 arasında değişen 29 kişiyi gözaltına aldı. Gençler ifadelerinin alınması için, Yeşilyurt Semti'ndeki Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü'ne götürüldü. Söz konusu suça karıştıkları ifade edilen 10 kişinin daha arandığı bildirildi.
##
Aileler duruma tepki gösterdi
Gözaltıların ardından aileler de çocuklarının götürüldüğü emniyet binasının önünde toplandı. Çocuklarının haksız yere gözaltına alındığını savunan ailelerden bazıları, hiç bir sosyal paylaşım sitesinde hesabının olmadığını belirtti. Gözaltına alınan İ.Ç.'nin babası Zafer Ç., "Dün akşam saatlerinde evimize 4-5 polis gelmiş. Ben Kuşadası'nda yaşıyorum, kızım da akrabalarımızın yanında İzmir'de kalıyor. Polisler, kızımın Twitter'de paylaştıklarıyla ilgili emniyete götürüleceğini söylemiş. Bu nasıl iş anlamıyorum. Zaten bu paylaşımları herkes yapmıştı. O zaman herkes suçlu herkesi gözaltına alsınlar" dedi. Kızı E.Ö. gözaltına alınan Dilek Ö., kızının eylemlere dahi katılmadığını, kendilerine eziyet edildiğini savundu.
##
Sağlık kontrolü için hastaneye götürüldüler
Bazı aileler, çocuklarının sosyal paylaşım sitelerinde hesaplarının bile olmadığını iddia etti. Öte yandan aileler, "Suç' olarak kabul edilen mesajların Türkiye'de bir çok kişi tarafından paylaşıldığını, bu doğrultuda paylaşan herkesin gözaltına alınması gerektiğini savundu. Bu arada, gözaltında tutulan kişilerden bazıları sağlık kontrolü için hastaneye götürüldü.
##
Engin: Serbest bırakılacaklar
CHP İzmir İl Başkanı Ali Engin dün olduğu gibi bugün de ailelerin yanına gelip destek verdi. Engin, "Dün akşam da buradaydık, aileler tedirgin. Niye sadece bu kişiler için savcılık kararı verildi, bu tutarsız bir durum. Gözaltındakiler, ifadeleri alındıktan sonra adliyeye sevk edilmeden serbest bırakılacak. Aileler bu muameleyi hak etmiyor. Eğer bir suç işlendiyse bu suçu hepimiz işledik. Bu haksızlık ve hukuksuzluk. Bu durumu, İzmir Emniyeti'nin basiretsizliğini, becereksizliğini örtmesi olarak görüyorum. İzmir halkından özür dilenmesini bekliyoruz. Arkadaşlarımızın biran önce evlelerine dönmesini istiyoruz" diye konuştu.
**İşte o tweetler:**
Eylemlere destek vermek amacıyla paylaşılan mesajlardan yola çıkılarak gözaltına alınanların kişisel sayfalarından gönderdikleri mesajlardan bazıları şöyle; "Direniş için kullanılabilecek Wi-Fi şifreleri", "19.30'da Gündoğdu Meydanı'nda buluşuyoruz", "Lozan Meydanı ve Kıbrıs Şehitleri Caddesi'nde polis var, gitmeyin", "Gündoğdu Meydanı'na biber gazı atıldı, buraya gelmeyin", "Tomalar gidiyor gaz sıkıyor, sopayla vuruyorlar".
Öte yandan, gözaltına alınanların, eylemlerde yaralananların ulaşması için gönüllü doktorların, gözaltına alınanlar için de gönüllü avukatların cep telefonu numalarını paylaştıkları öğrenildi.
**Radikal'den İsmail Saymaz'ın** haberine göre, İzmir’de Gezi Parkı’na yönelik Twitter’daki paylaşımları nedeniyle evinden operasyonla gözaltına alınan 38 kişiden Aynur Tıkıroğlu’nun "suç" sayılan twitlerinde, polislere, "Polisimiz hemen kendine yakışanı yapmalı, barışı sağlamalı" dediği görülüyor ve göstericilere "Taşkınlıkta bulunmayın" demesi dikkat çekiyor. Tıkıroğlu, gönüllü hukukçu ve doktorların isimlerini ve telefon numalarını da paylaşıyor.
İzmir’de, 31 Mayıs - 3 Haziran arasında twitter’da Gezi Parkı paylaşımları 38 kişi hakkında yakalama kararı çıkarıldı ve bu kişilerden 36’sı gözaltına alındı veya kendiliğinden teslim oldu. Evlere yapılan baskınlarda telefonlara ve bilgisayarlara el kondu. TCK’nın 214 ve 217. maddelerine göre "suç işlemeye tahrik" ve "kanunlara uymamaya tahrik" suçlarından haklarından işlem yapılan gençlerden biri, üniversiteli Aynur Tıkıroğlu oldu. Evine yapılan operasyonla gözaltına alınan 23 yaşındaki Aynur Tıkıroğlu’nun "twitlerine" el kondu.
* İzmir gözaltına alınacaklar 72 saat nezaretten sonra mahkemeye alınacak, baro numaralarını kaydet
* İzmir Gündoğdu Meydanı’nda toplanmaya devam ediyor. Lütfen Basmane’ye çekmeye çalışan sivillere inanmayın
* İzmir Alsancak wifi şifreleri
* Arkadaşlar polis bugün İzmir’de alınan göstericileri alıp dağıtacakmış, taşkınlıkta bulunmayın, saldırmayın
* İzmir doktor numaraları lütfen yayalım
* İzmir’deki işkence ve gözaltılar için ÇHD’den Avukat Özgür Dinçer Çalım ile irtibat kurabilirsiniz
* Ankara’daki seyyar doktor numaralarını aktarıyoruz
* Gündoğdu’ya yardım lazım, temizliğe yetişemiyoruz, eldiven ve çöp poşeti lazım
* Gezi Parkı olayındaki 17 yalan haber
* Yaşananlardan ders alan Kadir Topbaş ne yapacak acaba? Bir dahakine hardal gazı mı sıkacak?
* Basmane katlı otopark, acil yardım gerekli. İnsanları bayıltana kadar dövüyorlar.
* Halkınızı gazlayarak yaralayarak tahrik ederseniz, bundan herkes zarar görür. Polisimiz hemen kendine yakışanı yapmalı, barışı sağlamalı.
* Elektrik kesintisi olabilirmiş, telefonları şarj edelim, haberi duyuralım.
* Lanet olsun sizin gibi insanlara. Ambulansa gidenler bile rehin alınmış. Her yere dikkat edin, hiçbir yere saldırmayın, ne olur.
* Tahrik olmayın, yakıp yıkmayın. Sadece yürüyün güzel insanlar.
* Fuar’da plastik mermiye başladılar, dikkat.
* DEÜ rektörlüğünün önünde ambulans beklemekte.
* Yapmayın, yaptırmayın. 1- Her türlü ırkçı söylem, 2- Parti yandaşlığı, 3- Yanlış bilgilendirme, 4-Kışkırtma Provokasyon, 5- Küfürlü slogan
* Lütfen eylemlerdeki muhabir arkadaşlara hoşgörü...
* İzmir Alsancak’taki taksi nuramaları, paylaşın lütfen.
## Okuyucu Yorumları |
219173 | haber | Greenpeace: Levi's ürünlerinde zehirli kimyasallar var | null | # Greenpeace: Levi's ürünlerinde zehirli kimyasallar var
## Greenpeace, Zara'dan sonra dikkatleri Levi's ürünlerine ve Meksika nehirlerine atılan kimyasal atıklara çekiyor
-
A
+
Uluslararası çevre örgütü Greenpeace, hazır giyim markası Zara'dan sonra dikkatleri Levi's'a çekiyor. Greenpeace, yaptığı araştırmalardan yola çıkarak "incelenen 11 Levi's ürününün yedisinde zararlı kimyasallar olduğunu" ileri sürdü.
"Atık suların boşalttığı Meksika nehirlerinde zehirli ve hormon dengesini bozan kimyasallar bulunduğunu " da savunan Greenpeace'in konuya dair resmi sitesinde yayımlanan açıklama şöyle:
## Levi's'a modayı detokslaması için 501.000 neden sunalım
"Ürünlerimizi üretim şeklimizden tutun, şirketimizi yönetme biçimimize kadar her alanda kendimizi çevreyi korumaya adıyoruz. Tüketiciler bizden bunu bekliyor, çalışanlarımız bunu talep ediyor ve gezegenimizin buna ihtiyacı var."
Yukarıda okuduklarınız, ünlü Levi’s kot pantolonlarının üreticisi olan Levi Strauss and Co’nun başkanı ve CEO’su Chip Bergh’in kendi açıklamasından alıntıdır.
Bu açıklamanın ardında iyi niyet barındırdığına hiç şüphemiz yok, fakat gerçekte Levi’s gibi ünlü moda markaları zararlı kimyasalların kullanımı ve Meksika’daki nehirlere atık olarak salımından doğrudan sorumlu.
Greenpeace Uluslararası’nın yayınladığı "Toxic Threads: Under Wraps" isimli son raporda, Levi’s’ın tedarikçisi iki tesis (Lavamex ve Kaltex) tarafından kullanılan atık borularından aldığımız su örneklerinde tespit ettiklerimizi bulabilirsiniz.
## Sezonun moda rengi neyse, nehirler de o renk
Rapora göre, iki tesisin de doğaya zehirli kimyasal kustuğu ortaya çıktı. Tesislerden bir tanesinin, birçok ülkede kullanımı yasak olan, tekstil ürünlerinin üretiminde kullanılan nonil fenol kimyasalını atık olarak bıraktığı ortaya çıktı. Nonil fenol oldukça kalıcı ve gıda zincirine bile bulaştığı da düşünülecek olursa, oldukça zehirli bir kimyasal türü. Nonil fenol, hormon çalışmasını aksatıcı etkiye sahiptir. Balık dokusunda toplanabildiği gibi, yakın zamanda insan dokusunda da izine rastlanmıştır.
Atıkları incelemeye alınan tesislerden biri olan Lavamex, neredeyse yalnızca kot kumaşının boyanması ve yıkanmasından sorumlu. Ne kadar büyük kirlilik yarattığı yerel halk tarafından biliniyor. Atık borusu günün 24 saati, yılın her günü işliyor ve her gün mavi renkte atık su kusuyor. Lavamex bu atıkları arıtmak için bir arıtma tesisine sahip, fakat örneklerin de gösterdiği gibi, zehirli kimyasalların pek çoğu bu işlemden etkilenmiyor.
Çevreyi korumak adına böyle bir açıklamaya sahip olan Levi’s gibi büyük bir marka, nasıl olur da böyle bir zehir kirliliğine doğrudan sebep olabilir?
Maalesef bunu açıklamak gayet kolay. Meksika’da üretim endüstrisi ve hükümet, zehirli kimyasalların kullanımı ve atık olarak bırakılması konusunu gizli tutuyor. Endüstri, kullanılan ve salınan kimyasallar hakkında halkı bilgilendirmekle yükümlü değil. Endüstriyel atık konusu -konu hakkında araştırma yapan hükümetin kendisi bile olsa- genellikle gizli bilgi olarak ele alınıyor.
Konu hakkında bilgi almak isteyen herkes, oldukça zahmetli ve karmaşık bir süreçten geçerek resmi talepte bulunmak zorunda. Tüm bunlar olurken, atık boruları Meksika nehirlerine zehrini akıtmaya gece gündüz devam ediyor.
Meksika’daki yerel halk ve Lavamex veya Kaltex gibi üretim tesisleri arasındaki tüm anlaşmazlığa rağmen, kirlilik sorununa bir çözüm üretilmiş değil.
Bir vekilin Kaltex tesisi tarafından San Juan del Rio’ya bırakılan endüstriyel atıklara yönelik soruşturma talep etmesine karşın, talebinde tarif edilen kirliliğin büyüklüğü göz ardı edilerek hiç bir sonuç alınamadı. Vekilin vardığı sonuca göre; "çevre üzerinde büyük tehdit yaratmalarına rağmen, bu şirketler dokunulmaz hale geldiler."
## Meksika’da Acil Durum
Meksika dünyanın en büyük kot üreticilerinden biri ve tekstil ve giyim endüstrisi ülkenin en büyük dördüncü endüstrisi konumunda. İhracatı yıllar boyunca Çin’in gölgesinde kalmış olsa da, özellikle ABD’ye komşu olmasından dolayı 2010 yılından beri pazar payı hızla büyüdü.
Bu büyümenin bir diğer sebebi de, hazır giyime yönelik küresel talep. Hazır giyim endüstrisinde markalar değişen trendlere anında cevap vererek yılda sekiz ya da daha fazla koleksiyon üretiyor, bu da daha fazla kıyafet ve daha fazla zararlı kimyasal anlamına geliyor.
Levi’s’a ait kot pantolon ve tişörtlerden örnek aldığımızda, incelenen 11 parça üründen 7’sinde zararlı kimyasalların izine rastladık.
Bu kimyasallar doğada bölünerek Meksika’daki borulardan topladığımız örneklerde bulunanlarla aynı derecede zehirli ve hormon çalışmasını aksatıcı kimyasallar oluşturuyor. Bu kimyasallar kıyafetlerin üretimi sırasında ortaya çıkabileceği gibi, tüketicilerin bu kıyafetleri yıkaması sırasında da ortaya çıkabiliyor.
## Markaların artık harekete geçmesi gerekiyor
Levi’s gibi kendini bizi daha şık yapmaya adamış olduğunu iddia eden bir markanın, kıyafetlerinin üretimi sırasında böylesine çirkin bir yolda ilerlemesi üzücü bir iki yüzlülük örneği. Zehirli moda trendini önümüze süren yalnızca Levi’s değil; Meksika’da aynı bölgede tedarikçi bulunduran diğer markalar; Guess, Tommy Hilfiger, Express, Calvin Klein, Paris Blues ve American Eagle Outfitters.
Bu markaların pek çoğu, çevreye olan saygılarına dair benzer açıklamalara sahip. Şimdi sözlerini gerçekleştirmek için bir fırsatları var. Levi’s gibi küresel markalar, Meksika’daki endüstri içerisinde olumlu bir rol almak için yeterli güce ve nüfusa sahip.
Dünyanın her yerinde gittikçe artan sayıda tüketici, eylemci ve moda takipçisi, satın aldığımız kıyafetlerin ardında zararlı kimyasallar değil, gurur duyabileceğimiz bir hikayenin olması gerektiğini düşünüyor.
Markalar, tedarikçilerinden atık olarak salınan kimyasalların halka ifşasını talep ederek ve tedarik zincirlerlerini zehirden arındırarak bu kirli sırra son verebilir.
Levi’s’tan talebimiz, yapmış olduğu açıklamanın arkasında durması ve zehirli atık sorunu karşısında harekete geçerek modayı zehirden arındırma sürecinde aktif rol alması.
## Şimdi sıra Levi’s’ta!
Sizin gibi insanlar sayesinde, dünyanın en büyük kıyafet satıcısı olan Zara’yı, tedarikçileriyle iş birliği haline geçerek zararlı kimyasallara olan bağımlılığını sonlandırmaya yönelik bir adım atmaya ikna ettik.
Dünyanın en büyük kot pantolon üreticisi olan Levi’s, zehirli alışkanlıklarını sonlandırma sözü vermeli ve kirlilik verisini halkla paylaşma adına tedarikçileriyle iş birliği yapmak için bir plan hazırlamalı.
Levi’s gidişatı değiştirebilir. Sesimizi duyuracak kadar çoğalırsak, Levi’s değişimin parçası olacaktır.
## Harekete Geç!
**Pierre Terras**, Greenpeace Meksika
Toksik Kampanyası Koordinatörü
## Okuyucu Yorumları |
223213 | haber | G.Saray'ın, Beşiktaş ve Cluj maçına 'şike' incelemesi | null | # G.Saray'ın, Beşiktaş ve Cluj maçına 'şike' incelemesi
## Europol'ün yaptığı şike soruşturmasında elde edilen bilgilere göre, çete, yılda kazandığı 8 milyon Euro'nun 1 milyonunu Türkiye'den elde ediyor
Singapur merkezli bahis çetesinin başındaki isim **Wilson Raj Perumal ** adlı kişi olduğu iddia edildi. Şike bahsinde Türkiye'nin de adı geçerken, "reis" lakaplı bir kişinin şu an cezaevinde bulunduğu da belirtildi. Soruşturmada aynı zamanda Galatasaray'ın 2006 yılındaki Beşiktaş ve Romanya'nın Clıj takımıyla yaptığı maçlar da mercek altına alındı.
Europol (Avrupa Birliği Polisi) Perumal'ın çetesinin 13 bin e-mail'ini inceledi. Çete futbol üzerinden yılda yaklaşık 8 milyon Euro'luk haksız kazanç sağlıyor. Bu paranın yaklaşık 1 milyon Euro'su Türkiye üzerinden elde ediliyor. Liderleri Perumal, Türkiye pazarında kalabilmek için "reis" lakaplı bir Türk'e ödeme yapıyor. Bahis çetesi, futbolculardan özellikle stoper ve kalecilerle işbirliği yapmayı tercih ediyor. Çete şike yaptırmak için Türkiye'de bir yıl içinde 500 bin Euro dağıttı.
Fotomaç gazetesinde yer alana haberde, tüm dünyada şike ve bahis şebekesinin izini süren Europol (Avrupa Birliği Polisi), liderliğini Wilson Raj Perumal'ın yaptığı Singapur merkezli çetenin 13 bin e-mailini incelerken, skandalın Türkiye ayağı ile ilgili şok bilgiler de elde etti. Futbol üzerinden yılda yaklaşık 8 milyon Euro'luk haksız kazanç elde eden şebekenin bu paranın yaklaşık 1 milyon Euro'luk kısmını Türkiye'den kazandığı tahmin ediliyor.
## 'Türkiye'deki 'Reis' cezaevine'
Europol'ün elindeki bilgilere göre, 1.5 yıldır süren 'Veto' kod adlı soruşturmanın merkezinde yer alan Singapur kaynaklı çete Türkiye'deki kişilere şike yapması için sadece 1 yılda 500 bin Euro dağıtmış. Europol'ün elinde yer alan bilgilere göre Türkiye'deki şike organizasyonunu, cezaevinde bulunan çete lideri yönetiyor. Çete reisinin, futbolun içinde çok önemli bağlantıları var. Bu kişi bazen bir futbolcunun kulübünden alacağını tahsil ettiği için, "hatır" adına bahis şikesi yaptırıyor, bazen kulübün ödeme zorluğu çektiği anlarda bulduğu sıcak parayla, ileride o kulüpten zaman zaman küçük "iyilikler" istiyor. Bu iyilikler o takımın yenilmesinden çok, ilk korner bahsi, ilk gol bahsi şeklinde olan ve özellikle Asya ülkelerinde çok oynanan bahislerle ilgili oluyor.
## 'Almanya'da Türkler yönetiyor'
Almanya'daki şike skandalını ortaya çıkardıktan sonra Avrupa'nın ikinci büyük bahis şikesi olaylarının yaşandığı Türkiye'ye de gelerek Türk polisi ile ortak çalışan Bochum bölgesinde görevli başkomiser **Friedhelm Althans** 'a göre Almanya'daki şike şebekesini Türkler yönetiyor. 425 şüphelinin 151'i Almanya'da yaşıyor ve çoğunluğu Türk. Türkiye'de ise şebekenin elemanı olarak çalışan 66 isim var. Hırvat, Sırp, Arnavut pek çok isim de bu şebekenin elemanları. Türkler'in bazılarının İsviçre vatandaşlıkları da var. Türkler örgütün lideri konumunda. Almanya'daki bahis şikesini yöneten lider grup daha sonra Türkiye'ye de el attı ve zaten küçük çapta kazanılan parayı büyük bir pazar haline getirdi. Bu arada F.Bahçe'nin 2009'da Ulm ile oynadığı hazırlık maçında şike yapıldığının kesinleştiği iddia edildi.
## 'Perumal, 'Reis'e haraç ödüyor'
Türkiye'de bahis şikesinin 15-20 yıl gibi uzun süreli bir geçmişi olduğu özellikle alt liglerde kendisini "reis" olarak tanıtan kişinin, üst liglere çıkacak ve alt kümede kalacak takımları belirleyecek kadar Türk futbolunda etkili olduğu belirtiliyor. Perumal liderliğindeki Singapur kaynaklı çetenin ise Türkiye pazarında kalmak için "reis"e ödeme yaptığı Europol'ün kayıtlarında yer alıyor.
## 'Transferler bile karışıyor'
Bahis şikesinin Türkiye yapılanmasının başında bulunan "reis"in Türkiye'deki transferler dahil pek çok konu ile ilgilendiği, Türkiye'ye gelen hakemlere temin edilen hediyeleri(!) (Hediyelerin arasında kadın da var) "reis"in sağladığı da yine raporda yer alan bilgiler arasında. Europol Başkanı **Rob Weinwright** 'ın Türkiye'deki bahis şikesi çetesi için yaptığı, "Çok dal budak sarmış bir suçlu ağı var" sözleri ise ilgi çekici.
## 'Cluj-G.Saray maçına müfettiş'
Başkomiser Friedhelm Altans, Türkiye'deki maçlarda görevli kişilere 100 bin Euro verildiği ve bu paranın, "teşvik" adı altında takıma çete ile bağlantılı futbolcu, yönetici vb. kişi tarafından dağıtıldığını belirtiyor. Son dönemde Türkiye'den şüpheli bir maç olmadığını ama UEFA'nın Romanya'da yankı uyandıran Cluj-G.Saray maçını araştırmak için müfettiş görevlendirdiği, 2006'da oynanan ve bahislerden çıkarılan G.Saray-Beşiktaş maçı için de ciddi iddiaların olduğu bildirildi.
## 'FIFA ve UEFA önlem'
Europol'ün Türkiye'de 79 maçla ilgili 'somut kanıtlar' elde ettiği, kanıtlanamayan ama şüphelenilen karşılaşma sayısının ise binlerle ifade edilebileceği bildirildi. FIFA Başkanı **Sepp Blatter ** şike ve bahis sorunuyla ilgili olarak "Bu olay futbol ve hükümetler için çözülmesi gereken büyük bir sorun" açıklaması yaptı. UEFA ise "Soruşturma sonuçları UEFA'ya ulaştığında uzmanlardan oluşan disiplin komitesi tarafından incelenerek gerekli önlemler alınacaktır" şeklinde açıklama yaptı.
## 'Asya'dan Türkiye için bahis'
Bochum savcılığının başlattığı bahis şikesi soruşturmasının baş aktörü başkomiser Friedhelm Althans organize yapıyı şu şekilde anlatıyor: En alt tabakada oyuncular var. Ardından resmi görevliler. Bunların yanında maçlara bahis yapan bir grup var. Bunların üzerinde oyuncular ve görevlilere ulaşarak suça teşvik eden, lider grubunun emirlerini ileten ayrı bir grup var. Bunların üzerinde ise bir lider grubu bulunuyor. Bu lider grubu Avusturya, Türkiye, Hollanda ve İngiltere'de bahis oynatan kişiler üzerinden, Asya'da ise internet, cep telefonu ve skype ile yüksek oranda bahis oynanmasını sağlıyor. Çünkü legal bahiste kazanılması mümkün olmayan, suç teşkil edecek yüksek oranda bahis oynamak sadece Asya'da mümkün.
## 'Kaleci ve stoperleri seçiyorlar'
Friedhelm Althans şikenin nasıl yapıldığına ilişkin önemli detayları ise şöyle anlatıyor: "Önce bir oyuncu veya hakem bulunuyor; ki bizim soruşturmamızda da bu iki grup faaldi. Oyuncular içinden öncelikle kaleci veya stoper seçiliyor. Çünkü bunlarla oyunu manipüle etmek en kolayı. Lig ne kadar düşük düzeyde olursa para kaybetme riski o derece düşük oluyor."
## Okuyucu Yorumları |
240703 | haber | G.Saray'ın peşinde olduğu Mancini 9 milyon Euro istedi | null | # G.Saray'ın peşinde olduğu Mancini 9 milyon Euro istedi
## İtalya’nın Ancona şehrinde Bülent Tulun’la bir araya gelen Roberto Mancini’nin istediği yıllık ücret 9 milyon Euro’yu buldu
Dünyanın en iyi 6’ncı teknik direktörü olarak gösterilen **Fatih Terim** ’le yollarını ayıran Galatasaray, yönetici **Bülent Tulun** ’un görüştüğü İtalyan teknik adam **Roberto Mancini** ’nin istediği rakam dudak uçuklattı. Mancini, Galatasaray’dan 3,5 milyon’u peşin yıllık 7 milyon Euro ve yardımcılarına da 2 milyon Euro istedi. Galatasaray’ın 3 yıllık anlaşma planladığı Mancinin maliyeti ise 27 milyon Euro’yu buldu.
İtalya’nın Ancona şehrinde Bülent Tulun’la bir araya gelen Roberto Mancini’nin istediği yıllık ücret 9 milyon Euro’yu buldu. Fatih Terim ile yollarını ayırarak teknik direktör arayışına giren Galatasaray’ın gözde antrenör adayları deyim yerinde ise dünyaları istedi!
**Ali Naci Küçük** ’ün Hürriyet’teki haberine göre, Terim’in 24 Eylül Salı günü görevinden alınması ile birlikte dünyaca ünlü bir teknik adam arayışına giren Galatasaray’da ilk gözdeler Heynckes, Roberto Mancini ve Di Matteo idi…
Özellikle Galatasaray’ın 2 Ekim 2013’te Juventus ile oynayacağı Şampiyonlar Ligi maçı nedeniyle elini çabuk tutmak isteyen ve en geç pazartesi gününe kadar yeni teknik adamını açıklamak isteyen yönetimin Mancini’den aldığı rakam dudak uçuklattı.
Önceki gün Bülent Tulun’un İtalya’da Ancona yakınlarında bir araya geldiği Roberto Mancini, kendisi için yıllık 7 milyon Euro talep etti.
## Di Matteo’nun rakamı daha makul
Mancini, G.Saray’dan bu paranın yarısı yani 3.5 milyon Euro’luk kısmının peşin olarak ödenmesini istedi. Bu paranın geri kalan kısmı da sezon sonuna kadar eşit taksitlerle talep etti. İtalyan hoca, ayrıca 7 milyon Euro’luk yıllık ücretinin yanı sıra G.Saray’ın başına geçmesi halinde birlikte çalışacağı yardımcıları ve teknik ekibi içinde yıllık 2 milyon Euro istedi. Yani Mancini, G.Saray’a ‘evet’ demek için tam 9 milyon Euro istedi.
Galatasaray’ın bir diğer gözdesi Roberto Di Matteo ise sarı kırmızılı takımın teklifine sıcak bakarken, Mancini’ye göre daha makul bir rakam talep etti.
## Terim’in ücretinin iki katı
Geçen yıl sezon ortasında Chelsea ile yollarını ayıran Di Matteo’nun İngiliz Kulübü’nden tazminat gereği halen maaşını almaya devam ettiği ve yıllık 3 milyon Pound kazancının olduğunu belirttiği ortaya çıktı. Chelsea’den ayrılmasına rağmen çok önemli bir gelire sahip olan Roberto Di Matteo da G.Saray’da çalışmak için 3.5 milyon Pound’luk bir talepte bulundu. Özellikle Mancini’nin talep ettiği bu rakam ise İmparator’un geçen yıl G.Saray’dan kazandığı paranın tam 2 kat olma özelliğini de taşıyor.
Geçen sezon sarı kırmızılılardan 4.5 milyon Euro kazanan Fatih Terim’in bu gelirinin içinde Türkiye Ligi Şampiyonluğu ve Şampiyonlar Ligi bonusu da yer alıyordu. Terim, G.Saray’dan 2012-2013 sezonundaki görev dönemi için sözleşmesindeki özel maddeler gereğince; 3 milyon Euro yıllık ücretinin yanı sıra 1 milyon Euro Türkiye Ligi şampiyonluğu bonusu ve 500 bin Euro da Şampiyonlar Ligi çeyrek final başarısı karşılığında prim aldı.
## En uygunu Advocaat
Di Matteo ve Mancini’den sonra Galatasaray Yönetim Kurulu adına kulüp direktörü Bülent Tulun, Dirk Advocaat ile görüştü.
İki İtalyan teknik adamın aksine Advocaat’ın maliyeti adaylar arasında en uygunu oldu. Zenit’e, UEFA Kupası ve Süper Kupa’yı kazandıran, PSV, Rangers kulüpleriyle şampiyonluklar yaşayan Dirk Advocaat, Galatasaray’dan 3.5 milyon Euro yıllık ücret talep etti.
Başkan Ünal Aysal da Tulun’un görüşmeler yaptığı hocaların maliyeti ve raporu sonrasında kararını en geç hafta başında verecek.
## Okuyucu Yorumları |
218481 | haber | Güneş Sistemi'nde Pac-Man keşfi! | null | # Güneş Sistemi'nde Pac-Man keşfi!
## Araştırmacı Howett, 'Satürn sisteminde ikinci bir Pac-Man benzeri oluşum görmek, bu durumdan elektronların sorumlu olduğuna yönelik düşüncemizi destekliyor' dedi
Gök bilimciler, 1980'li yılların atari oyunlarından Pac-Man’i Güneş Sistemi’nde keşfetti.
Gök bilimciler, Satürn’ün uydularından Tethys’in ısınan bölgeleri, termal görüntülerde tıpkı Pac-Man’e benzeyen bir görüntü ortaya çıkardı.
ntvmsnbc.com'da yer alan habere göre, benzer bir görüntü, 2010 yılında Satürn’ün bir diğer uydusu Mimas’ta elde edilmişti.
Icarus dergisinde yer alan araştırmaya göre, Tethys ve Mimas’ın yörüngesel hareketleri esnasında maruz kaldıkları yüksek enerjili elektron bombardımanları, uyduların Pac-Man’e benzemelerindeki en büyük faktörün oluşturduğu belirtildi.
Yüksek enerjili elektronların yağmuruna maruz kalan bölgeler, daha sıkışık-yoğun bir buzul yapıyla, elektronlara maruz kalmayan bölgelere kıyasla daha yavaş ısındığı veya soğuduğu kaydedildi.
Tethys ve Mimas’ın Pac-Man görüntüleri, 1997 yılında başlatılan Cassini-Huygens görevi kapsamında elde edildi.
## 'Atari oyunlarına dönebilir'
Cassini uzay aracıyla ölçülen değerlere göre, Tethys’in en sıcak bölgelerindeki ısı 183 dereceye kadar çıkıyor. Ancak Pac-Man benzeri şeklin ağız bölgesindeki sıcaklığın 15 derece civarında olduğu belirtildi.
Gök bilimciler, 2010 yılında Mimas’ta ilk Pac-Man şekliyle karşılaştıklarında, bu olağandışı görüntünün nedenini çıkaramamış ancak uyduların yüzeyindeki jeolojik yapının bir rolü olduğunu düşünmüştü.
İki yılın ardındanTethys’de aynı şeklin belirmesi, elektronların sorumlu olduğu düşüncesini güçlendirdi.
ABD’nin Texas eyaletindeki Güneybatı Araştırma Enstitüsü’nden Carly Howett, BBC’ye yaptığı açıklamada, "Satürn sisteminde ikinci bir Pac-Man benzeri oluşum görmek, bu durumdan elektronların sorumlu olduğuna yönelik düşüncemizi destekliyor. Satürn, hatta Jüpiter sistemi, Pac-Man gibi karakterlerin belireceği atari oyunlarına dönebilir" dedi.
## 'Bizi şaşırtacak keşifler getirebilir'
Cassini uzay aracının Tethys’de yaptığı gözlem, ilk olarak NASA’nın 1980’de Voyager 1 uzay aracı tarafından görüntülenen uyduların farklı jeolojik yapıları hakkında da daha fazla bilgi sundu.
Space.com’a konuşan NASA’nın California’daki Jet İtiş Gücü Laboratuvarı’ndan Linda Spilker, "Pac-Man benzeri bir yapıya rastlamak, Satürn sisteminde yaşanan süreçlerin çeşitliliğini gösteriyor. Gelecekte yapılacak Cassini gözlemleri Satürn’ün uyduları ve ötesindeki Uzay için bizi şaşırtacak keşifler getirebilir" dedi.
1997 yılında Uzay’ ateşlenen Cassini, 2004’te Satürn’ün yörüngesine ulaştı ve o tarihten bu yana gaz devi ve uydularını inceliyor. Cassini’nin görevi 2017’de son bulacak.
## Okuyucu Yorumları |
218709 | haber | Güney Koreli şarkıcı PSY kendi şarkısı 'Gangnam Style'dan sıkıldı | null | # Güney Koreli şarkıcı PSY kendi şarkısı 'Gangnam Style'dan sıkıldı
## Güney Koreli şarkıcı PSY: Dansı o kadar çok insana öğrettim ki artık bıktım
Güney Koreli şarkıcı PSY, kendisini fenomene dönüştüren 'Gangnam Style' şarkısından sıkıldığını söyledi.
Singaur’da düzenlenen basın toplantısında konuşan PSY, "Bazen gerçekten de sıkıldığım oluyor, çünkü klipteki dansı öğretmem için çok fazla istek alıyorum. Dansı o kadar çok insana öğrettim ki artık bıktım. Ama bu şarkı burada basın toplantısı düzenlememi sağlıyor, o nedenle şarkıyı söylemeye devam edeceğim, benim işim bu" dedi.
PSY daha sonra Singapur'da verdiği konserde binlerce hayranını kendisini üne kavuşturan şarkı ve dansıyla coşturdu. Gangnam Style şarkısının klibi kısa sürede YouTube’da en çok izlenen video oldu. **(radikal.com.tr)**
## Okuyucu Yorumları |
238072 | haber | Hamilelikte ne kadar kahve ve şarap içilebilir? | null | # Hamilelikte ne kadar kahve ve şarap içilebilir?
## Emily Oster: Hamileliğimin ikinci ve üçüncü aylık dönemlerinde günde üç kahve içmeye başladım. Daha fazlası riskli olabilir
ABD'de Chicago Üniversitesi'nde ekonomi dersleri veren Dr. **Emily Oster**, kendi deneyiminden yola çıkarak hamilelilkte yapılması ve yapılmaması gerekenlere ilişkin tavsiyelerini "Expecting Better" adlı bir kitapta topladı.
Kitapta, kahveden şaraba ve peynir tüketimine Oster'in kendi çıkarımları yer alıyor.
Oster, "Hamile olduğumu öğrenince canım kahve çekti. Her sabah kalkınca kahve içerim. Sonra birden bire 'kahve içmeme izin var mı' diye düşündüm" diyor.
Emily Oster hemen internete girmiş ve farklı farklı bilgilerle karşılaşmış. Kitapların da aynı konuda farklı şeyler söylediğini, ve doktorunun kitaplarla her zaman aynı görüşte olmadığını görmüş.
Bazı yazarlar, hamile kadınların kahveden tamamıyla uzak durması gerektiğini söylüyor. Bazıları ise 2 fincandan fazla içilmemesini öğütlüyor. Bazıları çizgiyi üçte çekiyor.
Oster, "Altı diyen kitaplar okudum. Bunun bir cevabı olmalı diye düşündüm. Cevap ne sıfır ne de altı." diyor.
İstatistik bilgisini kullanarak tıbbi literatürü tarayan Oster, "İki fincan iyidir" sonucuna varmış:
"İlk başta çok kötü hissettim, hamileliğimin ikinci ve üçüncü aylık dönemlerinde günde üç kahve içmeye başladım. Daha fazlası - altı, sekiz fincan kahve riskli olabilir."
Oster, kanıtların farklılık gösterdiği durumlarda kadınların bilgilere bakarak kendi durumlarına göre karar verebileceğini söylüyor.
## **Şarap tüketimi**
Emily Oster alkol tüketiminde de kendi sonucuna varmış. İngiltere'deki Ulusal Sağlık Sistemi gibi bazı sağlık otoriteleri hamilelikte alkolden uzak durulmasını öğütlüyor.
Oster hamileliğinin ilk üç ayında toplam 3 bardak şarap içmiş.
Sonraki dönemlerde ise haftada 3 ya da dört kez yardım bardağa çıkarmış.
Aşırı alkol tüketmenin çok tehlikeli olduğunu vurgulayan Oster, sonra ulaştığı bilgilerin ilk üç ayda haftada bir iki kadeh, sonraki dönemlerde de günde bir kadehe kadar şarabın sakıncası olmadığına işaret ettiğini belirtiyor.
**BBCTürkçe**
## Okuyucu Yorumları |
218737 | haber | 'Hangi İnsan Hakları? Film Festivali' başlıyor | null | # 'Hangi İnsan Hakları? Film Festivali' başlıyor
## Ümit Kıvanç’ın Roboski katliamı üzerine gerçekleştirdiği 'Ağlama Anne, Güzel Yerdeyim' adlı belgesel de "Hangi İnsan Hakları? Film Festivali" kapsamında gerçekleşecek
**Documentarıst **ekibince 4 yıldır düzenlenen ** Hangi İnsan Hakları? Film Festivali**, İnsan Hakları Haftası’na denk gelen 8-12 Aralık 2012 tarihlerinde gerçekleştirilecek.
Bu yılki ana teması 'yaşam hakkı' olarak belirlenen festivalin programında ‘barınma hakkı’, ‘hayvan hakları’, ‘cinsel haklar’ gibi konulara ayrılmış yan bölümler de yer alacak.
Hak arayışlarını konu alan festivalde kısa ve uzun metrajlı olmak üzere 40'dan fazla film seyirciyle buluşacak.
Liberya’dan Honduras’a, Bosna’dan Hırvatistan’a, Meksika’dan Irak’a, Filistin’den Kamboçya’ya ve Türkiye’ye varan geniş bir coğrafyadan yaşam hakkı ihlaline ve buna dair verilen hak mücadelelerine dair hikayeler bir araya gelecek.
4. 'Hangi İnsan Hakları?' Film Festivali’nin gösterim ve etkinlikleri SALT Beyoğlu, Aynalıgeçit Salonu, Dutch Chapel ve Tütün Deposu’nda ücretsiz olarak gerçekleşecek.
Ümit Kıvanç’ın Roboski katliamı üzerine gerçekleştirdiği "Ağlama Anne, Güzel Yerdeyim" adlı belgeselin ilk festival gösterimi, yönetmenin katılımıyla Hangi İnsan Hakları? Film Festivali kapsamında gerçekleşecek.
Festivalde ayrıca Roboski’li kurban yakınlarının da katılacağı ‘Roboski, 1 Yıl Sonra’ başlıklı bir panel düzenlenecek.
Veysi Altay’ın 90’lı yıllarda Cizre’de gerçekleşen cinayetleri konu alan "Faili Dewlet", Ersin Çelik'in yine 90’lardaki Lice olaylarını konu ettiği "Gerçekleri Yazdım: Lice Defterleri", Melek Özman ve Filmmor ekibinin bir kadın cinayetine odaklanan filmi "Hani Meral", Emine Emel Balcı’nın Alamancı sorununa başka bir pencereden bakan "Ich Liebe Dich"i, Rezan Yeşilbaş’ın Cannes başta olmak üzere pek çok festivalden ödülle dönen kısa filmi "Sessiz", Türkiye seçkisinin öne çıkan filmleri arasında yer aldığı belirtildi.
##
'Pruit-Igoe Efsanesi: Kentsel Bir Hikaye'
Festivalin uluslararası bölümlerinde öne çıkan filmler arasında; son yıllarda Filistin üzerine yapılmış filmlerden "Beş Kırık Kamera", Leningrad Kuşatması’na dair üretilen resmi mitleri yerle bir eden "900 Gün", 70’lerde dünyayı kasıp kavuran devrim rüzgarlarında iki kadın kahramanın ve çocuklarının hikayesi "Devrimin Çocukları", Kamboçya’da Kızıl Kmer dönemini sağ atlatan insanların bu travmayla başetme çabalarını konu alan "Bilmek İstiyoruz",
ABD’de 70’lerde şaşaalı bir tanıtım kampanyasıyla lanse edilen TOKİ tarzı bir toplu konut projesinin nasıl hüsranla sonuçlandığını anlatan "Pruit-Igoe Efsanesi: Kentsel Bir Hikaye", otistik bir çocuğun kendi ayakları üzerinde durma çabasını yansıtan "Jeroen Jeroen" gibi önemli belgeseller yer alacak.
##
40'dan fazla film
Uzun ve kısa metrajlı belgesellerden oluşan 40’ı aşkın filmin gösterileceği festivalde, hayvan hakları, insanın barınma hakkı ve cinsel haklar gibi konularla ilgili filmler de yer alacak.
Programda; atölye, tiyatro, sergi, panel ve söyleşi gibi pek çok yan etkinlik de gerçekleştirilecek.
##
14-16 Aralık tarihlerinde Diyarbakır’a
Festival haftasında kadınlarla ‘kürtaj hakkı’ konulu bir Forum Tiyatro’nun yanısıra, Türkiye'den ve Yunanistan'dan eğitmenlerle video-eylemin teorik ve pratik yapısına ilişkin konuların tartışılıp paylaşılacağı 3 günlük bir video-eylem atölyesi düzenlenecek.
Hangi İnsan Hakları? Film Festivali bu sene demir parmaklıkların arkasına da taşınacak; Maltepe Çocuk ve Gençlik Cezaevi’nde iki gün süren bir insan hakları şenliği gerçekleşecek.
Festivalden bir seçki 14-16 Aralık tarihlerinde Diyarbakır’a taşınacak. Geçen yılki depremden bu yana festival ekibi tarafından Van’da ve köylerinde çocuklarla gerçekleştirilen atölyeler de festivalin hemen ardından yeni bir programla devam edilecek.
Hollanda İstanbul Başkonsolosluğu, İsveç İstanbul Başkonsolosluğu, SALT ve Anadolu Kültür’ün işbirliği ile pek çok kurumun desteğiyle gerçekleşen festivalin 8-12 Aralık 2012 tarihleri arasında SALT Beyoğlu, Aynalıgeçit Etkinlik Mekanı, Dutch Chapel ve Tütün Deposu'nda yer alacak tüm gösterim ve etkinliklerinin ücretsiz olduğu bildirildi.
## Okuyucu Yorumları |
209579 | haber | Hasan Aksay: Erdoğan günah işleme özgürlüğünü biraz fazla kaçırdı | null | # Hasan Aksay: Erdoğan günah işleme özgürlüğünü biraz fazla kaçırdı
## Erbakan’ın "ikinci adamlığını" 1980’de aktif siyasetten çekilerek sonlandıran Aksay, T24’e Milli Görüş’ün dününü ve bugününü anlattı.
## - **Hazal Özvarış**
** [email protected]**
Vaktiyle ‘Milli Görüş’ gömleğini çıkardıklarını söyleyen **Recep Tayyip Erdoğan**, kendisi gibi aynı gelenek içinde yetişen HAS Parti Genel Başkanı **Numan Kurtulmuş** ’a AKP’ye davet etti. AKP’nin Kurtulmuş’tan ve mümkün olursa HAS Parti’den sonra bünyesine katacağı düşünülen bir diğer isim de Milli Görüş çizgisinin kurucu lideri **Necmettin Erbakan** ’ın oğlu, Saadet Partisi Genel Başkan Başdanışmanı **Fatih Erbakan**.
AKP çatısı altındaki bu trafik ne anlama geliyor, Milli Görüş hareketi nihayete mi eriyor, yoksa zamanın ruhuna uyarlanarak bir başka biçimde mi doğuyor? Soruların cevabını bulmak için Milli Görüş geleneğinin öncü isimlerinden Yeni Akit yazarı **Hasan Aksay** ile buluştuk.
İlahiyat eğitimi alan, siyasi tarihi 1961’de yaşını büyüterek Meclis’e Adalet Partisi’nin listesinden girerek başlayan Aksay, aynı dönemde milletvekilliğinin yanı sıra Türk Ocakları’nda genel sekreterlik yaptı. Erbakan’la yolları, ortakları arasında yer aldığı ‘Gümüş Motor’ serüveninde kesişti. Aksay, daha sonra **Necmettin Erbakan** ile Milli Nizam Partisi’ni kurarak Türkiye siyasetinde kalıcı bir rol oynayacak Milli Görüş çizgisini inşa eden isimler arasında yer aldı. Aksay’ın çizgisi, hareketin yayın organı Milli Gazete’nin kurucusu olmak gibi bir mihenk noktasını da içeriyor.
Erbakan’ın "ikinci adamlığını" 1980’de aktif siyasetten çekilerek sonlandıran Aksay, T24’e Milli Görüş’ün dününü ve bugününü anlattı.
Tayyip Erdoğan’ın aslında Milli Görüş gömleğini çıkarmadığını söyleyen Aksay’a göre Erdoğan, Erbakan gibi acele etmemekle birlikte, 10 senedir tarikat-cemaat liderlerine yemek vermek için bekliyor.
Peki, Milli Görüş gömleğini çıkarmadıysa Erdoğan gelenek içinde nasıl bir değişimi ifade ediyor?
Kısa, ama çarpıcı bir cevap veriyor Aksay; ‘Erdoğan, Erbakan’ın gömleğini çıkardı’ diyor.
Milli Görüş zaviyesinden bakıldığında Erdoğan’ın zamana yayılmış bir programı olduğu mesajını veren Aksay, AKP liderine kendi bulundukları noktadan bir de şerh düşüyor:
‘Erdoğan, günah işleme özgürlüğünü fazla kaçırdı!’
Sözü uzatmadan Milli Görüş çizgisinin ak saçlılarından Hasan Aksay’a bırakalım. İşte T24 için Aksay’a yönelttiğimiz sorular ve cevapları…
## **‘Parti diktatoryaları var’**
** - Milli Görüş hareketinin kurucularından biri olarak, Saadet Partisi’nden ayrılan Numan Kurtulmuş’un "Milli Görüş gömleğini çıkaran" AKP’ye geçişi sizin için ne demek?**
Bir insan ahlakından, dürüstlüğünden, faziletinden hiçbir şey kaybetmeden bir yerden ayrılabilir. Bu ayrılıklar çok tabii. Ben de "daha iyi bir iş yapacağım" diyerek Adalet Partisi’nden ayrıldım. Bazıları "ayrıldın" diye kızabilir. Ama önemli olan adam şahsiyetinden bir şey kaybediyor mu, etmiyor mu sorusunun cevabı.
Dünya çok hızlı değişiyor. Hal böyleyken Türkiye’deki partilerde de çok büyük değişimler olması kaçınılmaz. Dünyada hâlâ oturmuş bir sistem yok; demokrasi tıkandı. Batı, "Biz demokrasiyiz" diyerek bizi kandırıyor. Propaganda ile "Bu işi biz yaptık" diyorlar ama aslında orada parti diktatoryaları var. Meclis’e partinin seçtiği adamlar geliyor. Bu da demokrasi demek değil; halkın temsili yok.
**- Türkiye bahsettiğiniz parti diktatoryasından ne kadar muaf?**
Bu, eskimiş bir sistem. Yunanistan’ın adını koyduğu "demokrasi", doğudaki kabile reisi seçimi ile aynı. Fransız İhtilali diyorlar… Ne Fransız İhtilali! Sahtekârlar bunlar! **Danton**, **Robespierre** ’i kesmiş; Robespierreciler Danton’u kesmiş... Hep birbirini kesmişler. Bu mu medeniyet!
1975’lerden beri "Halk seçsin" diyorum; ama o zaman "bunu nasıl seçsin"i söylemiyordum. Şimdi Meclis’i 400 kişiye indirelim, 150 kişi ile de senatoyu kuralım, diyorum. 500 bin kişilik seçim bölgeleri olursa, 150 tane seçim bölgesi kurulur ve herkes tek başına seçilir. Yanlış insanların aday olmaması için, partilerin kuruluş aşamasında merkezden atama uygulanabilir. Ancak devamında, partilerin yapısı geliştiği zaman mutlaka partinin göstereceği adayların halkın seçmesi lazım. Sen de partinin gösterdiği adaydan daha güçlüysen sen seçilebilirsin çünkü teke tek seçiliyorsun. Tabii, senatörler de tek tek seçilecek.
## **‘Abdullah Gül ihtilafı çıktığı zaman Erbakan’ı uyardım’**
** - ****Bu fikrinizi Necmettin Erbakan’a da söylemiştiniz. Erbakan sizi hangi gerekçeyle reddetmişti?**
Aslında Erbakan’la son olarak anlaşmıştık. "Egemen Halkın Siyasetnamesi" kitabımın içeriğini o dönem 67 sayfalık bir rapor olarak hazırladım. Daha sonra bu raporu gece yarılarına kadar Necmettin Bey’le tartıştık. Hoca "Arkadaşları toplayalım, onları da ikna et, yapalım" dedi. Ama arkadaşları toplayıp konuşma faslına ömür vefa etmedi. Ondan sonra da bu kitabı yazdım.
**- Konuşma tam olarak ne zaman yapılmıştı?**
Abdullah Gül ihtilafı çıktığı zaman teklifleştirmiştim. Dedim ki, "Bak, bu parti ayrılacak, ayrılmaması için tek yol halka gitmektir. Teşkilata gidersen parti ayrılmaz. Ama benim dediğim olacak dersen o zaman senin etrafındaki Genel İdare Kurulu’nda Oğuzhan arkadaşlar varsa, Oğuzhan’a göre bir milletvekili listesi çıkar; Abdullah Gül varsa Abdullah Gül’e göre bir milletvekili listesi çıkar. Diğer taraf da düşüncelere gark olur. Hâlbuki adayları millet seçerse, parti dağılmaz.
**- Çizdiğiniz Erbakan portresi çözüm yolu arıyor. Ancak ayakta durmakta zorlandığı için kongreye dahi asansörle çıkan Erbakan’ın genel başkanlığa tekrar gelmesi bu portreyle çelişmiyor mu? Sizce, o dönemde yaşananlarda bir aşırılık yok muydu?**
Ben bunları düşünmüyorum. Çünkü orada seçici olursan, bu işi çok düşünürüm ve çok çalışırım.
**- Milli Görüş’ün sorunlarına kulaklarınızı mı kapatıyorsunuz?**
Kapatmıyorum... Beni hakem olarak tayin etseler ve mesela deseler ki "Sen şu işe bak, nedir, ne değildir?" O zaman olayları her yönüyle tetkik eder, bir karar veririm. Ama uzaktan karar verdiğin zaman çok yanlış karar veriyorsun.
## **‘Üç başlılığa üzülmüyorum, her olanda hayır vardır’**
** - Yeğeniniz Abdurrahman Dilipak, Saadet Partisi’ndeki "Kamalak yönetimi, Erbakan ailesi ve Milli Görüş liderliğin başını çektiği üç başlılığa" dair şu cümleleri kaleme aldı: "Bu çok can sıkıcı bir durum. Hasan Aksay ile de konuşuyorum, o da üzülüyor. Gelen giden de soran eden de yok." SP’deki üç başlılık sizi neden üzüyor?**
Aksi zannediyorlar, ama ben üzülmüyorum. Bence her olanda hayır vardır. Asıl Allah yönetiyor, asıl küllî yönetim onun elinde. Ben partiye göre düşünmem ve partiye göre düşünmeyi de büyük bir marifet olarak görmem.
**- Saadet Partisi’ndeki bu bölünme Milli Görüş’ün geleceğine dair işaretler vermiyor mu?**
Onun istikbali ayrı... Ben şahsiyeti muayyen partiye de bağlamıyorum.
## **‘Milli Görüş demek Saadet Partisi demek değil’**
** - SP’deki üç başlılık, seçimlerdeki gerileme ve Fatih Erbakan’ın AKP’den teklif alma ihtimali birlikte düşünüldüğünde SP’nin yakın gelecekte kapanması olasılıklar arasında mı? SP’nin çözülmesi, Milli Görüş’ü nasıl etkiler?**
Milli Görüş bölünmez**. **Türkiye 300’den fazla parti kuruldu ama bunların içerisinde Demokrat Parti çıktı ve "Yeter, söz milletin!" dedi. Milli Nizam çıktı, "Önce ahlak ve maneviyat" dedi. Bana göre, partisel olarak örnek alınan, takip edilen bu iki parti var. Bunların da temel değerleri değişmez. Ben Milli Görüş geleneğini yani Milli Nizam’ı "önce ahlak ve maneviyat" diyen bir politika yapmak; yani İslam inancını yaşayan insanın yapabileceği bir politika olarak görüyorum. Partilerin ismi önemli değil. Kimse ismi Saadet Partisi diye, bu partiye oy vermez. Milli Görüş demek Saadet Partisi demek değil; kimin fikri en iyi temsil edebildiği, icraatı halka en güzel götürebildiği.
**- Bugün Saadet Partisi, Milli Nizam Partisi’nin ilkelerini devam ettirebiliyor mu?**
Arkadaşların hepsi sağlam, iyi arkadaşlar; ama politika ayrı şey. Politika, istikbale bakılarak verilen karardır. Sadece önündeki meseleyi değil, milletin istikbalini düşünerek karar verirsin. Bu noktada da herkes yanılabilir.
**- Saadet Partisi, sizce nerede yanıldı?**
Ben onlar yanılıyor demiyorum. Yani, ben mi, onlar mı yanılıyor bilmiyorum. Arkadaşların sağlamlıklarından şüphe duymasam da onlardan farklı düşünüyorum.
**- Hangi noktalarda ayrı düşüyorsunuz?**
Mesela, Esad’ı destekler gibi bir tavır aldılar. Bu fevkalade yanlış bir şeydi. "İfade olarak biz Esad’ı desteklemedik" diyorlar ama öyle bir görüntü oluştu. Veya bir politikacının "Efendim gazeteler bizi desteklemiyor" diye şikâyet etmesini kabul etmiyorum. Eğer politikacıysan gazeteni de yapacaksın. Bunun hepsini birden yapmak politikadır.
## **‘Erbakan cihat paralarını kendi kuruşuna kesinlikle geçirmemiştir’**
** - Oğuzhan Asiltürk, "Erbakan’ın çocukları cihat paralarını zimmetlerine geçirdi" dedi. Saadet Partisi’nin işleyişine dair ayrı düştüğünüz noktalardan biri bu mu?**
Hoca, o paraları kendi kuruşuna kesinlikle geçirmemiştir. Detayını bilemem tabii ama bu hesaplar çok karışık. Mesela Milli Nizam zamanında partinin fazla parası yoktu. Benim evin telefonunu partiye getirmiştim. Kapatılınca, hem partinin bütün konuşma paralarını bana ödettiler, hem de telefonun ahizesini götürdüler. Telefonun ahizesini almak için senelerce uğraştım, olmadı. Böyle olduğu için Hoca’nın hesapları karışık olabilir. Şunu hatırlıyorum, kimseye yük olmayalım diye parti seyahatlerinde asgari harcama yapıyorduk. Otelde kalmıyorduk. Evler de çok müsait olmuyordu çoğu zaman ve genelde Hoca ile ikimiz bir odada yatıyorduk. Hoca o yorgunlukla gece kalkar, namazını kılardı. Hoca, kuruşuna değmemiştir.
**- Oğuzhan Bey’in Erbakan’ın çocuklarına dair söylediği "Cihat paralarını zimmete geçirdiler" cümlesini duyduğunuzda şaşırdınız mı?**
Gazetelerin dediği her şeye inanmayacaksın.
**- Oğuzhan Bey, söylenenleri yalanlamadı.**
Yalanladıkça da tekrar yazıyorlar. O kadar abartıyorlar ki.
## **‘Aklı başında adam, cihat paraları zimmete geçirildi, demez’ **
** - İnanmak istemiyor olabilir misiniz?**
Demez gibi geliyor bana. Benim tereddüdüm şöyle: Birileri o işi Oğuzhan’ın adına gazeteye verdi. Yoksa bu aklı başında bir adamın söyleyebileceği bir söz değil. Zannediyorum ki birileri bu işi ortalığı karıştırmak için yaptı.
**- Sizce, Fatih Erbakan ile Zeynep Erbakan arasındaki miras kavgası da mı ortalığı karıştırmak için yapıldı?**
Bunlar ne derece doğrudur bilemiyorum...
**- Erbakan kardeşler gazetelere açık beyanlar verdiler. Milli Görüş’e dair hoşunuza gitmeyen gelişmeleri okumuyor musunuz?**
Aslında okuyorum. Nasreddin Hoca’ya bir adam gelmiş, şikâyetini anlatmış. Hoca demiş ki "Sen haklısın." Sonra o şikâyet ettiği adam da gelmiş. Hoca demiş ki "Sen haklısın." Hanımı dinliyormuş, "Hoca, ikisine de haklısın diyorsun, nasıl olur?" demiş. Hoca da: "E, o öyle anlattı, o anlattığına göre o haklı; bu da kendi anlattığına göre bu haklı" diye yanıtlamış. Yani, oraya gidip "Bu ihtilaf neden oluyor?" diye bakmak lazım.
## **‘Paralarla ne yapıldığını bilen yok’**
** - Kardeşler arasında neden ihtilaf çıktığını merak etmediniz mi?**
Merak ediyorsun da bunları çözemiyorsun. Şimdi ben Milli Gazete’nin kurucusu olarak, o zaman 500 bin lira ile kurulmuş şirketin ilk anda aşağı yukarı 50 bin lirasını verdim, 50 bin de abimler verdi. Ama gidip "Yahu ne yapıyorsunuz?" diye soramıyorsun çünkü bilen yok. Herkes farklı bir şey söylüyor.
**- Milli Görüş’ün maneviyata dayalı olduğunu söylediniz. Erbakan, bu iddia ile Türkiye siyasetinde bir gelenek yaratırken sizce çocukları arasında neden miras kavgası çıktı?**
İslam’da sorumluluk şahsidir. Ne çocuk babasının, ne de baba çocuğun günahından sorumludur. Ayrıca, böyle kafa kafaya gelmek hak için de olabilir. Onların ne için münakaşa ettiklerini bilmiyoruz. Yani şimdi babasından kalan şu evi birisi almak istiyor, öbür evi birisi almak istiyor diyelim. Erbakan’ın kendi mirasından dolayı ihtilaf çıkmıştır; yoksa partinin parasından dolayı değil. Çok sıkı Müslümanlar para için çok şey yaparlar. "Burada bana bir dönüm fazla gitti", "Şu daire daha iyiydi, benim olmalıydı" gibi… Bunları yapanlar çoktur.
**- Sizce konuştuklarımıza ek olarak Almanya’daki Milli Görüş hareketinin aktardığı, akıbeti belli olmayan birikimler, Milli Görüş’ün parayla ilişkisine dair tabanda bir güven sorunu yaratmadı mı?**
Avrupa’daki yardım Milli Görüş’ten ziyade Türk olmanın getirdiği bir yardımdı. Parayla ilgili biri değilim, ama bence partilerde akçeli işlerin belgeli yapılmasında çok da imkân yok. Bir miting yapıyorsunuz, otobüs, yemek, konaklama gibi bir sürü masraf çıkıyor. Tüm bunların hesabını kuruşu kuruşuna yapamazsın. Ama Saadet Partisi’nde kesinlikle 25 kuruş dahi suiistimal edilmemiştir.
## **‘Erdoğan, Milli Görüş değil Erbakan’ın gömleğini çıkardı’**
** - Ancak nereye harcandığı açıklanamayan rakamlar hayli yüksek. Milli Görüş’e, çocuğunu kollamak isteyen bir baba gibi yaklaşıyor olabilir misiniz?**
Geçen seçimlerde İl Genel Meclisi için oyumu biraz tecrübe kazansınlar diye Saadet Partisi’ne verdim. Ama SP kurucusu olmama rağmen belediye, ana kent ve ilçe belediyesi için AK Parti’ye verdim. Onun için şimdi Saadetçiler bana güceniyorlar. 28 Şubat olmasaydı, Tayyip Bey Meclis’e Refah Partisi’nin bir milletvekili olarak girecekti. Mücadelesini de orada verecekti. Sonuçta Has Parti de, AKP de, Saadet Partisi de aynı tabandan. Bugün ben, AKP’nin SP’den daha ehliyetli olduğuna inanıyorum. O festivalde bira içirmediklerini gördük. Yaptıkları camileri gördük. AKP "Ben gömlek değiştirdim" diyor, ama aslında "Gömleği politik tavrımda değiştirdim" diyor.
**- "AKP’nin icraatından Milli Görüş gömleğini çıkarmadıklarını anlaşıldığını" söylüyorsunuz?**
Milli Görüş gömleğinin doğru tarafı da var, yanlış tarafı da. Milli Görüş gömleğini Erbakan’ın gömleği olarak kabul ederseniz, Erdoğan, Erbakan’ın gömleği çıkardı. Her yiğidin yoğurdu yiyişi farklıdır. Bu partiler birbirinin kopyası olmaz. Dolayısıyla, gömlek derken bir üsluptan bahsediyorum. Bu gömleğin bugün nerelerde farklılaştığını görmek lazım. O zaman doğru olur.
## **‘Erdoğan’ın Milli Görüş gömleği tül gibi’**
** - Erdoğan’ın üzerindeki Milli Görüş gömleğini nasıl tarif edersiniz?**
En iyi kendisi bilir, bir de en yakınları. Siz de gazeteci olarak takip ederken dersiniz ki "Şunu konuşurken üzerinde gömlek yoktu, şunu konuşurken vardı."
**- Erdoğan, gömleği bir çıkarıp bir giyiyor mu?**
Tabii, bu bakış Milli Görüş anlayışına göre değişir. Erbakan’ın politikalarını gözettiğinde o gömleği tamamen çıkarmış olabilir. Ama kendi Milli Görüş anlayışına göre Erdoğan’ın giydiği gömlek oyalı ve yahut tül gibi bir gömlek. Bazı hareketlerde o ışık durumuna göre görünüyor. Bazen de yokmuş gibi geliyor.
## **‘Erdoğan, hocalara yemek vermek için 10 senedir bekliyor’**
** - Erdoğan ve Erbakan’ın Milli Görüş gömlekleri sizce nerelerde farklılaşıyor, somutlaştırır mısınız?**
Örneğin, Hoca hemen Başbakanlık Köşkü’nde hocalara yemek verdi. (Başbakanlık Konutu’nda tarikat ve cemaat liderlerine verilen yemekten söz ediyor. T24) Ama Erdoğan 10 senedir bekliyor. Peki, vermeyi ister mi? Benim tanıdığım kadarıyla ister.
**- Erdoğan’ın hocalara yemek vermesi sizce, hangi koşullarda gerçekleşir? **
Hoca, o yemeği vermeden önce tesadüfen görmüştük. Tavrımı merak ettiği için yemek vereceğini söyledi. Çok güzel olur, dedim. Hâlâ da aynı kanaatteyim. Çünkü o zaman gerekliydi. Müslümanlar çok daralmıştı.
## **‘Erdoğan’ın bir zaman programı var’**
** - "10 senedir bekliyor" derken Erdoğan’ın Erbakan’a kıyasla daha temkinli olduğunu mu söylüyorsunuz?**
Erbakan, daha çabuk zorluyordu. Erdoğan’ın bir zaman programı var.
**- "Taktik" olarak kullanılan bir zaman programı mı bahsettiğiniz?**
Erdoğan, bazı konularda şartların oluşması bekliyor. Başörtüsü örneğindeki gibi, daha önce ataklar yapılabilirdi ama zararı da büyük olurdu.
**- Din, AKP’nin gelecek programını sizce nasıl şekillendiriyor?**
Türkiye’de eğer geçmiş yüzyıldaki gibi İslam’a baskı yapılacak olursa, Türkiye dünya liderliğini de, bütünlüğünü de kaybeder. Bir millet kendi kendi ile savaşırsa o milletten hayır gelmez. Oyunla, içkiyle, kumarla, bira festivali ile bir milletin millet olması mümkün değil. Malcolm X’in çok mühim bir sözü var: "Hayattan da üstün değeri olmayan insanın hiç değeri yoktur, bırak gitsin."
## **‘Erdoğan günah işleme özgürlüğünü biraz fazla kaçırdı’**
** - Hasan Bey, günah işleme özgürlüğü de değerler listesinde yer buluyor mu?**
Erdoğan, oralarda özgürlüğü biraz fazla kaçırdı! İslam’da insanın kendine karşı sorumluluğu bütün sorumlulukların üstünde ve insan kendi kendine kötülük yapma hakkına sahip değil.
**- Sizce nerelerde "özgürlüğü biraz fazla kaçırdı?"**
İçkili lokantalar veya yeni anayasada eşcinsel hakları olmazsa olmazmış gibi davranıyorlar. Bu konularda "illa ki" diyerek çığırtkanlık yapmanın faydası yok.
## **‘Özgürlük her şeyin esası değil’**
** - Kişinin iradesini ve özgürlüğünü yok saymıyor musunuz?**
Özgürlük her şeyin esası değil tabii ki. Türkiye’de özgürlük her şeyin esası gibi bir noktaya geldi. Hâlbuki **Alexis Carrel** ’in "L'Homme cet inconnu" diye bir kitabı var; "İnsan bu meçhul." Orada diyor ki: "Bir şehrin en kalabalık sokağında köpeğin tasmasını çıkarır ve ‘Hadi özgürsün’ dersen, mutlaka bir arabanın altında kalır, ölür." Frensiz özgürlük, insan için son derece tehlikeli.
**- Söyledikleriniz "Kemalistlerin baskıcı laikliğini muhafazakârların İslami değerleri ikame etmeye başladı" yargısını kuvvetlendirmiyor mu?**
İslam, insanı serbest bırakmıştır. "Cezasını öbür tarafta vereceğim" der. Yani, içki içip içmemek insana kalmıştır. Ama devlet toplumunu ahlaksızlıkların bir kısmından korumalı. Onu, iyilerle kurmalı, bulaşıcı hastalıklardan korumalı. Özgürlük her şeyin esası değil, ama önemli konulardan bir tanesidir. O yüzden bahsettiğim, laikliği ikame etmeyecek. Siyaset, sadece benim fikrimle olmamalı. Tüm toplum katılmalı.
## Okuyucu Yorumları |
227286 | haber | Hasan Celal Güzel: Gerekirse silahımı alıp dağa çıkarım; Akil İnsanlar'ın yarısı PKK’cı | null | # Hasan Celal Güzel: Gerekirse silahımı alıp dağa çıkarım; Akil İnsanlar'ın yarısı PKK’cı
## Eski Bakan Hasan Celal Güzel: Gerekirse, silahımı alıp dağa çıkarım. Sadece üç paralık peşmerge mi bunu yapıyor? Ben niye yapmayayım?
**Hazal Özvarış**
Eski Başbakanlık Müsteşarı ve Milli Eğitim Bakanı, Sabah gazetesi yazarı **Hasan Celal Güzel, **katıldığı bir televizyon programında** "**Eğer Anayasa’dan Türk ve Türk milleti kelimeleri tamamen çıkarılırsa, artık bu Anayasa benim Anayasa’m değil, bu coğrafya da benim vatanım değil. O zaman çeker giderim" dedi. Başbakan **Tayyip Erdoğan** ’a güvendiği belirten Güzel, "Beklemediğiniz sonuç gelirse, Allah göstermesin, o zaman önce vatan, önce millet deriz. Gerekirse, silahımı alıp dağa çıkarım. Sadece üç paralık peşmerge mi bunu yapıyor? Ben niye yapmayım?" ifadesini kullandı.
Ulusal Kanal’da yayımlanan **Hulki Cevizoğlu** ’nun sunduğu Ceviz Kabuğu adlı programa telefonla bağlanan Hasan Celal Güzel, Akil İnsanlar Komisyonu üyelerini eleştirerek "Özellikleri PKK’yı destekleyen, Kürtçü ve ırkçı olmaları. Bir taraftan bizim gibi düşünenleri itham ederken, bir taraftan da ırkçı, bölücü bir terör teşkilatını açıkça destekliyorlar. Bu 60 küsur kişi içinde yarısını saymak mümkün" dedi. Güzel, komisyondaki dindar isimler hakkında da "Dindar, sağ olmalarına rağmen PKK’yı destekleme konusunda hiç de liberal geçinen PKK’cılardan geri kalmıyorlar" dedi.
## ‘Komisyondakilerin yarısı PKK’yı destekleyen, ırkçı kişiler’
Güzel, Akil İnsanlar Komisyonu hakkında özetle şunları söyledi:
"Ben *(komisyonda) *olmadığım için Allah’a şükrediyorum. Bana teklif edilseydi kabul etmem asla mümkün değildi. Bu kişilerin akil olup olmadığı çok tartışılabilir. Aslında herkes kendisine göre belli derece akıllıdır. Burada akil, toplumda temayüz etmiş, kültürlü, önde gelen aydınlar demek. Ama şimdi bu laf çıktığından beri, neredeyse bir senedir, hep aynı kişiler tezgahlanıyor. Bir bakıyorsunuz özellikleri PKK’yı destekleyen, Kürtçü ve ırkçı olmaları. Bir taraftan bizim gibi düşünenleri itham ederken, bir taraftan da ırkçı, bölücü bir terör teşkilatını açıkça destekliyorlar. Bu 60 küsur kişi içinde yarısını saymak mümkün."
"İkincisi, bunlar eski Marksist, yeni liberal takımı. Bunların da önemli bir özelliği eski hızlı solcu, Maocu, Stalinci filan olmaları. Ama şimdi birdenbire liberal kesilmeleri, vatan, bayrak gibi kutsallıkları reddetmeleri, Türkiye ile Türklük aleyhine gayret göstermeleri; bu da bir özellikleri."
## ‘Dindarların önemli kısmı PKK’cılardan geri kalmıyor’
"Bu arada dindarlar var, onlar hükümet çevreleriyle daha yakın olan kişiler. Birkaç kişiyi hariç tutalım ama dindarların da önemli bir kısmı PKK’yı desteklemek konusunda diğerleriyle hemfikir. Dindar, sağ olmalarına rağmen PKK’yı destekleme konusunda hiç de liberal geçinen PKK’cılardan geri kalmıyorlar."
"Bunların dışında iki sınıf var, biri bence isabetli; tabanları olan sivil toplum kuruluşlarının liderleri. İkincisi sınıfa da biraz muziplikle yaklaşıyoruz; birtakım sanatçılar. Bu kişiler ister sinemacı, ister şarkıcı olsun önemli değil. Halk seviyor olabilir, ama bizim ne yazık ki (**Turgut** ) **Özal** ’dan beri yaptığımız bir hata var. Halkın sevmesi, popüler olması, o kişilerin milletvekili, bakan olması demek değil. Onlar çözüm sürecinde hangi marifetlerini gösterecekler? Herhalde şarkı söyleyecekler, edalı edalı gülümseyecekler. Ama bu işi gayri ciddi hale getiriyor. Halk, akil insan diye bunları mı buldunuz, diyor."
## ‘Böyle giderse Türkiye parçalanır’
Güzel, konuşmasının devamında, Akil İnsanlar Komisyonu’nu Sadrazam **Damat Ferit Paşa** zamanında kurulan "Heyet-i Nasiha"ya benzetti. "Komisyonun benzerliğine rağmen Damat Ferit’le Başbakan’ın bir tutulamayacağını" söyleyen Güzel, sözlerine şöyle devam etti:
"Eğer bu kafada giderlerse bu akil olmayan, ‘akıl’ adamların kafasından giderlerse, ya da tersi, hiçbir zaman Türkiye’de milli birlik ve bütünlüğü devam ettiremezler. Ahenk olmaz, Başbakan’ın dediği gibi et ve tırnak gibi birleşemez, tam aksine yamalı bohçaya döner. Herkes ayrı baş çeker. Ve Türkiye’de çok kısa zamanda parçalanır, gider."
## ‘Akil insanların çokları yemeye alışıktır’
Güzel, Hulki Cevizoğlu’nun yönelttiği "Akil insanlar maaş alacaklar mı" sorusu üzerine, "Çokları yemeye de alışıktır. Maaş da alırlar herhalde. Benim için sürpriz olmaz" dedi.
Cevizoğlu’nun "Söyledikleriniz hakaret kapsamına girebilir" uyarısı üzerine Güzel, şunları söyledi:
"60 küsur kişinin yiyici olduğunu söylemiyorum ama kendi ideolojileri, geçmişleriyle ilgili olmadan birtakım iktidar yanlısı gazetelerde büyük maaşlarla, 10 bin, 20 bin liralık maaşlarla çalışıyorlar. "
## ‘Başbakan çok pişman oldu’
Konuşmasının devamında "Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nı üzecek bir şey söylemediğini, yanlış yaptıkları zaman söylediğini" belirten Güzel, "Tek millet ne demek, Türk milleti demek. Bu bakımdan yanlış bir şey söylemiyorum. Ama yanlışlarına yanlış, doğrularına doğru diyorum. Benim Başbakan’ım vatansever bir insan" dedi.
Başbakan’ın "Türk milliyetçiliğini ayaklar altına alıyorum" sözlerinin hatırlatılması üzerine, "Çok pişman oldu. Ben o konuda çok sert yazılar yazdım" diyen Güzel, sözlerine şöyle devam etti:
## ‘Yazarlığa AKP’yi desteklemek için başladım’
"Türk milleti demek suç haline getirildi. Türklük etnik değil ki, 'Herkes bizim kardeşimizdir' dedik. Kalkıp hepsini ortadan kaldırıp, yeni bir şey inşa etmek, kimliksiz, kişiliksiz, haymatloslarla dolu bir vatan ortaya çıkarmayı kabul etmemiz mümkün değildir. Ben Başbakan’ı çok seviyorum ama vatanımı, milletimi ondan daha çok seviyorum. İnşallah Başbakan’ın bu garip görüşme sürecinden kurtulacağını ve taşların yerine oturacağını ümit ediyorum. (...) Ben muhalif filan değilim, yazarlığa bile bunları desteklemek için başladım."
## ‘Yazdırmazlarsa yazdırmasınlar’
Güzel, dile getirdiği eleştirel düşünceleri nedeniyle Sabah’ta yazdırılmama ihtimalinin sorulması üzerine "Yazdırmazlarsa yazdırmazlar, ben şimdiye kadar paramı Sabah’tan mı kazandım? Şimdiye kadar Başbakan çok güzel şeyler yaptı, müteşekkirim. Şimdiye kadar da beş kuruşluk menfaatim olmadı. Bundan sonra da olmayacak. Ben elimden geleni yapıyorum."
"Bizim imzaladığımız bildiri *(Güzel, 300 aydının imzaladığı ‘Türk milletinin adı vatandaşlık tarifinden ve Anayasa’dan çıkarılamaz’ içerikli bildiriyi kast ediyor- T24)* samimi bir bildiri. Ama kabul etmek lazım ki Sayın Başbakan, Türk ve Türk milleti Anayasa’dan kaldırılacak" demedi. Zaten dedikten sonra faydası yok. Sayın Başbakan, doğruları, yanlışları olan bir politikacı. Bu politikacının etrafını birtakım adamlar almış. Bazılarının ne yazık ki temayülleri var. Ben Sayın Başbakan’ın PKK’yı tamamen ezip bitireceğini de biliyorum. Çok başarılı bir mücadele verdi. Ama Başbakan az da olsa PKK yandaşlarının tamamen ezilmesinin bir kitleyi memnuniyetsiz bırakacağını, bunun da endişe verici olduğunu düşünüyor. "
## ‘Anadilde eğitim tavizinin verileceğini zannetmiyorum’
"Benim kırmızı çizgilerim olan Türk ve Türk milleti laflarının Anayasa’dan tamamen çıkarılacağı ve arkasından özerklik verileceği, bu eli kanlı teröristlerin tamamen affedileceğini hiç zannetmiyorum. Anadilde eğitim hakkının uygulanması bugünden yarına mümkün değil, böyle bir taviz de verileceğini zannetmiyorum."
## ‘Anayasa’dan Türk ve Türk milleti çıkarılırsa çeker giderim’
Güzel, "Bir şey olursa ülkeyi terk ederim, demiştiniz. Ne o" sorusuna şu yanıtı verdi:
"Çok üzülerek söyledim. Eğer Anayasa’dan Türk ve Türk milleti kelimeleri tamamen çıkarılırsa, artık bu Anayasa benim Anayasa’m değil, bu coğrafya da benim vatanım değil. O zaman çeker giderim. Bayrağımın dalgalandığı, kendime Türk diyebileceğim, milletimi Türk milleti olarak anabileceğim bir toprağa giderim. Orayı vatan bellerim. Ben buna bu kadar üzülüyorum. Halbuki ben vatanımdan bir hafta bile uzak kalamadım."
"Ben yalnız değilim. Şimdi İstanbul’dayım, kim yakalasa ‘Seninle beraberiz’ diye teşvikte bulunuyor. Bunlar, inan ki, belirli bir muhalif çevre değil, özellikle AKP’liler."
## ‘Gerekirse silahımı alıp dağa çıkarım’
"Başbakan’a sevgim, onu tutmaya devam etmekte tesir eder. Ama bir müddet sonra o beklemediğiniz sonuç gelirse, Allah göstermesin, o zaman önce vatan, önce millet deriz. Ona göre..."
Güzel, Cevizoğlu’nun araya girerek sarf ettiği "Ne yaparsınız" sorusu üzerine "Valla gerekirse, silahımı alıp dağa çıkarım. Sadece üç paralık peşmerge mi bunu yapıyor? Ben niye yapmayım? Dedem yapmış. Atalarım Gaziantep davasında..."
## ‘Kimseye kalkıp peşkeş çekemem’
Güzel’in sözlerini eleştiren TİYEMDER Başkanı **Selahattin Yazıcı**, Güzel’e hitaben "Sizin gibi bakanlık yapmış birine bu sözler hiç yakışmıyor. Bir ülkede Anayasa olmuş, olmamış ne fark eder, ‘Anayasa’dan bu çıkarsa giderim’ diyorsunuz, nasıl vatanperversiniz siz" dedi. Güzel, Yazıcı’yı "Bu benim vatanım, bu vatan kolay kurulmadı. Böyle bir vatan elbette benim vatanım. Kimseye kalkıp peşkeş çekemem. Vatanımdan, Anayasa’mdan vazgeçemem. Ve gerekirse her türlü mücadeleyi göze alırım" diyerek yanıtladı.
Güzel’e "Yuh" diyen Yazıcı, "Sizin devlet adamlığınız" sözleriyle konuşmaya devam ederken Güzel, "Siz demek ki devlet adamlığının manasını idrak edememişsiniz. Devlet adamları evvela devletlerini, milletlerini düşünürler, siyaset düşünmezler" dedi.
Yazıcı’nın "İki ayda neyi hallediyorsunuz. Bunca senelik sorun" sözleri ardından Güzel, Hulki Cevizoğlu’na "Ağzımdan yanlış şeyler çıkacak, beni muhatap etmeyin" dedikten sonra telefon görüşmesini sonlandırdı.
## Okuyucu Yorumları |
256141 | haber | Hasan Cemal'in Rojava yazıları yarın başlıyor | null | # Hasan Cemal'in Rojava yazıları yarın başlıyor
## Demokratik özerklik ilan edilen Rojava'ya giden Hasan Cemal'in ilk yazısı yarın T24'te
**T24 **yazarı ** Hasan Cemal**, Suriyeli Kürtlerin üç kantonunda demokratik özerklik ilan ettiği Rojava'ya gitti. Cemal'in Rojava'dan ilk yazısı yarın yayımlanacak.
Hasan Cemal, Rojava'da şu soruların cevabını arayacak:
Rojava'da neler oluyor? "Rojava Devrimi" nedir? Rojava Devrimi, Ankara'yla Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'ni neden rahatsız ediyor? Abdullah Öcalan ve PKK Rojava devriminin neresinde? Mesud Barzani yönetimi Rojava'yla sınırlarına neden hendek kazıyor? Tayyip Erdoğan ile Mesud Barzan**i** birlikte Rojava'ya ambargo mu uyguluyorlar? Rojava'daki durum Türkiye'deki çözüm sürecini nasıl etkiler?
## Okuyucu Yorumları |
247722 | haber | Hatay'daki TIR'ı durduran savcının görev yeri değişti | null | # Hatay'daki TIR'ı durduran savcının görev yeri değişti
## Adana Cumhuriyet Savcısı Özcan Şişman'ın görev yeri değiştirildi
Hatay'da 'mühimmat yüklü' olduğu iddiasıyla bir TIR'ı durdurmak isteyen ancak, TIR'da arama yapamayan, Terörle Mücadele Kanunu'nun (TMK) 10'uncu maddesiyle yetkili Adana Cumhuriyet Savcısı **Özcan Şişman** 'ın görev yeri değiştirildi.
Geçtiğimiz hafta, Hatay-Kırıkhan yolunda bir TIR’ı, Suriye’ye kaçak yollarla silah ve mühimmat taşıdığı iddiasıyla durduran ancak TIR’a eşlik eden MİT görevlilerince araçta arama yapmasına izin verilmeyen savcı Özcan Şişman’ın görev yeri değiştirildi.
Adana Cumhuriyet Savcısı Özcan Şişman, Terörle Mücadele Kanunu'nun (TMK) 10'uncu maddesiyle yetkili olarak görev yapıyordu.
## Okuyucu Yorumları |
208887 | haber | Hayatı 'Akıl Oyunları' filmine konu olan Nobelli John Nash İstanbul'da | null | # Hayatı 'Akıl Oyunları' filmine konu olan Nobelli John Nash İstanbul'da
## Oyun Teorisi Cemiyeti tarafından her dört yılda bir düzenlenen bu bilimsel buluşmada 1994 Nobel Ekonomi Ödülü sahibi John Nash de katılacak
Hayatı, başrolde ünlü aktör Russel Crowe'un oynadığı "Akıl Oyunları" filmine de konu olan Nobel Ödüllü Matematikçi John Nash İstanbul'da bir konferansa katılacak.
İstanbul Bilgi Üniversitesi Santral Kampüsü 22 Temmuz- 26 Temmuz 2012 tarihleri arasında Oyun Teorisi Dünya Kongresi (GAMES 2012)’ne ev sahipliği yapacak.
Oyun Teorisi Cemiyeti tarafından her dört yılda bir düzenlenen bu bilimsel buluşmada 1994 Nobel Ekonomi Ödülü sahibi John Nash, 1994 Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Reinhard Selten, 2007 Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Eric Maskin ve 2007 Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Roger Myerson başta olmak üzere uluslararası arenadan bir çok önemli isim katılacak. Kongrede 550’ye yakın sunum ve genel katılımlı çok sayıda oturum yapılacak. Kongre genel ve yarı katılımlı oturumların ardından tüm Nobel ödüllü katılımcıların katıldığı Nobel Paneli ile tamamlanacak. İstanbul Bilgi Üniversitesi öğrencileri de özel bir oturumda Nobel Ekonomi Ödüllü bilim insanlarıyla bir araya gelecek, yüz yüze sorularını aktarma şansı bulacak.
İstanbul Bilgi Üniversitesi Rektörü Prof. Remzi Sanver şöyle konuştu: "Uluslararası akademik camiada büyük saygınlığı olan bu kongre 4 yılda bir yapılıyor. En son Northwestern Üniversitesi’nde gerçekleştirilmişti. Matematik ve iktisat alanının zirvesine bu yıl Bilgi Üniversitesi’nin seçilmiş olması bizim için ayrı bir gurur. Bu alanda şimdiye dek 7-8 tane Nobel ödülü verildi ve bunlardan 4’ü de bu kongre için İstanbul ’a geliyor" dedi.
##
Oyun teorisi nedir?
Oyun teorisi, hem rekabetçi hem de işbirlikçi ortamlarda stratejik etkileşim alanlarını çalışır. Başlangıçta uygulamalı matematik dalında zorlu bir alan olarak geliştirilen Oyun Teorisi, geçen yüzyılın ikinci yarısı itibari ile ekonomi için de esaslı bir araç haline gelmiş; günümüzde Bilgisayar Bilimi, Siyaset Bilimi, Yönetim Bilimi, Sosyoloji, Nörolojik Bilimler, Felsefe ve Biyoloji gibi çeşitli alanlarda uygulanıyor. Oyun teorisi sahasındaki araştırmaları, eğitim ve uygulamaları desteklemek için 1999 yılında kurulan Oyun Teorisi Cemiyeti, her dört senede bir uluslararası ve geniş katılımlı bir kongre düzenliyor. Bir önceki kongre 2008 yılında Amerika ’da Northwestern Üniversitesi’nde düzenlenmiştir.
##
Akıl oyunlar filmi
Yönetmenliğini Ron Howard’ın yaptığı John Nash’in hayatının anlatıldığı film Akıl Oyunları (A Beautiful Mind) 2002 yılında en iyi yönetmen ve en iyi film dahil 4 Oscar almıştı. Başrolünü Russel Crowe’un oynadığı filmin konusu şöyleydi: John Forbes Nash Jr., genç yaşında geliştirdiği kuramlarla matematik dünyasının bir numaralı ismi haline gelir. Fakat kısa süre içerisinde bencilliği ve kendine olan aşırı güveni sonucunda oluşan kişisel problemleri ile baş edemez duruma düşer. Dahilik ile delilik arasındaki ince çizgide, delilik tarafına doğru sürüklenir. Uzun süre şizofreni ile mücadele eden matematikçi, yıllar sonra adeta yeniden doğarak Nobel ödülünü almayı başarır.
## Okuyucu Yorumları |
205045 | haber | Hayvanları koruma yasasına göre: Hayvanlar toplu halde 'imha' edilebilecek! | null | # Hayvanları koruma yasasına göre: Hayvanlar toplu halde 'imha' edilebilecek!
## Hayvanlara kötü muamele, işkence gibi fiiller 750 TL idari para cezası ile karşılık bulacak
Hayvanları koruma yasa tasarısına hayvanseverler sert tepki gösterdi: Toplu imha ve denetimsiz deneylerin yolu açılıyor.
Yıllardır beklenen hayvanları koruma yasasıyla ilgili Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın hazırlayıp Başbakanlığa sunduğu kanun tasarısı hayvanseverlerin sert tepkisine neden oldu. Hayvanseverler tasarıyla ilgili "Hayvan soykırımına yönelik çalışmalar tepki çekmemek için kılıfına uyduruluyor’’ dedi.
Yeryüzüne Özgürlük Derneği’nin açıklamasına göre Bakanlığın 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nda değişiklik yapılmasına ilişkin tasarı hayvanlar için büyük felaketlere yol açacak. Değişiklikler şu sonuçları doğuracak:
Evde beslenen hayvan sayısına çok ciddi bir kısıtlama geliyor ve bu sayı, muhtemelen "bir" olarak belirlenecek. Evlerinde hayvan olan kişiler hayvanları tahliye tehlikesi ile karşı karşıya.
Hayvanlara kötü muamele, işkence gibi fiiller 750 TL idari para cezası ile karşılık bulacak. 750 TL ödeyen herkes, istediği gibi hayvanlara eziyet edebilecek.
Hayvan deneylerinde veteriner hekim bulundurma şartı kaldırılacak.
Hayvanlar, toplu şekilde "imha" edilebilecek.
Belediye barınaklarındaki hayvanlar, özel bir izin ile deneye gönderilebilecek.
Tasarıya ilişkin görüşlerini Taraf‘a anlatan İstanbul Barosu Hayvan Hakları Komisyonu Başkanı Hülya Yalçın, bu tasarının "hayvanların soykırımına yönelik bir çalışma" olduğunu belirterek şunları söyledi: "Tasarı hayvanseverlerde infial oluşmaması için her şeyi hayvanları korunuyormuş gibi gösterecek, bir ‘kılıfına uydurma’ çalışması olacak. Bir kanunun adı hayvanları koruma kanunu ise o kanunda deney hayvanı diye bir şey olmaz. O hayvanın nasıl öldürüleceği tarif edilemez. Kürk sektörü veya diğer ekonomik sektörlerden bahsedilemez.’’
## Hayvanlar imha edilecek
Hayvanları Koruma Derneği Başkan Yardımcısı Nesrin Çıtırık ise tasarının insan hak ve özgürlüklerine aykırı maddeler içerdiğini belirterek "Devlet evlerde kaç hayvan besleneceğini belirleyemez" dedi. Çıtırık sözlerini şöyle sürdürdü: "Evlerden hayvan toplanarak bu sorunun çözüleceği söyleniyor. Oysa Anadolu’nun birçok belediyesinde hayvan barınağı yok. 30-40 sokak hayvanına bakamayan belediyeler bu topladıkları hayvanlara nasıl bakacak. Belediye barınakları birer ölüm kampı gibi."
## Okuyucu Yorumları |
214483 | haber | Hilmi Özkök: Bazı siyasetçilerin askerlerden yardım ister gibi durumları oldu | null | # Hilmi Özkök: Bazı siyasetçilerin askerlerden yardım ister gibi durumları oldu
## Özkök: Türk demokrasisi yol alıyor. Problemler var ama problemleri çözmekten kaçınmayalım
## HÜLYA KARABAĞLI / Ankara
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Darbe ve Muhtıraları Araştırma Alt Komisyonu, eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral** Hilmi Özkök** 'ü dinledi. Özkök komisyona 12 Eylül darbesinden 2 gün önce haberdar olduğunu söyledi ve askeri vesayetin kaldırılmasının meseleyi çözmeyeceği görüşünde olduğunu belirtti. Özkök, "12 Eylül demokrasiye köstek mi olmuştur, destek mi olmuştur buna bakmak lazım. Siyasetçinin siyasetçiden yardım alması lazım. Bazı siyasetçilerin bizden yardım ister gibi bir durumu da olmuştur" dedi.
Komisyon Başkanı AKP İstanbul Milletvekili **Nimet Baş**, üyeler; AKP Milletvekili **Enver Yılmaz**, AKP Manisa Milletvekili **Selçuk Özdağ**, MHP İstanbul Milletvekili **Atilla Kaya**, CHP İstanbul Milletvekili **Süleyman Çelebi **ve BDP İstanbul Milletvekili ** Sırrı Süreyya Önder, **Özkök'ü dinlemek üzere salonda hazır bulundu.
Komisyona iki korumasıyla gelen Özkök, davet üzerine teşekkürlerini sunduktan sonra harp okulunda öğrenciyken gerçekleşen 1960 ihtilalinin hâlâ etkisinde olduğunu söyledi.
Dava devam ettiği için kişilere ve olaylara değinmeyeceğini belirten Özkök, konuşmasını dikkatli şekilde yapacağını söyleyerek şunları anlattı:
"Bu mesele Türkiye'ye özgü bir mesele değildir. Herkesin başından geçmiştir. Alınacak dersler vardır. Sadece bizim başımıza gelmiş gibi endişe etmemeli. Demokrasi sorunu Türkiye'de uzun yıllardır süregelmektedir. Asker meselesi her zaman gündemde olmuştur. Adına ne denirse densin, bunları analiz ederken askerliğin bazı özelliklerine değinmek istiyorum. En eski mesleklerden biridir. Gelenekleri çok kuvvetlidir. Askerliğin özü başkalarını öldürmeye veya başkaları için ölmeye götürmektir. Ölümü göze almak da öldürmek de acı verir."
Özkök komisyona 27 Mayıs'ta sabaha karşı kaleme aldığı metinden özetle şunları aktardı:
"Yeni güne 18 dakika önce girdik. Bugün tarihi bir gün olacak. Saatin 2.00 olmasını bekliyoruz. Silahlarımız temiz ama Allah onları kullandırmayı nasip etmesin. Her şeye hazırım. Ölüm böyle anlarda hiç geliyor. (...) Okulun merdivenlerinin 3. basamağına oturmuş bunu yazıyorum. Arzumuz, emelimiz ve duamız bu harekâtın tek silah patlamadan sona ermesidir. Çıkan her mermi bir vatan evladına doğru yol açacak bu acı, ama zaruretine inanmışım ben. Bir hükümet darbesi oluyor. Beklenen şey dün saat 9.00'da söylendi. Artık yazmıyorum. Allah beni sükûn dolu günlere kavuştursun."
Özkök sözlerini şöyle sürdürdü:
"Darbelerin, sağlıksız darbenin semptomu olduğu fikrine ben de katılıyorum. Demokratikleşme geliştikçe, askeri müdahale ihtimalleri azalacaktır. Hastalık ortadan kalkarsa semptomlar da ortadan kalkacaktır. Halka dayanan demokrasi büyük önem taşımaktadır. Demokrasiyi sorunlu hale getiren unsurlar da araştırılmalıdır. Milli mutabakat sağlayacak bu komisyon benzerinin olup olmadığını bilmiyorum. Olması gerektiğini ifade ederim. Anayasa çalışmalarının sürdüğü bu zamanda siyasal, hukuksal düzenlemelerin yolu açılmaktadır. Siyaset asker ilişkilerindeki aksaklıkların varsa tespit edilip nasıl düzenleneceğinin ortaya konulması büyük önem taşımaktadır.
Sadece askeri vesayetin kaldırılması, askere karşı güç gösterisi meseleyi çözmez. Mesele her yönüyle ele alınmalıdır. İstenirse ordu kucaklanabilir, sürdürülebilir demokrasinin güvencesi haline gelir."
Özkök, Alt Komisyon Başkanı AKP Amasya Milletvekili **Naci Bostancı** 'nın "*Bayrak planından haberiniz oldu mu*" sorusuna şöyle yanıt verdi:
"Haberim olmadı. Mektuba dair hatıram yok. Rütbem albaydı. Yapısal olarak siyasetle ilişkim olmadı. Askeri işlere gömülmüş durumdayım. Böyle bir uyarı mektubu verildiğini duydum ama benim seviyemdeki askerlerle bilgi verilmeden yapılmış olmalıdır."
Askeri çevrelerde bunlara ilişkin değerlendirme yapılıp yapılmadığına şahit olmadığını söyleyen Özkök, "Her şeye muhtıra deniyor. Muhtıranın İngilizce'deki karşılığı mutabakat muhtırasıdır. Sivil muhtıra da uyarı olarak bilinir" dedi.
## 'Bazı siyasetçilerin bizden yadım ister gibi durumu da oldu'
Özkök sözlerini şöyle sürdürdü:
"Benim demokratik davranışım kanunlara dayanır. Kanun, silahlı kuvvetlere siyaset üstünde olması gerektiğini söyler. Darbeler sebep-sonuç ilişkisidir. Bu bir hastalık mıdır? Ben bunu kökleşmiş marazi bir hastalık olduğunu düşünmüyorum. 1960 ihtilali olmayabilirdi keşke hiçbiri olmasaydı. keşke ihtiyaç olmasaydı. 12 Eylül demokrasiye köstek mi olmştur destek mi olmuştur buna bakmak lazım. Aslında siyasetçinin siyasetçiden yardım alması lazım. Bazı siyasetçilerin bizden yadım ister gibi bir durumu da olmuştur. Darbelerde dış güçlerin parmağı olabilir Ben görmedim. Amerkanın da parmağı olablir ben görmedim. Şu ülke var bu ülke var diyemem. Çok büyük haksızlıklara maruz kaldım hiç kimseye tazminat davası açmadım."
## '12 Eylül'den 2 gün önce haberim oldu'
12 Eylül'den önce askeriyeden ayrılmayı düşündüğünü belirten Özkök, "Ben yarbaylık görevini 3 sene NATO karargâhında yaptım. Albaylığa terfi ederek Kuvvet Komutanlığı Savunma Araştırma Müdürlüğü'ne geldim. Yurt dışına gidilince, lojman hakkı silinirdi. O yüzden kiralık evde oturdum. Ev sahibi bir tuğgeneraldi. 'Tayin çıkmazsa bana kalır, çıkarsa o zaman boşaltırsın' dedi. Bir yıl sonra İzmir'deki evimden kiracım çıkınca 12 Eylül Ağustos ayında tayin dönemi eşime dedim ki, 'İzmir'deki evimiz boşaldı. Buradan da çık deniyor. Bilgisayarlara hevesim var. Ayarlayalım, bilgisayar yazılımcılığında büyük gelecek görüyorum' dedim. Eşim istekli görünmedi. Bağlı olduğum tuğgenerale 12 Eylül'den bir ya da iki gün önce ayrılmak istediğimi söyledim. 'Sen şöylesin, böylesin' diyecek zannettim. 'Bilmediğin bir şey var, istesen de gidemezsin' dedi. Yorumlamadım. Sonra karargâhta hareketlilik var akşam eve gitme dediler, sana görev verilecek dediler, kaldım. Ertesi gün özel kalem müdürlüğü görevi bana verildi. 2 gün öncesine kadar hissetmedim, hissettirilmedi. Yani tabi hazırlık yapılmıştı."
## 'O dönem askerler daha ilericiydi'
Özkök, NATO'daki görevi sırasında da herhangi bir şahitliğinin olmadığını söyledi ve sözlerini şöyle sürdürdü:
"NATO'nun kapsamına da girmiyor. Her ülke bunu bir türlü yapar. İlk yapanlar Romalılar. Her ülkenin en seçkin gençlerini alıp Roma'ya hayran hale getirmişlerdir. Bunlar Roma'nın menfaatlerine çalışmıştır. Dolayısıyla bütün ülkeler bunu bir türlü yaparlar. Özel kurumlar vardır. Modern çağın problemleri diye bir komite ardır.
**Bostancı:** NATO'daki örgütlenme NATO'nun fonksiyonlarına uygun işleyen mekanizma olduğu kadar çevreden gelen subayları etkilemeye yönelik olduğuna dair özel bir çaba hissettiğiniz var mı?
"Evet var. Dolaylı olarak yapılır. Milli askeri temsiliyet başkanları girerken kapının girişi, camlar... Ülkelerin temsilcilerine davranış biçimleri farklıdır. Ama bu NATO'nun bir şeyi değil, NATO içindeki ülkelerin daranış biçimidir. O dönem siviller pek yurt dışına çıkamıyordu. Askerler çıkıyordu. O yüzden daha ilericiler."
## 'Özel harp, gladiyo değil'
Özkök konuşmasına şöyle devam etti:
"Özel Harp Dairesi’nin karşılığı Gladiyo değil. Böyle yazılıp çiziliyor ama doğru değil. Özel Harp Dairesi işgal edilmiş bir ülkedeki halkı organize etmek, çete muhaberesi yapmak için kurulmuştur. Göz önündedir. Darbelerde Özel Harp Dairesi’nin ilişkili olduğunu görmedim. Bunu hissetmedim. MGK'da görev yaparken basın ve halkla ilişkiler konusunda yanlış yapılan bir şey bilmiyorum. Tek bildiğim terörist faaliyetlerde eylem yapanlar 1. sayfada kendilerini görmek isterler. 2-3'e girince olayların azaldığını görmüşler."
## 'Genç subaylar' lafı tedirginlik yarattı'
"Annemi kaybettiğimde 3 yaşımdaydım. 'Oğlum paşa olacak' dermiş. Silahlı kuvvetlerin insanları şartlandırması küçükken oluıyor. Ona göre müfredat uygulanıyor. Müfredat gençleri o yönde aşılıyor. Nasıl siyasetin baskı grupları varsa silahlı kuvvetlerin de var. Gençler yaşlılardan daha iyi. 'Eskiden biz gençleri ellerinden tutar yukarı çekerdik. şimdi onlar bizi yukarı çekiyorlar' dedim. Gençler bizim için ayrı bir gruptur. Heyecanlıdırlar. Bu farktan dolayı genç subaylar kavramı vardır. 1960'ta genç subaylar bir darbenin parçası olarak gösterildiği için genç subaylar lafı tedirginlik yaratmıştır bende. Bunun kökeninde yatan budur. Çünkü eskiden otoriter liderlik vardı silahlı kuvvetlerde ama şimdiki gençler gözünüze bakıyor. Harp okulu öğrenci alay komutanlığı da yaptım. Artık ikna olmak istiyor emri yerine getirmek için. Şimdi ancak o şekilde idare ediyoruz sevki."
## 'Evren Paşa kaldı, diğerleri çekip gitti'
"Aklı başında bir komuta heyetinin böyle bir ortamı hazırlayarak darbe yapmak... Böyle bir şey olmaz. Halkın beklentileri bazen büyük sorumluluk yüklüyor. O zamanki olayları hatırlıyoruz. Bu olaylar dünya konjoktürüyle ilgili olaylardır. Dünyadaki olayların etkisiyle bu gençlik olayları zirayet etmiştir. Olgunlaşmasını bekledik. Silahlı kuvvetlerin mantığında zamanlama çok önemlidir. Milim milim hesaplamanız gerekir. Bir de mekan vardır stratejide. Geri dönülmek noktaya gelindiğinde işte zaman odur. Korku dağları bekler 12 Eylül'de kimsenin devlete güveni yoktu. Polis yakalıyordu. Savcı bırakıyordu. O ortamı açıkça konuşalım. O kadar çok ideolojik suç var ki; ama ihtilal olduktan sonra herkesin devlete güveni geldi. Katılsanız, katılmasanız da o güvenden dolayı olaylar kesildi. Yeni tedbirler alındı. emirler alındı, verildi. Sanki silahlı kuvvetler hazırlanmış böyle bir şey olabilir mi. Evren paşa cumhurbaşkanı oldu ama diğerleri çekip gittiler. Devleti idare etmek zor. Karabasan gibi. 3 sene içinde işler de çok kötüye gitmemişti ama bırakıp gittiler."
## 'İnsanlar ya dindar olurlar ya da bölücü'
"İnsanlar bugününden mutlu, yarınından emin değilse ya öbür dünyada mutlu olmak için aşırı dindar olurlar ya da sistem bize göre değil deyip bölücü olurlar. Halk umutsuz. Ya terörizm vardır ya ekonomik sıkıntı. Siyasetin başaramayacağını düşünüyorsa hep silahlı kuvvetlerden beklemiş bu Türk toplumunun genelde bir sıkıntısı. Allahtan ya aşiret liderinden ya başbakandan ya da askerden. Ben yapayımdan ziyade biri yapsın vermiş diye beklemiştir."
## 'Bilgilendirmeyi kimin yaptığını hatırlamıyorum'
"60 darbesi günlerinde öğrenci olayları ve ekonomik sıkıntılar vardı. Hem iç hem dış cepheden memleket iyiye gitmiyor kanaatine itildik. Uzun tecrübeler yaşandıktan sonra görüşler değişmiştir. Bilgilendirmeyi kimin nasıl yaptığını hatırlamıyorum. Kendi aramızda konuşurduk. Yarım asır öncesinden bahsediyoruz.
## 'Balyoz'u siyasilerle paylaşmadım'
Özkök, "Balyoz darbe planın siyasilerle paylaştınız mı" sorusuna, "Aytaç Yalman getirdiğinde okudum. ama siyasilerle paylaşmadım. Ben Balyoz diye bir darbe hazırlığı duymadım. Ama seminerlerde biraz amacın aşıldığı, uygunsuz cümlelerin konuşulduğu kulağıma geldi. Aytaç Yalman'a bir bak dedim bir daha bir şey gelmedi. Basında Balyoz çıkana kadar da bir daha duymadım" dedi.
Özkök, kendisinden saklanmış bir belge olamdığını belirtti. "WikiLeaks belgelerinde sizin 1 Mart tezkeresine ilişkin sözleriniz var 2005'te tezkerenin geçmemesini parlamenter bir kaza olarak değerlendiriyorsunuz.
Ayrıca ABD askerlerinin çuval geçirmesini sadece sadece sıkıntı yaratan bir olay olarak görüyorsunuz" sorusuna, "Amerika ile olan münasebet neyse ben devlet politikasına göre hareket ederim. 1 Mart tezkeresi geçerken bir sürü toplantılar yapıldı. Silahlı kuvvetler olarak görüşümüz soruldu. Ben 1 Mart tezkeresinin geçmesi ve geçmemesi durumunda neler olabileceğini değerlendiridm. Parlamenter bir kaza doğrudur. Çuval olayına gelince. biz bir krizi değerlendirirken onun idaresini yaparız. bundan sıkıntı duyruk. savaşta bir yöntemdir sir alınırken nasıl göz bağlanıyorsa bunun gibi. Bu çok ani oldu ama iki ülke ilişkilerinde çok büyük bir hasar yapmadı. Ben de hükümet politikası neyse öyle davrandım. 'Kasaptaki ete soğan doğranmaz' sözünün Balyozla hiç alakası yoktur. Ben bu lafı Ergenekon başladığında söyledim. Daha Balyoz ortada yoktu. Bir şeyi daha anlamadan öyle mi böyle mi bilmeden yorum yapmamak için babannemin lafıdır. Bir laf daha vardır; 'günde gelen soğan gibi, yılda gelen Kaan gibi'... TSK İç Hizmetler Kanunu'nun 35. maddesi abartıldığı gibi çok büyük bir şey değildir ama düzeltme yapılabilir.
Hilmi Özkök Cumhurbaşkanlığı ile ilgili kendisine bir teklif yapılmadığını söyledi. Bir daha hiçbir darbe olmayan bir ülke özlüyorum. Türk demokrasisi yol alıyor. Problemler var ama problemleri çözmekten kaçınmayalım' dedi.
## 'Suriye'ye karşılık verilmesi angajman kuralları arasında'
Özkök, verilen arada gazetecilerin, Akçakale'ye top mermisi düşmesine karşılık verilmesini nasıl değerlendirdiği sorusu üzerine, ''Askeri angajman kurallarında böyle bir madde var. Biz buna mukabele-i bilmisil derdik'' dedi.
## Okuyucu Yorumları |
220644 | haber | Hindistan'da 'toplu tecavüz'e uğrayan genç kadın hayatını kaybetti | null | # Hindistan'da 'toplu tecavüz'e uğrayan genç kadın hayatını kaybetti
## Yeni Delhi'de bir otobüste tecavüze uğrayan genç kadın, olaydan yaklaşık 10 gün sonra hayatını kaybetti
Hindistan'ı sarsan tecavüz vakasının kurbanı olan 23 yaşındaki genç kadın yaşam mücadelesini kaybetti. Yeni Delhi'de bir otobüste toplu tecavüze uğrayan ve vücudunda ciddi yaralanmalar bulunan genç kadının organ yetmezliği nedeniyle öldüğü açıklandı.
Son günlerde dünya gündeminin ilk sıralarında yer alan konulardan biri Hindistan'da yaşanan toplu tecavüz vakasıydı.
Yeni Delhi'de bir otobüste tecavüze uğrayan genç kadın, olaydan yaklaşık 10 gün sonra hayatını kaybetti.
Genç kadın, Yeni Delhi’de 3 ameliyat geçirdikten sonra Hindistan'dan tedavi amaçlı Singapur'a getirilmişti. Singapur'daki Mount Elizabeth hastanesi başhekimi Kelvin Loh, genç kadının beyninde hasar oluştuğu ve akciğer enfeksiyonu geçirdiği, çoklu organ yetmezliğine bağlı olarak sabah saatlerinde hayatını kaybettiğini açıkladı.
Başkent Yeni Delhi'de 3 ameliyat geçirdikten sonra Singapur'da tedavisine devam edilen 23 yaşındaki üniversite öğrencisinin organ yetmezliği nedeniyle yaşamını yitirdiği açıklandı.
##
Hindistan'da büyük tepkiye yol açtı
Olaydan sonra Yeni Delhi'de protesto gösterileri düzenlenmiş, gözaltına alınan 6 şüpheliye idam cezası isteyen göstericilerle polis karşı karşıya gelmişti. Başbakan Manmohan Singh, halkı sükunete davet ederek konuyla ilgili ellerinden geleni yapacaklarını söylemişti.
Hindistan'da güvenlik güçlerinin raporları cinsel saldırıların endişe verici boyutlara ulaştığını gösteriyor. Bu raporlara göre ülke çapında her 18 saatte bir tecavüz suçu işleniyor.
## Okuyucu Yorumları |
238095 | haber | Hükümetle Boydak arasında 'Koç' polemiği sürüyor | null | # Hükümetle Boydak arasında 'Koç' polemiği sürüyor
## 'Anadolu kaplanı' olarak bilinen Kayseri Sanayi Odası Başkanı Mustafa Boydak, kendisinin Koç Grubu'na destek verdiği sözleri eleştiren Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız'a, odanın meclis toplantısında cevap verdi
Maliye'nin bir süre önce Koç Grubu'na bağlı TÜPRAŞ ve AYGAZ şirketlerinde sürpriz incelemeler yapmasının ardından, Kayseri Sanayi Odası Başkanı **Mustafa Boydak**, Koç Grubu'na açık destek vermiş ve "Türkiye'yi taşıyan şirketleri gözümüz gibi korumalıyız" demişti. Ayrıca Boydak KAYSO'nun Temmuz ayı meclis toplantısında, yaşanan süreci 28 Şubat sürecine benzeterek, "28 Şubat sürecini hepiniz hatırlarsınız. Bir takım grup ve şirketlere karşı yanlış algı oldu. Bu yanlış algının tam tersini bugün yapmamamız gerekiyor" şeklinde konuşmuştu. Boydak'ın bu sözleri, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı **Taner Yıldız** 'ı kızdırdı. Yıldız, partisinin Kayseri İl Teşkilatı'nın düzenlediği bir toplantıda konuşurken, Boydak'ın, 28 Şubat benzetmesine sert tepki göstererek, "Oda başkanımızın 28 Şubat benzetmesi ile ilgili yorumu kabul etmemiz mümkün değil. AK Parti iktidarı zamanında servetini katlayanlar oldu" ifadesini kullandı.
##
'Eğer demokrasiye inanıyorsak...'
Mustafa Boydak, bu kez konuyla ilgili sessizliğini başkanlığını yaptığı Kayseri Sanayi Odası'nın Ağustos ayı meclis toplantısında bozdu. "Eğer demokrasiye inanıyorsak olumlu ya da olumsuz görüşlere saygılıyız" diyen KAYSO Başkanı Boydak, şunları söyledi:
"Yerel ve ulusal basında konuyla ilgili tartışmalar oldu. Tekrar bir şey söylemek olmaz. Biz görüşlerimizi açıkladık. Bu görüşleri beğenen de olmuştur, beğenmeyen de olmuştur. Saygımız var. Yeniden tartışma ortamına götürecek bir durum söz konusu değil. Bizim siyasetle işimiz yok. Burası iş dünyasının temsil mekanizmasıdır. Bu nedenle kamuoyuyla düşüncelerimizi paylaşırız. Düşüncelerimizi açıklarken de yönetim kurulumuzla, sanayicilerimizle istişare yaparız. Bu istişareler neticesinde görüşlerimizi açıklıyoruz. Bu konuda artık biri konuştu, diğeri konuştu şeklinde bir beklenti olmasın. Tartışmaya girmeyiz. İş dünyası olarak önceliğimiz ekonominin daha iyi olması ve daha nasıl iyiye giderin yollarını aramaktır. Hesabımız, hedefimiz bu konudur. 8 yıldır görev yapıyoruz ve burada her görüşten arkadaşımız var. 8 yıldır da tarafsız duruşumuzu her şekilde sergiledik. Geriye doğru bakılırsa ilave söz söylemeye gerek yok."
##
e-fatura konusunda ek süre talebi
KAYSO Başkanı Mustafa Boydak, e-fatura konusu ile ilgili de değerlendirmede bulunarak Maliye Bakanlığı'ndan ek süre verilmesini istedi. Boydak şöyle konuştu:
"Gündemimizde e-fatura ya da e-defter meselesi var. Bir takım sektörlerde 1 Eylül'de bu durum mecburi oluyor. Maliye Bakanlığı'nca bir taraftan ek süre verilmeyeceği ifade ediliyor. Ancak bu alt yapıyı tamamlayan firmaların yanında, hala tamamlamayan yani hazır olmayan firmalarımız da var. Bu konuda bize sıkıntılar iletiliyor. Bu nedenle 3 aylık geç başlatma olanağı sağlanmalıdır. Bu konuda önümüzdeki hafta bir açıklama yapılmasını bekliyoruz."
## Okuyucu Yorumları |
220826 | haber | Hülya Avşar, Mor Çatı için kıyafetlerini satıyor | null | # Hülya Avşar, Mor Çatı için kıyafetlerini satıyor
## Gelirini Mor Çatı'ya bağışlamak üzere kıyafetlerini satışa çıkaran Avşar internet sayfasında fotoğraflarını yayınladığı kıyafetlerin nerede giyildiğini, özelliklerini ve yıkama talimatını da yazdı
Sahnede, televizyon programlarında ve çeşitli etkinliklerde giydiği kıyafetleri geçtiğimiz mart ayında yardım amaçlı olarak Adana ve Ankara'daki pavyonlara gönderen **Hülya Avşar**, bu kez kıyafetlerini Mor Çatı'ya yardım amacıyla satışa çıkardı.
İlk adımda 7 kıyafetini sahibi olduğu 'By h'nin internet sayfasında satışa çıkaran Avşar, görücüye çıkardığı kıyafetler satışa çıktıkça diğerlerini de satacak. Sanatçı, bir yılda yaklaşık 100 kıyafet satmayı planlıyor.
HaberTürk'te yer alan habere göre, kadına yönelik şiddetin en yaygın ihlal edilen insan haklarından biri olduğunu söyleyen Hülya Avşar, kıyafetlerinden elde edilen geliri kadına şiddetin son bulması için mücadele veren Mor Çatı'ya bağışlamaktan büyük mutluluk duyacağını belirtti.
Jüri başkanı olduğu Altın Portakal Film Festivali'nin ödül gecesinde giydiği kıyafetini KDV dahil 950 TL'den satışa çıkaran Avşar'ın diğer kıyafetlerinin fiyatları 400 TL'den başlıyor. İnternet sayfasında fotoğraflarını yayınladığı kıyafetlerin nerede giyildiğini, özelliklerini ve yıkama talimatını da yazarken sanatçı, yıl sonuna kadar satacağı kıyafetlerinden yaklaşık 60-70 bin TL arasında.
## Okuyucu Yorumları |
197209 | haber | Hüseyin Gülerce: Gülen cemaati ne istiyor? | null | # Hüseyin Gülerce: Gülen cemaati ne istiyor?
## Hüseyin Gülerce, "Cemaatin tek istediği temel hak ve hürriyetler, din ve vicdan özgürlüğü teminat altında olması" dedi.
T24 - Zaman gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce, MİT mensuplarının ifade vermeye çağrılmasının ardınan "cemaat-AKP kavgası" olduğunu iddia edenlere sert cevap verdi. Gülerce, AKP hükümetinin bazı icraatlarını da eleştirdiği yazısında, cemaatin siyasete girmek istemediğini, bunu 30 yıldır görmediğini söyleyerek, "'Bu hareket, insanlığa Allah rızası için hizmet davasıdır. Asıl fetih, gönüllerin fethidir. Beklentisizlik kahramanı olmak lazım' ikazını çok duydum. Beklenti siyasette, bürokraside olur" dedi.
Hüseyin Gülerce'nin "Son tuzak: İktidar-cemaat" başlığıyla yayımlanan (15 Şubat 2012) yazısı şöyle:
##
Son tuzak: İktidar-cemaat...
Hepimizin anlamaya çalıştığı yeni bir durumla karşı karşıyayız.
Başta MİT Müsteşarı Hakan Fidan olmak üzere bazı MİT yöneticilerinin "şüpheli" sıfatıyla ifadeye çağrılması, daha önce yaşamadığımız ciddi bir probleme dönüştü. Hazır kıta bekleyenler, "Yargı-MİT çatışması" yaftası ile başlatılan tartışmayı, "Cemaat-iktidar kavgası", "asıl hedef Başbakan" noktasına taşıdılar.
İlk dikkat çeken husus; Ergenekon davasını itibarsızlaştırma ve sulandırma-bulandırma ile vazifeli medya mensuplarının, sindikleri mevzilerden fırlamaları oldu. El ovuşturmalar, gözlerdeki parıltılar gizlenemez halde... "AK Parti'yi ve Gülen'i Bitirme Planı"nda "dost kuvvetler" olarak vazifelendirecekler, erine gerine "biz demedik mi?" pozlarıyla sahnede. Sanki tam da aradıkları fırsat doğmuş gibi, bir "cemaat heyulası" ve algısı pompalanıyor. 28 Şubat'ın o kasetli, kasvetli günlerini hatırlatan kirli bir karalama kampanyası var. 28 Şubat'ta yapamadıklarını, referandumdaki yüzde 58 evet ile güçlendirilen demokratikleşme zemininde, yüzde 50 ile iktidar emaneti verilen AK Parti iktidarında yapmak istiyorlar. Alenen hükümete sesleniyor; "bitirin şu cemaatin işini" diyorlar...
Bir de aylardır, AK Parti'yi daha önce destekleyen, fakat KCK meselesinden dolayı hükümete demediğini bırakmayanların tavrı var. Daha düne kadar, "Erdoğan diktatörlüğe gidiyor" diye içeriye dışarıya jurnalleme yapan zevat, şimdi "asıl kabahat bu cemaatte" diye AK Parti'nin akıl hocalığına soyunuyor. "Cemaat" dedikleri insanları en yakından tanıyan, hâlâ dost zannedilen bu insanlar, Ergenekoncu koronun arka taraflarında boy göstermiyorlar mı... İşte bu kadarına pes! Yarın bu fitne-fücur dalgaları dindiğinde mahcup olmayacaklarını mı zannediyorlar?
Bence tam da bugün itidale, sağduyuya, ortak akla ihtiyaç var. Klasik bir talep ama başka yol bilen varsa söylesin. Yargısı, istihbarat teşkilatı ve emniyet güçleri tartışmanın odağına oturmuş, hükümet ile yargısı karşı karşıya gelmiş görüntülü bir Türkiye'nin kime ne faydası var?
Öfke ile kalkan zararla oturur. Hele bu öfke, yeni kanun düzenlemelerine alelacele yansırsa, Ergenekon davası üzerinden demokratikleşme sürecinin dinamitlenmesi bile söz konusu. Asırlık vesayetin gücü tükenmedi. Ciddi bir zaafa da uğramadı. Bunlarda oyun, tuzak bitmez. En büyük tuzak da, iktidar-cemaat çatışması üzerinden, devletle milletin karşı karşıya getirilmesidir.
Bu hükümet, Cumhuriyet tarihinin gördüğü en icracı, en uyumlu, en gayretli, en başarılı hükümettir. Demokratikleşme konusundaki siyasi iradesi, başta Sayın Başbakan olmak üzere şimdiden tarihe geçmiştir. Ülkesini seven, insaf ve vicdan sahibi hiç kimse, bu hükümetin tökezlemesini istemez. Bunun Türkiye'nin geleceğine, istikrarına, demokratikleşmesine mal olacağını bilir.
Fakat hükümetin de, halktan aldığı yetkiyi, yetki ne yönde ise yerine getirme yükümlülüğü ve sorumluluğu var. Vesayet rejimi,12 Eylül kanunları devam ederken sona ermez. AB üyeliğini önemsemeden, sivil bir anayasaya dört elle sarılmadan, darbecilere dayanak olan kanun maddeleri, anti-demokratik seçim kanunları değiştirilmeden, askere ayrıcalık tanıyan Sayıştay Yasası korunurken, demokratikleşme sağlanamaz.
Adı cemaate çıkmış insanları yakından tanıyan biriyim. Siyasi beklentiyi 30 yıldır görmedim, hissetmedim. Hizmet hareketinde beklenti olmaz. "Bu hareket, insanlığa Allah rızası için hizmet davasıdır. Asıl fetih, gönüllerin fethidir. Beklentisizlik kahramanı olmak lazım" ikazını çok duydum. Beklenti siyasette, bürokraside olur.
"Tamam da, o zaman referandumda, seçimlerde neden siyasi bir pozisyonda görünüyorlar? Bu cemaat ne istiyor?" deniyorsa, anladığımı söyleyeyim. İstenilen tek bir şey var: Temel hak ve hürriyetler, din ve vicdan özgürlüğü teminat altında olsun yeter... Halk seçtikten sonra, Türkiye'yi kim yönetirse yönetsin...
## Okuyucu Yorumları |
214650 | haber | 'Hz. Muhammed'in hayatı' dersinde öğrencilere zina ve süslenme uyarısı | null | # 'Hz. Muhammed'in hayatı' dersinde öğrencilere zina ve süslenme uyarısı
## Yeni eğitim-öğretim sisteminde, 5. ve 9. sınıflarda seçmeli olarak okutulacak 'Hz. Muhammed’in Hayatı' derslerinin öğretim materyali hazırlandı
Okullarda seçmeli olarak okutulacak "Hz. Muhammed'in hayatı" dersinin içeriği belli oldu. Hazırlanan kitaplarda, öğrencilere "zina yapmayın" ve "fazla süslenmeyin" uyarıları da yer aldı.
Yeni eğitim-öğretim sisteminde, 5. ve 9. sınıflarda seçmeli olarak okutulacak "Hz. Muhammed’in Hayatı" derslerinin öğretim materyali hazırlandı.
Ders kapsamında 5. sınıflara İslam peygamberi Muhammed’in hayatından örnekler verilerek çocuklara temizliğin önemi, büyüklere saygı gibi kavramlar anlatılacak. Liseli gençler ise "güzelleşme çabasının ölçülerini" ve "evlilik dışı ilişkinin zararlarını" öğrenecek.
Ders için hazırlanan kitapta İslamiyet’in yayılması amacıyla yapılan savaşların anlatımında tarihler miladi takvimin yanı sıra hicri takvimle de verilecek.
Ders içeriğindeki konu başlıkları ise, "Hz. Muhammed’in Hayat Hikâyesini Hatırlayalım", "Temizlik", "Hz. Muhammed’in ahlakı", "Hz. Muhammed ve çocuk", "Çocuğun görevleri", "Herkesin dostu ve kardeşi Hz. Muhammed" şeklinde.
Lise 9. sınıfta okutulacak öğretim materyalinde de "düzenli yaşamak, söz ve davranışların güzelliği, kadın ve erkeklerin güzellik ve güzelleşme konusunda dikkat etmeleri gereken ölçüler, evlilik dışı ilişkilerin bireysel ve toplumsal hayata verdiği zararlar, kullukta eşitlik, hukuk karşısında eşitlik" gibi konular ele alınıyor.
Kitapta yer alan editörün notunda ise insanlar için üstün ahlak örneği olan Hz. Muhammed’in, Allah tarafından gönderilen son peygamber olarak insanlara erdemli yaşama yollarını gösteren bir öğretmen olduğuna vurgu yapılıyor.
##
Doğru örtünmenin usulü
Milli Eğitim Bakanlığı’nca ortaöğretim 9. sınıf ve imam hatip ortaokulu 5. sınıf öğrencilerine okutulacak "Temel Dinî Bilgiler" dersine yönelik hazırlanan kitapta, "İslam’a göre evrenin yaratılışı, İslam’a göre insanın yaratılışı, yaratılıştaki uyum ve güzellik, kaza ve kadere iman, insani ilişkiler" gibi konulara yer verildi. Giyim, kuşam ve süslenme konularında ise İslam peygamberi Muhammed’in giyinme örtünme ve süslenme hususundaki davranışlarından çıkarılabilecek ilkelere de yer verildi.
## Okuyucu Yorumları |
173657 | haber | İbrahim Şahin'in 'SMS'i Behçet Cantürk cinayetine ışık tuttu | null | # İbrahim Şahin'in 'SMS'i Behçet Cantürk cinayetine ışık tuttu
## Faili meçhul cinayetleri soruşturan savcı, üçüncü Ergenekon iddianamesindeki İbrahim Şahin'e ait "B.C.'yle akrabadır. Bana da bu adamı öldürdün diye ceza verdiler" y
**T24 - **Eski Özel Harekât Polisi Ayhan Çarkın’ın ifadeleriyle başlatılan soruşturmada savcılık, 1994’te Sapanca’da öldürülen Kürt işadamı Behçet Cantürk ile ilgili çok önemli bir delile ulaştı. Savcılık, Ergenekon davasının üçüncü iddianamesinde yer alan ve eski Özel Harekât Daire Başkanı İbrahim Şahin’e ait olan kayıt deşifresini, Cantürk cinayetine ışık tutacak bir ‘itiraf’ olarak kabul etti. Söz konusu kayıtta Şahin, Ergenekon’dan tutuklu Fatma Cengiz’e gönderdiği mesajında, "B.C.’yle akrabadır ve bana da bu adamı öldürdün diye ceza verdiler. Yazıklar olsun ve H. A.’ nın E.‘nin ABD’nin has adamıdır" yazıyor. Savcılık mesajdaki bu ‘B.C.’ kısaltmasının Behçet Cantürk olduğunu tespit etti.
Radikal gazetesinden Mesut Hasan Benli'nin haberine göre; ‘Faili meçhul cinayetler soruşturmasında’ Savcı Hakan Yüksel, Şahin’in ifadesine başvurmaya karar verdi. Şahin’in avukatı ise Savcı Yüksel’e başvurarak, müvekkilinin "akıl sağlığının tam olarak yerinde olmadığı" yönünde Adli Tıp Kurumu’nca rapor verildiğini ve ifadesinin alınmamasını talep etti. Raporda, suç tarihinde Şahin’in ceza ehliyetinin tam olmadığı belirtiliyordu. Böylece Şahin bir kez daha ifadeden kurtuldu.
Ancak Ergenekon davasında yer alan bir tape savcılığın dikkatini çekti. Savcı Yüksel, üçüncü Ergenekon iddianamesinde yer alan ve Şahin ile aynı soruşturmadan tutuklanan Fatma Cengiz arasında, Ermeniler ile ilgili mesaj trafiğini incelemeye aldı. Savcı, iddianamede 10247 numarasıyla yer alan 27 Aralık 2008 tarihli tape’de Şahin’in Cengiz’e gönderdiği bir mesajdaki ‘B.C.’ kısaltmasının Behçet Cantürk olduğunu belirledi ve bunu delil kabul etti.
O üç polis tanık oldu
Öte yandan soruşturma kapsamında, kumarhaneler kralı Ömer Lütfü Topal cinayetinden sonra Ayhan Çarkın’ı gözaltına alan üç polisin de tanık olarak ifadesi alındı. Çarkın daha önce savcıya verdiği ifadesinde, gözaltına alınmasıyla ilgili olarak şunları aktarmıştı: "Ömer Lütfü Topal olayı sebebi ile gözaltına alındım. Orada iki tane şahıs bana 91 tane cinayeti sayarak ‘Hadi bunlar devlet adına ama Topal’ı kendi adınıza öldürdünüz’ diye söyledi. Ben de bunun üzerine çıldırdım. Sorgu sırasında bana şu an soruşturması yapılan Mecit Baskın, Faik Candan, Namık Erdoğan ve Yusuf Ekinci ve Ankara dışında işlenen diğer cinayetleri de söylediler, bundan haberimiz var dediler, ben de kızarak kerhen tamam ben işledim dedim. O sorguda şunu anladım ki, işlenen tüm cinayetlerden devletin haberi bulunuyormuş."
Behçet Cantürk kimdir?
1950’de Lice’de doğan Cantürk, 1975’te İlerici Gençlik Derneği’nin Lice’deki protesto yürüyüşünün organize etti. 1977’de silah kaçakçılığına adı karıştı. 1981’de Suriye’ye gitti ve bu tarihten sonra adı sık sık uyuşturucu ticaretiyle birlikte anılmaya başlandı. 1984’te PKK mensubu olduğu iddiasıyla tutuklandı. 1993’te Akdeniz’de batırılan Kısmetim I gemisinde ortak olduğu iddia edildi. Ve 1994’te cinayete kurban gitti.
Cantürk’ün kızı Ergenekon’da müdahil olmuştu
Behçet Cantürk’ün kızı Gazel Cantürk, 2008 yılındaki ilk Ergenekon soruşturması başlatıldığında Sapanca Cumhuriyet Savcılığı’na verdiği dilekçede dava kapsamında babasının katillerinin belli olduğunu belirterek, faillerin cezalandırılmasını talep etmişti. Savcılık ise, dilekçeyi 14 Ocak 1994 yılından beri açık olan Behçet Cantürk cinayeti soruşturması kapsamında işleme almıştı.
Konuşacak denildiği gün kaza geçirdi
İstanbul 6 No’lu DGM’de açılan Susurluk davası kapsamında tutuklanan İbrahim Şahin 185 gün tutuklu kaldıktan sonra 19 Eylül 1997’de tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edildi. 2000 yılındaki duruşmada Şahin’in önemli açıklamalar yapması bekleniyordu. Ancak Şahin, Eskişehir-Yalova yolunda kendi kullandığı araçla trafik kazası geçirdi. Kaza sonucu beyninde ödem oluştu. Yoğun bakımda kalan Şahin, taburcu olduktan sonra hafızasını yitirdiğini iddia etti. Bu konuda doktor raporu da alan Şahin’in bir daha ifadesine başvurulamadı.
Sapanca’daki ölüm üçgeni
Behçet Cantürk’ün de aralarında bulundu Kürt işadamlarının öldürülmesi, 4 Kasım 1993’te dönemin Başbakanı Tansu Çiller’in "PKK’nın haraç aldığı işadamları ve sanatçıların isimlerini biliyoruz, onlardan hesap soracağız" açıklamasından hemen sonra başlamıştı. Cantürk ve şoförünün cesedi Sapanca yolunda bulundu. İki ay sonra Cantürk’ün avukatı Yusuf Ekinci öldürüldü. Fevzi Aslan ve Şahin Aslan Hendek’te ölü bulundu. Sağlık Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkan Yardımcısı Namık Erdoğan öldürüldü. Savaş Buldan ile arkadaşları Adnan Yıldırım ve Hacı Karay, Bolu’nun Yığılca ilçesi yakınlarında ölü bulundu. Dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar da, "Devlet adına bin operasyon yaptık" demişti. Kocaeli İl Jandarma Alay Komutanı ise bugün Ergenekon sanığı olan Veli Küçük’tü.
‘Hepsi bizim teşkilatın işiydi’
İkinci Ergenekon davasının ek delil klasörlerindeki gizli tanık ifadesi, faili meçhul cinayetlerle ilgili önemli gerçekleri gün yüzüne çıkardı. Gizli tanık ifadesinde Tolga Atalay’ın Peker tarafından öldürülmeden önce kendisini telefonla arayarak, "Sedat Peker, Veli Küçük’le beraber hareket edip, bizi kullanarak çok işler yaptı. Sapanca Kavşağı’na atılan cesetlerin tamamı bizim teşkilatın işiydi" dediğini aktarmıştı.
## Okuyucu Yorumları |
213396 | haber | 'İlhan Selçuk, annesi Ermeni diye Harp Okulu'na alınmadı' | null | # 'İlhan Selçuk, annesi Ermeni diye Harp Okulu'na alınmadı'
## Oral Çalışlar: Türkiye'nin iddialı iki yazarının, çizerinin annelerini gizlemek gereğini duymuş olmaları son derece acı bir durum
**Oral Çalışlar**
(Radikal, 19 Eylül 2012)
## Ah be İlhan Abi!
İlhan Selçuk, "Yukarıya, odama gel konuşalım" dedi. Tarih 12 Mayıs 2003’tü. O günkü Cumhuriyet’teki yazımın başlığı ‘Sözde Ermeni Soykırımı İddiaları’ydı. Hüseyin Çelik’in Eğitim Bakanlığı dönemindeydik. Ermeni okulları dahil ilkokullara "Ermeni soykırımı iddiası yalan, asıl katliamı Ermeniler yapmıştı" biçiminde bir genelge gönderilmişti. Ermeni çocuklarından da bunları yazmaları istenmişti.
Yazımdan satırlar: "Ermeni okulu ne yapsın? ...müfettişler gelir ve canlarına okur. O zaman... ‘asılsız Ermeni soykırımı’nı çocuklara anlatacaktır. ...bu propaganda Türk çocukları için daha yanıltıcıdır. Ermeni çocuğu ailesinden, yakınlarından ve ‘canlı tanıklar’dan bu ülkede yaşayan 2 milyon Ermeninin neden bugün 60 bine düştüğünü bir şekilde öğrenir. Okula gittiğinde evde öğrendiklerinin tersini söylemesi gerektiğini de bilir. Türk çocuğu ne yapacak, bundan 88 yıl önce Osmanlı İmparatorluğu döneminde gerçekleşmiş bir zulmü, koca bir toplumun yerinden, yurdundan edilip yer ile yeksan edilmesini ‘sözde bir gerçek’, ‘bir yalan’ olarak mı kabul edecek?"
"1915, Osmanlı tarihinin acı sayfalarından birisidir. Burada İttihat Terakki büyük bir insanlık suçu işlemiştir. Bu suçu ben neden üstlenip bunların hiçbiri olmadı, ‘sözde’ diyerek tarihi gerçeklere karşı çıkayım? Gencecik beyinleri neden gerçek olmayan yalanlarla dolanlarla kandıralım?"
Sabah koridorda karşılaştığım Alev Coşkun, "Bunu nasıl yazarsın? Böyle bir yazıyı Amerika’da bile yazamazsın" şeklinde uyarı-eleştiri karışımı bir şeyler söylemişti. Canım sıkılmıştı. Alev Coşkun, İlhan Selçuk’a gidip durumu aktarmıştı.
**‘Soykırım olduğuna inansam’**
İlhan Selçuk’un odasına girdim: "Oralcığım, eğer Ermeni soykırımı olduğuna inansam ilk önce ben yazarım" dedi. Söylemindeki sükûnet dikkat çekiciydi.
"Soykırım olduğuna inansam" kafama çakıldı. İlhan Selçuk’un annesinin Ermeni olduğunu bir yerlerden duymuştum. Şişli’deki binaya taşındığımızda, "İlhan Selçuk’un odası, teyzesi Roz’un mezarına bakıyor" diyenler de oldu.
Hasan Cemal’in ‘1915: Ermeni Soykırımı’ kitabıyla gündeme gelen ‘Ermeni anne’nin Selçuk kardeşlerin hayatlarını nasıl etkilediğini düşündüm.
**Harp okulu engeli**
1940’ların başı olmalı... İlhan Selçuk’un babası, Milas Ask. Şb. Başkanı Kasım Selçuk, Milas Kaymakamı Vasfi Gerger’den (Haluk Gerger’in babası) bir yardım talebinde bulundu. Oğulları Turhan ve İlhan, harp okuluna, anneleri Ermeni olduğu gerekçesiyle kabul edilmemişlerdi. Baba, Ankara’da ilişkileri olan Vasfi Bey’den çocukların okula kabulünün sağlanmasını rica etti. Olmadı.
Ermeni anne, onları hayatları boyunca hep bir gölge gibi takip etti. ‘Anneleri Ermeni’ diye yazan bir yazarı mahkemeye verdiler. İki erkek kardeşin talebiyle avukatlar gidip Milas’taki kayıtlara baktı. Annenin geçmişi kayıtlarda yoktu. Ancak iki Ermeni kardeş vardı. Roz ve Simon adlarını korumuşlar ve öyle yaşamayı tercih etmişlerdi.
Roz Teyze ve Simon Dayı hep yok sayıldı. İlhan Selçuk, Roz Teyzesinin gittiği evde olduğunu öğrenince bir odaya kapanmış ve teyzeyi görmek istememişti. İlhan Selçuk’un hayatının Ermeni annesini gizlemekle geçtiğini söyleyebiliriz.
Ülkemizdeki birçok insanın annesi, anneannesi, babaannesi Ermenidir... Ermeni erkekleri öldürülürken kadınların, kızların bir kısmı hayatlarının bağışlanması karşılığında Müslüman oldular ya da Müslümanmış gibi yapmak zorunda kaldılar.
Türkiye’nin iddialı iki yazarının, çizerinin annelerini gizlemek gereğini duymuş olmaları son derece acı bir durum. Üstelik onlar ‘Cumhuriyet devrimleri’ dedikleri devrime yürekten inanmış kişilerdi. Örneğin, Ermeni anneleri nedeniyle kabul edilmedikleri harp okulundan mezun olan subayların kumanda ettiği ordunun siyasete müdahalesini hep ‘olumlu bir etken’ olarak gördüler.
Selçuk kardeşlerin yaşadığı dram, tam anlamıyla ‘ülkemizin dramı’dır. ‘Öteki’ olmanın anlamını ortaya koyan olağanüstü bir örnek ve hikâyedir.
Ah be İlhan Abi!
Keşke Ermeni anneni bir zenginlik olarak görüp göğsünü gere gere savunabilseydin.
## Okuyucu Yorumları |
279493 | haber | İmam hatip liselerinin öğrenci sayısı 11 yılda 7 kat arttı | null | # İmam hatip liselerinin öğrenci sayısı 11 yılda 7 kat arttı
## Eğitim Sen’in araştırmasına göre, 2002 yılında 450 olan imam hatip lisesi sayısı
Eğitim-Sen’in Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) Antalya’da devam eden 19’uncu Milli Eğitim Şurası’nda açıkladığı rakamlara göre, imam hatip liselerindeki öğrenci sayısı 2002-2003 eğitim-öğretim döneminde 71 bin iken 2014-2015 eğitim-öğretim yılında 474 bine yükseldi. İmam hatip liselerinin sayısı da 11 yılda 450’den 708’e çıktı.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) Antalya’da devam eden 19’uncu Milli Eğitim Şurası’na katılan Eğitim Sen Genel Başkanı Kamuran Karaca’nın aktardığı araştırmada elde edilen bulgular şöyle:
- MEB kesin bir rakam vermese de, 2012-2013 döneminde 730 ilköğretim okulu imam hatibe dönüştürüldü; sayı bu yıl 940’a çıktı;
- İmam hatiplerdeki öğrenci sayısı 1995-1996 eğitim-öğretim döneminde 515 bin civarındaydı; sayısı 2002-2003 eğitim-öğretim döneminde 71 bine kadar gerilemişken, bu yıl 474 bine kadar çıktı;
- 2012-2013 eğitim-öğretim yılında 730’u bağımsız, 369’u imam hatip lisesi bünyesinde toplam 1099 imam hatip ortaokulu vardı; 2013-2014 eğitim-öğretim yılındaysa sayı yükseldi. Bugün, 945’i bağımsız, 410’u imam hatip lisesi bünyesinde toplam 1355 imam hatip ortaokulu bulunuyor;
- Benzer bir artış, imam hatip liselerinde de yaşanıyor. Buna göre, MEB, 2010-2011 eğitim-öğretim yılından itibaren Türkiye genelinde 1477 genel liseyi dönüştürmeye başladı; Türkiye genelinde 952 anadolu imam hatip lisesi, 1355 imam hatip ortaokulu var.
### 2003’ten bu yana değişim
Eğitim Sen’in derlemesine göre, imam hatip liselerindeki son 10 yılın değişimi şöyle:
- 2003’te 450 lisede 71 bin 100 öğrenci;
- 2004’te 452 lisede 90 bin 606 öğrenci;
- 2005’te 452 okulda 96 bin 851 öğrenci;
- 2006’da 453 okulda 108 bin 64 öğrenci;
- 2007’de 455 lisede 120 bin 668 öğrenci;
- 2008’de 456 lisede 129 bin 274 öğrenci;
- 2009’da 458 okulda 143 bin 637 öğrenci;
- 2010’da 465 lisede 198 bin 581 öğrenci;
- 2011’de 493 okulda 235 bin 639 öğrenci;
- 2012’de 537 lisede 268 bin 245 öğrenci;
- 2013’te 708 okulda 380 bin 771 öğrenci;
- 2014’te 952 lisede 474 bin 96 öğrenci.
## Okuyucu Yorumları |
136372 | haber | 'İmamın Ordusu' için kim, ne dedi? | null | # 'İmamın Ordusu' için kim, ne dedi?
## 'İmamın Ordusu' başlıklı kitap çalışmasının internette yayınlanmasını yazarlar köşelerine taşıdı.
T24** - Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanan gazeteci Ahmet Şık'ın, taslağı Türkiye gündemine oturan "İmamın Ordusu" başlıklı kitap çalışması, mahkemenin kopyalarını toplatma kararının ardından internette yayınlandı. Taslağın internette yayınlanmasını gazeteciler köşelerine taşıdı.**İşte o yazılar:
'İtiraf edeyim, kitabı okudum'
Gazeteci İsmet Berkan, Ahmet Şık'ın kitabının taslağını okuduğunu köşesinden duyurdu. Berkan, "İtiraf edeyim. Ben de bu ‘suç’ sayılan eylemi yapanlardanım. Kitabın linkini tıkladığını bildiğim herkesin adını polise verebilirim" dedi.
Berkan'ın Hürriyet'te yayımlanan (1 Nisan 2011) yazısının bir bölümü şöyle:
Kimsenin görmediği ama savcı tarafından aktarılan bir mahkeme kararıyla ‘örgütsel doküman’ kabul edilen Ahmet Şık’ın kitabı, dün öğleden sonra saatlerinde ansızın internete düştü, kısa zamanda çok sayıda insan tarafından ya bilgisayarlara indirildi ya da internet üzerinden okunmaya başladı.
İtiraf edeyim, ben de bu ‘suç’ sayılan eylemi yapanlardanım. Hayır, bilgisayarıma indirmedim ama bilişim suçları şubesi gelip bilgisayarımı incelerse, kitabın internet adresini tıkladığımı ve o sayfayı okuduğumu tespit edebilir.
Şimdiden ilan edeyim, eğer bundan ötürü suçlanırsam itirafçı olmaya da hazırım, kitabın linkini tıkladığını bildiğim herkesin adını polise verebilirim.
Saygılarımla arz ederim.
'Bilişim teknolojisi denilen 'mübarek' devreye girdi'
**Ahmet Hakan, İmamın Ordusu'su adlı kitabın taslağının internette yayınlanmasını Hürriyet gazetesindeki köşesinde (1 Nisan 2011) şöyle değerlendirdi:**
İmza atacaktık, parayı bastıracaktık, yayınevi bulacaktık, imece yapacaktık ve "İmamın Ordusu" adlı kitabı piyasaya sürecektik.
Gerek kalmadı.
Sağ olsun "bilişim teknolojisi" denilen "mübarek" devreye girdi ve "İmamın Ordusu" adlı kitap internette yayınlandı.
G G G
Tabii internet bu...
En ciddi mevzularda bile geyiğin bini bir para...
* Biri çıkmış "Hadi terörist olalım" diyor.
* Bir başkası abartıp "Bunlar Twitter’ı da kapatırlar" diye kaygı belirtiyor.
* Birinin gündeminde başka bir sorun var, "Kitabın akıcılık sorunu mu var ne?" diye soruyor.
* Bir başkası muhteşem bir espri patlatıyor: "İleri teknoloji, ileri demokrasiyi döver."
* Yayınlanan metnin orijinal olup olmadığından kuşkulanan biri "Dokundum, yandım... Demek ki orijinalmiş" diyor...
* Biri ise şimdiden cezaevi rüyası görerek, "Silivri dedikleri büyük kasaba" türküsü çığırıyor.
G G G
Benim açımdan ise durum şudur:
Güzel havalara aldanıp sıkı giyinmeyi aniden terk ettiğim için hafiften bir soğuk algınlığı içinde kıvranıp dururken...
Yani...
Ihlamurlar, zencefiller, ballı sütler, sıcak su torbaları, hatmi çiçekleri, sevgi açlıkları, vitamin hapları, meyve suları, tavuk suyuna çorbalar ve dermansızlıklarla boğuşurken...
"İmamın Ordusu" adlı kitabı başladım okumaya...
Şimdilik şunu söyleyebilirim:
Şu ana kadar kendimi bir terörist faaliyetin içindeymişim gibi hissetmedim.
~
'Olan Ahmet Şık'a oldu'**Gazeteci Melih Aşık, Ahmet Şık'ın kitap taslağının internette yayına konmasını değerlendirdi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün "Kitap 100 bin satar" sözlerini hatırlatan Aşık, "Olan Ahmet Şık'a oldu denebilir" dedi.**
Aşık'ın Milliyet gazetesinde "Ve kitap düştü!" başlığı ile bugün (1 Nisan 2011) yayımlanan yazısının bir bölümü şöyle:
Baskın üzerine baskın.. Önce İthaki Yayınevi’ne... Peşinden Radikal Gazetesine... Bilgisayarda imha operasyonu süratle yürütüldü. Türkiye basılmamış kitabı yasaklayan ülke olarak dünya yayın tarihine geçti. Ve aradan bir hafta geçmeden.. Kitap dün pdf dosyası olarak internete düştü... Halkın kitabı okumaması için demokrasi kurallarını çiğneyenler çağın dijital mucizelerini hesaplayamamıştı. Kitap artık yüz binlerce kişinin bilgisayarında mevcut olduğu gibi, çıktısı alınarak elden ele dolaşıyor.
Sanılır ki Emniyet Müdürü Hanefi Avcı’nın cemaatçi örgütlenmeyle ilgili kitabı elden kaçırılınca bu defa aynı temayı işleyen Şık’ın kitabı kaynağında kurutulmak istendi. Ancak girişim başarısız kaldı...
Olan Ahmet Şık’a oldu denebilir... Değerli meslektaşımız Cumhurbaşkanı’nın hesabıyla 100 bin kitabın gelirine kavuşacakken kitaplar internetten bedava paylaşıldı!
Bu kitabın en büyük özelliği mi? Kamuoyunun kitabın içindeki bilgilerin çok çarpıcı ve doğru olduğuna inandırılmış oluşu. Bu inancı Ahmet Şık sağlamadı. Bu inancı kitabın böylesine hararet ve hırçınlıkla peşine düşenler sağladı. Artık daha bir merakla okunacak.
İnternete düşen taslakla ilgili savcılık dün acele soruşturma açtı. Gazetemizde o yüzden kitaptan bölümler bulamayacaksınız. Ama Star ve Zaman gazeteleri birkaç gün önce Emniyet’in 49 sayfalık bir raporunu yayımladılar ki... Bu raporda da kitaptan kimi bölümler pekala yer alıyordu... Kitaba konulan yasak içindekilerin gizlenmesi açısından başarılı olmadığı gibi hem iktidarı hem ülkeyi güç duruma düşürdü. Üstelik handikap sürüyor.
~
'Kitabı okumaya başladım, suç mu işliyorum bilmiyorum'
**Reha Muhtar, İmamın Ordusu adlı kitap taslağı okumaya başladığını söyledi. "Kitabı okuyarak suç mu işliyorum bilmiyorum" diyen Muhtar, "Bir 'örgüt bağlantısı mı var' bu kitapta bilmiyorum" dedi.**
Muhtar'ın Vatan gazetesinde yayımlanan (1 Nisan 2011) yazısı şöyle:
Dün akşam saatlerinde Milliyet’in internet sitesi 50 bin kişinin "İmam’ın Ordusu" kitabını indirdiğini yazıyordu...
Kitabın "üzerindeki notlarla düzeltilmiş hali mi, yoksa düzeltilmemiş hali mi" bilmiyorum...
Önemi de yok zaten...
İnternet çağında bütün değerler kökten bir değişime uğruyor...
***
Hayat bireyselleşiyor...
Demokratikleşiyor...
Yaşam tarzları, hayatın okunuşları yeni bir hal alıyor...
Bir "örgüt bağlantısı mı var" bu kitapta bilmiyorum...
"Paragrafların üzerindeki notları kimler yazmış" kim bilir?..
Bunları savcılar bulabilir, mahkeme saptayabilir...
Sonra da gerçekler neyse söylenir...
Ancak adı ister kitap olsun, ister doküman bir çalışma bu muameleye tabi tutulursa birkaç saatte 50 bin kişi tarafından indirilir...
***
Bazen birileri özellikle mi böyle yapıyor diye düşünüyorum...
Büyük hedefler saklanabilsinler, gizlenebilsinler diye mi hedef şaşırtılıyor anlamıyorum...
Yoksa "gizli bir güç savaşı bizim aklımızın üzerinden mi oynanıyor" çözemiyorum...
Ben de herkes gibi "İmam’ın Ordusu"nu okumaya başladım...
İnternetten okuyarak suç mu işliyorum bilmiyorum...
Okuduğum hakkında görüş bildirmem suç mu onu da kestiremiyorum...
***
Her şey altüst oldu bu ülkede...
Kim olduğunu az buçuk tahmin ettiğim, ancak kesinkes ne yaptıklarını kestiremediğim, gizli güçler, çok gergin bir savaşın içindeler...
Her şey, herkes, her değer kullanılıyor bu savaşın içinde...
Bir parti lideri, "bir kadınla sevişme sonrası çekilmiş görünen bir seks kasetine" muhatap oluyor...
Öyle bir yerden montajlanmış ki kaset, "sevişmenin hard porno görüntüleri de bende" diye adeta bas bas bağırıyor...
***
Sonra bir başka genç kadın, o parti liderine gidiyor...
"Bana taciz etti bu adam" diye bütün zirve noktalarını yana yakıla telefonla arıyor...
Bu yetmiyor "büyük balık"a yönelik bir operasyona girişmek istiyor genç kadın...
"Bana teçhizat sağlayın" diye ana muhalefet liderine gidiyor...
Bu konuşmalar "yayınlanıyorlar..."
Yayınlananlar bunlar, ancak yayınlanmayanlarda ne var onu kimse bilmiyor?..
Gerçek yayınlananlardan mı ibaret yoksa yayınlanmayanlar başka bir gerçeği mi anlatmaktalar...
***
Sonra bir kitap çalışması "örgüt dokümanıdır bu" denerek toplatılıyor...
Bu çalışmayı yapanlar içeri alınıyorlar...
Bütün bunların ardından bu işlerin başındaki savcı terfi ettirilerek görevden alınıyor...
Nasıl bir savaş bu?..
Bu savaşın bize sunulan "kırıntılarından" gerçeğe ulaşmak mümkün mü?..
Kimler üzerimizde tepinmekteler?..
Her kırıntının üzerinden gerçeği ve demokrasiyi arama sevdası, sinirlerimizi harap etti...
Labirentin içinde, umutsuzca peynire ulaşmaya çalışan ve sürekli duvara tosluyan bir taşvan gibiyiz hepimiz...
Yukarıdan labirente, tavşana ve peynire bakanlar ne kadar eğleniyorlar kim bilir şimdi?..
***
Ulaşmak istediğimiz "peynir" ne kadar küçük ve basit halbuki...
Sadece kimsenin kimseye dokunmadığı bir ülkede yaşamak istiyoruz...
Hepsi hepsi istediğimizi söyleyebildiğimiz, dilediğimizi yaşayabildiğimiz bir tarzımız olsun diye arzuluyoruz...
Biz kimsenin yaşam biçimine karışmayalım, kimse de bizim yaşam biçimimize karışmasın diye hevesleniyoruz...
Özgürce konuşalım, keyifle hayatı paylaşalım, çalışalım, üretelim, para kazanalım ve mutlulukla harcayalım istiyoruz...
Aslında peynir bile değil istediğimiz labirentin sonunda...
Sadece temiz ve derin bir nefes almak istiyoruz...
Güneşe bakarak ve yaşadığımızı hissedercesine...
## Okuyucu Yorumları |
250339 | haber | İnternet yasakları TBMM'de kabul edildi | null | # İnternet yasakları TBMM'de kabul edildi
## Muhalefet sözcüleri, yeni kurulacak ve yasakları uygulayacak olan Erişim Sağlayıcıları Birliği’ni 'kiralık katil' olarak niteledi
Torba Tasarı’nın internet yayınlarının engellenmesiyle ilgili yeni kurallar getiren bölümü Meclis Genel Kurulu’nda kabul edildi. Özel hayatın gizliliğinin ihlali gerekçesiyle şikayet bile olmaksızın doğrudan Telekomünikasyon İletişim Başkanı’nın (TİB) emriyle internet yayınları durdurulabilecek.
Doğan Akın yazdı: 25 soruda mevcut internet yasası ve getirilmek istenen yeni düzen
Kabul edilen maddelere göre, internette yer sağlayıcı, yer sağladığı hukuka aykırı içeriği, haberdar edilmesi halinde yayından çıkarmakla yükümlü olacak. Yer sağlayıcı, yer sağladığı hizmetlere ilişkin trafik bilgilerini bir yıldan az ve iki yıldan fazla olmamak üzere yönetmelikte belirlenecek süre kadar saklamakla ve bu bilgilerin doğruluğunu, bütünlüğünü ve gizliliğini sağlamakla yükümlü olacak.
Yer sağlayıcılık bildiriminde bulunmayan veya bu düzenlemedeki yükümlülüklerini yerine getirmeyen yer sağlayıcı hakkında TİB tarafından 10 bin TL'den 100 bin TL'ye kadar idari para cezası verilecek.
TBMM Genel Kurulu'nda, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair "Torba Kanun Tasarısı"nın 4. Bölümü kabul edildi.
Bu düzenlemelerle Türkiye’nin internet alanında Çin, İran ve Suudi Arabistan’la aynı kulvara girdiğini savunan muhalefet sözcüleri, yeni kurulacak ve yasakları uygulayacak olan Erişim Sağlayıcıları Birliği’ni de "kiralık katil" olarak nitelediler. Muhalefetin maddeleri çıkarma ve değişiklik önergeleri AK Partililerin oylarıyla reddedildi.
## Hâkime gitmeden yasak
Tasarının kabul edilen maddelerine göre internet ortamında özel hayatının gizliliğinin ihlal edildiğini iddia eden kişiler, mahkeme yerine doğrudan TİB’e başvurabilecek. TİB, yayının engellenmesine karar verirse uygulanmak üzere derhal Erişim Sağlayıcıları Birliği’ne bildirecek. Erişim sağlayıcı durdurma kararını en geç 4 saat içinde yerine getirecek. Erişimin engellenmesi, özel hayatın gizliliğinin ihlal eden yayın, kısım, bölüm, resim, video ile ilgili içeriğe erişimin engellenmesi yoluyla uygulanacak. Bu talep 24 saat içinde sulh ceza hâkimine götürülecek. Özel hayatın gizliliğinin ihlaline bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde doğrudan TİB Başkanı’nın emri üzerine erişim engellenecek. Bu acil uygulamada hâkim kararı aranmayacak.
## Tüm bilgiler TİB'de
İçerik sağlayıcı, TİB’in talep edeceği tüm bilgileri TİB’e verecek ve TİB’in talep ettiği tüm tedbirleri almakla yükümlü olacak. Acil kararlar dışında internet sitelerine engelleme öncesi uyar-kaldır mekanizması işletilecek. E-posta aracılığıyla içeriklerin kaldırılması talep edilebilecek.
## İki yıl arşiv şartı
Yer sağlayıcılar yer sağladıkları hizmetlere ilişkin trafik bilgilerini bir yıldan az ve iki yıldan fazla olmamak üzere saklamakla ve bu bilgilerin doğruluğunu, bütünlüğünü ve gizliliğini sağlamakla yükümlü olacak.
## Erişim Sağlayıcıları Birliği kurulacak
Erişim sağlayıcı, erişimi engelleme kararı verilen yayınlarla ilgili olarak alternatif erişim yollarını engelleyici tedbirleri almakla yükümlü olacak.
Erişim Sağlayıcıları Birliği kurulacak. Birliğin merkezi Ankara olacak. Birlik; Elektronik Haberleşme Kanunu kapsamında yetkilendirilen tüm internet servis sağlayıcıları ile internet erişim hizmeti veren diğer işletmecilerin katılmasıyla oluşan ve koordinasyonu sağlayan bir kuruluş olacak.
Birliğe üye olmayan internet servis sağlayıcıları faaliyette bulunamayacak.
## İnternet kafeler de tedbir almakla yükümlü
Ticari amaçla olup olmadığına bakılmaksızın bütün internet toplu kullanım sağlayıcılar, konusu suç oluşturan içeriklere erişimin engellenmesi ve kullanıma ilişkin erişim kayıtlarının tutulması hususlarında yönetmelikle belirlenen tedbirleri almakla yükümlü olacak.
Bu düzenlemede belirtilen yükümlülükleri ihlal eden ticari amaçla toplu kullanım sağlayıcılarına, ihlalin ağırlığına göre uyarma, bin Türk lirasından 15 bin Türk lirasına kadar idari para cezası verme veya üç güne kadar ticari faaliyetlerini durdurma müeyyidelerinden birine karar vermeye mahalli mülki amir yetkili olacak.
## Hâkim, erişimin engellenmesine karar verebilecek
İnternet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle kişilik haklarının ve özel hayatının ihlal edildiğini iddia eden gerçek ve tüzel kişiler, doğrudan sulh ceza hâkimine başvurarak içeriğe erişimin engellenmesini isteyebilecek.
İnternet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle kişilik haklarının ihlal edildiğini iddia eden kişilerin talepleri, yer sağlayıcı tarafından en geç 24 saat içerisinde cevaplandıracak.
Hâkim, yalnızca kişilik hakkının ihlalinin gerçekleştiği yayın, kısım, bölüm ile ilgili olarak (URL, v.b şeklinde) içeriğe erişimin engellenmesi yöntemiyle kararını verecek. Zorunlu olmadıkça internet sitesinde yapılan yayının tümüne yönelik erişimin engellenmesine karar verilemeyecek. Hâkim, bu madde kapsamında yapılan başvuruyu, en geç 24 saat içinde, duruşma yapmaksızın karara bağlayacak.
## Karar, en geç 4 saat içinde yerine getirilecek
Erişim Sağlayıcıları Birliğinin, erişim sağlayıcıya gönderdiği, içeriğe erişimin engellenmesi kararı en geç 4 saat içerisinde erişim sağlayıcı tarafından yerine getirilecek.
Sulh ceza mahkemesinin kararını süresinde yerine getirmeyen sorumlu kişi, 500 günden 3 bin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılacak.
İnternet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle özel hayatın gizliliğinin ihlal edildiğini iddia eden kişiler, TİB'e başvurarak doğrudan, içeriğe erişimin engellenmesini tedbirinin uygulanmasını isteyebilecek. TİB, kendisine gelen bu talebi uygulanmak üzere Erişim Sağlayıcıları Birliğine bildirecek. Birlik, tedbir talebini en geç 4 saat içinde yerine getirecek. Talep daha sonra sulh ceza hâkiminin kararına sunulacak. Hâkim vereceği kararı en geç 48 saat içinde açıklayacak. Aksi halde, erişimin engellenmesi kararı kendiliğinden kalkacak.
## TİB Başkanı erişimin engellenmesine karar verebilecek
Özel hayatın gizliliğinin ihlaline bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde, doğrudan TİB başkanının emri üzerine erişim engellenebilecek.
Bu karara karşı sulh ceza mahkemesine itiraz edilebilecek. Kamu kurum ve kuruluşlarında çalışanlar kurumlarının, hâkim ve savcılar ise kendi muvafakati ile geçici olarak TİB emrinde görevlendirilebilecek.
TİB personelinin, kanunlar kapsamındaki görevlerini yerine getirirken görevin niteliğinden doğan ya da görevin ifası sırasında işledikleri iddia olunan suçlardan dolayı haklarında cezai soruşturma yapılması, Telekominikasyon İletişim başkanı için ilişkili bakanın, diğer personel için ise kurum başkanının iznine bağlı olacak.
Özel bilgi ve ihtisas gerektiren konularda TİB sözleşömeli personel çalıştırabilecek.
## Siber Güvenlik Kurulu oluşturulacak
Siber güvenlikle ilgili olarak kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişiler tarafından alınacak önlemleri belirlemek, hazırlanan plan, program, rapor, usul, esas ve standartları onaylamak ve bunların uygulanmasını ve koordinasyonunu sağlamak amacıyla Siber Güvenlik Kurulu kurulacak.
İnternet üzerinden faaliyetleri yurt içinden ya da yurt dışından yürütenlere, internet sayfalarındaki iletişim araçları, alan adı, IP adresi ve benzeri kaynaklarla elde edilen bilgiler üzerinden elektronik posta veya diğer iletişim araçları ile bildirim yapılabilecek.
Özel öğretim kurumlarında, harp ve vazife malulü sayılanların ilk ve ortaöğretim çağındaki çocukları ile haklarında korunma, bakım ve barınma kararı verilen çocuklara öncelik tanınacak.
## Okuyucu Yorumları |
224592 | haber | 'İnterneti en iyi Kürtler kullanıyor' | null | # 'İnterneti en iyi Kürtler kullanıyor'
## Burçe Çelik: Türkiye için teknoloji sadece sembolik değil; bir sınıf parametresi
*Bahçeşehir Üniversitesi İletişim Fakültesi'nden Yrd. Doç. Dr. Burçe Çelik Akşam gazetesine verdiği söyleşide Türkiye'de teknolojinin toplumsal hafızadaki yeri, teknoloji kullanımının sınıflar arası ilişkilere olan etkisi ve Türkiye'de internet özgürlüğü hakkında görüşlerini bildirdi. Çelik'e göre, Türkiye'de internet kullanıcılarının büyük çoğunluğunu ilkokul mezunları oluşturuyor. Bunun nedeni ise kendi eksikliklerini kapatark üst sınıftan birelerle kendilerini eşit hissetmek istemeleri.*
*İşte Burçe Çelik'in söyleşisinden bazı satır başları:*
**Türklerin teknoloji ile imtihanı meselesi sosyolojik açıdan oldukça önemli. Neden maaşımızdan fazlasını ödeyip, taksitle cep telefonu, bilgisayar veya televizyon alıyoruz?**
19.yy ve sonrasında Osmanlı'da "Büyük bir şey kaçırmış ve geride kalmışız" hissiyatı oluşmuş. İslam ilmi astronomide, saatler konusunda çok ciddi keşifler yapmış aslında ama Osmanlı'nın son dönem aydınları bunun eksikliğini çok hissetmişler ve "Biz bilimsel bilgiyi ve teknolojiyi üretemedik" psikolojisi yayılmış. Osmanlı'nın modernitenin gücüyle karşılaşması savaş alanlarında, Avrupa'nın daha teknik ve teknolojik savaşma biçimini gördükten sonra oluyor ve ilk ıslahatlar da askeriyede oluyor. Bu nedenle, yeni kurulan Cumhuriyet'in de teknoloji konusunda ileri olması ve böylece tarihin dışına itilmemesi hayal ediliyor. Bu nedenle sadece sembol değildir teknoloji bizim açımızdan. Türkiye'nin teknolojiyle melankolik bir ilişkisi olduğunu düşünüyorum. Bu bizim kültürel hafızamıza, genetiğimize işlenmiş. Teknoloji üretmiyor, kullanmıyorsanız geri kalmış gibi hissediyorsunuz kendinizi.
**Sizin doktoranız cep telefonları üzerine. Türklerin cep telefonuna bu kadar önem vermesinin altındaki tarihi neden ne?**
1900'lerİn başında telefon Türkiye topraklarına girmeye başladıktan sonra görüyoruz ki hem ekonomik hem sosyal hem de politik olarak daha güçlü, prestijli insanların sahip olduğu bir teknoloji bu. 1950'lerin gazetelerinde "Bizim ne telefonumuz, ne iyi arabamız, ne yolumuz, ne asfaltımız var!" diyor mesela. Hep kendilerini Avrupa ile kıyaslıyorlar. Yani o kolektif, aşağılık kompleksi teknolojinin yokluğu üzerinden kuruluyor. Bu makro düzey. Bunun bir de mikro hali var, o da şu: komşuda var bende yok! O dönem tercihli diyorlar, ya torpilli evlere telefon veriliyor ya da biraz para yatırması lazım. Yani telefonunuz yoksa sınıfsal ve kültürel olarak eşit değilsiniz. Bu, Türkiye toplumunda ağır travma olmuş tabii. Dolayısıyla cep telefonunu alabildiği zaman hem Türkiye'nin ilerlediğini düşünüyor hem de kendisinin statüsünün farklılaştığını düşünüyor.
**İnternet, cep telefonu ve tablet kullanıcısına baktığınız zaman nasıl bir profil çıkıyor ortaya?**
2000'lerİn başında OECD ülkeleri arasında en lüks cep telefonu kullanan ülkelerden biri Türkiye idi. Facebook kullanımında dünya dördüncüsüyüz. Bütün hane halklarının yüzde 50'si internet kullanıcısı. Tablet kullanıcıları daha eğitimli ve şehirli bir sınıf tabii. Hemen herkesin evinde led veya flat televizyonlar var. Bu sadece başkalarına göstermek için değil; kendisini daha iyi hissetmesi için de önemli. Burada haset duygusu da devreye giriyor. İnsanı toplumsal alanda var eden duyguların en önemlisi haset. Diğerlerinden farklı olmak istiyor.
**Dünyada bize benzeyen başka ülkeler var mı teknolojiyle kurduğu sosyolojik ilişki bakımından?**
Kuzey Avrupa ülkelerinin çok rasyonel karar alma süreçleriyle teknoloji ürünlerini satın aldığını görüyoruz. Ama bizde öyle değil. Benim yaptığım araştırmalarda gördüğüm şu: İnsanlar maaşından daha fazlasını HD televizyona veriyor ve aylarca taksit ödüyor. Yani o kadar önemli bir şey onun için! Burada rasyonel bir süreçten bahsetmiyoruz. Bunun benzerlerini Ortadoğu ülkelerinde de bir ölçüde görebilmek mümkün. Çünkü teknoloji insanlar için bir sınıf parametresi olarak devam ediyor ve insanlara "eşitiz" hissiyatı veriyor.
**Onlarda bu hissiyat var ama Türkiye'de toplumun önde gelenleri nasıl algılıyor? Eşit görüyorlar mı gerçekten?**
Seküler Türkiye eliti yine hor görüyor ve o eşitlenme arzusunu da sevmiyor. Muhafazakâr elitlerde ise durum biraz farklı. Onlar için modern hayatın bir parçası olduklarını göstermenin yollarından biri de iyi teknoloji, internet ve telefon kullanmak. Böylece "hem muhafazakâr hem de moderniz" mesajı veriyorlar. Bu kesimler kendilerini hep modernitenin dışında hissetmiş olduğu için teknoloji ile ilişki kurmayı moderniteyle ilişki kurmak gibi hissediyorlar.
**Yeni medyanın insanlara ünlü olma hissi vermesine vurgu yaptınız. İnsanlar neden ünlü olmak istiyorlar?**
Çünkü herkesin çok korkunç, ağır bir hayatı var ve işte, televizyonda, gazetede sürekli başka bir şey görerek yaşıyoruz. Oysa bizim hayatımız onlarınkine hiç benzemiyor! Şehirlerde her an ne kadar önemsiz olduğumuzu hissettirecek bir sürü şey başımıza geliyor ve bundan kurtulmak istiyoruz.
**Bize verdiğiniz derste Kürtlerin interneti en iyi kullanan gruplardan olduğunu söylediniz. Neden?**
Yeni medya dünyanın her yerinde muhalefet etmek isteyen gruplar tarafından daha etkin ve yoğun kullanılıyor. Çünkü görece olarak daha özgür olduğunuz bir ortam var ve burada bilgi çabuk yayılıyor. "Kürtler interneti nasıl kullanıyor?" diye bir araştırma yaptığım için gözlemim böyle ama sayısal olarak destekleyemem. Politik Kürtler 90'ların sonundan itibaren interaktif tabanlı teknolojileri etkin şekilde kullanmaya başlamışlar. O dönem Türk-Kürt ilişkileri bakımından oldukça sert bir dönem. Ancak özellikle 2000'lerin başından itibaren politik Kürtler yerine daha sıradan kullanıcının, gençlerin kullandığını görüyoruz. Onlar hem dogmatik, milliyetçi Kürt söyleminden kurtulmaya; hem de asimile olmamaya çalışıyorlar. Yani "Ne olursa olsun, hayatını vermeye hazırsın" yaklaşımını benimsemeyen ama asimileymiş gibi de görünmek istemeyen daha eğitimli, şehirlerde yaşayan, ailesinde Kürtçe konuşma deneyimi geliştirmiş insanlar bunlar ve buna modern Kürdi perspektif diyorlar. Yani salt politik değil; modern dünyanın el verdiği ölçüde kendi kimliklerini ortaya koymaya çalışan, estetikle, sinemayla, müzikle de bunu yansıtan Kürtler. Mesela Ekşi Sözlük'ün, Zaytung'un Kürtçesini kurmuşlar ve bunları da modern kürdi perspektifin parçası gibi görüyorlar. Herkesin internetteki Kürt oluşumlarına bakması, incelemesi lazım. Bu aynı zamanda diyalog kurma, sivilleşme çabasıdır da. Yani yıkma yakma değil; başka derdi olduğunun göstergesidir. Bunlar siyaseten tam olarak temsil edilemeyen kişiler.
**Türkiye'de insanlar kendilerini ne kadar özgür hissediyor peki internet ortamında?**
Tamamen özgür hissetmiyorlar ama Türkiye'de daha özgür hissedebildikleri hiçbir yer yok. Dolayısıyla nispeten kendini daha rahat ve özgür hissediyor ama internet ne Türkiye'de ne dünyada özgürlüklerin yeri değildir. Dolayısıyla daha özgür değiliz, o kesin. Çünkü burası bir yandan da bir gözetleme aracı, her an herkesi izleyebilirsiniz. Çünkü mobese kayıtları, cep telefonu, Facebook, Twitter sayesinde artık sürekli gözlem altındasınız. Artık her an her saniye sizin verileriniz toplanabilir, bir yerlere satılabilir ya da sizin hayat hikâyeniz suç hikâyesi haline gelebilir. Yani kes-yapıştır yapılıyor, bir bakıyorsunuz acayip bir suç örgütü çıkmış... Dünyanın her yerinde özel hayatın gizliliği bir sorun ama Türkiye'de hakikaten çok garabet bir durum var. Bir de delil dijitalse, sanki daha gerçekmiş gibi muamele görüyor. Çünkü teknoloji hakikati ortaya çıkarır gibi bir düşünce var. Oysa bu yanlış. Bu nedenle, teknoloji sayesinde her an gözetlenebilir ve hayat hikâyeleri değiştirilebilir piyonlar haline geliyoruz.
**Yeni medya ile eski medya arasında ne fark var?**
Yeni medya denmesinin sebebi teknolojilerin yeni olmasından değil; okurun hem üretici hem tüketici olmasından kaynaklanıyor. Yani tüketici çok aktif. Sıradan insanın laf söylemesine imkân vermesi, sıradan insanın sıradanlığının ortadan kalkmasına yol açıyor, ünlü olduğu hissi veriyor. Politik olarak baktığınızda hiç sesi duyulmayanların sesinin duyulmasını sağlıyor. Sıradan adam elindeki cep telefonu ile bir resim çekiyor, altına bir yazı yazıyor, gönderiyor, haber oluyor ve buna yurttaş gazeteciliği diyoruz. Arap Baharı bunun en çarpıcı örneği. Ama bu teknoloji her yerde her zaman bu kadar devrimci, demek değil. Hiçbir teknolojinin böyle bir kuvveti yok, aslolan insandır.
**Sizin geleneksel medya için bundan 20 yıl sonrası için öngörünüz nedir?**
Geleneksel medyanın geleneksel tarafı artık bitti. Medya tüketicileri eskiden izler kitlelerdi, artık kullanıcı diyoruz. Yani medya çok daha kişiselleşecek ve küçülecek. Ama gazete kâğıda basılmayacak mı, basılır. Nasıl halen kitap varsa, basılı gazeteler de olur, ben baskının tamamen biteceğine inanmıyorum. Fakat gazetelerin internet ortamında ve mobil cihazlarda var olabilmenin yanında para kazanmanın yolunu da bulmaları gerekiyor. Gazete ve dergiler için reklam gelirlerinin artacağını sanıyorum.
**Yurttaş yerine web vatandaşı anlamına gelen netizen kavramı kullanılmaya başlandı. Kimdir bunlar?**
Bunlar bütün bu internet, cep telefonu teknolojilerinin içine doğmuş kişiler. Belli bir eğitim seviyesinde olan kişilerden bahsetmiyoruz. Türkiye'de internet kullanımında ilkokul mezunlarının oranı çok yüksektir. Çünkü teknolojiyi kullanarak eşitlendiğini hissediyor. Bizde teknoloji kültürel kapitaldir. Sanki bilgi birikimimiz, yaşam becerimiz, hayat tarzımızı gösteren bir şey. Bu nedenle netizenlik eğitim seviyesinden bağımsız olarak hızlı bilgi alan, kendileştiren ve tüketen insanlar. Bunlar bedava bilgi, eğlence ve özgür hissetmek istiyorlar. Daha eğlenceli, daha mobil ve daha hızlı istiyorlar ama kalitesiz bir şey de okumak istemiyorlar.
## Okuyucu Yorumları |
208477 | haber | İnternetin nefret edilen adamı Moore: Çıplak fotoğraf yollayan Türkler de var | null | # İnternetin nefret edilen adamı Moore: Çıplak fotoğraf yollayan Türkler de var
## Moore, Türkiye'den de kullanıcıların fotoğraf veya video gönderdiklerini söyledi
"İnternetin en nefret edilen adamı" olarak bilinen ve kullanıcıların gönderdiği eski eşlerin, sevgililerin, düşmanların "uygunsuz" fotoğraflarını kurduğu internet sitesine yükleyen Hunter Moore, kendisinden nefret edilmesi hakkında "Barda bir kadın beni omzumdan bıçaklayana kadar bunun çok da ciddi ve kişisel olduğunu düşünmüyordum" dedi. Moore, Türkiye'den de kullanıcıların fotoğraf veya video gönderdiklerini söyledi.
Akşam gazetesinden Nilay Örnek'in "Çıplak fotoğraf gönderen Türkler de vardı!" başlığıyla yayımlanan (15 Temmuz 2012) Hunter Moore söyleşisi şöyle:
## Çıplak fotoğraf gönderen Türkler de vardı!
Omzundan bıçaklandıktan sonra bir dönem saklanarak yaşayan Hunter Moore, şimdilerde hiçbir şeyi önemsemiyor. Hayatını ‘aşırılıklarla dolu’ partiler düzenleyerek kazanıyor.
Eski eşinin, sevgilisinin, düşmanının ‘uygunsuz’ fotoğraflarını gönderenlere internet sitesini açarak ‘intikam pornosu’ adı verilen kavramı yaratan, ‘internetin en nefret edilen adamı’ lakabının hakkını veren 26 yaşındaki ABD’li Hunter Moore’a sorduk, "Bu yaptığının iyi bir tarafını görebiliyor musun?" Yanıtı netti: İnsanları teknolojik anlamda baya eğittim!
Öncelikle röportajımıza konu olan kişiyi bir tanıyalım. Bahsedeceğim kişi ‘intikam pornosu’ adı verilen kavramın yaratıcısı, ‘internetin en fazla nefret edilen adamı’ lakaplı biri.
Adı Hunter Moore; ABD’li, henüz 26 yaşında, şöhreti çoktan boyunu aşmış durumda.
Her şey birkaç yıl önce başladı. Şimdi aktif değil, adını söylemekte de bir sakınca yok, IsAnyoneUp adlı bir site kuran Moore, "Canının sıkıldığı bir gece, sinirlendiği sevgilisinin çıplak fotoğraflarını bu siteye yükledi" ve arkası geldi. Sevgilisinden ayrılan, boşanan, sevmediği birinin çıplak fotoğrafını ele geçiren onlarca kişi Moore’a fotoğraf göndermeye, bunları siteye yüklemeye başladı.
Hunter Moore, o günleri "En kötü günde 25, iyi günde ise 250’yi aşkın fotoğraf geliyordu" sözleriyle ‘yad ediyor’.
##
Adres de veriyor!
Not düşmekte de fayda var; bu site öyle birilerinin ‘salt’ çıplak fotoğraflarını gördüğünüz bir ortam değildi; belki de asıl kötü ve farklı olan, Hunter Moore’un bir adım (ya da çok daha fazlası) ileri giderek fotoğrafların yanına kişilerin isimlerini, yaş ve mesleklerini, oturdukları bölgeyi, sosyal ağlardaki adreslerini de not düşüvermesiydi! Adres verip işaret de ediyordu yani!
Fotoğrafların üzerine iliştirilen ‘şişko, sarkık’ ve burada yer alması çok da uygun olmayan bir dolu aşağılayıcı sıfat ve çizimden bahsetmiyorum bile.
Tabii ki bu durum, büyük ‘nefret’ çekti; insanların yaşamları mahvoldukça sitenin ünü arttı.
Fotoğrafların bir kısmına istemeden kaynaklık eden Facebook, Hunter Moore’a bir yazılı uyarı yapsa da yanıt olarak Moore’un ‘o anda uygun gördüğü bir yerinin fotoğrafını’ aldı!
Bu arada ABD yasaları, interaktif sitelerin içeriğine karışamadığından, Moore yasal boşlukta ilerledi de ilerledi.
##
'Soyunmasaydın'!!!
Televizyon programlarına çıkmaya başladı, yayınlarda mağdurlarla yüz yüze getirildiğinde "Ne yapalım güzelim; bu çağda, soyunup fotoğraf çektirmeyecektin" gibi yanıtlar verdi. Hunter Moore, kısa sürede en çok nefret edilen olduğu gibi, hayranları da olan bir adam haline de geldi! FBI’ın bile takip ettiği site, pek çok kez hack’lendi.
##
Yeni eylemler peşinde
Sonuçta Moore, günde 300 binden fazla kişinin ziyaret ettiği, ayda 20 bin doları aşkın para kazandıran sitesinin isim hakkını sattı. Doğrusu benzer isimlerle, benzer siteler türese de şimdi ‘IsAnyoneup.com’a girenler ‘zorbalıkla mücadele eden’ ‘http://www.bullyville.com/’ sitesinin açılış sayfası ve Moore’un -geçmişini bilenler tarafından pek de inandırıcı gibi görünmeyen- özrü ile karşılaşıyor.
Tabii bu Moore’un ‘eylemlerinin bittiği’ anlamına gelmiyor. Şimdilerde ‘seks ve çıplaklık’ ağırlıklı partiler düzenleyen Moore yeni internet sitelerinin de hazırlıklarını yapıyor.
##
‘Tırsarak' röportaj
GQ Türkiye haziran sayısında Yenal Bilgici’nin kaleme aldığı bir Hunter Moore portresini okurken kafama taktım, peşine düştüm. Röportaj için tam bir ay, her gün "Sorularıma yanıt veriyor musunuz?" e-postası attım.
İlk defa bir kişiyle yüz yüze görüşmek yerine (Skype aracılığıyla) e-postayı seçtim (sanırım tırstım biraz). Ve yine ilk defa gelen yanıtların üzerine yeni sorular göndermedim (ilk yanıtları bir ayda aldığımdan). Tabii bu arada çalışma arkadaşlarım arasında adamdan tiksinenlerle, onu merak edenler arasında kaldım. Ancak sonuçta yanıtlarımı aldım. İşte, bir kısmını yazının girişine ‘yedirdiğim’ cımbızla laf alma seansımızdan özetler…
##
'Çünkü muhteşemim'
**- Fikir nasıl ortaya çıktı? Herkesin böyle fikirleri vardır ama uygulamaya geçmezler sanki…**
Herkes bir şekilde arkadaşlarının çıplak fotoğrafını görmek ister; fikir bu!
**- Hiç kendi fotoğrafınızı koydunuz mu, koymayı düşündünüz mü?**
Çok sık koyuyordum zaten.
**- Kimlere karşı mücadele ettiniz? Facebook en çok bildiğimiz sanırım; diğer düşmanlarınız kişisel miydi?**
Büyükler oldu; ama barda bir kadın beni omzumdan bıçaklayana kadar bunun çok da ciddi ve kişisel olduğunu düşünmüyordum.
**- Artık ünlüsünüz, paranız da var; köşeme çekilip başka işler yapayım’ diye düşünmüyor musunuz?**
Kesinlikle hayır.
**- Size fotoğraf gönderenler arasında istatistik tutulabilir mi? İntikam için kadınlar mı daha çok fotoğraf gönderiyor, erkekler mi; yaş ortalaması var mı? ABD içi mi çalışıyorsunuz, dışarıdan gelen fotoğraflar da oluyor mu?**
Dünyanın her yerinden fotoğraf geliyor; özellikle de üniversite öğrencileri fotoğraf gönderiyor. Kadın ve erkek arasındaki dağılımın hemen hemen eşit olduğu söylenebilir.
**- Türkiye’den sizi izleyenler olduğunu biliyorum, fotoğraf/video gönderenler de var mı?**
Çok sık değil ama evet var.
**- İnsanlar ‘intikam fotoğraflarıyla’ birlikte hikâyelerini de yazıyorlar mı size; üzülüp fotoğrafını-videosunu koymadığınız insanlar oluyor mu?**
Her durum zor aslında; yasal olup olmamasına bakıyoruz.
**- Bugüne kadar size gönderilen en ilginç fotoğraf neydi?**
Bir kız cep telefonuyla kendi cinsel organını çekip siteye koymuş; üzerine de webcam’den beni aramıştı. (Hunter Moore’u ‘tam bir pislik’ olarak gören milyonlar olduğu gibi onu çok seksi, çekici, zeki bulan sayısı da az değil; özellikle de kadınlar arasında! Twitter’da şahidim.)
**- İnternetin en çok nefret edilen kişilerinden biri olmanıza karşın, bir taraftan da çok sayıda hayranınız var; bunu neye bağlıyorsunuz?**
Çünkü muhteşemim!
**- Yaptığınız şey içinde hiç iyi bir taraf bulabiliyor musunuz?**
Tabii; insanları teknoloji konusunda eğittim.
**- Hiç size yakın birinin fotoğrafını yayınladınız mı?**
Bugüne kadar pek çok yakın arkadaşımın fotoğrafını yayınladım.
**- Hepimizin tanıdığı ünlü isimlerin fotoğraflarının geldiği de oluyor mu; bir siyasetçinin mesela; bu durumda ne yapıyorsunuz?**
Hemen yayınlarım, yayınladım. Özellikle ünlü müzik gruplarının üyelerini (Bu arada siteye kendileri fotoğraf gönderip ününü artırmış müzik grupları da var; bkz. ‘A Day to Remember’…)
##
El Cezire'den talep
**- Reklâm vereniniz kimlerdi?**
Çöpçatanlık siteleri ve buraya ilan verenler.
**- İnsanların fotoğraflarını koyduktan sonra bir de onları işaret eden ‘mention’lar mı gönderiyorsunuz?**
Evet!
**- Sitenizle ünlü olup mutlu olanlar da var mı!**
Genellikle benden nefret ediyorlar; sıradan insanlar bu sitenin ardından ünlü oluyor.
**- En çok kimin fotoğrafını ele geçirip yayınlamak istersiniz?**
Senin!
**- İnsanlardan saklanarak yaşıyor olduğunuz doğru mu?**
Artık değil.
**- Kendiniz için bir sıfat kullansanız bu ne olurdu?**
İnternetin en çok nefret edilen adamı.
**- Sizin adınızla satılan ürünler (t-shirt vs.) var; çok satılıyor mı?**
Çok satıyor; bu da üzerinde çalıştığım yeni site ve partilere maddi destek sağlıyor.
**- Hiçbir şeyden korkmuyor musunuz?**
Kız arkadaştan korkarım.
**- Tarih sizi nasıl anacak?**
Kim takar; tişörtlere fotoğrafım konulsun yeter!
**- Bugüne kadar en uzak, en garip röportaj teklifi neredendi?**
El Cezire!
- Twitter’daki arka planınızda niye Justin Bieber fotoğrafı var?
Çünkü ben bir Beleiber’im; (Şarkıcı Justin Bieber’ın koyu hayranı!)
## Okuyucu Yorumları |
38514 | haber | Irak işgali ve Kerküklü güzel bir kadın | null | # Irak işgali ve Kerküklü güzel bir kadın
## Kerküklü bir Türkmen kadını anlatan 'Kocamın Bekçisi' adlı roman, ABD'nin Irak'ı işgaline farklı bir gözle bakmaya neden oluyor.
-
A
+
**Kerküklü bir Türkmen kadını anlatan 'Kocamın Bekçisi' adlı roman, ABD'nin Irak'ı işgaline farklı bir gözle bakmaya neden oluyor.**
Cemal Subaşı / Tempo24
Çok güzel bir kadındı Naza. Kerküklü tanınmış bir ailenin kızıydı. Evliydi, kocasını seviyordu, iki çocuğuna tapıyordu. Hayatta tek isteği eşi ve çocuklarıyla mutlu bir hayat sürmekti. Ama!..
ABD’nin Irak’ı işgaliyle Ortadoğu’nun kaderi gibi onun da hayatı değişti. Çok sevdiği eşi öldürüldü. Babasını, kardeşini ve daha birçok yakınını kaybetti. Artık tek amacı kalmıştı; çocuklarına bakabilmek ve koruyabilmek. Ama hayatın onu rahat bırakmaya niyeti yoktu. Bu kez karşısına gelenekler çıktı. Kayınbiraderiyle evlenmesi gerektiği söylendi. Artık Irak’ta, Kerkük’te yaşayamazdı…
Türkiye’ye kaçtı. Kendisinden önce gelen kardeşinin yanına sığında. İş aradı, bulamadı… çocuklarının karnını doyurabilmek, eğitimlerini sağlamak için yine Irak’lı olan biri ile evlendi. Ama ikinci eş ‘sapkın’ çıktı. Naza bir süre dayansa da küçük bir kızı vardı, sevdiği ilk kocasından…
Olmadı… Yine kaçtı. Mülteci olarak Viyana’ya… Yine evlenmek zorunda kaldı. Kurslara gitti, dil öğrendi, iş edindi… Bir gün karşısına çıkacak bir adamı; kocasının, babasının, kardeşlerinin ve akrabalarının katili, ölüm emrini veren kişiyi beklemeye başladı… İşte o an dünya başına yıkıldı.
Bu hikâye gerçek
Her ne kadar inanılmaz gibiyse de bu hikâye gerçek. Kahramanı hala hayattı ve 4. eşiyle Viyana’da yaşıyor. Bu hikâyeyi romanlaştıran ise yine Viyana’da yaşayan bir türk olan Semra Beken. Romanın adı ‘Kocamın Bekçisi’. Beken, romanına ilişkin yaptığımız röportajda Tempo24’e şunları söyledi.
'Kocamın Bekçisi' romanının yazarı Semra Beken.
Naza kimdir?
Naza kimdir?
Iraklı bir Türkmen kadın. Kürkük’ün yerlilerinden, tanınmış bir aileden geliyor. Ama korktuğu için gerçek adını açıklamak istemiyor.
**Siz nasıl tanıştınız?**
Viyana’da bir derneğe ziyarete gitmiştim, o da Almanca kurs için gelmişti, orada tanıştık. Hikâyesini bana, ilk kez orada anlattı.
**Hayatını yazmaya nasıl ikna ettiniz?**
Kitaplar yazdığımı, hikayesinin çok ilginç olduğunu söyledim. Herhalde Türk ve Müslüman olmam nedeniyle güvendi ve kabul etti.
**Kitabın yazımı ne kadar sürdü?**
Bir buçuk yıl kadar sürdü.
**Hikâyesinde kullanmanızı istemediği bölümler oldu mu?**
Bir iki kısım vardı, onları çıkardım. Geri kalanına olduğu gibi yanıt verdim.
**Romanın yüzde kaçı gerçek?**
Anlattıkları 25 sayfa kadar çıktı. Ama ben onu 400 sayfaya çıkardım. Hikâyeleştirdim. Çok üzüldüm ifadesi en fazla iki sayfada anlatılır. Ben ‘çok üzüldüm’e duygu katarak yazdım. Ama hikâyedeki vurucu noktaların hepsi ona ait.
**Sizi en çok etkileyen bölümü ne oldu?**
Cesetlerin mezardan çıkarılması sahnesi, her okuduğumda beni etkiliyor. Hayatında çok fazla iniş çıkış var. Okuyanların çoğu ‘insanlığımızdan utandık’ dedi. Böyle şeyler nasıl yaşanabilir diye…
**Naza, gerçek ismi değil; şu an ne yapıyor?**
4. eşi (Tunuslu) ile evli, çalışıyor. Yabancılara yönelik sosyal danışmanlık yapıyor. Türkçe, Arapça, biraz da Almanca biliyor. 41 yaşında. Problemlerinin çoğunu aşmış vaziyette.
**Kitabın bir mesajı var mı?**
Savaşın içinden çıkmış bir kadın. Savaşı çıkaranlar genellikle erkekler olmasına karşın en büyük zararı gören kadınlar ve çocuklar. Bu o insanların hayatını son nefesine kadar etkiliyor. Belki çocuğu öldürülmeseydi, Irak’ta mutlu mesut yaşayacaktı, ama hayatı tamamen değişmiş.
**Naza kitabı okuyunca ne dedi?**
‘Yüreğim kaldırmaz’ diyerek tamamını okumadı; bölüm bölüm okumuş. Bazı bölümleri çocukları okuyunca üzülür diye kitaba koymak istemedi, ama ikna oldu, o bölümler de kaldı. Hikâyeyi yazarken tanıkların da fikri aldım; onlar da çok beğendi.
**Başka kitap projeniz var mı?**
Var. Yazmakta olduğum başka bir kitap yine gerçeklere dayanıyor. Viyana’ya gelip yerleşmiş ve tutunmaya çalışan insanların hikâyesini yazıyorum. Bulundukları ülkede yaşadıkları zorlukları, sıkıntıları anlatıyorum, o daha ilginç olacak gibi…
Yazar Bekir Coşkun ve Yekta Güngör Özden, romana birer önsöz yazdılar.
**Romanın özeti ise şöyle…**
Kerküklü bir kadın, üç ülke
Azınlık olmanın insanları her yerde ve her zaman tüm yaşamları boyunca nasıl etkilediğinin gerçek adı Ortadoğu… İnsanların ait oldukları topraklarda olağan koşullarda olsalar dahi yaşantılarını "öteki" olarak sürdürdükleri bir coğrafya Ortadoğu… Bu olağan koşullar değişip olağanüstü koşullara, hatta kendilerine bile ait olmayan bir savaş durumuna döndüğünde, tüm yaşamlar cehenneme dönüşüyor.
İşte Kocamın Bekçisi’nde yazar, Kerkük’te başlayan hikayesinde mekanlar, sokaklar, kentlerden ziyade; insan hayatından, aileden, akrabalıklardan, kişiliklerden, aşklardan yola çıkarak olağanüstü bir dramı tüm çıplaklığıyla insanlığın yüzüne çarpıyor. Genç kızlığın başlarında tutkulu bir aşkla başlayan Naza’nın serüveni; tüm ailesi, akrabaları ve çevresindeki insanlarla gelişen hayat hikayesinin nasıl bir trajediye dönüştüğünü ve savaşın tüm acımasızlığını gözler önüne seriyor. Insanlar arasındaki tüm dayanışma, aile bağları, güçlü tanıdık ilişkiler ve en önemlisi zenginlik bile bu olağanüstü durumda hiç kimseyi kaçınılmaz sondan kurtaramıyor.
Bütün istediği tutkulu bir aşkla bağlı olduğu kocasıyla ve çocuklarıyla kendinin diyebileceği bir evde mutlu bir yaşam sürdürmek olan Naza, bu olağanüstü acımasız savaş koşullarında kurduğu aileyi Amerika’nın Irak’a saldırısıyla birlikte kaybediyor. Kocasını, babasını, kardeşini ve bir çok yakınını savaşa kurban veriyor. Bundan sonra tek hedefi; çocuklarına bakabilmek, onları koruyabilmek…
Çocuklarıyla yaşam savaşı verirken kayınbiraderiyle evliliğe zorlanması sonucu Irak’tan ayrılmaya karar veren genç kadın, Türkiye’ye kaçıyor. Naza’nın Irak sınırında geliş gidişlerde yaşadığı inanılmaz korku dolu anlar, okuyucuya savaşın derinliği ve o bölgede yaşananlara dair ayrıntılı bilgi veriyor.
İstanbul’a varan Naza, daha önce Türkiye’ye kaçan kardeşinin soğuk, rutubetli derme çatma iki göz evine sığınıyor. Çaresizlik, yoksulluk burada da devam ediyor. İş bulamıyor. Kardeşi ve ailesi ile karşı karşıya geliyor. Nihayetinde istemese de sadece çocuklarının karnını doyurmak ve onların eğitimini sağlamak için Kerkük’ten daha önce Türkiye’ye göçen bir Iraklı ile evleniyor. Huzur ve rahat bir yaşam arayışıyla yaptığı bu evlilik onun hayatını tam anlamıyla bir kabusa dönüştürüyor. Artık dönüşü olmayan bir yola girdiğini anlıyor. Fakat çaresizlik ve aileden aldığı eğitim onun bu kaostan çıkmasına izin vermiyor. Üstelik hikayede tüm çıplaklığıyla gözler önüne serilen sapkın kocasının korkunç davranışlarına boyun eğiyor.
"Naza sonunda kendine asla istemeyeceği bir hayat kurmuş, yaşayamayacağı bir hayata hapsetmişti kendini"
"Onun için Irak ise sadece geçmişin kötü izlerini taşıyan bir hapishaneydi. Orada ne kendine ne de çocuklarına bir gelecek olmadığını son gidişinde açıkça görmüştü."
"Genç kadın, gel-gitler içinde derin bir kaosa sürüklenirken, sık sık soruyordu kendine: "İnsan kendi hayatından, kendinden nasıl kaçıp kurtulabilirdi?" "Ne çok gardiyan vardı hayatında onu isteyen, yöneten, yasaklar koymaya, sınırlamaya kalkan, yaşamını alt üst edip her şeyini sıfırlayan ne çok insan vardı. Hepsi de sadece kendi istediklerini yapıp sözünden çıkmamasını, bir köle gibi itaat etmesini bekliyorlardı. Onların arasında gerçek bir mahkumdu. Sadece bedenini değil, benliğini, ruhunu da onların emrine sunduğunu, içindeki mahpusun kendi olduğunu bile fark etmemişti yıllardır."
Ve bizler "yersizlik" denilen kavramı Naza’nın gözünden bakıp çok daha iyi anlıyoruz. Bir yere ait olmanın verdiği güvenin ne demek olduğunu yazar okuyucularına adeta rahatsız edici bir biçimde anlatıyor. Öyle ki suçluluk duygusuna kapılmamak elde değil bu anlatımda. İnsanlıktan utanır hale geliyor okuyucu…. Sadece ayakta kalabilmek, çocukları için bir dam altı bulmak ve sadece onların karnını doyurabilmek kaygısının bedelini bir kadının ne kadar ağır ödediği gözler önüne seriliyor.
Hastalıklı, sakat bir cinsel anlayışı olan kocası ile olan ilişkisi Kerkük’ten İstanbul’a yeni bir hayat adına yola düşen Naza için bambaşka acılara sahne oluyor. Öyle ki, Naza’nın kızı Melek bile bu travmadan nasibini alıyor. Hayat, genç kadın için olduğu kadar oğlu Ali ve kızı Melek için de giderek zorlaşıyor.
İstanbul’da 1999 depremini de yaşadı
Naza’nın güven duyacağı bir yere, korkularından arınacağı bir limana ihtiyacı vardır. Fakat elinde fazla bir seçenek de yoktur. İstanbul’da ki depremi de yaşayan kadın kendi iç çelişkilerinin farkında olarak artık kaderine boyun eğmiş, kurtuluşu tamamen kendi çabası dışında beklemektedir.
Bu kurtuluş ona Avusturya’da yaşayan ablasının eliyle ulaşıyor. Ama bu kurtuluş onun beklediği güven ve korkulardan arınmış yaşamı vermekten uzak olmakla kalmayıp daha kötüsü yeni bir kaos olarak karşısına çıkıyor. İstanbul’dan Viyana’ya gidişi bizlere mülteci hayatının bir başka yüzünü gösteriyor. Özellikle de kadın bir mülteci için durumun ne denli zor ve ağır olduğunu…
İnsan kendi yaşamında durduğu yeri görebilmek için başka hayatlara da bakmak, başkalarının yaşam şartlarını ölçüp tartmak, düşünmek, anlamak hatta zaman zaman belirli bir dayanışma içine girmek zorundadır. Hangi kültüre ait olursak olalım tüm insanlığın günümüzdeki en önemli sorunu, bu gezegende sığınabilecekleri, kendilerini güvende hissedebilecekleri, kendilerine ait küçük dünyalarında korkulardan uzak yaşayabilecekleri bir yer arayışıdır…
Kerkük-İstanbul-Viyana hattında Kocamın Bekçisi romanı ile gerçek bir hayat öyküsü ile yüzleşiyor okur. Savaş dinip de eski topraklara yapılan bir ziyarette, Viyana’da karşısına çıkan adamın; kocasının, babasının, kardeşlerinin ve akrabalarının katili, ölüm emrini veren kişi olduğu gerçeği ise okura yeni bir travma yaşatıyor. Darmadağın hale gelen, her hamlesinde yeni bir kaosla karşılaşan Naza’nın yaşantısı, insanoğlunun kendi eliyle yarattığı savaş karşısında ne denli yalnız olduğu gerçeğini bir kez daha gözler önüne seriyor. Üstelik savaşta "öteki" olmak, "yersiz" kalmak, insan olmak boyutunu çok değiştirmiyor ama, bir kadın için ölüm-kalım mücadelesi haline geliyor.
Kitaptan bir alıntı: Naza yemiyor, içmiyor
Ramazan bitiyor, ertesi gün bayram. En büyük kayınbiraderi Yusuf geliyor. Görüyor ne kadar perişan bir halde olduğunu, annesinin ısrarlarına rağmen yemiyor, iyice zayıflamış, doğru düzgün uyumuyor, yıkanmıyor, sadece arada bir çocuklarını alıyor kucağına, ağlıyor. Yusuf,
-Naza yarın bayram, bu gece bize gel, annem senin için yemek hazırlattı, bak biliyorsun ne halde olduğunu ama yine de senin sevdiğin yemeği yaptırdı gelesin diye. Banyo yap, biraz rahatla. Çocukları da özledik, bir iki gün kal, ben ne zaman istersen seni geri getiririm, diyor.
Annesi de gitmesini, biraz değişikliğin iyi olacağını, bu kadar kendini harap etmemesini söyleyince kalkıp bir çantaya çocuklar ve kendisi için bir iki parça elbise alıp gidiyor kayınbiraderiyle.
Anlaşamadığı büyük görümcesi diğer kardeşlerinden birine gitmişti. Elem ve kocası Vahid oradaydı, Elem’le sarıldılar birbirlerine, birbirlerini teselli edecek bir şeyler söylemek istediler, göz göze baktılar, kim kime teselli edecek bir şey diyebilirdi ki, Elem’in en sevgili kardeşi, Naza’nın her şeyi...
Tekrar sarıldılar, birbirlerinin hıçkırıklarına boğuldular.
Naza banyo yaptı, elbiselerini değiştirdi, biraz rahatlamıştı. Evdekiler çocuklarla ilgileniyor, kayınvalidesi bebeği kucağından bırakmıyordu. Yemek yediler.
Bu ailede herkesi seviyordu Naza, büyük görümcesi hariç herkes ona çok iyi davranıyor, Orhan’ın abilerini bir abi, ablaları gerçek bir abla gibi görüyordu. Kayınbiraderlerinin eşlerinin hepsi kendinden büyüktü. Hepsini de bir abla gibi kabul ediyor çok seviyordu. O güne kadar aralarında hiç bir tatsızlık, kötü bir şey olmamıştı.
Yemekten sonra televizyonu açtılar. Bir film başlamıştı. Vakit geçirebilmek için seyrettiler. Filmin sonuna doğru başroldeki kadının kocası öldü, Naza ağlamaya başladı. Kendini o kadar yalnız, kimsesiz hissediyordu ki. Bütün dünya yüzünde tek başına kalmış gibiydi. Buraya, bu insanların yanına sadece onun ailesi oldukları, ondan bir şeyler taşıdıkları için gelmişti ama onun olmadığı hiç bir yer teselli değildi. Baktığı her yerde ondan bir iz, bir anı vardı, ama o yoktu. Bu yüreğini dayanılmaz biçimde acıtıyordu.
Gece ona verilen odada çocuklarına sarılıp yattı. Sabah erkenden uyandı, aşağı mutfağa indi, eltisi kalkmış kahvaltı hazırlıyordu, ona yardım etti. Hep beraber kahvaltı ettiler. Salonda otururken dışarıda sesler duydular, birisi bahçeden koşarak geliyordu, hemen ardından kapı vurulmaya başladı.
Eltisi koşup kapıyı açtı. Kapıda Turay duruyor, bir şeyler anlatıyor, ağlıyordu, eltisi de ağlamaya başladı.
Naza seyrediyor onları, anlıyor. Turay arkadaşının arabasıyla onları almaya gelmiş, hiç bir şey söylemeden koşup biniyor arabaya.
Eve nasıl gitti, o yol nasıl geçti, hiç hatırlamıyordu, sadece anlamıştı.
Öldüler.
Çocukları falan düşünmüyordu, orada bırakmıştı. Arada bir soruyordu,
-Ne oldu abi, söyle bana, ne oldu. Turay sadece ağlıyor ve,
-Gel, diyor, gel. Başka bir şey çıkmıyor ağzından.
Eve varıyor iniyorlar arabadan, mahallede herkes ayakta, onların evinin önünde yada bahçede. Kapıdan giriyor, annesi ve komşulardan bir kaç kadın, çamura bulanmışlar, annesinin elbiseleri parçalanmış, deli gibi koşuyor, nereye belli değil, sadece koşuyor, insanlar onu tutmaya çalışıyor, annesi göğsüne dizlerine vurarak, saçlarını yolarak, boğulur gibi sesler çıkararak kurtulup ellerinden koşuyor, kendini duvara çarpıyor.
Kımıldayamıyor, olduğu yerden taş gibi annesini seyrediyor.
Bir an gözü bahçe kapısına kayıyor.
O anda görüyor, arka kapıda bir araba duruyor, arkası açık mavi skoda gibi bir şey, arkasında büyükçe bir battaniye örtülü, her şey çamur içinde. Üstü örtülü ceset, battaniyenin altından fark ediliyor. Hatta o an battaniyenin kenarından görünen babasının ayağını tanıyor.
Aslında onun babası olmadığını, sadece elbiselerinin benzediğini öğreniyor çok sonraları.
Naza kendini kaybediyor bir an, midesi ağzına kadar geliyor, boğulacak gibi oluyor, ağlayamıyor, bağıramıyor, onlar gibi üstünü başını yırtamıyor. Ama yuvalarından fırlamış gözleriyle annesine bakıyor, onun nasıl kendini oradan oraya çarptığını gördükçe üstüne dev bir kazandan kaynar katranların boşaldığını hissediyor, hiç bir yere kaçamıyor. Arkasını dönüyor, kapıdan dışarı fırlayıp koşmaya başlıyor. Neden, nereye gidiyor, kimden kaçıyor bilmiyor, sadece çılgın gibi koşuyor. Turay ve komşu çocuklarından birileri koşup yakalıyorlar, tutmaya çalışıyorlar, ama tekrar kurtuluyor, gözleri kapalı, her yer, her şey simsiyah, kapkara, hiç bir şey görmüyor, sadece koşuyor. Turay tekrar yetişip yakalıyor kolundan,
-Dur Naza nereye gidiyorsun, yalan, yaşıyor Orhan, yapma, onlar benzetmişler, bulacağız onu, ben bulacağım, söz veriyorum, o değil, benzetmişler, inan bana. Bir başkası o.
Naza konuşamıyor. Kusmaya başlıyor. Sonra yığılıyor yere.
Sonrasını hiç hatırlamıyor, o gün nasıl geçti, ertesi gün neler oldu, çocuklarını kim getirdi, nerede, ne yapıyor, hiç bir şey bilmiyor. Sadece arada bir dövünen annesini görüyor, bir anlam veremiyor, komşular gelip gidiyor, ağlıyorlar, neden bilmiyor. Bir odada oturuyor, birisi çocuklarını kucağına veriyor, çocuk ağlıyor, oda ağlıyor, sonra gülmeye başlıyor, kahkahalarla, katılıncaya kadar gülüyor. Bir şeyler söylüyorlar, dinlemiyor, anlamıyor, inanmıyor. Babasının odasında camın önündeki koltukta oturuyor, hiç kalkmıyor, sadece gülüyor yada ağlıyor.
Bir akşam Turay ve kayınbiraderi onu hastaneye götürüyorlar, orada iğneler yapılıyor. İğnelerin etkisiyle uyuyor. Ne kadar, kaç gün hastanede kalıyor, bilmiyor. Hep uyuyor. Bazen uyanıkken Turay ya da başkaları geliyor,
-Yaşıyor o, merak etme, gelecek, biz sorduk, hapishanedeymiş, başka yere götürmüşler, bulacağız onu. Diyorlar.
Kim yaşıyor, nerede yaşıyor, kimi bulacaklar bilmiyor.
Daha sonra öğreniyor. Sabahın erken saatlerinde Altınköprü’deki halanın komşusu kapıyı çalıyor, halanın oğlunu ve babalarını bulduklarını, halanın perişan halde olduğunu, gelemediğini, ama belki kendi ailesi gömmek ister diye babalarını getirdiklerini söylüyor. Arabada sarılı cesedi gören anne kendini kaybediyor.
Naza baygın yatarken zaten perişan durumda olan cesedi bahçeye gömmek istiyorlar ama battaniyeyi açınca babaları olmadığını görüyorlar.
Ertesi gün halanın uzaktaki büyük oğlu Mesut geliyor sabahın ilk saatlerinde.
-Turay giyin benimle gel,
-Ne oldu Mesut, nereye gideceğiz,
-Sorma, giyin gel,
Ayşe hanım fırlıyor yerinden geliyor yanlarına,
-Mesut söyle ne oldu, nereye götüreceksin Turay’ı?
-Yok bir şey yenge, biraz işimiz var,
-Tamam anne ben hemen dönerim, Mesut nasıl giyineyim, sivil mi askeri mi?
-Askeri giyin,
Araya giriyor Ayşe hanım,
-Bak Mesut, eğer söylemessen ölürüm yine de yollamam onu, söyle bana ne oldu? Yoksa bulundular mı?
Mesut ağlamaya başlıyor,
-Ben dün kardeşimi buldum Dibis’deki toplu mezarda, gelin sizde kendinizinkilere bakın. Herkes gelip kendi ölüsünü çıkarıp alıp götürüyor, gömüyor, Sizde gelip bakın.
O sırada Turay askeri pantolonunu ve gömleğini giyiniyor hemen.
Annesi çıldırmış gibi fırlıyor, koşup gidiyor onlarla beraber.
Altınköprü’ye varıyorlar. Altınköprü mahşer. Herkes Dibis’e gidiyor.
Turay,
-Anne sen burada halamla kal, önce ben bir gidip bakayım, gerekirse gelip seni alırım, diyor, Ayşe hanım itiraz ediyor,
-Bende geleceğim, ne olursa olsun onları bulacağım, diyor.
Turay gözlerinden ateş saçarak,
-Anne bir defa da denileni yap, burada kalacaksın, ben gerekirse seni gelir alırım, anlamıyor musun?
Yaşlı kadın,
-Turay, geleceğim, istersen öldür beni, daha ilerisi var mı bunun oğlum?
Çaresiz susuyor genç adam, halanın oğlu içerden bir kaç çarşaf battaniye alıp geliyor, biniyorlar tekrar arabaya.
Dibis’e yaklaştıkça insanların yüzündeki ifade merak ve üzüntüden kahroluşa, yıkılışa, perişanlığa kayıyor.
Nehrin kenarına yaklaşınca durup iniyorlar arabadan.
Mezarların açıldığını duyan koşup gelmiş.
Aslında zaten çoğu açık. Dibis’deki nehrin kenarına dizmişler hepsini sıra sıra. Sonra kurşuna dizmişler. Nehre düşerler diye düşünmüşler ama hemen hepsi oldukları yere yığılıp kalmış.
Elleri arkalarından bağlı. Gözleri bağlı hepsinin de.
Bir kısmının üstüne toprak atmışlar, çoğu açıkta. Günler boyu orada kalmışlar. Çoğu köpekler, kargalar tarafından parçalanmış. Köpekler günlerce parçalayıp yemişler. Halen de oradan ayrılmayan köpek sürüsü toprağın altında kalanları didikleyip çıkarmaya çalışıyor.
Nehrin kenarından düşenlerin, yada itilerek üstüste yığılanların yarı toprak altında, yarı açıkta kalıp hayvanlara yem oldukları koca bir çukurdan oluşan bir toplu mezar orası.
Bütün kadınlar mezara girmişler, elleriyle kazıyorlar, bazıları battaniye, temiz çarşaf getiriyor ölüsünü sarmak için. Herkes ağlıyor. Kimi arabalara ceset yüklüyor, kimi indiriyor. Bazıları cesetlere sarılmış, ağlıyor, her yer çamur, ağıt, hıçkırık, gözyaşı.
Çürümeye yüz tutmuş, çoğu parçalanmış, tanınmaz haldeki cesetleri üstündeki elbiselerden, cebinden çıkan kimlik, resim, anahtarlıklardan tanımaya çalışan, elleri, yüzleri, yürekleri parçalanmış insanlar.
Canlıların ölülerden tek farkı hareket edebiliyor olmaları. Bazılarının katılarak, bazılarının hıçkırarak, bazılarının boğulur, ulur gibi acıdan kahrolarak çıkardıkları sesler onların hayatla olan tek bağları.
Büyük kalabalığın üstünde, çürümüş insan etinin, kızgın güneşin altında çamura bulanmış ölülere yapışmış paçavraların, gözyaşı ve terin ağır kokusunun oluşturduğu kara bir bulut asılı duruyor sanki.
Suratları sararmış, sakalları uzamış, günlerce kaybettikleri evlatlarının, eşlerinin, sevdiklerinin acısıyla yemeden içmeden kesilmiş, gözlerinin altı göçmüş, avurtları çökmüş insanların gözlerinde bütün kasabayı saran derin keder ve acının yarattığı uğultuya rağmen kızgınlık ve hiddet değil, acı, çaresizlik ve sadece yarınını bilemeyen insanların gözlerinde görülebilen türden büyük bir korku var.
Bu vahşete şahit olduktan sonra kendileri için değil kalan çocukları, yakınları için korkuyorlar. Acının sonu yok, ama daha ne kadarına dayanabilirler, kimse bilmiyor.
Ellidokuz kişilik bir toplu mezar orası. Hepsinin ailesi, anası, babası, çoluk çocuğu deli gibi tırnaklarıyla eşeleyip kazıyorlar.
Hemen hepsi Altınköprülü.
Turay’ın arkasından Ayşe hanım’da iniyor arabadan.
Ne yapacağını, kime, ne soracağını bilemeden taşlaşmış gibi bir müddet kımıldayamıyor, inleyerek bakınıyor sadece, o sırada görüyor, on metre kadar ötede iki kadın Orhan’ı tutmuş çıkarıyorlar, uzaktan ona benzetiyor, koşup gidiyor, ama o değil. Onun boylarında, giydikleri benzeyen genç bir çocuk.
Başucundaki kadının akıttığı gözyaşları, kucagindaki cesedin olmayan yüzünün altındaki çürümeye yüz tutmuş boynuna düşüyor, kadın elleriyle sanki bir ipeğe dokunuyormuş gibi incitmemeye gayret ederek yüzü köpekler tarafından yenmiş kollarindaki suratsız başın saçlarının arasındaki toprakları temizlemeye çalışıyor.
Ayşe hanım kalkıyor, kenardan hiç birine basmamaya gayret edip gözleriyle çıkarılmakta olanları yoklayarak bir iki adım atıyor, her gördüğü cesede önce korku, sonra arayan gözlerle bakıyor, ilerde bir kaç kişinin vücudunu çıkarmaya çalıştığı bir ayakta Orhan’ın yanları kırmızı çizgili spor ayakkabısını görüyor, o tarafa koşuyor, hemen yanlarına çöküp üstündeki toprağı elleriyle açmaya başlıyor. Orhan o. Saçlarını, bıyıklarını, o zor günlerde bile her gün traş ettiği tertemiz ama yer yer çürümeye başlamış yüzünü tanıyor. Üstündeki elbiselerde onunkiyle aynı zaten. Allahtan altta kalanlar sadece çürümüş, üstekiler gibi köpekler tarafından parçalanmamış.
Bir süre boğulur gibi ağlıyor. Turay geliyor, yanına diz çöküyor, hıçkırıkları birbirine karışıyor bir müddet, sonra biraz toparlanıyor, cebinden cüzdanını çıkarıyor, kimliğini alıyor, çocuklarının resimlerini alıyor. Sonra oradakilerin yardımıyla kenara çıkarıyorlar.
Çıkartılan ölüleri diziyorlar, herkes kendininkini alıyor, tanımadığı birini çıkarttıysalar diğerlerinin yanına taşıyıp koyuyorlar sahibi gelip alsın diye. Turay onlara bakıyor, babasını bulmak umuduyla.
İbrahim’i arıyor, belden üst kısmı tamamen yenmiş, ama pantolonu aynen abisininkine benzeyen birini buluyor. Daha doğrusu kendi pantolonu. Haftalar önce eve gelip üstünü ıslattığını söylediğinde getirip kendi pantolonlarından birini veriyor giysin diye. Tanıyor. Ayakkabıları çamura bulanıp toprağa gömülmüş. Annesi görmeden ayakkabısını çıkartmak istiyor. Bağını çözdüğü ayakkabıyı ayağından çekince günlerdir çürümüş bileğinin tutamadığı ayak kopuyor. Birden sanki onun canını yakmış gibi bir hançer saplanıyor yüreğine, daha fazla dayanamıyor, sarılıyor, kapanıyor üstüne, aklı erdiğinden beri onu koruyup kollayan, her istediğini yapan, koruyucu meleği, canının parçası abisi kollarının arasında, hayvanlar tarafından yenmiş, paramparça, çürümüş, bitmiş bir insan kalıntısı. Hayatta en sevdiği can parçasını o halde görmeye yüreğinin dayanması imkansız. Kime ne desin, ne yapsın, haykırarak, bağırarak ağlıyor. Etraftan bir kaç kişi gelip onu kollarının arasındaki çürümüş insan kalıntısından ayırmaya çalışıyorlar. Birisi bir çarşaf seriyor yanına, uyandırmamaya çalıştıkları bir bebek gibi yavaşça, incitmeden koyuyorlar çarşafın üstüne. Sarıyorlar. Cebinden çıkan kimliğini üstüne koyuyorlar. Taşıyorlar kenara.
Ayşe hanım uzakta, kendinden geçmiş gibi ağlayarak kocasını arıyor, bütün ölülere tek tek bakıyor, yirmi kadar henüz sahibi gelip almamış ölü var. Bulamıyor onu. Çukura iniyor, oda başlıyor elleriyle kazmaya. Hiç bir şey düşünemiyor, taşlaşmış gibi sanki, sadece sık sık nefes alıp veriyor ve boğulur gibi bir ses çıkıyor gırtlağından. Çıkarttığı ayakta hiç bilmediği bir pantolon var, bırakıyor. Pek çok ölünün eli, kolu, bacağı toprağın üstünde ama sadece kemikleri var, etleri yenmiş. Hepsine bakıyor. Yok, bulamıyor. Diğer tarafa geçiyor. Orada yarısı çıkmışlardan birini görüyor, iki yaşlı kadın üstündeki toprağı açmaya çalışıyorlar. Koşuyor, tanıyor Muammer beyi geçen sene aldığı kareli gömleğinden. Eşiyor toprağı, çıkarıyor, diğerleriyle beraber taşıyorlar çukurdan dışarı.
Turay halen İbrahim’in yanına diz çökmüş, ağlıyor. Onu görünce yanına koşuyor yaşlı kadın,
-O’mu Turay, abin mi?
Konuşacak, bir şey söyleyecek durumda değil delikanlı, sadece başını sallıyor.
Ayşe hanım diz çöküyor, çarşafı açmaya başlıyor. Tek istediği son bir kerecik oğlunu görebilmek. Ellerine sarılıyor Turay,
-Hayır anne açma, açmayacaksın.
Çekiyor ellerini, biliyor, göreceği şeye dayanamaz yüreği.
Ağlıyor Ayşe hanım, katıla katıla ağlıyor, bir yanında onaltısından beri hayatını verdiği kocası, bir yanında canının parçası o güne kadar bir dediğini iki etmediği, diğerlerinden apayrı bir yere sahip, huyuyla, efendiliğiyle, herşeyiyle bambaşka, biricik evladı, oğlu, İbrahim’i, bir tarafta daha bir kaç sene önce gelip kızını ona versin diye karşısında ağlayan, kızının taparcasına sevdiği damadı...
Ne yapacağını bilemez halde, çıldırmış gibi bağırarak ağlıyor yaşlı kadın. Sesi diğerlerininkine karışıyor.
Görümcesi ve damadı geliyorlar.
Alıp götürmeden önce ceplerine bakıyorlar yanlışlık olmasın diye. Muammer bey sandıkları cesedin cebinden başka birine ait kimlik çıkıyor. Gömleğini benzetiyor Ayşe hanım. Bırakıyorlar geri.
Sonradan öğreniyor ki kardeşinin evinde banyo yaptığı son gece değiştiriyor gömleğini. Görümcesinin verdiği kocasının gömleklerinden birini giyiyor.
Orada çıkartılıp sahipsiz bırakılanları tekrar gömüyorlar köpekler eşelemesin diye, kimliğinde bulunan ismini de bir tahta parçasına yazıp başucuna sokuyorlar ki daha sonra yakınları gelince tanıyıp alabilsinler.
-Yenge, kalk, götürüp gömelim bir an önce, haydi, olan oldu artık, elden bir şey gelmez. Biz biraderi arka bahçeye gömdük, istersen onları da yanına gömelim. Diyor halanın damadı.
Bir şey diyecek halde değil Ayşe hanım, halanın elindeki çarşaflara tekrar sarıp delikanlının getirdiği arabaya yüklüyorlar Orhan’la İbrahim’i.
Eve vardıklarında komşu çocuklarından bir kaç kişi daha geliyor, hemen mezarları kazıyorlar. Kazılan iki mezara İbrahim ve Orhan’ı koyuyorlar.
Orhan’ın ailesi Ayşe hanımın Orhan’ı bulup gömdüğüne inanmıyorlar. Elinde cebinden çıkan çocuklarının resmi, kimliği var ama yine de inanmıyorlar görmeden.
Yazar Semra Beken kimdir?
Semra Beken, ilk, orta ve lise öğrenimini Merzifon'da tamamladı. Üniversite eğitimine Ankara Üniversitesi'nde devam eden Beken, Fen Fakültesi Biyoloji bölümünden mezun oldu. 1984 yılında evlenen yazar, İspanya'ya yerleşti. İspanyol dansları ve müziğin toplum yaşamına etkileriyle ilgili araştırmalar yapıp hikâyeler yazdı. Aynı yıllarda resim de yapmaya başlayan Semra Beken, 1992 yılında Viyana'ya taşındı. Aldığı resim, moda ve yabancı dil derslerinin ardından Viyana Üniversitesi'ne devam etti. Aynı günlerde Türk toplumunun içinde varolan sosyal baskıların ve toplumsal geleneklerin de ayrıntılı olarak işlendiği, bir Anadolu kadınının hayatını anlatan ilk kitabını yazdı.
Yurt dışındaki Türklerin yabancı toplum içindeki yerinin ve gelişiminin sosyal ve kültürel değişimini, iki toplum arasındaki karşılıklı iletişim ve algılama bozukluklarını inceleyen bir araştırma yaptı. Dinlerin tarihini, İslam'ın Avrupa'da yayılma nedenlerini ve diğer dinlerle etkileşimini araştırdı. Bu araştırmasının ardından dinler tarihini de kapsayan, bir başpiskoposun hayatını anlatan ikinci kitabını yazmaya başladı. Aynı yıllarda Avusturya'da Türkçe yayınlanan bir gazetede çocuk, aile, eğitim, sosyal ve kültürel konuları içeren köşe yazıları yazdı. Ve aynı gazetenin sanat danışmanlığını yürüttü. Bir yandan da Viyana Sanat Akademisi'ne devam eden yazar, resim çalışmalarını da sürdürerek Avusturya, Fransa ve Türkiye'de sergiler açtı.
Halen Viyana’da yayınlanan bir gazetede köşe yazılarına devam eden yazar, Türkiye’den Hürriyet gazetesi yazarı Bekir Coşkun’un da yazılarının yer aldığı efecehaber.com adlı internet gazetesinde de yazmaktadır. Son olarak üçüncü kitabı "KOCAMIN BEKÇİSİ"ni kaleme alan Beken, iki çocuk annesidir ve yaşamını Viyana'da sürdürmektedir.
## Okuyucu Yorumları |
222170 | haber | İranlı bakan asansörde öpüşürken yakalandı | null | # İranlı bakan asansörde öpüşürken yakalandı
## Şeriatla yönetilen İran'da Yüksek Öğretim Bakanı ile Ulusal Müzesi Direktörü bir asansörde öpüşürken yakalandı
İran Yüksek Öğretim Bakanı **Kamran Danişcu **ile İran Ulusal Müzesi Direktörü **Azade Ardakani** 'nin asansörde öpüşürken güvenlik kameralarına yakalandı.
Yediot Ahronot gazetesinin Sky News Arabia'ya dayandırdığı ve internet paylaşım sitelerinde de yayınlanan habere göre, daha kısa bir süre önce İran üniversitelerinde kız öğrencilerin matematik ve fen derslerine girmesine kısıtlamalar getiren Yüksek Öğretim Bakanı Danişcu ile Tahran'daki Ulusal Müze Direktörü Ardakani'yi ateşli bir şekilde öpüşürken gösteren güvenlik kamerası görüntüleri internette yayıldı.
DHA'nın haberine göre, Tahran'da çekildiği belirtilen görüntüleri İran medyasının şimdilik görmezden geliyor. Şeriatla yönetilen bir ülkede meydana gelen bu olayın nasıl sonuçlanacağı ise merak konusu.
## Okuyucu Yorumları |
220864 | haber | İrlanda, AB dönem başkanı oldu | null | # İrlanda, AB dönem başkanı oldu
## İrlanda, AB dönem başkanlığını altı aylığına devraldı. Dönem başkanlığı ilk kez ekonomik krizin pençesindeki bir ülkeden diğer bir ülkeye geçmiş oldu
İrlanda, AB dönem başkanlığını 1 Ocak 2013’ten itibaren altı ay süreyle Güney Kıbrıs’tan devraldı. İrlanda’nın dönem başkanlığını devralması bünyesinde bir ilki de barındırıyor. AB’nin dönem başkanlığı ilk kez ekonomik krizin pençesindeki bir ülkeden diğer bir ülkeye geçmiş oldu.
İrlanda Hükümeti, genişlemeye verdiği genel destek çerçevesinde Türkiye’nin AB üyeliğini ilkesel olarak desteklerken, İrlanda’da bugün 213’ü çifte vatandaş olmak üzere, 1800’ü aşkın Türkiye vatandaşı yaşıyor.
İrlanda’dan Türkiye’ye gelen ziyaretçi sayısı ise 2011’de 118 bin 620 oldu.
TÜİK verilerine göre, Türkiye’nin İrlanda’ya ihracatı bu yılın kasım ayı itibariyle, 315 milyon 448 bin dolar, ithalat ise 767 milyon 599 bin dolar olarak gerçekleşti. Dış ticaret hacmi de kasım itibariyle 1 milyar doları geçmiş oldu. Ticaret hacmi İrlanda’da ekonomik krizin iyice baş gösterdiği 2011’de 1 milyar 193 milyon dolar olarak gerçekleşirken, bunun 354 milyon doları ihracat, yaklaşık 840 milyon doları ise ithalat rakamından oluşmuştu. Türkiye’de faaliyet gösteren İrlanda sermayeli şirketlerin sayısı Mart 2012 itibariyle 289 olurken, 2011’de de İrlanda’dan Türkiye’ye yapılan doğrudan yatırımın tutarı 337 milyon dolar oldu.
##
İşsizlik Türkiye’den yüksek
AB İstatistik Kurumu (Eurostat), eylülde Avro Bölgesi’ndeki işsizlik oranının yüzde 11.6 ile tarihinin en yüksek seviyesine ulaştığını kaydederken, bu rakam toplam nüfusu 4 milyon 600 bin seviyesinde olan İrlanda’da ise yüzde 15.1 seviyesinde gerçekleşti. Söz konusu dönemde Türkiye’nin
işsizlik oranı da yüzde 9.1 oldu. Türkiye’de işsizlik oranı 2011’in aynı döneminde ise yüzde 8.8 olmuştu. IMF verilerine göre, İrlanda’nın 2013 işsizlik oranı yüzde 14.4 olarak tahmin edilirken, söz konusu verilere göre 2013’te Türkiye’nin işsizlik oranın ise yüzde 9.8 olması bekleniyor.
Kişi başı gelir 41 bin dolar IMF verilerine göre, İrlanda’nın satın alma gücü paritesi bakımından kişi başına düşen milli gelirinin 2012’de 41 bin 739 dolar olması beklenirken bu rakamın 2013’te 43 bin 297 dolara ulaşması tahmin ediliyor. Söz konusu verilere göre, Türkiye’de satın alma gücü paritesi bakımından kişi başına düşen milli gelirin 2012’de 15 bin, 2013’te de 15 bin 573 dolara çıkması bekleniyor. İrlanda’da Tüketici Fiyatları Endeksi’nin (TÜFE), bu yıl yüzde 1.4 olurken, bu rakamın 2013’te yüzde 1’e gerilemesi bekleniyor. Türkiye’de ise TÜFE’nin 2012’de yüzde 8.7, 2013’te yüzde 6.5 olması olarak gerçekleşeceği tahmin ediliyor. IMF verilerine göre, İrlanda’nın kamu borcunun 2012’de GSYH’sının yüzde 117’sine, 2013’te ise yüzde 119’una ulaşması tahmin ediliyor. Türkiye ise yaşadığı krizlerin ardından aldığı tedbirlerle borç seviyesini oldukça makul seviyelere indirmiş durumda. IMF verilerine göre Türkiye’nin kamu borcunun, 2012’de GSYH’sinin yüzde 37.7’si seviyesinde olması, söz konusu rakamın 2013’te de yüzde 36.6’ya gerilemesi bekleniyor.
##
İrlanda ve IMF ilişkileri
İrlanda Hükümeti, bütçe açığın 2009’da GSYH’nin yüzde 12.5’i, 2010’da ise yüzde 14.7 olacağının anlaşılmasının ardından, 21 Kasım 2010 tarihinde IMF, AB Komisyonu ve Avrupa Merkez Bankası ile bir kurtarma paketi üzerinde görüşmelere başladı.
Avrupa Mali İstikrar Mekanizması ve IMF’den oluşan ikili bir yapı ile İrlanda’nın bu kuruluşlara yapacağı geri ödemeleri kapsayan bir paket çerçevesinde İrlanda’ya mali yardım yapılması AB maliye bakanları tarafından kabul edildi. Buna göre, İrlanda’yı kurtarmak için hazırlanan 85 milyar avroluk AB-IMF yardım paketinin 35 milyar avrosunun bankalara yönlendirilmesi, 50 milyar avrosuyla da kamunun finansman ihtiyacının karşılanması öngörüldü.
Ülkenin IMF ile olan anlaşması gereği yapılan gözden geçirmelerin sekizincisi de kısa süre önce tamamlandı ve yaklaşık 1 milyar avroluk yardım ülkenin kullanımına sunuldu.
##
Yedinci kez dönem başkanı
İrlanda, AB dönem başkanlığını yedinci kez üstlendi. 1973’ten bu yana AB üyesi, 1999’dan bu yana ise Avro Bölgesi’nde yer alan İrlanda, Türkiye’nin AB üyeliğini destekliyor. Kıta Avrupa’sının kuzey batısında, yaklaşık 6.5 milyon kişinin yaşadığı ve Avrupa’nın üçüncü büyük adası olan İrlanda’nın ihracatında Türkiye 349 milyon avro ile 23’üncü sırada, ithalatında ise 224 milyon avro ile 24’üncü sırada bulunuyor. İrlanda’nın dış ticaretinde ilk sıralarda ise ABD, İngiltere ve Almanya yer alıyor.
## Okuyucu Yorumları |
216196 | haber | İstanbul'a yapılacak 3. havalimanının haritası ortaya çıktı | null | # İstanbul'a yapılacak 3. havalimanının haritası ortaya çıktı
## İstanbul'a yapılacak havalimanının sır gibi saklanan yeri belli oldu
İstanbul'a yapılması planlanan 3'üncü havalimanının Eyüp ile Arnavutköy ilçe sınırlarında ve Karadeniz kıyısında yer alacağı öne sürüldü.
Radikal gazetesinden **Serkan Ocak** 'ın haberine göre; İstanbul'a yapılacak 3. havalimanının Ulaştırma Bakanlığı'nca hazırlandığı belirtilen haritası ortaya çıktı. Pistlerin, bağlantı yollarının belirlendiği harita üzerinden zemin etüdü çalışmaları yapılıyor.
Karadeniz kıyısındaki eski maden ocaklarıyla ormanlık alana kurulacak limanın yüzölçümü 63 milyon metrekare olacak. Havalimanı yılda 150 milyon yolcu kapasitesiyle Türkiye'nin en büyüğü olacak.
Haritada yeni alanın tüm ayrıntıları yer alırken, Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı yetkilileri ise haritanın kendilerince hazırlanmadığını, projenin ihale edilmediğini söyledi.
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, İstanbul’a havalimanıyla ilgili daha önceki açıklamalarında, alanın altı pistten oluştuğunu, Türkiye’nin en büyük havalimanı olacağını, yıllık 150 milyon yolcu kapasitesine sahip olacağını ancak ilk etabın 2015’te 90 milyon yolcu kapasitesiyle hizmete açılacağını söylemişti.
## Okuyucu Yorumları |
228662 | haber | İstanbul'da 3 gün elektirik kesintisi yaşanacak | null | # İstanbul'da 3 gün elektirik kesintisi yaşanacak
## Kadıköy, Şile, Ümraniye, Beykoz ve Üsküdar'a 28, 29 ve 30 Nisan'da elektrik verilemeyecek
İstanbul Anadolu Yakası Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi'nden yapılan açıklamaya göre, 09.00-15.00 saatlerinde yarın Kadıköy, Şile, Ümraniye, Beykoz ve Üsküdar'a 28, 29 ve 30 Nisan'da elektrik verilemeyecek.
**Kadıköy** 'de Feneryolu, Hamdibey, Şefizade ve Ihlamur Çıkmazı sokaklar ile İstasyon ve Bağdat caddeleri, 28 Nisan'da, Kızıltoprak'ta Bağdat Caddesi, Selamiçeşme Mahallesi Mazharbey Caddesi, Fenerli Reis, Bozkır, Hacı Mehmet sokaklar ve civarı, Fenerbahçe Mahallesi Mahur, Bozkır, Telegöz ve Gülden sokaklar ve civarı, 29 Nisan'da Fenerbahçe Mahallesi Kalamış ve M. Nurettin Selçuk caddeleri, B. Rahmi Eyüpoğlu, S. Pınar, Teyfikpaşa, Cengiz, Sarılale, Basri Dilimli sokaklar, Kalamış Koru Sitesi civarı, 30 Nisan'da Caferağa Mahallesi Mühürdar Caddesi, Hacı Rüssam Sokak, Albay Faik Sözender Caddesi, İSKİ ve İDO civarı, Fenerbahçe Mahallesi Faruk Ayanoğlu Caddesi, Egemen, Eflatun, Ali Fuat Başgil, Fuatpaşa, Lalezar sokaklar ve civarı elektrik alamayacak.
**Şile** 'de, yarın 09.00-17.00 saatlerinde, Bozgaca köy içi, Şuayipli Köyü Soğullar Mahallesi, Özgür Doğa Sitesi, Kurfallı köyü Mansur Mahallesi'ne elektrik verilemeyecek.
**Ümraniye** 'de, 28 Nisan'da 09.00-15.00 saatlerinde, Esenşehir Natoyolu Caddesi, Pelsan, Akbeton, Tuğ Çelik, Eskidji, Hedef Gıda, Sıvat Yolu Veysel Kütüklü ve Ünlü Tekstil, 29 Nisan'da Kemerdere Gaffar Okan Caddesi, Sinpaş ve civarı, Evidea, Çetinkaya Market, Suryapı, Madenler Kurukaya Sokak ve civarı, Madenler Kaçmazoğlu KYK ve civarı, 30 Nisan'da Madenler Herman Antil, Lale ve Çağatay sokaklar, Nihavent KYK, Perpim İş Merkezi, Madenler okul ve civarı, Aydınlık KYK'da elektrik kesintisi yapılacak.
**Beykoz** 'da, yarın 09.00-16.00 saatlerinde, Riva Konakları, Riva Parseller Mevkii, Riva Değirmendere Yeni Mahalle, Kumköy tarafı, Bilim Yapı ve hayvan barınağı, 29 Nisan'da, Değirmendere Villalar, Emrah Katkat, Paşamandıra Köyü, Göllü Köyü Sitenet, Pakmaya Evleri, Villa Atik, Öğümve Köyü Doğa Evleri, Öğümce Evleri ve Öğümce köy içi, 30 Nisan'da Ortaçeşme Meydan ve civarı, Ortaçeşme Vakıftepe Kosova Sokak civarı, Vakıftepe Yeni Camisi tarafı, Tokatköy 2 Ayazma tarafı, Tokatköy Yeni Su Depasu Ekinciler Sokak civarı, Tokatköy Azaiz Caddesi Hacıveli ve Sondurak Çınar sokaklar civarında elektrik kesintisi uygulanacak.
**Üsküdar** 'da, yarın 09.00-17.00 saatlerinde, Mehmet Akif Ersoy Mahallesi, Ferah Yolu, Kartal, Şahin, Maçka, Papatya sokaklar, Küplüce Mehmet Akif Ersoy Cadddesi, Zakkum, Ayçiçeği, Lale, Çiğdem sokaklar, Küplüce PTT Santralı civarındaki sokaklar, Küplüce İTÜ Vakfı, Kirazlıtepe Fıstıklı Yokuşu, Ersoy Sokak, Murat Çıkmazı, Koruluk ve Dere sokaklar ile Çengelköy Emka Villaları, 29 Nisan'da Kirazlıtepe Kavuklu ve Okul Arkası sokaklar, Kirazlıtepe Kazdal Cadddesi, Bayır ve Ferhatoğlu sokaklar, Kirazlıtepe Orhan Seyfi Orhon Cadddesi Rüzgarlı ve Malkoç sokaklar, Kirazlıtepe Mis, Selvi, Zakkum, Hacı Kayhan ve Köknar sokaklar, 30 Nisan'da Küplüce Tomruksuyu ve Mehmetağa Cadddesi, Rızabey, Küplüce, Mehmetağa, Camialtı, Saray, Emek, Çankaya, Küplüce, Şemsibey, Mektep ve Bayır sokaklar, Sağlık Ocağı, Çengelköy Havuzbaşı, Dr. Dağlar sokak ve Yalıboyu Caddesi elektrik alamayacak.
## Okuyucu Yorumları |
225575 | haber | İstanbul'da 42 bin hektarlık alanda kamulaştırma | null | # İstanbul'da 42 bin hektarlık alanda kamulaştırma
## Avcılar, Küçükçekmece, Bakırköy, Esenyurt, Başakşehir, Esenler, Arnavutköy ve Eyüp ilçelerinde 42 bin 300 hektarlık arazi yeni proje alanı ilan edildi
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, İstanbul'un 8 ilçesinde Afet Yasası kapsamında, 42 bin 300 hektarlık alanda acele kamulaştırma yapacak.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, İstanbul ’da Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun kapsamında Avcılar, Küçükçekmece, Bakırköy, Esenyurt, Başakşehir, Esenler, Arnavutköy ve Eyüp ilçelerinde 42 bin 300 hektarlık araziyi yeni proje alanı ilan etti. Deprem dönüşümü için gerekli rezerv yapı alanları ve üçüncü havalimanı projesinin de yer alacağı bölgedeki binaların dönüşümü için uzlaşılamaz ise kamulaştırma yapılacak. Yeni yapılaşmaya açılan alanda birçok yerleşik mahallenin yanı sıra kent için hayati önem taşıyan içme suyu havzaları, tarım arazileri ve orman alanları da bulunuyor.
## Avrupa yakasının 8’de 1’i
Elif İnce'nin radikal.com.tr'de yer alan habere göre, yeni proje alanı ilan edilerek yeni yerleşime açılan bölge, Karadeniz kıyısında yapılacak üçüncü havaalanından başlayıp, Küçükçekmece Gölü’nü de içine alarak Marmara Denizi’ne kadar iniyor. Basınköy, Olimpiyat Stadı çevresi, Taşoluk ve Hadımköy’ü içine alan bölgeye son olarak aralık ayında ‘çarpık yapılaşma’ gerekçesiyle 3 bin 800 hektarlık Bahçeşehir, Hadımköy ile Küçükçekmece Gölü’nün kuzeyinde yer alan Şahintepe, Güvercintepe ve Tahtakale mahalleleri de eklendi. Bu eklentilerle uygulama yapılacak toplam alan, İstanbul’un Avrupa yakasının yaklaşık 8’de 1’i, Beyoğlu ilçesinin yaklaşık 50 katı büyüklüğüne ulaştı. Rezerv yapı alanı olarak planlanan bölgelerde binlerce konut ve on binlerce kişi yaşıyor.
## Bakanlık ‘Büyükşehir’e bildirdi
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, alanın bütününde ‘kamulaştırma ve gerekirse acele kamulaştırma’ yapılabileceğini şubat ayında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne yazdığı bir yazı ile bildirdi. Bakanlığın İBB’ye gönderdiği yazıda, ‘rezerv alan’ içindeki yapıların afet yasası kapsamında dönüştürülmesinde ‘kamu yararı’ olduğu belirtiliyor. Yazıda şu ifadelere yer veriliyor: "Bakanlık oluru ile ‘rezerv yapı alanı’ olarak belirlenen toplamda 42 bin 300 hektarlık sahada imar mevzuatına aykırı, ruhsatsız, iskânsız ve afet riski taşıyan yapıların tasfiye edilmesi ve sağlıklı, güvenli yaşam alanlarının oluşturulması hedeflenmektedir. Bu alan içerisinde kalan, ekonomik ömrünü tamamlamış, yıkılma ya da ağır hasar görme riski taşıyan yapılar ile yeni havaalanı ve karayolu güzergâhlarının, 6306 sayılı kanun kapsamında öncelikle anlaşma yoluyla dönüştürülmesi, anlaşma sağlanamayan taşınmazların ise kamulaştırılması veya gerek görülmesi halinde acele kamulaştırılması hedeflenmektedir."
Uzmanlar, bakanlığın kararının şehrin ‘anayasası’ sayılan, 2009’da onaylanan İstanbul Çevre Düzeni Planı’na aykırı olduğunu vurguluyor. Şehrin ‘anayasası’ sayılan, 2009’da onaylanan İstanbul Çevre Düzeni Planı’nda da kuzeye doğru yapılaşmanın engellenmesi gerektiği belirtiliyor. İBB’nin plana dair raporunda, projeksiyonların ‘kentin yaşam destek sistemlerinin yok olma sürecinde olduğunu’ gösterdiği, doğal alanların sürdürülebilir olması için kuzeye eğilim gösteren kent gelişiminin engellenerek ekolojik değerlerin korunması, yapılaşmanın doğu-batı aksında ilerlemesi gerektiği belirtilmiş. Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube Sekreteri Akif Burak Atlar "Bu alanların yapılaşmaya açılması hem üst ölçekli planlara aykırı hem de doğal eşiklerin aşılması anlamına geliyor" dedi.
## Reklamlı ‘ekokentler’ yapılacak
Mimarlar Odası’ndan Mücella Yapıcı, "Bu alanın yapılaşmaya açılması korkunç bir çevre felaketi demek. Coğrafi ve jeolojik olarak yapılaşma yasağı olması gereken alanlarda şimdi yeni rant bölgeleri yaratılacak, reklamlı ‘ekokentler’ yapılacak. Bu devasa alanda kamulaştırma mekanizması insanların mülklerine el koymak, ucuza kapatmak için ve açıkça spekülatif amaçlı kullanılıyor" dedi.
## Rezerv yapı alanı ne demektir?
Afet yasasına göre bir bölgeyi ‘riskli alan’ ilan etmek için çeşitli teknik raporlar (örneğin yerbilimsel etüt raporu) istenirken yeni yerleşimlerin kurulacağı ‘rezerv yapı alanları’nın tespitinde sadece Maliye Bakanlığı’nın görüşünün alınması yeterli. Rezerv alan ilan edilecek yere Çevre ve Şehircilik Bakanlığı karar veriyor. Bakanlık burada istediği gibi plan ve proje yapma yetkisine sahip, ayrıca taşınmazların mülkiyet ve imar haklarını başka bir alana aktarma kararı da alabiliyor. Rezerv yapı alanlarında her türlü imar ve yapılaşma hizmetleri durdurulabiliyor, taşınmazların satışı, devri ve kiralanması yasaklanabiliyor, yapıların elektrik, su ve doğalgazı kesilebiliyor. Sağlam binalar da proje bütünlüğü gerekçe gösterilerek yıkılabiliyor.
## Çevre ve Şehircilik Bakanlığı: Üç alternatif sunacağız
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bağlı Altyapı ve Kentsel Dönüşüm Müdürlüğü’nden Bülent Babaoğlu, Afet Yasası’nın "Bina sağlam da olsa proje bütünlüğü için yıkılabilir" hükmünün ‘nitelikli ve kaliteli’ bazı projeler için uygulanabileceğini söyledi. Babaoğlu şunları dile getirdi: "Riskli alan kesinlikle tasfiye edilecek alandır. Rezerv konut alanında ise tüm binalar yıkılacak diye bir şey yok. Tasfiye edilmeyip korunacak alanlar olabilir. Mesela yeni bir site yapılmıştır, iskânı vardır. Deprem yönetmeliğine göre yapılmıştır, orayı korursun. Şu anda rezerv konut alanında sentezlerimizi, analizlerimizi, ulaşım etütlerimizi yapıyoruz. Sonra planlar yapılacak, yıkılması gereken yerleri yıkıyoruz, şuraya taşıyoruz diyeceğiz proje alanı içinde. 42 bin hektarlık alanın tümünü bir kalemde yapmak mümkün değil, etaplar halinde yapılacak. TOKİ bir idare olacak, bir sürü farklı paydaş olacak. Kamulaştırma kararı var diye devlet parayı basıp kamulaştıracak diye bir şey yok. Vatandaşa üç alternatif sunulacak: 1- Proje alanı içinde sana konut veriyoruz. 2- Konutu beklemeyeceksen, hazır konutlarımız varsa elimizde onları teklif edeceğiz 3- Para teklif edeceğiz. Uzlaşılamadığı takdirde kamulaştırma gibi diğer yollara başvurulabilir."
## ‘Acele kamulaştırma tehdit unsuru’
Bakanlar Kurulu Sulukule ve Tarlabaşı için 2006’da acele kamulaştırma kararı almıştı. Tarlabaşı Derneği’nin avukatı Barış Kaşka "Tarlabaşı’nda acele kamulaştırma kararı uygulanmadı ama bu yetkiden güç alan belediye, ‘Eğer bizimle anlaşmazsan seni hemen tahliye ederiz’ diyerek vatandaşın üzerinde baskı kurdu" diyor. Kaşka, Tarlabaşı’nda belediye ile ‘uzlaşamayan’ ev sahiplerine teklif edilen kamulaştırma bedellerinin genelde gerçek ederinin dört-beşte biri kadar olduğunu söylüyor: "Bedelleri Yargıtay’da biraz olsun arttırmamıza rağmen aktüel değerlerin yarısına anca ulaştık."
## Dönüşüm vatandaş odaklı olsun
Avcılar Belediye Başkanı Mustafa Değirmenci: Düzenleme Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na aittir, kararları bakanlık uygular. Bizim bu yapı rezerv alanı içinde kalan Tahtakale Mahallemiz var, burayla ilgili kamulaştırma ve acele kamulaştırma kararı alındı ve vatandaş odaklı olsun arzusu içindeyiz."
## ‘Kötü kullanılırsa atom bombası olur’
Bakırköy Belediye Başkan Yardımcısı Turgay Akbal: İlçe belediyelerinin plan yapma yetkisi eskiden de yoktu, bugün de yok. Ama kimse burada yaşayanların ihtiyaçlarını bizden iyi bilemez. Herkes merak ediyor ilk uygulama nasıl olacak. İyi niyetle kullanılırsa deprem açısından faydalı olur, kötü niyetle kullanılırsa atom bombası...
## Her ilçede farklı sistem işliyor
Esenler Belediye Başkanı Tevfik Göksu: Dönüşüm yaptığımız mahallelerde yaklaşık 25 bin kadar konut yeni planlara göre park, okul, yeşil alan olması gereken donatı alanında kalıyor. Biz rezerv alanımızı bu konutları deplase etmek için kullanacağız. Her ilçedeki rezerv alanlarla ilgili uygulama farklı olacaktır.
## Okuyucu Yorumları |
236101 | haber | İstanbul'da narkotik operasyonu; ünlü isimler gözaltında | null | # İstanbul'da narkotik operasyonu; ünlü isimler gözaltında
## Bu sabah başlatılan uyuşturucu operasyonunda Kenan İmirzalıoğlu ve Sarp Apak'ın da aralarında bulunduğu birçok kişi gözaltına alındı
İstanbul'da sokak satıcıları olarak bilinen torbacılara yönelik operasyonda, ünlü oyuncular **Kenan İmirzalıoğlu**, **Engin Altan Düzyatan**,** Nehir Erdoğan**, **İlker Aksum,** **Ersin Korkut ** ve** Sarp Apak'**ın da bulunduğu 25'i oyuncu 55 kişi gözaltına alındı. Ünlü isimlere 'uyuşturucu kullanmak' ve 'yer temin etmek' suçlamasının yöneltileceği belirtildi.
Narkotik Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri Beşiktaş ve Sarıyer'de ünlü eğlence mekanlarında kokain satan torbacı çetesini 8 ay önce takibe aldı. Yapılan telefon takibinde, torbacıların ünlü isimlere kokain, esrar, uyuşturucu hap servisi yaptıkları belirlendi. Yapılan takipte, ünlü isimlerin uyuşturucuları şifreli kelimelerle istedikleri, torbacıların da uyuşturucuları istedikleri adreslere götürdükleri tespit edildi. Ünlü isimlerin uyuşturucu partileri düzenlediği ve bu partilere de torbacıların uyuşturucu servis ettiği belirtildi.
Narkotik ekipleri, yaptıkları tespitlerin ardından İstanbul, Ankara, Çeşme ve Muğla Bodrum'da 60 adresi bastı. Kenan İmirzalıoğlu Ankara'da gözaltına alındı. İstanbul ve Bodrum'da Nehir Erdoğan, Sarp Apak, İlker Aksum, Şahin Irmak, Engin Altan Düzyatan, Gökçe Özyol, Ersin Korkut ve Mehmet Erdem'in de arasında bulunduğu 25 oyuncu gözaltına alındı. Ünlü isimlerin bazılarının Bodrum'da tatil yaptıkları otellerde alındıkları belirtildi. 20 torbacı da İstanbul'daki adreslerinde yakalandı. Operasyonda, kokain, esrar, uyuşturucu haplar ele geçti. Telefon takibinde ünlü isimlerin çoğunun torbacılardan kokain sipariş ettikleri iddia edildi. Çeşme'de ise sabah erken saatlerde kaldıkları otellerde dizi oyuncuları Engin Günaydın, Engin Altan Düzyatan, Orçun Koray Candemir ve Murat Eken de gözaltına alındı.
Ankara'da gözaltına alınan Kenan İmirzalıoğlu, ve Bodrum'da gözaltına alınan ünlü oyuncular uçakla İstanbul'a getirildi. Ünlü isimlerin 'uyuşturucu kullanmak' ve 'yer temin etmek' suçlamasının yöneltileceği belirtildi.
## 'Allah Allah ne gözaltısı'
Emniyete getirilen Sarp Apak basın mensuplarının "niçin gözaltına alındınız" sorusu üzerine "Bilmiyorum, ben de bilgi alacağım, hiçbir bilgim yok" yanıtını verdi. Oyuncu İlker Aksum ise, "Gözaltında değiliz; öyle bir ifade, şeye, arkadaşlara geldik. Allah Allah ne gözaltısı" yanıtını verdi.
Aksum yapılan işlemlerin ardından savcılık talimatıyla emniyetten serbest bırakılmasına karar verildi. Aksum sağlık kontrolünden geçirildikten sonra serbest bırakılacak.
Serbest bırakılmadan polis memurları tarafından hastaneye götürülen İlker Aksum, emniyet çıkışında basın memurlarının sorularını cevapladı. Aksum, gözaltına alınmasıyla ilgili "ifade verdik.. benimle ilgili sıkıntı yok onu söyleyebilirim" dedi.
## 'Birazdan öğreneceğim'
Narkotik ekipleri tarafından gözaltına alınan Kenan İmirzalıoğlu, İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne getirildi.İstanbul Narkotik Şube tarafından bu sabah düzenlediği oparosyonda gözaltına alınan ünlü isimler arasında yer alan Kenan İmirzalıoğlu sağlık kontrolünden geçirildikten sonra İstanbul Emriyet Müdürlüğü'ne getirildi. İmirzalıoğlu, emniyet girişinde basın mensuplarının "niçin gözaltına alındınız" sorularına "birazdan öğreneceğim" yanıtını verdi.
## Okuyucu Yorumları |
203215 | haber | İstanbul'da bugün hangi yollar kapalı olacak? | null | # İstanbul'da bugün hangi yollar kapalı olacak?
## İstanbul'da bugün Boğaziçi ve Haliç Köprüsü bir süre trafiğe kapatılacak. Kadıköy ve Zeytinburnu'nda da miting var
İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nden yapılan açıklamaya göre kentte bugün yapılacak 4 etkinlik için bazı yollar trafiğe kapatılacak.
## Boğaziçi Köprüsü kapatılacak
Yapılan açıklamaya göre ilk olarak Boğaziçi köprüsü trafiğe kapatılacak. ‘Orijinal Kuzey Disiplin Yürüyüşü’ nedeniyle aynı gün saat 07.00’dan itibaren yürüyüş sona erinceye kadar kontrollü olarak trafiğe kapatılacak yollar şu şekilde belirtildi:
- Boğaziçi Köprüsü Kuzey Yol Anadolu’dan Avrupa Yakasına geçiş,
- Anadolu Yakası Altunizade D-100 köprü katılım ile Beylerbeyi ayağı köprü girişinden Boğaziçi Köprüsü Kuzey Yolu takiben Yıldız-Beşiktaş Kavşağına kadar olan güzergah trafiğe kapatılacaktır.
- Eski Kısıklı Caddesinden gelip D-100 Kuzey Katılım,
- Beylerbeyi D-100 Kuzey Katılım,
- Mahir İz Caddesi üzeri Altunizade Köprüsünden D-100 Kuzey Katılım,(Millet Parkı Önü)
- Tophanelioğlu Caddesi- Gold Bilgisayar Önünden Çevre Yolu D-100 Kuzey Katılım,
- Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadından Boğaziçi Köprüsü istikameti Otosan Köprüsüne gelmeden D-100 Güney Göztepe Köprü istikameti,
- Bostancı-Kozyatağı istikametinden gelip Otosan Köprüye gelmeden D-100 Kuzey’e katılım,
- Kadıköy’den gelip D-100 Güney Otosan Köprü altından Boğaziçi Köprüsü Kuzeye katılımlar trafiğe kapatılacaktır.
## Haliç Köprüsü kapalı
Geleneksel Kadir Has Üniversitesi Altın Boynuz Ödüllü Liselerarası ve Büyükler 10.Yıl Yol Koşusu nedeniyle de saat 07.30’dan itibaren koşu sona erinceye kadar ise Unkapanı-8 Mayıs Kavşağı arası Balat Sahil Yolu gidiş ve geliş güzergahı ile bu güzergaha çıkan cadde ve sokaklar, Haliç Köprüsünden Ayvansaray’a İnişler (Kuzey-Güney) trafiğe kapatılacak.
## Kadıköy'de miting
Kadıköy İskele meydanı'nda düzenlenecek "Deniz Gezmiş ve Arkadaşlarını" anma mitingi nedeniyle de saat 13.00'dan itibaren kapatılacak yollar şu şekilde sıralandı:
-Rıhtım Caddesi tamamen trafiğe kapatılacak
-Boğa meydanından Rıhtım caddesine kadar tüm yol trafiğe kapatılacak
-Söğütlüçeşme caddesinden rıhtıma inen ara sokaklar,
## Zeytinburnu'nda miting
Zeytinburnu Kazlıçeşme Meydanı'nda da düzenlenecek "Kutlu Doğum Etkinliği" nedeniyle saat 14.00'dan itibaren kapatılıcak yollar şu şekilde açıklandı:
-Onuncu Yıl Caddesinde Abay caddesine giriş
-Kazlıçeşme Demiryolu Altgeçidinden Zakirbaş sokak kapatılacak Kazlıçeşme istikametine akım verilmeyecek
-Zeytinburnu Belediye Yanı varyant .başından akım kesilerek Abay Caddesi kapatılacak
-Onuncu Yıl Caddesi gerektiğinde trafiğe kapatılacak
## Okuyucu Yorumları |
166126 | haber | İstanbul'un 34 ilçesinde 8 kadın sığınmaevi var | null | # İstanbul'un 34 ilçesinde 8 kadın sığınmaevi var
## Belediyelerin sığınma evi açma konusunda istekli olmadıkları ortaya çıktı.
**Hülya KarabağlıT24/Ankara - **Belediyelerin sığınma evi açma konusunda istekli olmadıkları ortaya çıktı. İstanbul Valiliği’nden TBMM Dilekçe Komisyonu’na sığınma evleriyle ilgili verilen bilgiler işlerin hiç de yolunda gitmediğini ortaya koydu.
İstanbul'daki 34 ilçe belediyesinden sadece 8'i Belediye Kanunu'nda yer alan "Nüfusu 50 binin üzerindeki belediyeler kadın sığınma evi açmak zorundadır" hükmüne yerine getirdi.
Şile, Çatalca ve Adalar belediyeleri nüfuslarının 50 binin altında olduğunu belirterek kadın sığınma evi açmadıklarını söyledi. Beşiktaş, Büyükçekmece, Bahçelievler, Bakırköy, Arnavutköy dahil 23 belediye, ‘ proje, yatırım, bütçe, uygun yer yok’ gibi mazeretleri öne sürdü. .
TBMM, bu yanıtlar üzerine Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı'na "Hiç dava açıldı mı?" sorusunu yönlendirdi. Bakanlık, TBMM’ye, "Belediyelerin kadın konuevi/sığınmaevi açma yükümlülüklerini yerine getirmemelerine ilişkin yargıya intikal etmiş bir dava bulunmamaktadır" yanıtı verdi. Bakanlık Mayıs 2011 tarihi itibariyle Türkiye genelinde toplam 47 kadın sığınma evi bulunduğunu ve kapasitesinin de 1054 olduğunu açıkladı.
TBMM Dilekçe Komisyonu'na İstanbul Valiliği aracılığıyla iletilen ve belediyelerin sığınma evi karnesini gösteren yanıtlar şöyle:
**Adalar: **İlçe nüfusumuz 50 binin altında kaldığında konuyla ilgili çalışma başlatılmamıştır.**Arnavutköy: **Kadın sığınma evi hakkında belediyemizce gerekli çalışmalar başlatılmış ve çalışmalar halen devam etmektedir.**Ataşehir: **İlgili mevzuata uygun bir kadın sığınma evi açılması planlanmakta olup, bu yöndeki düzenlemeler devam etmektedir.**Avcılar: **Kadın sığınma evi hakkında, belediyemize ait taşınmaz mallara ait Belediye Hizmet Alanları ile Sosyal Kültürel Tesis Alanları Planlanarak, imar mevzuatına uygun arsa temin edilerek, belediye meclisimizce yeterli ödenek oluşturulduğunda kadın sığınma evine başlanacaktır.**Bahçelievler: **Kadınlara Aile Destek Evi, Hayat Kazandırılması Projesi ve Altın Bilezik Projesi ile başta istihdam olmak üzere kadınların mağduriyetleri giderilmeye çalışılmaktadır.**Bağcılar: **Kadın sığınma evine ait arazi araştırmasına başlanılmıştır. Yapımı için 2012 yılı yatırım programına alınmıştır.**Bakırköy: **Kadın sığınma evi hakkında Belediye Meclisi'ne teklifte bulunulmuştur. Belediye Meclisi'nin 03.08.2010 tarih ve 63 sayılı kabul edilen kararı ile kadın sığınma evinin 2011 yılında açılması planlanmaktadır.**Başakşehir: **Kadın sığınma evi konusunda planlama çalışmalar devam etmektedir.**Bayrampaşa: **Kadın Sığınma Evi 2011 yılı projemizde** Beykoz: **Kadın sığınma evi hakkında proje çalışmaları devam etmektedir.**Beylikdüzü: **Kadın sığınma evi konusunda Mimari Avan Proje çalışmaları başlatılmıştır.
**Beyoğlu:**2009 yılında kaymakamlık ve İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğü arasında iki yıllık bir protokol imzalanmış ve kadın sığınma evi açılmıştır.
**Beşiktaş:**Kadın Sığınma Evi hakkında proje çalışmaları devam ediyor
** Büyükçekmece:**Kadın sığınma evini bütçe imkanlarının yetersizliği nedeniyle yapımı henüz gerçekleştirilememiştir. Uygun yer belirlenmesi ve bütçe imkanları ile ekonomik şartlar doğrultusunda yapımının gerçekleştirilmesi amacıyla gerekli çalışmalar başlatılmıştır.
**Çatalca:**İlçe nüfusumuz 50 binin altında olduğundan kadın sığınma evi bulunmamaktadır.
**Çekmeköy:**Kadın sığınma evi konusunda yeterlilik çalışmaları yapılmaktadır. Sığınma evinin hizmete alınması için protokol aşamasına gelinmiş olup, 2011-2014 stratejik planda yer alan kadın sığınma evinin hizmete alınması 2011 tarihinde programlanmıştır.
**Esenyurt:**Kadın sığınma evi konusunda proje çalışmaları devam etmektedir.
**Eyüp:**2007 yılından itibaren kadın sığınma evi faaliyettedir.
**Gaziosmanpaşa:**Kadın sığınma evi 2011 yılı performans programı dahilinde olup, ilgili çalışmalar devam etmektedir.
**Güngören:**Kadın sığınma evi açılmasına uygun bir yer bulunmamaktadır. Uygun bir yer bulunduğu takdirde kiralanarak kadın sığınma evi açılması planlanmaktadır.
**Kadıköy:**2002 yılından itibaren kadın sığınma evi mevcuttur.
**Kağıthane:**Kadın sığınma evi projesinin hazırlanması adına Büyükşehir Belediye Başkanlığı Projeler Daire Başkanlığı'na müracaatta bulunulmuştur.
**Küçükçekmece:**Kadın sığınma evi mevcut olup, hizmetleri dikkatle yürütülmektedir.
**Maltepe:**Zümrütevler Mahallesi 146 pafta, 1415 ada, 7 parsel sayılı yerde bina kiralanmış ve tadilat işlemlerinin tamamlanmasının ardından hizmete açılacaktır.
**Pendik:**2007 tarihinden itibaren 18 yatak kapasiteli kadın sığınma evi hizmette olup, halen faaliyetlerini devam ettirmektedir.
**Sancaktepe:**Kadın sığınma evi hususunda yasal zorunluluk ve vatandaşların talepleri doğrultusunda çalışma yapılması planlanmaktadır.
**Sultanbeyli:**İlgili mevzuatta belirtilen çalışmaların yürütülmesi ve geliştirilmesi için belediyemizin ilgili birimleri planlama çalışmalarını yürütmektedir.
**Silivri:**Küçükkılıçlı Mahallesi 1/1000 ölçekli Uygulama İmar Planı'nın onayından sonra kadın sığınma evi ile ilgili imar ve inşaat uygulaması yapılabilecektir.
**Şile:**2009 yılı nüfus sayımı itibariyle ilçe nüfusumuz 50 binin altında kaldığından konuyla ilgili çalışma başlatılmamıştır.
**Şişli:**2007 yılında kadın sığınma evi açılmış olup, halen faaliyetine devam etmektedir.
**Tuzla:**Kadın sığınma evi projesi imar planlarımızda şu an için bulunmamaktadır.
**Ümraniye:**Kadın sığınma evi inşaatı halen devam etmektedir.
**Üsküdar:**2008 yılından itibaren kadın sığınma evi faaliyettedir.
**Zeytinburnu:**Halihazırda kadın sığınma evi bulunmamaktadır.
**İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı: Kadın Konukevi yapımı tamamlanmıştır.**
## Okuyucu Yorumları |
150288 | haber | İşte araştırma şirketlerinin son tahminleri! | null | # İşte araştırma şirketlerinin son tahminleri!
## İşte yeni iktidarın belli olmasına birkaç gün kala son tahminler ve en iyi kötü sonuç senaryoları...
-
A
+
T24
Bazıları AK Parti'nin oylarını koruyacağı veya yükselteceği tahmininde bulundu, bazıları ise iktidar partisi için karamsar bir tablo çizdi. Ancak muhalefet de bundan nasibini aldı.
CHP'nin yükseleceği tahminlerinin yanı sıra, düşeceği hatta MHP'yi baraj altında bırakanlar bile oldu.
İşte önde gelen araştırma şirketlerinin ilk üç partiye yönelik son tahminleri:
KONDA Araştırma şirketinin kurucusu Tarhan Erdem 12 Haziran öncesi seçim sonucuna ilişkin son bulgularını açıkladı.
AK Parti: Yüzde 50-52
CHP: Yüzde 26-28
MHP: Yüzde 9-11
AK Parti: Yüzde 44-48
CHP: Yüzde 24-28
MHP: Yüzde 12-16
AK Parti: Yüzde 38-40
CHP: Yüzde 29-32
MHP: Yüzde 12-14
METROPOLL
AK Parti: Yüzde 44-48
CHP: Yüzde 26-28
MHP: Yüzde 13
GENAR
AK Parti: Yüzde 48
CHP: Yüzde 25
MHP: Yüzde 11
TWITTER'IN TAHMİNİ
Twitturk sitesindeki ankete göre CHP hâlâ önde... 5930 kişinin oy kullandığı ankette partilerin oy oranları şu şekilde:
SEÇİM SENARYOLARI
Şu ana dek açıklanan 5 anketin dördüne göre, AK Parti yine tek başına iktidar olacak. Ancak daha önceki seçimlerde normalde hata payı yüzde 2 olan anketlerin büyük ölçüde yanıldığına da şahit olduk.
12 Haziran seçimlerinde hangi partinin ne kadar oy olacağı kadar kaç milletvekili çıkaracağı da merak konusu... 13 Haziran sabahı seçmen nasıl bir Meclis aritmetiğiyle karşılaşacak? Ya da AK Parti anayasayı değişterecek çoğunluğa erişebilecek mi?
OY ORANI DEĞİL MECLİS'E GİREN PARTİ SAYISI ÖNEMLİ
Seçimde AK Parti yüzde 47 oy alırsa 326 milletvekili çıkarabilir. Ancak partinin 2002 seçimlerinde yüzde 34.28 oyla çıkardığı milletvekili sayısı 363'tü.
Aynı şekilde 2007'de oyları 47'lere kadar çıksa da MHP'nin ve BDP'nin (bağpımsızlarla) TBMM'ye girmesiyle birlikte sandalye sayısı 341'de kalmıştı.
ERDOĞAN'IN SENARYOSUNUN ORTALAMASI ALINIRSA
Başbakan Erdoğan partisi için yüzde 45-50 aralığında oy oranı ve 315-335 arası sandalye beklediğini açıklarken "CHP ile ilgili 25-30 aralığında neticeler geliyor, MHP ile ilgili ise o böyle adeta bir baraj noktasında, 10-12 arasında bir durumu onun da söz konusu" diye konuşmuştu. Denkleme yine bağımsızları destekleyerek seçime girecek olan BDP eklendiğinde ise ortaya şu tablo çıkıyor:
AK Parti: Yüzde 47 - 326
CHP: Yüzde 28 - 160
MHP: Yüzde 11 - 36
BDP+bağımsız: Yüzde 7- 28
Diğer: Yüzde 7
ANDY-AR: MHP BARAJ ALTINDA KALIRSA
Andy-Ar'ın açıkladığı anket sonuçlarına göre MHP barajın altında kalabilir çünkü parti yüzde 9-11 aralığında geziniyor. MHP için en kötü sonuç ve AK Parti için en iyimser tahmin düşünüldüğünde AK Parti yüzde 50'yi geçiyor:
AK Parti: Yüzde 51 - 370
CHP: Yüzde 28 - 150
MHP: Yüzde 9 - 0
BDP+bağımsız: Yüzde 7- 30
Diğer: Yüzde 5
SONAR: CHP İÇİN EN İYİ SENARYO
SONAR'ın anketinde ise AK Parti için en kötü ve CHP için en iyi senaryo baz alınırsa sandalye dağılımı şu şekilde değişiyor:
AK Parti: Yüzde 44 - 310
CHP: Yüzde 28 - 154
MHP: Yüzde 13 - 56
BDP+bağımsız: Yüzde 7- 30 ,
Diğer: Yüzde 8
GENAR: DİĞER YÜZDE 10'A ÇIKIYOR
GENAR'ın anketinde tablo yine AK Parti'nin senaryosuyla uyuşuyor. MHP baraj üstünde olsa da referandum eşiğini geçiyor. Araştırmada diğer partilerin oyu yüzde 10'a çıkıyor.
AK Parti: Yüzde 48 - 340
CHP: Yüzde 25 - 137
MHP: Yüzde 11 - 44
BDP+bağımsız: Yüzde 6- 29
Diğer: Yüzde 10
SİSAM: AK PARTİ TEK BAŞINA İKTİDAR OLAMIYOR
AK Parti için en kötü sonuç SİSAM'ın araştırmasında çıkıyor. CHP'nin yüzde 32'ye çıkması halinde tabloda ciddi bir değişklik ortaya çıkıyor ve AK Parti tek başına iktidar olamıyor.
AK Parti: Yüzde 38 - 273
CHP: Yüzde 32 - 183
MHP: Yüzde 14 - 61
BDP+bağımsız: Yüzde 8- 33
Diğer: Yüzde 8
METROPOLL: AK PARTİ YÜZDE 46
Bu ankette ortalama alındığında ise ortaya çıkan tablo şöyle:
AK Parti: Yüzde 46 - 326
CHP: Yüzde 27 - 142
MHP: Yüzde 13 - 54
BDP+bağımsız: Yüzde 6- 28
Diğer: Yüzde 8
**- Her seçim öncesi ağızlarından çıkacak rakamlar merakla beklenen araştırmacılar, yine birbirinden farklı tahminlerde bulundu.**
Bazıları AK Parti'nin oylarını koruyacağı veya yükselteceği tahmininde bulundu, bazıları ise iktidar partisi için karamsar bir tablo çizdi. Ancak muhalefet de bundan nasibini aldı.
CHP'nin yükseleceği tahminlerinin yanı sıra, düşeceği hatta MHP'yi baraj altında bırakanlar bile oldu.
İşte önde gelen araştırma şirketlerinin ilk üç partiye yönelik son tahminleri:
KONDA Araştırma şirketinin kurucusu Tarhan Erdem 12 Haziran öncesi seçim sonucuna ilişkin son bulgularını açıkladı.
**ANDY – AR**AK Parti: Yüzde 50-52
CHP: Yüzde 26-28
MHP: Yüzde 9-11
**SONAR** AK Parti: Yüzde 44-48
CHP: Yüzde 24-28
MHP: Yüzde 12-16
**SİSAM** AK Parti: Yüzde 38-40
CHP: Yüzde 29-32
MHP: Yüzde 12-14
METROPOLL
AK Parti: Yüzde 44-48
CHP: Yüzde 26-28
MHP: Yüzde 13
GENAR
AK Parti: Yüzde 48
CHP: Yüzde 25
MHP: Yüzde 11
TWITTER'IN TAHMİNİ
Twitturk sitesindeki ankete göre CHP hâlâ önde... 5930 kişinin oy kullandığı ankette partilerin oy oranları şu şekilde:
SEÇİM SENARYOLARI
Şu ana dek açıklanan 5 anketin dördüne göre, AK Parti yine tek başına iktidar olacak. Ancak daha önceki seçimlerde normalde hata payı yüzde 2 olan anketlerin büyük ölçüde yanıldığına da şahit olduk.
12 Haziran seçimlerinde hangi partinin ne kadar oy olacağı kadar kaç milletvekili çıkaracağı da merak konusu... 13 Haziran sabahı seçmen nasıl bir Meclis aritmetiğiyle karşılaşacak? Ya da AK Parti anayasayı değişterecek çoğunluğa erişebilecek mi?
OY ORANI DEĞİL MECLİS'E GİREN PARTİ SAYISI ÖNEMLİ
Seçimde AK Parti yüzde 47 oy alırsa 326 milletvekili çıkarabilir. Ancak partinin 2002 seçimlerinde yüzde 34.28 oyla çıkardığı milletvekili sayısı 363'tü.
Aynı şekilde 2007'de oyları 47'lere kadar çıksa da MHP'nin ve BDP'nin (bağpımsızlarla) TBMM'ye girmesiyle birlikte sandalye sayısı 341'de kalmıştı.
ERDOĞAN'IN SENARYOSUNUN ORTALAMASI ALINIRSA
Başbakan Erdoğan partisi için yüzde 45-50 aralığında oy oranı ve 315-335 arası sandalye beklediğini açıklarken "CHP ile ilgili 25-30 aralığında neticeler geliyor, MHP ile ilgili ise o böyle adeta bir baraj noktasında, 10-12 arasında bir durumu onun da söz konusu" diye konuşmuştu. Denkleme yine bağımsızları destekleyerek seçime girecek olan BDP eklendiğinde ise ortaya şu tablo çıkıyor:
AK Parti: Yüzde 47 - 326
CHP: Yüzde 28 - 160
MHP: Yüzde 11 - 36
BDP+bağımsız: Yüzde 7- 28
Diğer: Yüzde 7
ANDY-AR: MHP BARAJ ALTINDA KALIRSA
Andy-Ar'ın açıkladığı anket sonuçlarına göre MHP barajın altında kalabilir çünkü parti yüzde 9-11 aralığında geziniyor. MHP için en kötü sonuç ve AK Parti için en iyimser tahmin düşünüldüğünde AK Parti yüzde 50'yi geçiyor:
AK Parti: Yüzde 51 - 370
CHP: Yüzde 28 - 150
MHP: Yüzde 9 - 0
BDP+bağımsız: Yüzde 7- 30
Diğer: Yüzde 5
SONAR: CHP İÇİN EN İYİ SENARYO
SONAR'ın anketinde ise AK Parti için en kötü ve CHP için en iyi senaryo baz alınırsa sandalye dağılımı şu şekilde değişiyor:
AK Parti: Yüzde 44 - 310
CHP: Yüzde 28 - 154
MHP: Yüzde 13 - 56
BDP+bağımsız: Yüzde 7- 30 ,
Diğer: Yüzde 8
GENAR: DİĞER YÜZDE 10'A ÇIKIYOR
GENAR'ın anketinde tablo yine AK Parti'nin senaryosuyla uyuşuyor. MHP baraj üstünde olsa da referandum eşiğini geçiyor. Araştırmada diğer partilerin oyu yüzde 10'a çıkıyor.
AK Parti: Yüzde 48 - 340
CHP: Yüzde 25 - 137
MHP: Yüzde 11 - 44
BDP+bağımsız: Yüzde 6- 29
Diğer: Yüzde 10
SİSAM: AK PARTİ TEK BAŞINA İKTİDAR OLAMIYOR
AK Parti için en kötü sonuç SİSAM'ın araştırmasında çıkıyor. CHP'nin yüzde 32'ye çıkması halinde tabloda ciddi bir değişklik ortaya çıkıyor ve AK Parti tek başına iktidar olamıyor.
AK Parti: Yüzde 38 - 273
CHP: Yüzde 32 - 183
MHP: Yüzde 14 - 61
BDP+bağımsız: Yüzde 8- 33
Diğer: Yüzde 8
METROPOLL: AK PARTİ YÜZDE 46
Bu ankette ortalama alındığında ise ortaya çıkan tablo şöyle:
AK Parti: Yüzde 46 - 326
CHP: Yüzde 27 - 142
MHP: Yüzde 13 - 54
BDP+bağımsız: Yüzde 6- 28
Diğer: Yüzde 8
## Okuyucu Yorumları |
248151 | haber | İşte Başbakan ve Bilal Erdoğan'ın adlarının geçtiği telefon konuşmaları | null | # İşte Başbakan ve Bilal Erdoğan'ın adlarının geçtiği telefon konuşmaları
## Yolsuzluk iddisaıyla yürütülen 2. dalga operasyonda telefonları dinlenen işadamı Cengiz Aktürk'ün konuşmalarında Başbakan Erdoğan ile oğlu Bilal Erdoğan'ın da adları geçiyor
**Arzu Yıldız-Ankara**
Başbakan **Recep Tayyip Erdoğan** ’ın oğlu **Bilal Erdoğan** ’ın savcılık tarafından ifadeye çağrılmasına dayanak yapılan telefon konuşmalarının bir bölümü, Savcı **Muammer Akkaş** 'ın elinden alınan soruşturma dosyası kapsamında polis tarafından hazırlanan bilgi notuna yansıdı.
İstanbul’da 17 Aralık’ta yolsuzluk, rüşvet ve kara para aklama iddialarıyla başlatılan operasyondan sonra 25 Aralık'ta yürürlüğe konduktan sonra durdurulan ikinci operasyon çerçevesinde takip edilen işadamı **Cengiz Aktürk** 'ün dinlenen telefon konuşmalarında Başbakan Erdoğan ve 2 Ocak'ta ifadeye çağrılan ancak gitmeyen oğlu Bilal Erdoğan da geçiyor. Konuşmalarda Başbakan'ın, hakkında "Aile dostumuzdur, ne var bunda" dediği Suudi işadamı **Yasin el Kadı** ile oğlu da sık geçiyor. Polis, "Bosphorus 360 şirketinin Başbakan'ın bilgisi dahilinde kurulduğunu, Başbakan'ın şirketin ortaklık yapısı konusunda konuşulmaması için uyarıda bulunduğunu" iddia ediyor.
Ancak, telefon konuşmaları eşliğinde soruşturmayı yürüten polislerin değerlendirmesinin de yer aldığı bilgi notunda, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı **Kadir Topbaş** 'ın, tapusunu göstererek satıldığı yolundaki iddiaları çürüttüğü Etiler Polis Okulu arazisi için ihale yapıldığının öne sürülmesi dikkat çekiyor.
Polisin hazırladığı bilgi notunda yer verilen iddia ve konuşmaları, **T24 ** sayfalarının adı geçenlerin cevap hakkına açık olduğu notuyla yorumsuz aktarıyoruz. Bilgi notunun sonrasında, işadamı Cengiz Aktürk'ün, Hürriyet gazetesinde 28 Aralık'ta yayımlanan ve iddiaları reddeden açıklamasını okuyabilirsiniz.
Soruşturma dosyasına giren telefon konuşmaları ve eşliğinde dile getirilen iddiaları içeren polisin dört sayfalık bilgi notu, (altı çizili, bold ve büyük harfle dizilmiş satırlar da dahil olmak üzere metnin tamamı soruşturma makamlarına aittir) aynen şöyle:
__BOSPHORUS 360 İSİMLİ ŞİRKETİN GİZLİ ORTAKLARI KİMLER?__
__Etiler Polis Okulu İhalesine Katılan Bosphorus 360 Danışmanlık Turizm İnşaat Sanayi Ticaret Ltd. Şti. Unvanlı firmanın BAŞBAKAN’IN BİLGİSİ DÂHİLİNDE Kurulduğu, gizli ortakları arasında YASİN EL-KADI’nın ve BİLAL ERDOĞAN’ın olduğu fakat bu ortaklık konusunun bizzat BAŞBAKAN tarafından konuşulmaması konusunda uyarıda bulunduğu anlaşılmaktadır. __
__Cengiz AKTÜRK isimli şahsın aşağıda yapmış olduğu görüşmeler incelendiğinde Bosphorus360 Danışmanlık Turizm İnşaat Sanayi Ticaret Ltd. Şti. unvanlı firmanın Başbakan R. Tayyip ERDOĞAN’ın bilgisi dâhilinde kurulduğu ve ortaklarının Cengiz AKTÜRK’ÜN yanı sıra Usame KUTUB, Yasin EL-Kadı’nın oğlu Muaz KADI ve şahsın ismini söylemek istemediği 3. Bir şahıs olduğu (N. Bilal ERDOĞAN) anlaşılmaktadır. Ayrıca şirketin Albara Türk bankasındaki hesabına Yurtdışından kaynağı gösterilemeyen yüksek miktarlarda para geleceğine dair görüşmeler yaptıkları anlaşılmaktadır.__
08.03.2012 tarihinde saat 11.29 sıralarında 90532 569 xx xx numaralı telefonu kullanan **Cengiz AKTÜRK** ile 90532 615 xx xx numaralı telefonu kullanan ** X Şahıs** arasında gerçekleşen görüşmede şahısların selamlaştıktan sonra CENGİZ’İN "**Şimdi reis kısaca ben sana özetliyim benim şeyde ıı biz Bosphorus360 diye bir şirket kurduk Bosphorus360 ne yapar yurtışından yabancı yatırımcılara danışmanlık yapar bunun da şirketin %75 i Rabiaya %25 ide bana ait tabi Rabia da şey işte yani o %75 te ... EMANETÇİ ÜÇ TANE ORTAĞIMIN RABİADA ONDAN SONRA ÜÇ TANE ORTAĞIMDA BİRİSİ BU USAME KUTUB Suudlu Mekkede yaşıyor ŞEYİN BEYEFENDİNİN TAYYİP BEYİN ÇOK ÖNEM VERDİĞİ SEVDİĞİ BİR AİLE SÜREKLİ GÖRÜŞTÜĞÜ BİR AİLE, DİĞERİ DE BU BİMLERİN SAHİBİ VAR ORTAĞI TOPBAŞIN YASİN EL KADIONUN OĞLU MUAZ EFENDİME SÖYLİYİM, İŞTE Bİ TANE DE VAR YİNE BİRİSİ VAR III ONDAN SONRA II İŞTE BUNLARIN ÜÇÜ DE NORMALDE ŞİRKETİN ORTAĞI AMA DEĞİL YANİ TABİ BUNA BİZİ ŞEYİN III BİRAZ DA TELEFONDA ŞEY KONUŞUYORUM OLURUYLA ONAYIYLA KURULDU ONDAN SONRA VE ŞEYİN II İMAM HATİPTEN ARKADAŞI DA GENEL MÜDÜR OLDU BİZE O DA ORDAN AYRILDI YANİ BAŞBAKANLIKTAN YÖNLENDİRDİ ANLADIN", "Ondan sonra ıı böyle bir oluşum yaptık", "Allah razı olsun muhtemelen de yakın zamanda şu an bi görüşüyoruz ...işte bir başlangıç yapçaz Allah nasip ederse**" dediği X ŞAHIS "
**İnşallah** " dediği CENGİZ’İN "
**… TEVHİT ABİ DE AYRICA SÖYLEDİ BÖYLE BÖYLE BAŞBAKANA YAKIN BİR AİLE YAKIN BU İNSANLAR ondan sonra ııı işte ıı benim dostlarım falan filan dedi şimdi önümüzdeki hafta muhtemelen biz bir görüşmeye gidicez çağıracaklar", "Bununla ilgili sana hem bilgi veriyim dedim",**dediği tespit edilmiştir.
19.03.2012 tarihinde saat 19.42 sıralarında 90532 569 xx xx numaralı telefonu kullanan **Cengiz AKTÜRK** ile 90532 163 xx xx numaralı telefonu kullanan ** X şahıs (Murat EYİolabilir**) arasında gerçekleşen görüşmede, X ŞAHSIN "**Bunun dışında neyi var bu Usame Kutubun** ", "**Türkiyedeki yeri Leventte şeydeki Arabistandaki yeri** ","**Firmasının ismi ne abi** " dediği CENGİZ’İN "**E Bousphorus360** " dediği X ŞAHSIN "**Bunun dışında sektörü ne abi Usamenin** " dediği CENGİZ’İN "**O BENİM ORTAĞIM Kİ ZATEN** " "** YOK YOK Bİ DE YASİN EL KADI DİĞER ORTAĞIM** " dediği X ŞAHSIN "
**Yasin El KADI Yasin El KADI diğer ortak tamam oldu abi** " dediği tespit edilmiştir.
21.03.2012 tarihinde saat 18.50 sıralarında 90532 569 xx xx numaralı telefonu kullanan **Cengiz AKTÜRK** ile 90532 766 xx xx numaralı telefonu kullanan ** Sezgin AKBABA** arasında gerçekleşen görüşmede de şahısların %25’lik hisseyi Usame KUTUB ve Muaz KADI isimli şahıslara nasıl devredebilecekleri yönünde görüşmeler yaptıkları anlaşılmıştır.
21.03.2012 tarihinde saat 09.41 sıralarında 90532 569 xx xx numaralı telefonu kullanan **Cengiz AKTÜRK **ile 90533 648 xx xx numaralı telefonu kullanan **Şevket ** (**Albaraka Türk Katılım Bankası A.Ş.) **arasında gerçekleşen görüşmede ise CENGİZ’İN **"…Şimdi bu Bousphorusa bi hesap açalım sizin orda", "Oraya muhtemelen muhtemelen bi beş yüz bin dolar para yani daha fazla gelicek ama ilk etapta beş yüz bin dolar gelicek**" dediği sonrasında da**"… Bu şeyle ilgili şimdi muhtemel bi ortağımızdan daha sonra muhteMEL Bİ ORTAK İHTİMALİ OLAN Bİ ARKADAŞIMIZDAN BU PARA GELİCEK BU PARAYLA İLGİLİ Bİ SIKINTI YAŞAMAYIZ DEĞİL Mİ**" dediği ŞEVKET’İN "**Niye sıkıntı yaşayasınki para normal yoldan geliyosa ...**" dediği CENGİZ’İN "**Bunun masrafı vergisi şuyubuyu yok** " dediği ŞEVKET’İN "**O gönderilen yerden alan alır yani bu başka türlü olmazki masrafı burdan masraf olmaz", "Nerden gelicek para**" dediği CENGİZ’İN "**Ciddeden gelicek Arabistandan** " dediği tespit edilmiştir.
Ayrıca 23.05.2012 tarihinde saat 23.07 sıralarında 90533 203 x x xx numaralı telefonu kullanan **Abdulkerim ÇAY** ile 90532 331 xx xx numaralı telefonu kullanan **ŞÜKRÜ ** arasında gerçekleşen görüşmede Abd__ulkerim’in Bosphorus 360 şirketi adına görüşme yaptığı__ ve Şükrü isimli şahsın "**Usame bey ortaklardan mI yoksa**?" diye sorması üzerine ABDULKERİM’in "Yok **yok usame bey de eee yani bu firmayla kimi projelerde çalışıyor kendisi", "…ortaklardan büyük ortak fatih'te CENGİZ AKTÜRK diye bir beyefendi var tekstil işi ile uğraşan o", "Eee hisselerin hepsi onun üzerine zaten"** dediği sonrasında ŞÜKRÜ isimli şahsın "**SUUDİ ORTAKLAR KİMLER**?" diye sorması üzerine **ABDULKERİM’İN " YA ONLAR HİSSELERİNİ CENGİZ BEYİN ÜZERİNDEN YAPTILAR SUUDİ ORTAKLAR DA**" dediği tespit edilmiştir.
11.06.2012 tarihinde saat 13.59 sıralarında 90532 569 xx xx numaralı telefonu kullanan **CENGIZ AKTÜRK’ÜN** ile 90541 388 xx xx numaralı telefonu kullanan ** Mahmut** arasında gerçekleşen görüşmede CENGİZ AKTÜRK’ÜN "… Şimdi bu benim iki ortağımdan biri bu, kim bu Seyyid KUTUP var yazar .... Kuran'ı yazan biliyon mu", "ONUN KARDEŞİNİN OĞLU MUHAMMED KUTUP HOCANIN OĞLU,__ ÖTEKİ ORTAĞIM DA ONUNLA DA TANIŞIRSIN BİM'LERİN SAHİBİ YASİN EL KADI' NIN OĞLU",__ "TOPBAŞ'IN ORTAĞI", "BUNLARLA GÜZEL PROJELER YAPIYORUZ İNŞALLAH", "Kasım'da büyük bir projeye başlıcaz Allah nasip ederse" dediği MAHMUT’UN "Allah hayırlısını versin Cengiz abicim" dediği tespit edilmiştir.
*Yukarıdaki görüşmeden de Usame KUTUB ve Yasin Al Kadı ile oğlu Muaz KADIOĞLU’nun Cengiz AKTÜRK ile ortaklığı olduğu, Yasin EL Kadı’nın aynı zamanda B.İ.M. A.Ş. nin ve yönetim kurulu başkanı Mustafa Latif TOPBAŞ’IN gizli ortağı olduğunu, Kasım ayında gerçekleşeceğini belirttiği büyük projenin de soruşturma süresince Kasım ayına yetiştirilmeye çalışılan Etiler Polis Okulu Projesi olduğu anlaşılmaktadır.*
Aşağıda yer verilen 22.02.2013 tarihli örgüt üyeleri Cengiz AKTÜRK e Usame KUTUB arasında gerçekleşen görüşmede de şahısların gizli ortaklıklar hakkında konuştukları görülmüştür.
Saat 23.12 sıralarında **90532 569 xx xx **numaralı telefonu kullanan **Cengiz AKTÜRK ile90530 878 xx xx **numaralı telefonu kullanan ** Usame KUTUB** isimli şahıs arasında gerçekleşen CENGİZ AKTÜRK’ÜN ‘‘… ** ilim yaymada da toplantım vardı iyi falan yav dedi Yasin aradı beni hastaneden gördün mü kazadan sonra duydum dedim çağırdılar beni alo dediler gittim dedim iyi misin borcun var mı senin Yasin yok alacağın var mı yok ha iyi tamam bana ihtiyacın var mı yok tamam dedim sen ne yapıyosun bu Usamalarla falan senin hissen varmı kardeşim her yerde adın geçiyo senin ondan sonra o da dediki falan sen dedi o ne işin vardı bunlarla** biliyosun abi dedim
**yani parfüm işi var** yani hacmi büyük mü onun ... ya dedim ...veriyoruz yok mu
**ESENYURTTA BAŞAKŞEHİRDE İŞ TAKİP EDİYOMUŞ**öyle dedim vallahi haberim yok yani bilgim yok benim ne iş yok yok diyolar
** Muhammed Kutub’un**oğlu iş takip ediyo adı geçiyo adı geçiyo
** Yasin’e**de söyledim o Yasin mi diyo
**Yasin abi mi diyor** ‘‘ dediği USAME KUTUB’UN ‘‘ Yasin diyor Yasin‘‘ dediği CENGİZ AKTÜRK’ÜN ‘‘
**HI ONDAN SONRA İYİ TAMAM ZATEN BİLAL DE SÖYLEDİ BANA BİRŞEY DEME YASİN’E TAMAM DEDİM BAŞBAKAN DİYOR SÖYLEME FALAN BEN DE**‘‘ dediği USAME KUTUB’UN ‘‘ney ney söyleme‘‘ dediği CENGİZ AKTÜRK’ÜN ‘‘ ne söylüyosa ...‘‘ dediği USAME KUTUB’UN ‘‘ya yok yok yani bu konuyu tam iyi anlamak istiyorum sen bi şey anladın mı bu konuşmadan‘‘ dediği CENGİZ AKTÜRK’ÜN ‘‘yani bilmiyorum ...‘‘ dediği USAME KUTUB’UN ‘‘
**YOK BİLAL SÖYLÜYO SÖYLEME NEYİ SÖYLEMESİN** ‘‘ dediği CENGİZ AKTÜRK’ÜN ‘‘
**BAŞBAKAN DİYOR YASİNLE İLGİLİ KONUŞMA** ‘‘,‘‘ ... bende tamam dedim bana dediki sen benim gerçek dostumsun tek dostumsun bende dedim yeni mi anladın bunu falan filan‘‘, ‘‘ yeni mi anladın ... Yasin falan‘‘ dediği USAME KUTUB’UN ‘‘ tamam‘‘ dediği CENGİZ AKTÜRK’ÜN ‘‘
**sen benim tek dostumsun gerçek dostumsun falan filan neyse ... iyi tamam peki ıı hadi tamam ben geçiyorum iyi dedim yani o kadar öyle**‘‘ dediği sonrasında USAME KUTUB’UN ortaklıkların ve Yasin EL KADI’NIN isminin geçmesinden rahatsız olduğu sonrasında CENGİZ AKTÜRK’ÜN ‘‘ …….
**Allah şahit ben parfüm işi yapıyorum dedim onun dışında yani ıı bizim dedim ne oluyo ne bitiyo ha yani belki dedim böyle kafamızda yok değil ondan sonra ama şeydi yani yani çok şey biliyo ama hiç söylemiyo yani sadece atıyo ıı işte yedin yedin yemezsende sana zaten alay alaycı bakıyo yani** ‘‘ dediği USAME KUTUB’UN ‘‘
**olta olta dedi ki ama bu yani bu servis şey bizim o aşşağılık herifden yani** ‘‘ dediği CENGİZ AKTÜRK’ÜN ‘‘ yani evet‘‘dediği USAME KUTUB’UN ‘‘yani bunun‘‘ dediği CENGİZ AKTÜRK’ÜN ‘‘aynen söyledim‘‘ dediği USAME KUTUB’UN ‘‘
**BUNUN SEFERDEN KIMSE BI KIMIN SEFERIN DIŞINDA KIMSE BILMIYOR KI** ‘‘ dediği CENGİZ AKTÜRK’ÜN ‘‘
**AMA KUTUBUN OĞLU TAKIP EDIYOR ORDA IŞ BITIRIYO FALAN BIŞEYLER IŞTE BENIM YANI BIZIM DEDIM BENIM BILMIYORUM USAMAYLA**... sanada söyledik hatırlarsan bayramda nasıl bişey yani dedim yani ne uzatır he kısatır ama güzel bi iş dedim nasıl bişey hacimli mi ya dedim işte ...veriyoruz yani parfüm pahalı mı yüksek mi para dedim güzel ama yani işte şudur budur‘‘ dediği daha sonraları şahısların mimar Emre AROLAT ve hazırlattıkları proje hakkında konuştukları, tespit edilmiştir.
* Yukarıdaki görüşmede Başbakan R. Tayyip ERDOĞAN ve oğlu N. Bilal ERDOĞAN’IN Yasin EL KADI’NIN isminin anılmasından rahatsızlık duydukları ve Usame KUTUB’UN da bu durumun gizli kalması gerektiğini oltaya düşmemek gerektiğini, Sefer KOCABAŞ dışında kimsenin Yasin El KADI diğer örgüt üyelerinin ortaklığını bilmediğini belirttiği, Cengiz AKTÜRK’ÜN de görüşmede adı geççen şahıslara Usame KUTUB ile sadece parfüm işi yaptığını diğer işlerinden haberinin olmadığını söyleyerek ortaklığını gizli tutmaya çalıştığı tespit edilmiştir.*
** Cengiz AKTÜRK’ÜN **05.02.2013 tarihinde saat 14.36 sıralarında
**90533 648 xx xx**numaralı telefonu kullanan
**Şehmuz**isimli şahısla yapmiş olduğu bir görüşmede de takip ettiği işler ve kazançları hakında bir süre konuştuktan sonra
** ‘‘ya biz şunu diyoruz bazen diyoz ki bu kadar acemiliğimize rağmen bu kadar bu kulvara daha girmemiş bir ı çömezlimize rağmen elhamdülillah yani netice de bi maden yani %50 pay sahibi etilerden %10 bu enerjiden %10 bunlar olağanüstü bi ba... başarı yani yani elhamdülillah**‘‘ dediği ŞEHMUZ ‘‘vallah abi Allah nasip ettim mi kimse engelleyemez‘‘ dediği ve görüşmenin bu çizgide devam ettiği görülmüş, diğer görüşmeler doğrular şekilde Cengiz AKTÜRK’ÜN Etiler Polis Okulu arazisi işinden elde edilecek gelirin % 10’una ortak olduğu anlaşılmıştır.
**İşte şirketin ticaret odasına kayıtlı dosya bilgileri:**
## Okuyucu Yorumları |
61479 | haber | İşte dinlenenlerin listesi! | null | ## İstanbul Cumhuriyet Savcısı Engin'in dinlenmesi ile ortaya çıkan "Yargıdaki telekulak" kimleri dinlendi?
-
A
+
T24 -
Cumhuriyet gazetesinden İlhan Taşçı, dinlenen savcı ve yargıçların isimlerinin ve görev yerlerinin yer aldığı listeye ulaştı.
Üzmez'i mahkum eden hâkim dinlendi
İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin’in dinlenmesi tartışması sürerken Adalet Bakanlığı’nın dinci Anadolu’da Vakit gazetesi yazarı Hüseyin Üzmez’i 14 yaşındaki çocuğa cinsel istismardan yargılayıp mahkûm eden Bursa Ağır Ceza Mahkemesi’nin başkanı Kadir Ünal’ı da dinlediği ortaya çıktı. Bakanlık müfettişlerinin dinlediği yargıç ve savcı listesinde, Yalova Başsavcısı Hamdi Ünal Karabeyoğlu, istifa eden Şişli Başsavcısı Mecit Ceylan, vergi mahkemesi üyeleri ile Ankara ve İstanbul savcıları da yer aldı.
Cumhuriyet, Adalet müfettişlerince haklarında soruşturma yapıldığı gerekçesiyle dinlenen savcı ve yargıçların isimlerinin ve görev yerlerinin yer aldığı "listeye" ulaştı. Ergenekon soruşturması sırasında bazı yargı mensuplarının konuşmalarına ulaşılması üzerine dinlemeler gereği için Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’ne gönderildi. Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığı da olayı soruşturmak üzere müfettiş görevlendirdi. Adalet müfettişlerinin talepleri üzerine ilgili mahkemelerden yargıç ve savcıların iletişiminin tespiti ve kayda alınması için kararlar çıkartıldı. Müfettişlerin aldığı kararlar çerçevesinde yargıç ve savcılar dinlenmeye başlandı.
Bakanlık hep dinlemede
Adalet başmüfettişlerince yürütülen soruşturma sonucunda telefon dinlemelerinden "toplanan deliller" Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 250. maddesinde düzenlenen terör ve çete suçlarından soruşturulmak üzere 18 Ocak 2009 tarih ve 1/19-1 sayılı yazıyla Ergenekon soruşturmasını yürüten İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na devredildi. Tam bu noktada bakanlığın ilginç bir uygulamaya gittiği anlaşıldı. Bakanlık müfettişleri, yargıç ve savcılarla ilgili dosyaları savcılığa devretmesine karşın yargıç ve savcıların iletişiminin dinlenmesi ve tespiti işlemlerini kesmek yerine sürdürmeye devam etti.
Adalet Bakanlığı’nın müfettiş eliyle dinlediği savcı ve yargıçlar arasında yer alan Bursa Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Kadir Ünal dikkat çekti. Kadir Ünal, dinci Anadolu’da Vakit gazetesi yazarı Hüseyin Üzmez’i 14 yaşındaki B.Ç’ye cinsel istismar suçundan yargılayarak 13 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasına çarptıran yargıç olarak da biliniyor. Yargıç Ünal hakkındaki dinleme kararı ile Üzmez’in yargılanmaya başlandığı tarihler yaklaşık olarak örtüşüyor.
Telefonları dinlenen Şişli Başsavcı Vekili Mecit Ceylan ise bir süre önce istifa etmişti. Ceylan çok sayıda batık bankayla ilgili dava açan isim olarak öne çıkmıştı. Mecit Ceylan yaptığı açıklamada, "Telefonlarım uzun süredir dinleniyor. Ama bu yüzden ayrılmadım. Sağlık sorunlarım nedeniyle emeklilik tabelinde bulundum" demişti.
Sağlığının yerinde olmadığını ve doktorlarının uyarısıyla mesleğini noktaladığını söyleyen Ceylan, "Benim gibi birçok hâkim ve savcının telefonları dinleniyor. Bu çok rahatsız edici. Ama emekliliğimin bununla ilgisi yok" ifadesini kullanmıştı. Ceylan, emniyet ve TMSF çalışanlarıyla İsviçre’nin Zürih kentine giderek Uzanlar’a ait banka hesaplarına tedbir de koydurmuştu. Erol Aksoy ve eski Şişli Belediye Başkanı Gülay Aslıtürk’ün ayrıldığı eşi Orhan Aslıtürk hakkında da hayali ihracat davası açmıştı. Ceylan borsa spekülasyonları nedeniyle de 19 borsacıyı tutuklatmıştı. Emekliye ayrılan Bakırköy Savcısı Ali Çakır, Hülya Avşar’dan gazeteci Hasan Cemal’e, Ertuğrul Kürkçü’den Abdurrahman Dilipak’a kadar pek çok kişi hakkında dava açmasıyla gündeme gelmişti.
Dinlenen hâkim ve savcılar
Adalet müfettişleri tarafından dinlenen hâkim ve savcıların isimleri ve görev yaptıkları yerler şöyle: Ömer Faruk Eminağaoğlu (Yargıtay Cumhuriyet Savcısı), Osman Kaçmaz (Sincan Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı), Hakan Kızılarslan (Ankara Cumhuriyet Savcısı), Kadir Ünal (Bursa Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı), Hamdi Ünal Karabeyoğlu (Yalova Cumhuriyet Başsavcısı), Yılmaz Güven (Eskişehir Vergi Mahkemesi üyesi), Mecit Ceylan (Şişli Başsavcı Vekili), Ali Çakır (Bakırköy Savcısı), Murat Yiğit (İstanbul Savcısı).
**İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin'in dinlenmesi haberiyle ortaya çıkan "Yargının yargıyı dinlemesi" skandalı sonrası olayla ilgili adli kurum ve bireylerden peşpeşe açıklamalar geldi. Adalet Bakanlığı, yaptığı yazılı açıklamada dinlemeleri kabul edip bunların nedenlerini ifade etmiş ancak kimlerin dinlendiği ile ilgili net bir açıklama yapmamıştı.****Yargı bağımsızlığı olduğunu kimse iddia edemez****Yürütmenin yargı üzerinde egemenliği** Cumhuriyet gazetesinden İlhan Taşçı, dinlenen savcı ve yargıçların isimlerinin ve görev yerlerinin yer aldığı listeye ulaştı.
Üzmez'i mahkum eden hâkim dinlendi
İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin’in dinlenmesi tartışması sürerken Adalet Bakanlığı’nın dinci Anadolu’da Vakit gazetesi yazarı Hüseyin Üzmez’i 14 yaşındaki çocuğa cinsel istismardan yargılayıp mahkûm eden Bursa Ağır Ceza Mahkemesi’nin başkanı Kadir Ünal’ı da dinlediği ortaya çıktı. Bakanlık müfettişlerinin dinlediği yargıç ve savcı listesinde, Yalova Başsavcısı Hamdi Ünal Karabeyoğlu, istifa eden Şişli Başsavcısı Mecit Ceylan, vergi mahkemesi üyeleri ile Ankara ve İstanbul savcıları da yer aldı.
Cumhuriyet, Adalet müfettişlerince haklarında soruşturma yapıldığı gerekçesiyle dinlenen savcı ve yargıçların isimlerinin ve görev yerlerinin yer aldığı "listeye" ulaştı. Ergenekon soruşturması sırasında bazı yargı mensuplarının konuşmalarına ulaşılması üzerine dinlemeler gereği için Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’ne gönderildi. Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığı da olayı soruşturmak üzere müfettiş görevlendirdi. Adalet müfettişlerinin talepleri üzerine ilgili mahkemelerden yargıç ve savcıların iletişiminin tespiti ve kayda alınması için kararlar çıkartıldı. Müfettişlerin aldığı kararlar çerçevesinde yargıç ve savcılar dinlenmeye başlandı.
**Gerçeker: Takipçisi olacağız**Bakanlık hep dinlemede
Adalet başmüfettişlerince yürütülen soruşturma sonucunda telefon dinlemelerinden "toplanan deliller" Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 250. maddesinde düzenlenen terör ve çete suçlarından soruşturulmak üzere 18 Ocak 2009 tarih ve 1/19-1 sayılı yazıyla Ergenekon soruşturmasını yürüten İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na devredildi. Tam bu noktada bakanlığın ilginç bir uygulamaya gittiği anlaşıldı. Bakanlık müfettişleri, yargıç ve savcılarla ilgili dosyaları savcılığa devretmesine karşın yargıç ve savcıların iletişiminin dinlenmesi ve tespiti işlemlerini kesmek yerine sürdürmeye devam etti.
Adalet Bakanlığı’nın müfettiş eliyle dinlediği savcı ve yargıçlar arasında yer alan Bursa Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Kadir Ünal dikkat çekti. Kadir Ünal, dinci Anadolu’da Vakit gazetesi yazarı Hüseyin Üzmez’i 14 yaşındaki B.Ç’ye cinsel istismar suçundan yargılayarak 13 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasına çarptıran yargıç olarak da biliniyor. Yargıç Ünal hakkındaki dinleme kararı ile Üzmez’in yargılanmaya başlandığı tarihler yaklaşık olarak örtüşüyor.
Telefonları dinlenen Şişli Başsavcı Vekili Mecit Ceylan ise bir süre önce istifa etmişti. Ceylan çok sayıda batık bankayla ilgili dava açan isim olarak öne çıkmıştı. Mecit Ceylan yaptığı açıklamada, "Telefonlarım uzun süredir dinleniyor. Ama bu yüzden ayrılmadım. Sağlık sorunlarım nedeniyle emeklilik tabelinde bulundum" demişti.
Sağlığının yerinde olmadığını ve doktorlarının uyarısıyla mesleğini noktaladığını söyleyen Ceylan, "Benim gibi birçok hâkim ve savcının telefonları dinleniyor. Bu çok rahatsız edici. Ama emekliliğimin bununla ilgisi yok" ifadesini kullanmıştı. Ceylan, emniyet ve TMSF çalışanlarıyla İsviçre’nin Zürih kentine giderek Uzanlar’a ait banka hesaplarına tedbir de koydurmuştu. Erol Aksoy ve eski Şişli Belediye Başkanı Gülay Aslıtürk’ün ayrıldığı eşi Orhan Aslıtürk hakkında da hayali ihracat davası açmıştı. Ceylan borsa spekülasyonları nedeniyle de 19 borsacıyı tutuklatmıştı. Emekliye ayrılan Bakırköy Savcısı Ali Çakır, Hülya Avşar’dan gazeteci Hasan Cemal’e, Ertuğrul Kürkçü’den Abdurrahman Dilipak’a kadar pek çok kişi hakkında dava açmasıyla gündeme gelmişti.
Dinlenen hâkim ve savcılar
Adalet müfettişleri tarafından dinlenen hâkim ve savcıların isimleri ve görev yaptıkları yerler şöyle: Ömer Faruk Eminağaoğlu (Yargıtay Cumhuriyet Savcısı), Osman Kaçmaz (Sincan Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı), Hakan Kızılarslan (Ankara Cumhuriyet Savcısı), Kadir Ünal (Bursa Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı), Hamdi Ünal Karabeyoğlu (Yalova Cumhuriyet Başsavcısı), Yılmaz Güven (Eskişehir Vergi Mahkemesi üyesi), Mecit Ceylan (Şişli Başsavcı Vekili), Ali Çakır (Bakırköy Savcısı), Murat Yiğit (İstanbul Savcısı).
## Okuyucu Yorumları |
211955 | haber | İşte MEB'in yeni müfredatı | null | # İşte MEB'in yeni müfredatı
## Birinci sınıf öğrencileri için uygulanacak uyum ve hazırlık çalışmalarına ilişkin kitap hazırlandı. Çocuklar Türkçe, Matematik ve Hayat Bilgisi’ni oyunla öğrenecek.
Yeni eğitim yılında ders içerikleri değişiyor. 66 aylıklar 1. dönemde 2 harf öğrenecek. 5. sınıfta Kur'an dersini seçenler dua okuyacak. İlköğretim 1. sınıfların ders kitabında da artık "Ali topu at", "Ayşe topu tut" olmayacak.
Milliyet'ten **Ayşegül Kahvecioğlu** 'nun haberine göre, zorunlu eğitimi 12 yıla çıkaran 4+4+4 sistemiyle bu yıl okula başlayacak 66 ayını tamamlayan öğrencilere ilk 3,5 ay uygulanacak uyum ve hazırlık çalışmalarına ilişkin kitaplar hazırlandı. Buna göre çocuklar ilkokul 1. sınıfa; boyama, çizgi birleştirme, eşleştirme, resimler arası farkları bulma gibi oyunlarla uyum sağlamaya çalışacak. Oyunlarda, çocuklardan; sesleri dinlemesi, algılaması, ayırt etmesi ve duyduğunu anlatabilmesi istenecek. Çocuklara olay sıralama, hikaye oluşturma, günlük basit sorunlara çözüm bulma gibi mantık geliştirme egzersizleri yaptırılacak. Yeni müfredata göre 3,5 aylık süre boyunca çocuklara yalnızca "a" ve "e" harfleri ile 1’den 10’a kadar rakamlar öğretilecek. Çocukların zeka gelişimi için, sudoku, tangram ve mandala gibi oyunlar ders içi etkinlik kapsamına alınacak. Çocukların günlük hayatta karşılaşacakları basit bilgiler de çocuklara anlatılacak.
## 14 haftalık
Talim Terbiye Kurulu Başkanlığı’nın internet sitesinde yer alan öğrenci çalışma kitapları ve öğretmen kitabı, ilk 14 haftalık süreyi kapsıyor. Uyum ve hazırlık çalışmalarını içeren Öğretmen Kitabı’nın giriş bölümünde, öğretmenlere, ilkokul 1. sınıfa doğrudan okuma yazma çalışmalarıyla başlamak yerine, çocuklara keyif alacakları sınıf içi oyunlar düzenlenmeleri, boyama ve çizme etkinlikleri, kesme yapıştırma çalışmaları yaptırmaları ve müzikli oyunlar oynatmaları önerildi.
## Uyum ve hazırlık
Yeni müfredata göre Türkçe dersi, uyum ve hazırlık çalışmaları süresince "görsel okuma, dinleme, sesleri tanıma, ses benzerliği, iletişim kurma, görsel algının geliştirilmesi, dikkat becerilerinin geliştirilmesi, ses farkındalığı ve yazı bilincinin oluşturulması, çizgi çalışmaları gibi becerilerin yapılandırılması"nı kapsayacak.
Hayat Bilgisi dersi kapsamında genel olarak sınıfına ve okuluna uyum; kendini, arkadaşlarını ve okulunu tanıma, sınıf ve okul kurallarını öğrenme, özbakım becerilerini edinme, değerleri tanıma, günlük yaşam becerilerinin yanı sıra, araştırma ve yeni şeyler öğrenme isteğinin kazandırılması gibi becerilerin edinimi sağlanacak.
## Algıyı destekleme
Matematik dersi kapsamında da öğrencilerin muhakeme yapma ve problem çözme becerilerini geliştirmek amacıyla sıraya koyma, kıyaslama, hatırlama, eşleştirme, günlük hayatta sayıları kullanma, basit ölçme çalışmaları yapma, nesneleri gruplama, örüntü tamamlama, görsel algıyı destekleme gibi çalışmalar yapılacak.
Öğretmen Kılavuz kitabında, ilkokul 1. sınıf öğrencileri için okulun ilk günlerinde onların kaygılarını azaltmak için yapılması gerekenler de sıralandı. Uyum haftası süresince öğrencilere, teneffüsün ders arası olduğunu, teneffüsün oynama, tuvalete gitme, burun silme, su içme, bir şeyler yeme gibi ihtiyaçları karşılamak için gerektiğini, zille başlayıp ve zille bittiğinin açıklanması önerildi.
Uyum haftasında öğrencilere boyama ve müzik etkinlikleri yaptırılacak, "Kutu Kutu Pense, Çömel Kurtul, Yuvarlanan Toptan Kaç, Salyangoz Oyunu" gibi oyunlar oynatılacak.
## ‘Zor gelebilir’ uyarısı
Etkinliklerin kolaydan zora, basitten karmaşığa, yakından uzağa öğrenme ilkelerine göre tasarlandığı ancak yine de bazılarının öğrencilere kolay, bazılarının ise zorlayıcı gelebileceği belirtilen kılavuz kitapta, bu durumda öğretmenlerin etkinlikleri öğrencilerin gelişim özelliklerine, okul veya sınıfın olanaklarına göre değiştirebileceği belirtiliyor. Kitaba göre, matematik etkinlikleri, hem matematiğin doğal yapısı hem de çocukların gelişim düzeylerine uygun olarak "oyun" teması dikkate alınarak tasarlandı.
## Yalnızca 'a' ve 'e'
Öğrenciler için hazırlanan kitaplar ile çocukların boyama, çizgi birleştirme, eşleştirme, resimler arası farkları bulma gibi oyunlarla, ilkokula uyum sağlaması amaçlanacak.
Oyunlarda çocuklardan sesleri dinlemesi, algılaması, ayırt etmesi ve duyduğunu anlatabilmesi istenecek. Bunun yanı sıra çocuklara olay sıralama, hikaye oluşturma, günlük basit sorunlara çözüm bulma gibi mantık geliştirme egzersizleri yaptırılacak. Yeni müfredata göre 3,5 aylık süre boyunca çocuklara yalnızca "a" ve "e" harfleri ile 1’den 10’a kadar rakamlar öğretilecek.
## Uzakdoğu oyunları müfredatta
Kitapta çocukların sayılarla oynanan zeka oyunu "sudoku"; taş, kemik, plastik veya tahtadan yapılmış olan geometrik biçimlerdeki yedi adet parçayı bir araya getirerek çeşitli formlar oluşturma esasına dayalı "tangram" ve Hindistan kökenli; şekilleri belli bir düzene göre boyama esasına dayanan "mandala" etkinliklerine de yer verilecek. Çocuklara günlük hayatta karşılarına çıkabilecek bazı basit bilgiler de yine 1. sınıfta aktarılacak. Örneğin, tavuğun nasıl yumurtladığı, denizden balığın nasıl tutulduğu çocuklara kes-yapıştır yöntemiyle öğretilecek.
## 'Ali gel' ve 'Ayşe git' tarih oldu
Eskiden okuma fişlerinde sıklıkla kullanılan Ali, Ayşe gibi geleneksel isimler de, hazırlanan yeni ders kitapları ile birlikte tarih oldu. Çalışma kitabında yer alan etkinlikler, "Bilge" adlı karakter üzerinden düzenlendi. Kitaplarda geçen diğer isimler de günümüzde yaygın kullanılan isimlerden seçildi. "Emel, Efe, Arda, Ege, Ela" gibi isimlerdeki karakterler de kitapta yer aldı.
Çalışma Kitabı’nda ilkokul birinci sınıf öğrencileri için tangram, sudoku ve mandala gibi oyunlar hazırlanmış.
** Peki uzmanlar ne dedi?**
## 66 aya uygun ama büyük olanı soğutur
**- **Prof. Dr. Haluk Yavuzer (İstanbul Ticaret Üniversitesi Psikoloji Bölüm Başkanı ve Çocuk Psikolojisi Uzmanı): Bu 14 haftalık süre boyunca uygulanacak müfredat, 84 aylık çocukların okulda sıkılmasına, soğumasına neden olacak. Belki de buna bağlı okul fobisi yaşayabilecek. Öte yandan burada bir zorlama var. Öğretmenler, okulların fiziki yapıları bu müfredata uygun olmadığı için ciddi manada zorlanacaklar. İnşallah 1 sene geciktirme yoluna gidilir.
**- ** Sevil Yavuz (Uzman Pedagog): Bu müfredatta MEB, anasınıfı müfredatını kullanmış. Ancak bu müfredat, sınıflarda yuvarlak masayı gerektirir. Şubelerin, öğretmenlerin çocuklarla tek tek ilgilenebilmesine fırsat tanıyacak kadar az sayıda öğrenciden oluşması gerekir. Öğretmenlerin okul öncesi eğitim formasyonuna sahip olması gerekir. 60-66 aylık çocukların duygusal gelişimleri, ilkokul için hazır değil. İngiltere’deki sistem kopyalanmış görünüyor ama Türkiye buna hazır değildi.
**- ** Prof. Dr. İrfan Erdoğan (Eski Talim Terbiye Kurulu Başkanı): Müfredatta herhangi bir sorun yok. Talim Terbiye Kurulu detaylı bir program sunmasa bile, sınıf öğretmenleri okul öncesi yaşta çocuklara uygun eğitim verebilir. Çalışma kitabında öğrenciler için çizilen çerçevenin uygun olduğunu düşünüyorum. Sınıf sayısı da öğrenci sayısı da üç aşağı beş yukarı belli. Öğretmenlerin öğrencilere ilgi göstermesinde sorun çıkmaz.
**- **Ünsal Yıldız (Eğitim-Sen Genel Başkanı): Göründüğü kadarıyla MEB, 72 ay öncesindeki çocukların ihtiyaçlarını görme çabası içinde. Ancak 72 ila 84 aylık çocuklar için bu 14 ay nasıl bir zaman kaybı olacak, hiç düşünülmemiş. Bu müfredatla ilkokul eğitimi fiilen 3 yıla düşmüş oluyor. Sınıf öğretmenlerinin pedagojik formasyonu yeterli değil ki bu çocuklara okul öncesi eğitim verebilsin.
## Okuyucu Yorumları |
150454 | haber | İşte seçim gafları top 10 listesi! | null | # İşte seçim gafları top 10 listesi!
## Türkiye yarın genel seçime gidiyor. Siyasi liderler aylardır alanlarda ve medyanlarda seçim kampanyaları yürüttü.
**T24- **Türkiye yarın genel seçime gidiyor. Siyasi liderler aylardır alanlarda ve medyanlarda seçim kampanyaları yürüttü. Liderler, konuşmaları esnasında bazen bilinçli bazen bilinçsiz, bol bol pot kırdı. Bazıları "pesküvit" gibi sevimliyken, kimi "Kız mıdır, kadın mıdır" gibi yaralayıcıydı, kimi "anarsan ana..." ayıpçıyken, kimi de Bingöl'e Diyarbakır diye seslenmek gibi komikti ...
Haluk Kalafat'ın Bianet.org'da yayımlanan haberi şöyle:
Siyasetin eskileri "Seçim meydanı, er meydanıdır" der. 12 Haziran genel seçimlerinin propaganda mitingleri, kürsü konuşmaları, televizyon mülakatları oldukça sert geçti. Üslup tartışmaları yine gündeme oturdu. Liderler "er meydanında" adrenalin yükselmesinden muzdarip oldular sık sık.
Bazı sözler, ifadeler, gaflar, potlar biraz öne çıktı. bianet seçici kurulu sizin için seçim gaflarının "top 10"unu belirledi.
"Top 10" listelerinin okuması kadar, eleştirilmesi de zevklidir. Gönül rahatlığıyla sıralamayı eleştirebilir, kendinizinkini oluşturabilirsiniz.
**1- "Adamın biri kalp krizi geçirmiş"**
1 Haziran 2011 - İstanbul
Başbakan Erdoğan Artvin'in Hopa ilçesinde yaşanan olayları değerlendirirken polisin sıktığı gazdan etkilenerek kalp krizi sonucu hayatını kaybeden emekli öğretmen Metin Lokumcu'dan "Bir tanesi de kalp krizi geçirerek, kimliğini bilmiyorum, üzerinde durma gereğini duymuyorum kalp krizi sonucu ölmüş" şeklinde bahsetti. Bu konuşmayı kınamayan sivil toplum kuruluş, dernek, sendika, siyasi parti (AKP hariç) kalmadı sayılır.
**2- "Kadın mıdır, kız mıdır, onu bilemem"**
3 Haziran 2011 - Konya
Erdoğan, Hopa'daki olayları protesto etmek için tank üzerine çıkan ve polis müdahalesi sonucu kalçası kırılan Halkevleri Merkez Yürütme Kurulu üyesi Dilşat Aktaş için: "Bu sabah bakıyorum bir televizyon kanalında Ankara'da bir polis panzerine tırmanan bir tane kız mıdır, kadın mıdır bilemem" dedi.
Erdoğan'ın Hopa olayları üzerine gafları bitip tükenmedi. En son 10 Haziran akşamı NTV'de "Biber gazı kullanmayalım da Türkiye Suriye'ye mi dönsün" dedi, daha sonra Metin Lokumcu ayıbını katlayarak artırdı. Listede ki ilk sırayı açık ara garantiledi.
**3- "Anarsan, ana..."**
25 Nisan 2011 - Zonguldak
Başbakan Erdoğan'nın CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun SSK Genel Müdürlüğü dönemini didiklemeye başladığı günler. Kılıçdaroğlu sinirine hâkim olamıyor ve ağzından bir küfür çıkacakken kendini tutuyor. Bu konuşma ve görüntüler Kılıçdaroğlu Zonguldak'ta kürsüden inmeden internette yayılmaya başlamıştı; tartışmalar birkaç gün sürdü.
"Meydan okuyorum. Eğer diyorum bir toplu iğne ucu kadar yakınlarıma çıkar sağladığımı ispat edersen eyvallah. İspat edemezsen, benim adımı yolsuzlukla anarsan, ana... gerisini söylemeyeyim." Bu sözler listeye dördüncü sıradan giriyor.
**4- Diyarbakır'dan ses gelmiyor**
8 Haziran 2011 - Bingöl
Başbakan Bingöl'de konuşuyor. Ama kendini Diyarbakır'da sanıyor. Kalabalığa ısrarla Diyarbakır diye sesleniyor. Ama Bingöllüler Diyarbakır'la ilgili bir şey diyecek ama takıldı sanıyor bekliyor. Erdoğan kırgın bir sesle "Ama duymuyorlar" deyiveriyor.
"Diyarbakır, Diyarbakır, Diyarbakır... Cevap vermiyorsunuz! Diyarbakır. Ama duymuyorlar... 3-0'a var mısınız?" Başbakan o an kendi kalesine üç-dört gol yiyor ama farkında değil...
**5- "Anne bize Püskevit al"**
30 Nisan 2011 - Yozgat
Püskevit. MHP lideri Bahçeli'yi gençler nezdinde "pop ikona" dönüştürdü. Konuşmanın video görüntülerinin "mix"leri yapıldı, altına müzikler döşendi, internette tıklanma rekorları kırdı.
Konuşmanın bir yerinde, televizyon reklamlarında çikolata, bisküvi yiyen çocukları seyreden fakir çocuklara getiriyor Bahçeli ve coşuyor "O çocuk aklından geçiriyor, benim de bir çikolatam olsa, püskevitim olsa diyor, anne bana niye almıyorsunuz, bizde niye yok diyor"
**6- Dişçiler meydana çıktı**
4 Haziran 2011 - İstanbul
Kemal Kılıçdaroğlu Kazlıçeşme'de hoşrat bir dişçi ifadesiyle konuştu. "Bugün Adana'da konuşmuş, sözde ben İsrail'i destekliyormuşum. Allah aşkına Büyük Ortadoğu Projesi'nin eşbaşkanı bu değil miydi? ABD'de büyük Yahudi ödülünü alan bu değil miydi? Şimdi nasıl kaplan kesiliyor. Dişlerini sökeceğim onun hiç merak etmeyin." Erdoğan ertesi günü aynı yerde yanıt verdi: "Diyor ki benim için 'onun dişlerini sökeceğim.' Ya sen hesap uzmanı mısın, diş doktoru musun? Meslek şaşırdı galiba. Bu aralar krizler var herhalde. Şu anda diş sökeceğim diyor. Fakat Kılıçdaroğlu ben sana bu dişleri teslim etmem."
**7- Kümeste biri var!**
6 Haziran 2011 - Sakarya
Başbakan Erdoğan, CHP'nin geçmişi kirli bir parti olduğunu kanıtlamak için bu kez kendi aile tarihinden örnek veriyor. Babasının CHP'nin koyduğu inanç yasakları yüzünden Rize'den kaçtığını anlatıp ağabeyine geçiyor: "Abim de Zonguldak'a ardından Sakarya'ya geldi. Kümeste saklandıklarını anlatırlardı" dedi. Erdoğan, bu olayların ayrıntısına girmedi.
**8- Che Guevara kim? Siz kim?**
Başmüzakereci Egemen Bağış İstanbul Maltepe'de seçim gezisi yapıyor. Esnaf ziyareti için bir dükkâna giriyor, duvarda kocaman Che posteri. Başmüzakereci tutamıyor kendini "Che yaşasaydı AKP'ye oy verirdi" diyor. Verirdi, vermezdi tartışması abes; tabii ki vermezdi. Lakin dükkân sahibinden oy alabilmesi de hayal, farkında değil...
**9- "Asamadın", "Sen assaydın"**
9 Haziran 2011 - CNN Türk
Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Öcalan'ın cezasının ev hapsine dönüştürüleceği iddialarına dair bir açıklama yaptı: "Ben olsam asardım" dedi ve MHP'yi iktidar ortağı olduğu dönemde Öcalan'ı idam etmemekle de eleştirdi.
MHP lideri Devlet Bahçeli'den hemen yanıt geldi, Mersin'de miting meydanından sordu: "Dokuz yıldır iktidardasın sen niye asamadın?"
**10- Ve ayrımcılığın şahikasına varılır**
10 Haziran 2011 - NTV
Erdoğan kendisi hakkındaki yazılarla ilgili olarak "Ne Yahudiliğimiz, ne Ermeniliğimiz, affedersin ne Rumluğumuz kaldı" dedi ve bize artık söyleyecek çok söz bırakmadı. Pes!
## Okuyucu Yorumları |
219528 | haber | İşte yeni kimlik kartlarının özellikleri | null | # İşte yeni kimlik kartlarının özellikleri
## Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün, akıllı kimlik kartı uygulamasındaki son durum hakkında bilgi verdi
Sanayi Bakanı Ergün, akıllı kimlik kartlarının 3 yıl içinde herkes tarafından kullanılacağını açıkladı. Kimlik kartlarıyla ATM'den para çekilebilecek, maça girilebilecek, otobüse binilebilecek.
NTV'ye konuşan Ergün, sürpriz yaparak Ankara İstihbarat Şefi Ahmet Ergen adına hazırlanmış kartı gösterdi.
NTV'nin sorularını yanıtlayan Ergün şunları söyledi: "Pilot uygulama Bolu'da yapıldı. 2013 Haziran'dan itibaren yaklaşık 2 milyon vatandaş kullanmaya başlayacak. 3 yılda tüm vatandaşlar yeni kimlik kartını kullanmış olacak. Bu sizinle ilgili birçok özelliği barındıracak. Parmak izinizden, damar izinizden tutun da birçok özelliğiniz orada olacak. Ehliyet görevi görebilecek, banka kartı görevi görebilecek, stadyumlara girerken bilet yerine kullanılabilecek, ulaşım sisteminde akbil yerine kullanılabilecek. İsterseniz bankamatikten para çekeceksiniz. Sağlık hizmetini onunla alabileceksiniz. Bu tür avantajları getirecek" dedi.
## Canlı yayında 'kart' sürprizi
Ergün bu sözlerinin ardandan bir sürpriz yaparak NTV Ankara İstihbarat Şefi Ahmet Ergen adına hazırlanmış akıllı kimlik kartını gösterdi.
Ergün, düşen faiz oranlarıyla birlikte alım gücüne destek verecek adımların düşünülebileceğini söyledi.
Siber saldırılara karşı alınan önlemleri değerlendiren Ergün, "Ocak ayında siber saldırılara karşı tüm kurumların katılacağı bir tatbikat yapılacak" dedi.
Sanayi Bakanı, menzili 240-250 km olan füzelerin TSK'nın envanterine gireceğini kaydetti.
## Okuyucu Yorumları |
229169 | haber | İsveç'te İngilizce ve Türkçe hutbe | null | # İsveç'te İngilizce ve Türkçe hutbe
## İsveç'in başkenti Stockholm'deki Fittja Ulu Cami'de cuma hutbesi Türkçe ve İngilizce okundu
İlk kez geçen hafta hoparlörden ezan okunan İsveç'in başkenti Stockholm'deki Fittja Ulu Cami'de dün, Türkçe'nin yanı sıra İngilizce hutbe de okundu.
Minaresinden ezan okunmasına izin verilen Stockholm'deki Fittja Ulu Cami'de cuma ezanını bu hafta İstanbul Laleli Cami müezzini Emrullah Akbaş okudu.
Cuma namazı için camiye gelen kentteki çok sayıda Müslüman, ezanı çıplak sesle dinleme fırsatı buldu.
Cuma namazında, 3 katlı cami tamamen dolarken, hutbeyi İstanbul Sultanahmet Cami imam hatibi İshak Kızılaslan okudu.
İslam kardeşliği, insan onuru ve yurt dışında yaşayan Müslümanların birbirleriyle ilişkilerine değinilen hutbede, aile ve komşuluk ilişkilerinin nasıl canlı tutulacağı, çocuklara dini bilgileri öğretmenin yolları, Müslümanların dikkat etmesi gereken konular, ayetler eşliğinde anlatıldı.
İmam İshak Kızılaslan, önce Türkçe okuduğu hutbeyi, Türk olmayan cemaat için İngilizceye de çevirdi.
## Okuyucu Yorumları |
107752 | haber | Kadınlar seksten neden soğur? | null | # Kadınlar seksten neden soğur?
## Araştırmacılar, seks güdüsü sürekli düşük olan kadınların beyin tomografilerinde, beynin farklı çalıştığını gördüklerini söylüyor.
-
A
+
**T24** - Araştırmacılar, seks güdüsü sürekli düşük olan kadınların beyin tomografilerinde, beynin farklı çalıştığını gördüklerini söylüyor.Araştırmanın arkasındaki Amerikalı ekip, elde ettikleri bulguların azalan seks güdüsünün fiziki etmenlere bağlı olduğu görüşünü kuvvetlendirdiğini düşünüyor.
Araştırmada yer alan kadınlar erotik videolar seyrederken, beyinsel faaliyetleri izlendi.
Ancak araştırmanın bulgularına şüpheyle yaklaşan çevreler, düşük libidonun işaretlerine rastlamanın, nedenlerine ışık tutulduğu anlamına gelmediğini belirtiyor.
Son yıllarda, kadınların seksten soğuduğu durumlara ''hipoaktif seks güdüsü bozukluğu'' tanısı koyan doktor sayısı giderek artıyor.
Fakat böyle bir tanıya karşı çıkan çevreler, seks güdüsünün azlığı ya da yokluğunun psikolojik, duygusal ya da fiziki çok sayıda etmene dayanabileceğini, kendi başına bir hastalık olarak adlandırılamayacağını savunuyor.
ABD'nin Detroit kentinde bulunan Wayne Eyalet Üniversitesi'ndeki doktor ekibi ise, beyin taramalarının düşük seks güdüsünün fiziki bir bozukluk olduğuna işaret ettiğinde ısrarlı.
Denver'da bir konferansta sonuçları açıklanan araştırmanın başındaki doktor Michael Diamond'a göre, ''hipoaktif seks güdüsü bozukluğu'' gerçekten varolan fiziki bir durum.
Araştırma kapsamında, bu tanıdan konmuş 19 kadına yer yer erotik sahnelerle bölünen gündelik televizyon programları izlettirilirken, manyetik rezonansla beyin faaliyetleri ölçüldü.
Ayrıca seks güdüsü düşük olmayan 7 kadının beyin faaliyetleri de aynı koşullar altında incelendi.
Doktor ekibi, ''hipoaktif seks güdüsü bozukluğu'' tanısı konmuş kadınlarda beynin belirli noktalarında hiçbir faaliyet gözlenmezken, diğer 7 kadının beyninde ise erotik sahnelerin faaliyete geçirdiği bölgelerin açıkça görüldüğünü belirtiyor.
Fakat, ilişki sorunları ve cinsel yaşam konusunda destek veren Relate adlı hayır kuruluşundan Peter Bell, bu tip araştırmaların düşen libidoyu fiziki bir hastalık olarak göstermesini sakıncalı bulduğunu söylüyor.
Peter Bell, iş hayatındaki zorluklardan duygusal sorunlara değin çok sayıda etmenin libidoyu düşüşe geçirebileceğini ve bunun beyin taramalarına yansımasının çok doğal olduğunu kaydetti.
Tıp camiası, kadınlara da 'viagra' satmak için seksten soğumanın fiziki bir hastalık olarak gösterilip gösterilmediği konusunda hararetli bir tartışmaya sahne oluyor.
## Okuyucu Yorumları |
221929 | haber | Kamuda sözleşmeli çalışan 150 bin kişiye kadro müjdesi | null | # Kamuda sözleşmeli çalışan 150 bin kişiye kadro müjdesi
## Faruk Çelik: Sadece belediye çalışanları ile ilgili değil, diğer tüm sözleşmeli çalışanları da kapsayacak şekilde Bakanlık olarak hazırlığımızı tamamladık
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı **Faruk Çelik**, kamuda sözleşmeli çalışan 150 bin kişinin kadroya alınacağını açıkladı.
Faruk Çelik, Akşam gazetesinden **Cem Kılıç** 'ın sorularını yanıtladı. Taşeron Yasası'ndan kıdem fonuna prim teşviklerinden bakım sigortasına kadar merak edilenleri yanıtlayan Bakan Çelik özetle şunları söyledi:
"Uzun süredir taşeron işçi konusu üzerinde yoğun şekilde çalışıyoruz. Bugün herkes mevcut uygulamanın 21. yüzyıl Türkiye'sine yakışmadığı konusunda hem fikir. Özellikle geçtiğimiz hafta içinde bu konuda yoğun mesailer harcadık. En çok taşeron işçisi olan Enerji ve Sağlık Bakanlıklarıyla biraya geldik. Teknik açıdan çalışmalara devam edeceğiz. Bu çalışmaları önümüzdeki hafta tamamlamayı ve bir sonraki Bakanlar Kurulu'nun gündemine getirmeyi planlıyoruz.
Yeni düzenlemeyle kamuda, KİT'lerdeki ve özel sektördeki uygulamalar bir arada değerlendirilecek. Özellikle taşeron çalışan tanımı netleşecek. Sonuçta asıl işveren çalışanıyla alt işveren çalışanının hakları eşitlenecek. Biz kıdem, yıllık ücretli izin ve çalışma süreleri bakımından sıkıntılar olduğunu biliyoruz. Öncelikle taşeron işlerin neler olacağı tanımlanmalı. Yani asıl işverenin yapması gereken işle taşeron olarak çalışanların hangi işleri yapabileceği ayrılmalı. Bu hafta içinde çalışmaları tamamlamayı planlıyoruz. Daha sonra hemen konuyla ilgili Bakanlar Kurulumuza bilgi vereceğiz."
##
'Kıdem tazminatı çalışması başlayacak'
"Taşeron sorununu çözecekseniz kıdem tazminatıyla birlikte ele almalısınız. Hatırlayacağınız gibi biz hükümet programında kıdem tazminatı fonunun kurulacağını söyledik. Bırakın taşeron uygulamasını, asıl işverenin yanında tam zamanlı çalışanlar bile kıdem tazminatı alamıyorlar. Ülkemizde kıdem tazminatı alabilenlerin oranı yüzde 10'larda. Çeşitli nedenlerle iflas, 11 ay çalıştıktan sonra işten çıkarıp tekrar işe alma, işverenlerin ekonomik durumu gibi nedenlerle mağduriyetler yaşanıyor. Sayın Başbakanımız da zira bu yönde bir açıklama yapmıştı. Tarafların anlaşmasını istemişti. Taşeron sorununun temelinde tazminat hakları da olduğuna göre bu konu gündemimizdedir. Kıdem Tazminatı Fonu için yakın bir gelecekte sosyal taraflarla çalışmalar başlayacaktır."
##
'Sözleşmeliler kadroya alınacak'
"Sözleşmeli çalışanlar için en son partimizin Kızılcahamam kampında Sayın Başbakanımız talimat verdi, kadroya geçirilmeleri ile ilgili olarak. Biz de sadece belediye çalışanları ile ilgili değil, diğer tüm sözleşmeli çalışanları da kapsayacak şekilde Bakanlık olarak hazırlığımızı tamamladık. Bu konuda ilk Bakanlar Kurulu'nda bir sunum yaparak, bilgi vereceğim. Bakanlar Kurulu kararı alınarak bir sonuca ulaşılacağını ümit ediyorum. Dediğim gibi biz hazırlığımızı tamamladık, konu artık Bakanlar Kurulu gündeminde ve oranın kararına bağlı."
## Okuyucu Yorumları |
229737 | haber | Karabat: Esed gitse de kan durmaz | null | # Karabat: Esed gitse de kan durmaz
## Ayşe Karabat: Suriye bölgesel güçlerin tepiştiği bir yer haline geldi
Suriye uzmanı gazeteci **Ayşe Karabat**, **Beşşar Esed ** yönetimi bugün gitse bile akan kanın daha uzun bir müddet süreceğini söyledi. Yıllarca bölgede yaşamış Karabat'a göre, şimdiye dek Sicilya usûlü mafyatik yöntemlerle yönetilmiş Suriye, bölgesel ülkelerin 'tepiştiği' bir yer haline geldi.
Yeni Şafak gazetesinden **Burcu Bulut** ’un Ayşe Karabat söyleşisi şöyle:
**Suriye demokraside neden başarılı olamadı?**
Osmanlı'nın son döneminden Hafız Esed'in iktidara gelmesine kadarki süreçte Suriye demokrasi denemeleri yaptı. Bağımsızlık için sürekli ayaklandı, çok renkli bir siyasal yaşama sahne oldu. Diğer yandan demokrasi, deneyim ve uzlaşma kültürü gerektirir. Suriye'nin eski devlet başkanlarından Şükrü El Kuvvetli, Suriye'deki uzlaşma kültürünün oldukça zayıf olduğunu şu sözlerle anlatmıştı: 'Suriye'yi yönetmek kolay değildir, Suriyelilerin yüzde 50'si kendini milli lider kabul eder, yüzde 25'i peygamber olduğunu düşünür, yüzde 10'u da Tanrı olduğunu hayal eder...'
## **İstifa anlamsız olur**
** 1949'daki darbelerin sonuncusunu yapan Albay Edip Çiçekli'ye karşı ayaklanmalar meydana geldi; sonrasında Çiçekli hükümeti istifa etti. Aynısını Esed ailesinin de yapması beklendi ama bu olmadı. Esed'i Çiçekli gibi istifa ederken görebilecek miyiz?**
Albay Edip Çiçekli döneminde her şeye rağmen yaşayan canlı, hareketli bir siyasal ortam vardı. Çiçekli'nin istifasını zorlayıcı faktörler sözkonusuydu. Ama Hafız Esed'le birlikte babadan oğula geçen yeni bir sistem yaratıldı. Aile üyelerinin etkin olduğu bir yönetim sistemi geliştirildi. Bu nedenle Esed'e 'hadi bırak ve git' diye telkinde bulanacaklarını hiç zannetmiyorum. Diğer yandan eğer intifadanın ilk başlarında Beşar Esed 'ben gidiyorum' diyebilseydi belki durum farklı olabilirdi. Ama süreç uzadıkça Esed'in istifasının da bir anlamı kalmadı. Şimdi Esed istifa etse bile ülkedeki kan akışının ve istikrarsızlığın bir süre daha devam edeceğini düşünüyorum.
## **Sürgün yeri Brezilya**
** Albay Çiçekli sürgüne Brezilya'ya gitti. Beşar Esed için de düşünülen sürgün yerlerinden biri Brezilya. Neden Brezilya?**
Lübnan ve Suriye diasporasının bir kısmı Latin Amerika'da yaşar. Edip Çiçekli o yüzden Brezilya'ya gitti. Öte yandan bugün baktığımızda BRIC ülkelerinden birisi olan Brezilya'nın Suriye konusundaki politik tutumu dikkat çekici. Brezilya; Suriyeli muhalifleri tamamıyla desteklemek yerine ortada durmayı, yaşananları izlemeyi tercih etti. Bu önemli bir tercih sebebi. Ayrıca diktatör bir lider, ne kadar uzağa giderse o kadar iyi olur herhalde.
**'Esed Suriye'yi mafyavari yöntemlerle yönetiyor' diyorsunuz. Mafyavariden kastınız nedir?**
Suriye halkının büyük bir kısmı Suriye yönetimine 'mafyozi' der ve atılan sloganlarda 'mafyavari bir devlet istemiyoruz gerçek bir devlet istiyoruz' şeklindedir. Burada Esed ailesine şaşırtıcı bir benzerlik gösteren Sicilyalı Corleone ailesini örnek göstermek istiyorum. Tıpkı Suriye sözkonusu olduğunda Esedizmden konuşulması gibi İtalya'da Corleone ailesinden bahsediliyordu. Her iki tarafta da mafya usûlü kitlesel cezalandırmalarda cesetler ve verilen hasar ortalıkta bırakılır ki, herkes ibret alsın ve karşı çıkmayı aklından bile geçirmesin diye ve en önemlisi her iki mafyavari yönetimde de halkla yönetim arasında bir senet anlaşması sözkonusuydu.
**Nasıl bir anlaşma bu?**
Mafyokrasi ekonomisinin denklemi 'sadakat=ekmek'tir. Esed, 'temel ihtiyaçlarınızı karşılarım, karşılığında sadakat isterim, sadakat göstermeyeni de yok ederim, sesini çıkaranı perişan ederim' diyordu. Devlet ile halk arasındaki senedin ilk maddesi buydu. Halka böyle şartlar koşulurken, Esed'in çevresindekiler ise yasaya, yasaklara bakmadan; vergi vermeden her türlü kolaylıklardan faydalanarak zenginleşiyorlardı.
## **Rahi Mahluf yolsuzluğun sembolü**
** Bir örnek verebilir misiniz?**
Örneğin Suriye'nin gerçek kabinesinin sembol isimlerinden -Esed'in dayısının oğlu- Rahi Mahluf, yolsuzlukların sembolü halinde. Kişisel servetinin 6 milyar dolara ulaştığı tahmin ediliyor. Mahluf, Suriye'deki iki cep telefonu şirketinin sahibi. Lazkiye limanı ve ülkenin bütün gümrükleri ondan soruluyor, petrolden bankacılığa kadar birçok alanda faaliyet gösteriyor ama gözü doymak bilmiyor ve ailenin siyasal gücünü kullanmaktan da çekinmiyor.
## **Rüşvet devlet geleneği olmuş**
** Nasıl mesela?**
Örneğin Mahluf, Mercedes firmasının Suriye'deki yedek parça satışını engellemişti, çünkü Mercedes'in Suriye temsilcisi olmak istiyordu. Mercedes şantaja boyun eğmedi ama Suriye cep telefonu firmalarından birine sahip Mısırlı bir şirket, baskılar yüzünden hisselerini Mahluf'a devretti. Suriye'de sistem bu esasında. Düzgün bir denetleme mekanizması yok, rüşvet adeta bir devlet geleneği haline gelmiş. Devlet memuru olmanın kaçınılmaz bir parçası rüşvet. Suriye'de rüşvet almak o kadar ileri bir boyutta ki diploma sahibi olmak bile -özellikle hukuk fakültesi diploması- sıradan bir olay haline geldi. Tabii Esed'in uyguladığı bu neoliberal politikalarla zamanla halk da fakirleşmeye başladı. Zengin-fakir arasında ciddi bir uçurum meydana geldi. Suriye ayaklanmasının mezhepsel bir boyutu vardır ama sınıfsal ayrışmanın da oldukça etkili olduğu kanısındayım.
## **Güçlerin tepişme alanı**
** Baas rejimi kimden güç alıyor?**
Rusya, Çin ve İran. İran açısından baktığınızda Şii eksenini kırmamak çok önemli. Suriye'ye bir şey olursa kendisine de sıra geleceğini düşündüğü için İran her zaman Suriye'nin dostu ama Suriye her zaman İran'ın dostu olmamış. Rusların ise petrol fiyatları yüksek olduğu sürece bu durum işlerine geliyor. Ayrıca Rusya batıya-ABD'ye yeniden kafa tutma hevesi içinde ve bu nedenle Suriye'deki askeri üsleri en büyük güvenceleri durumunda. Çin'in de tavrının değiştiğini görüyoruz. Çin de politika belirleyici ülkelerden biri olma çabası içinde. Kısacası Suriye bölgesel güçlerin tepiştiği bir yer haline geldi.
## Okuyucu Yorumları |
208203 | haber | Tom Cruise, David Beckham'la mı beraber oldu? | null | # Tom Cruise, David Beckham'la mı beraber oldu?
## Hollywood'un başlıca magazin sitelerinden Dramarama; Katie Holmes'un, Cruise'u aile dostları David Beckham'la yakaladığını iddia etti
Hollywood'un ünlü çiftlerinden Tom Cruise ve Katie Holmes'un boşanmasının ardından ilginç bir iddia gündeme geldi. Kulislerde konuşulanlara göre Katie Holmes'un Tom Cruise ve dünyaca ünlü futbolcu David Beckham'ı birlikte yakaladığı iddiası boşanma gerekçesi oldu.
Habertürk'ün haberine göre; Katie Holmes-Tom Cruise çiftinin beş yıllık evliliklerini bitirme kararı bugünlerde Hollywood kulislerinde en çok konuşulan konu.
Ayrılıkla ilgili Cruise'un Holmes'den sıkıldığını söyleyenler de var, Holmes'in Cruise'un bağlı olduğu Scientology Tarikatı'nın kurallarına göre yaşamaya daha fazla dayanamadığını öne süren de.
Konuyla ilgili en çarpıcı iddiaysa şöyle. Hollywood'un başlıca magazin sitelerinden Dramarama'nın iddiasına göre Katie Holmes, Cruise'u aile dostları David Beckham'la birlikte oldu.
Sitenin haberine göre bir süredir Cruise ve Beckham arasındaki ilişkinin dostluk sınırlarını aştığından şikayet eden ve aralarında cinsel bir birliktelik yaşandığından şüphelenen güzel yıldız, bu olaydan sonra boşanma kararı aldı.
## Okuyucu Yorumları |
80685 | haber | 'Kayıp trilyon' davasında Abdullah Gül'e 'yargılanamaz' kararı | null | # 'Kayıp trilyon' davasında Abdullah Gül'e 'yargılanamaz' kararı
## Yargıtay, Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nin, Gül'ün kayıp trilyon davasında yargılanabileceğine ilişkin kararını bozdu...
-
A
+
**T24 - Yargıtay 11. Ceza Dairesi, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın, "Kayıp Trilyon" davasıyla ilgili olarak Cumhurbaşkanı Abdullah Gül hakkında vermiş olduğu "kovuşturma yapılmasına yer olmadığına" ilişkin kararını kaldıran Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararını "kanun yararına" bozdu.**
Cumhurbaşkanı Gül hakkında "özel evrakta sahtecilik" ve "2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu'na aykırılık" suçlarından dolayı soruşturma açılmış, soruşturma sonunda Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı "kovuşturma yapılmasına yer olmadığına" karar vermişti.
Başsavcılığın kararına, şikayetçi Cahit Nalbantoğlu itirazda bulunmuştu.
İtirazı değerlendiren Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi, Başsavcılığın, "Kayıp Trilyon" davasıyla ilgili olarak Gül hakkında vermiş olduğu "kovuşturma yapılmasına yer olmadığına" ilişkin kararını kaldırmıştı.
İtiraz üzerine verilen kararlar kesin nitelik taşıdığı için Abdullah Gül'ün avukatları, Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararının "kanun yararına bozulması" istemiyle Yargıtay'a götürülmesi için Adalet Bakanlığı'na başvurmuştu.
Adalet Bakanlığı, istemi yerinde görerek söz konusu kararı "kanun yararına" bozulması istemiyle Yargıtay'a götürmüştü.
Başvuruyu değerlendiren Yargıtay 11. Ceza Dairesi, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının, Gül hakkında vermiş olduğu "kovuşturma yapılmasına yer olmadığına" ilişkin kararını kaldıran Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararını "kanun yararı"na bozdu.
Daire, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın kararına itiraz eden Cahit Nalbantoğlu'nun "itiraz hakkı bulunmadığına" hükmederek Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nin Cumhurbaşkanı Gül'ün yargılanmasına yönelik verdiği kararı kaldırdı.
Yargıtay 11. Ceza Dairesi'nin kararı kesin nitelik taşıyor.
## Okuyucu Yorumları |
196346 | haber | Kayseri- Sivas yolunda zincirleme kaza.... | null | # Kayseri- Sivas yolunda zincirleme kaza....
## Kayseri- Sivas yolundaki kazaya 20 araç karıştı. Yol ulaşıma kapatıldı. Bölgeye çok sayıda ambulans sevk edildi.
-
A
+
Kayseri- Sivas yolundaki kazaya 20 araç karıştı. Yol ulaşıma kapatıldı. Bölgeye çok sayıda ambulans sevk edildi.
## Okuyucu Yorumları |
135433 | haber | Kayseri'deki çocuk katili: Dilruba'nın çırpınışını unutamadım | null | # Kayseri'deki çocuk katili: Dilruba'nın çırpınışını unutamadım
## Kayseri'de 3 çocuğu öldürdüğünü itiraf eden Uğur Veli Işık, "Dilruba'nın çırpınışını unutamadım" dedi.
**T24 - **Kayseri'de 1,5 yıl önce Ramazan Bayramı'nda şeker toplamaya çıktıktan sonra kaybolan 6 yaşındaki Dilruba ve 8 yaşındaki Ahmet Tuna kardeşlerle komşuları 10 yaşındaki Türkan Ay'ı öldürüp bavullara koyarak götürdüğü memleketi Yozgat'ın Çayırlı İlçesi yakınlarındaki gölet kenarına gömen fabrika işçisi Uğur Veli Gülışık'ı, kurbanların duvardaki 'kan lekesi' ile 'saç ve kıl örnekleri' ve 'cep telefonu sinyali' ele verdi.
Yozgatlı olan ve Almanya'da evlendiği memleketlisi eşinden boşandıktan sonra Kayseri'ye gelen fabrika işçisi 33 yaşındaki Uğur Veli Gülışık'ın işlediği vahşetin ayrıntıları hem verdiği ifadeler, hem elde edilen delillerle ortaya çıktı. Emniyet Genel Müdürlüğü Asayiş Daire Başkan Yardımcısı Ercan Taştekin'in başkanlığındaki özel ekibin aylarca yürüttüğü çalışma ve 4 ay adım adım takibi sonucu 3 çocuğun katili olduğu iddiasıyla Uğur Veli Gülışık, cuma günü saat 17.30'da çalıştığı işyerinde gözaltına alındı. Önce suçlamayı reddeden ve olayla ilgisinin bulunmadığını süren Uğur Veli Gülışık, polis delilleri önüne koyunca her şeyi ayrıntılarıyla anlattı.
"Dilruba'nın çırpınışını unutamadım"
Soğukkanlı olan ve sorgulama sırasında bu tavrını sürdüren Gülışık, tek başına kaldığı ve yurt dışında bulunan eniştesine ait olan Pembeköşk Apartmanı'nın üçüncü katında öldürdüğü 3 çocuktan en çok Dilruba Tekin'in çırpınışlarının kendisini çok etkilediğini söyledi. Geçen 1,5 yılda kurbanlarıyla ilgili gazetelerde çıkan, televizyonlarda gösterilen haberleri dikkatle takip ettiğini belirten Uğur Veli Gülışık, sorgusunda cinayeti nasıl işlediğini anlatırken şöyle dedi:
"Bayram günü şeker toplamak için kapımı çalan Türkay Ay ile Ahmet Tuna ve Dilruba Tekin'i evde kimsenin de olmamasından ve yalnız kalmamdan yararlanarak ayrı ayrı odalara aldım. Ellerini bağlayıp, ağızlarını koli bandı ile bantlayıp alıkoydum. Daha sonra Türken Ay'a tecavüz edip, bıçakla öldürdüm. Etrafa kanlar sıçradı. Kanları temizledikten sonra, beni gördükleri ve tanıdıkları için Ahmet Tuna ve son olarak Dilruba'yı, arkalarından sırayla tek tek sol elimle ağızlarını kapatıp, sağ elim ve kolumla boyunlarını sıkarak öldürdüm. Dilruba kollarımda çırpına çırpına öldü. Onun bu hali gözümün önünden hiç gitmedi."
"Cesetleri iki bavul ve bir valize koydum"
İşlediği vahşetin ardından 3 çocuğun cesedini önce banyoya koyduğunu anlatan Uğur Veli Gülışık, nasıl götürüp gömdüğünü de şöyle anlattı: "Bayramın 3'üncü günü (22 Eylül 2009), Cumhuriyet Meydanı'ndaki bir marketten iki bavul satın aldım. Türkan ile Ahmet'in cesetlerini ayrı ayrı 2 bavula, Dilruba'nın cesedini de evdeki bir valize koyup, kiraladığım otomobilin bagajına evden gece karanlığında tek tek indirip, doğum yerim olan Yozgat'ın Çayıralan İlçesi'nde, Yahyasaray Göleti'nin orada kazdığım 1 metrelik çukura üst üste koydum. Cesetleri gömdüğüm yerde daha önce piknik yapmıştım. O nedenle oraya götürdüm. Beni bavulları taşırken ve cesetleri gömerken gören kimse olmadı. Köyde bir iki gün kaldıktan sonra Kayseri'ye döndüm. Çocukları öldürdüğüm anlar, özellikle Dilruba'nın hali gözümün önüne geldiği ve geride delil bırakmamak için o evden ayrılıp Hürriyet Mahallesi'nde işyerime yakın bir ev tuttum. Vicdan azabı çekiyordum."
Polis 3 önemli delilden sonuca gitti
Soruşturmayı yürüten özel ekip, binlerce kimlik bilgisini inceleyip tüm ihtimalleri değerlendirirken, kendilerini sonuca götüren 3 önemli delil olan 'kan izi', 'kıl örneği' ve 'telefon sinyali' oldu.
Şeker toplamak için kapısını çaldıkları evde öldürülen 3 çocuktan, tecavüze uğradıktan sonra bıçakla katledilen Türkay Ay'ın duvara sıçrayan kanları, şüpheli Uğur Veli Gülışık tarafından silinmesine rağmen, aylar sonra özel cihazlarla saptandı. Yapılan tahlil sonucu kan izinin Türkan Ay'a ait olduğu kesinleşti.
Şüpheli Uğur Veli Gülışık'ın cinayetten 15 gün sonra boşalttığı ve sonradan başka birine kiralanan evde yine özel cihazlarla yapılan aramada, öldürülen çocuklara ait olduğu saptanan saç ve kıllar bulundu.
GSM operatörünün kayıtlarından Uğur Veli Gülışık'ın, olayın meydana geldiği Ramazan Bayramı'nın üçüncü günü olan 22 Eylül 2009 tarihinde Yozgat'ın Çayıralan İlçesi yakınlarındaki Yahyasaray Göleti çevresinde olduğu saptandı.
Bu arada delil olarak, şüpheli Uğur Veli Gülışık'ın bavulları satın aldığı Cumhuriyet Meydanı'ndaki alışveriş merkezi ile araç kiraladığı şirketin güvenlik kamera kayıtları incelemeye alındı. Ancak kame görüntülerinin 2 ay sonra silindiği için bunlarda sonuç alınamadı.
Cezaevinde müşahede bölümünde tutuluyor
Uğur Veli Gülışık'ın sorgusundan sonra dün akşam getirildiği Kayseri Adliyesi'nde linç girişiminde bulunulması üzerine çok sıkı korumaya alındı. Öfkeli kalabalığın 'Vur vur inlesin, cezaevi dinlesin' , 'O katili bize verin', 'Kayseri sahipsiz değil' sloganları atarak saldırdığı Uğur Veli Gülışık tutuklandıktan sonra saat 01.00 sıralarında Kayseri Kapalı Cezaevi'nde götürülüp teslim edildi.
Tutuklu ve hükümlülerin saldırısına uğrayabileceği ya da canına kıyabileceği ihtimali dikkate alınarak Uğur Veli Gülışık, tek kişilik özel bölümde tutuluyor.
Hukukçular, Uğur Veli Gülışık'ın adam öldürme, alıkoyma ve tecavüz gibi üç ayrı suçtan yargılanacağını ve ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezasına çarptırılabileceğini söyledi.
Kurbanların kemikleri defnedilecek
Çocukları vahşete kurban giden Tekin ve Ay aileleri, Dilruba ve Ahmet Tuna Tekin kardeşlerle Türkan Ay için cenaze töreni yapmaya hazırlanıyor.
Yozgat'ın Çayıralan İlçesi yakınlarındaki Yahyasaray Göleti kıyısında bir çukura üst üste gömülen ve yabani hayvanlar tarafından parçalanan çürümüş cesetleri bulunan çocukların kemikleri, kesin kimlik tespiti için Adli Tıp'a gönderilmişti. Yapılacak DNA incelemesinin ardından 3 çocuğun kemikleri, Talas İlçesi'ndeki mezarlıkta toprağa verilecek.
İki çocuğu öldürülen Hamza Tekin, "Çocuklarımızın kemiklerinin en kısa sürede bize teslim edilmesini istiyoruz. Acımız büyük ama onları Talas'ta belediyenin bize verdiği mezara koyacağız" dedi.
## Okuyucu Yorumları |
148195 | haber | KAZA ŞOKU ÖLDÜRDÜ ERZURUM (A.A) | null | # KAZA ŞOKU ÖLDÜRDÜ ERZURUM (A.A)
-
A
+
-KAZA ŞOKU ÖLDÜRDÜ ERZURUM (A.A) - 30.05.2011 - Erzurum'da meydana gelen trafik kazasında bir kişi öldü, iki kişi yaralandı. Edinilen bilgiye göre, Dilara Fayetörbay yönetimindeki 25 FT 950 plakalı otomobil, Atatürk Üniversitesi'ndeki Oyunlar Köyü Kavşağı'nda, İsmail Çiçek'in kullandığı 25 LA 891 plakalı kamyonetle çarpıştı. Kazada, kalp rahatsızlığı bulunan sürücünün annesi Çiğdem Fayetörbay (56) çarpışmanın etkisiyle kalp krizi geçirerek, olay yerinde hayatını kaybetti. Yaralanan sürücüler Dilara Fayetörbay ile İsmail Çiçek, Aziziye Araştırma Hastanesinde tedavi altına alındı. Yaralıların sağlık durumlarının iyi olduğu öğrenildi.
## Okuyucu Yorumları |
201112 | haber | 'KCK iddianamesine göre kapitalizmi eleştirmek de suç sayıldı' | null | # 'KCK iddianamesine göre kapitalizmi eleştirmek de suç sayıldı'
## "Yargılama siyasidir, hukuk siyasidir, fakat bu yargı unsurlarının siyasetçi gibi davranacakları anlamına gelmez"
-
A
+
**Ali Topuz**
(Radikal, 6 Nisan 2012)
## Kapitalizmi savcılık mı kurtaracak yoksa?
Yargı sahnesi, bir tiyatro sahnesidir. Yargı düzenlemesi teatraldir. Yargının üç unsuru, iddia, savunma ve karar makamları, bu tiyatronun asli oyuncularıdır. Oyunları belli normlara, yargılama usulünü de belirleyen normlara tabidir. Mekanizmayı harekete geçiren iddia makamı, daima bir fiille ilgilidir. (‘Beyan’ların, düşüncelerin, görüşlerin suç olması, çok özel bir istisna teşkil eder. ‘Düşünce’nin yargılanması, modern eğilimde, ‘açık ve yakın tehlike’ gibi koşulların da yardımıyla en aza indirilmeye çalışılır.) Bu fiil, kanunlarca suç olarak tanımlanmış bir fiildir. Elbette bu fiilin bir faili vardır. Fiili, faili ve ikisi arasındaki bağı kuracak bir öykü anlatır bize iddia makamı. Savunma da iddia makamının anlattığı öykünün, öykünün içindeki fiil, fail ve ikisinin bağı meselesinin doğru olmadığını ya da o kadar doğru olmadığını ya da doğru olsa bile suç olmadığını anlatmaya koyulur. Güçlerinin denk olması icap eder. Süreç kararla kapanır.
## İddia ve politika
Türkiye’deki yargı tiyatrosunda özel bir tuhaflık var: İddia makamları, fiil-fail ve aradaki bağ meselesi üstünde gerekli ciddiyetle dursalar da durmasalar da bir ek hamle daha yaparlar. Yargılama konusu yaptıkları fiil, örgütlenme ya da ‘düşünce’lerle polemiğe girerler. Örneğin 12 Mart döneminin savcıları, duruşmalarda ‘Kürtçe diye bir dil olmadığını’ kanıtlamak için uzun uzun ter dökmüşlerdi. Bir savcı, ‘Kürtçenin 30 orijinal kelimeden oluşan bir lugüte sahip olduğunu, kalan kelimelerin Arapça, Farsça vb. dillerden geldiğini’ sıkı bir dilbilimci edasıyla anlatmış, sözlerini kayda geçirmişti.
İddia makamının, yargıladığı kişilerin görüş, düşünce ya da inançlarıyla tartışması, doğal olarak iddianameleri politik, ideolojik manifestolar haline bürür. Elbette yargılama siyasidir, hukuk siyasidir, fakat bu yargı unsurlarının siyasetçi gibi davranacakları anlamına gelmez. Oysa örneğin, önceki gün başlayan 12 Eylül davasının iddianamesi de Ergenekon davalarının bazılarının iddianameleri de bu yazının ilgilendiği İstanbul’daki KCK dosyasının iddianamesi de bu türden ‘siyasetçi’ cümlelerle örülmüş bir çatıya sahip. Bu eğilim, fiil-fail bağını kurmaya yarayacak delil listesinin neredeyse sonsuz elemanlı bir küme haline bürünmesine yol açar.
Örneğin;
"...isimli şahsın Kapitalist Modernite dersini verdiğini, bu dersin Ortaçağ’da Kapitalist sisteme geçiş aşamaları, Kapitalizmin hangi ihtiyaçlar doğrultusunda ortaya çıktığı şeklinde konular içerdiğini,
Bu dersin içeriği itibariyle;
PKK/KONGRA-GEL terör örgütünün Kapitalizmi karalayarak tabanına Sosyalist ideolojiyi benimsetmek ve dayatmak amacıyla verilen ders olduğunu, bu dersi toplam 2 gün gördüklerini..." (vurgular orijinal)
Kapitalizm aleyhine ya da lehine görüşlerin bir iddianamede ne işi olabilir? Kapitalizme yönelik sözlerin ‘karalama’ mı yoksa ‘övgü’ mü olduğuna dair savcı kanaatinin, yargılamanın selameti açısından anlamı nedir?
## Felsefe, evrim, devrim
Bir örnek daha, bir liste:
"‘Demokratik Siyaset Akademilerinde Okutulan Dersler’ başlığı altında sıralama: Kürdistan Tarihi, PKK Tarihi, Önderlik İdeolojisi, Apocu Felsefe, Uygarlık Tarihi, Ortadoğu Tarihi, Tecavüz Kültürü, Kadın Kurtuluş İdeolojisi, Toplumsal Cinsiyetçilik, Örgüt Disiplini, Demokratik Konfederalizm, Demokratik Özerklik, Toplumsal Ekoloji, Propaganda ve Ajitasyon, Felsefe, İletişim ve Siyasal İletişim..."
Bu liste elbette PKK/KCK kamplarında verilen ders başlıklarıyla eşleştirilerek kullanılıyor. Çok benziyor! İçinde ‘Kürt, Öcalan, önderlik, PKK’ geçen başlıklar etrafındaki akademik faaliyetlerin ne türden bir suç oluşturduğunu sormayalım haydi, Terörle Mücadele Kanunu var, ‘açık ve yakın tehlike’ kıstasını da unutalım ve savcılık haklı olsun diyelim; peki Felsefe, Toplumsal Cinsiyetçilik, Uygarlık Tarihi, Ortadoğu Tarihi’ni ne yapacağız? ‘Suç olan fiil-fail’ bağını, dersler bize nasıl verecek? Listedeki derslerin yarısından çoğu özel ya da kamu eğitim öğretim kurumlarındaki başlıklar, onları da böyle suçlayabilir miyiz? Yoksa söylenmiyor ama, bu tür faaliyetler için örgütlenmek, bu tür faaliyetleri mevcut bir (yasal) örgütün etrafında yürütmek kendi başına suç olarak mı tanımlanıyor?
Arttırılabilecek bu tür soruların hepsinin yanıtı, iddianamedeki mantık çerçevesinde ‘evet’tir. İddianame, kapitalizm aleyhine, üniter devlet aleyhine, merkezi otoritenin gücü aleyhine, ‘resmi onaylı’ öykü, bilgi ve kuramlar aleyhine (Evet, ‘evrim teorisi lehine sözler’ bile var ‘delil’ler içinde) her tür düşünceyi suç ya da suç unsuru, suç delili haline getirebilecek esneklikte. Terörle Mücadele Kanunu’nun ünlü ‘örgüt amaçları doğrultusunda’ hükmü, bulunmaz bir fırsat veriyor iddia makamına. Üstelik bu iddianamede örneği yok ama bu mantık bu hükümle buluşunca, örneğin PKK’yı eleştirmek, hatta çok sert eleştirmek bile, ‘terör örgütünün amaçları doğrultusunda faaliyet’ kapsamına girebilir rahatlıkla.
## Tiyatro değil, arena
İddianamenin ‘politikacı’ karakteri, sadece örgütlenme ve ifade özgürlüğüne yönelik kadim tekçi merkezi devlet aklını öne çıkarıyor olmasında yatmıyor. İddia makamının BDP=PKK formülü, aslında Başbakan Erdoğan’ın yeni Kürt stratejisini açıklarken kullandığı ‘terör örgütünün parlamento çatısı altındaki uzantıları’ ifadesinin iddianemeye dökülmüş halinden ibaret. Yine iddianame, İdris Naim Şahin’in, "Terör bazen akademik çalışma, bazen şiir, bazen sinema halinde gelebilir" yönlü ünlü nutkunun mesajını kâmilen almış bir metin.
Yargı bir tiyatrodur dedik. Foucault’nun da severek kullandığı bir metafordur bu. Türkiye’de metafor biraz değişik: Yargı, iddia ve savunmanın denk güçlerle karşı karşıya geldiği, yargıcın son sözüyle, kararıyla kapanan bir teatral düzenek değildir; olağanüstü (özel yetki) güçle donatılmış bir iddia makamının, toptancı bir akılla ve toplu biçimde şüpheliler üretip onlar etrafında nutuklar attığı, savunmanın hapis tehdidi altında olduğu bir arenadır. Arena olduğu için hukuk normlarına değil, tribün duygularına hitap edilir. Öyle olduğu için bütün davalarımız artık duruşma salonlarının dışına taşmış durumda. Öyle olduğu için davalar, karar vermiş olmakla kapanmaz, hatta neredeyse yeniden açılır. Öyle olduğu için deliller değil, politik görüşler ve söylemler öne çıkar.
## Okuyucu Yorumları |
Subsets and Splits